Maçoğlu yönetimindeki belediye meclisinin Dersim tabelası asma kararı yok hükmünde olduğundan hukuken önem taşımıyor. Bu kararın taşıdığı önem, Türk Devrimi’ne karşı bir siyasi irade beyan etmesinde yatıyor.
Öte yandan Tunceli belediye başkanının “komünist” adı taşıyan bir partiden seçilmiş olmasından dolayı Türk Devrimi karşısında aldığı tavır, bilimsel sosyalistlerin Türk Devrimi ve Atatürk’e nasıl baktığı konusunda bir kavram kargaşasının kapısını aralıyor.
Türkiye’de bilimsel sosyalist hareket, örgütlü mücadeleyi başlattığı 22 Eylül 1919 tarihinden itibaren Kurtuluş Savaşı’nı ve Türk Devrimi’ni destekledi.
TKP, devrimin ilerletilmesi konusunda daha kararlı adımlar atmaları için hükümetleri sürekli teşvik etti, kararsızlıklarını eleştirdi. Atatürk’ün ölümünden birkaç gün sonra, Komünist Enternasyonal toplantısında TKP delegesi B. Ferdi, Altı Ok’u kendilerinin de ilkeleri saydıklarını belirtiyordu. 1954’te Hikmet Kıvılcımlı’nın kurduğu Vatan Partisi programında altı ok “Cumhuriyetçiyiz, milliyetçiyiz...” diye ifade edilerek benimseniyordu.
1960’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi programı, Kurtuluş Savaşı ile siyasi bağımsızlığımızı kazandığımızı, şimdi önümüzde ekonomik tam bağımsızlık hedefine yönelen ikinci kurtuluş savaşı olduğunu belirtiyordu. Programında adının geçtiği her yerde Atatürk’ün adı ATATÜRK diye büyük harfle gösteriliyordu. TİP dışında Milli Demokratik Devrim stratejisini savunanlar ise Türk Devrimi’nin tamamlanamadığını, sosyalistlerin önündeki görevin Kemalist Devrim’in tamamlanamamış görevlerini de üstlenmek olduğunu savunuyorlardı. Başlangıcından günümüze kadar Türkiye sosyalist hareketinin ana geleneği, Atatürk önderliğindeki Türk Devrimi’nin mirasçısı oldu, olmaya devam ediyor.
Ancak 12 Mart döneminde, Türkiye sosyalist hareketinde başka konuların yanı sıra Türk Devrimi’ne bakış konusunda da büyük bir kırılma ortaya çıktı. Darbe, yaygın tutuklamalar, işkenceler, parti kapatmalar ve dağılmalar getirdi. Bazı sosyalist çevreler, darbeyi öngörememe, hazırlıksız yakalanma ve yenilgi psikolojisi içinde 12 Mart generallerinin “Atatürkçü”lüğünü Türk Devrimi’nin Kemalizm’i ile eşitlediler. Böylece İbrahim Kaypakkaya’nın TKP/ML’sinden Kürt etnisitesini esas alan bölgesel örgütlenmeciliğe, SSCB işbirlikçisi gruplardan, maceracı fraksiyonlara kadar bir dizi örgüt, Türkiye bilimsel sosyalistlerinin örgütsel ve teorik mirasından koparak Türk Devrimi’ne “yamuk bakmaya” başladı.
12 Eylül darbesi, bu kesimlerde sadece yenilgiyi değil, ideolojik savrulmayı da katmerleştirdi. Çoğu fraksiyon tutunamayıp yok oldu. Kitle hareketinin dibe vurduğu 80’li yıllarda koşullarda kendisini “sosyalist” olarak sunan ve giderek daha geniş bir kitle tabanına erişmeye başlayan PKK, 12 Mart’tan bu yana Türk Devrimi mirasını reddederek savrulan bazı grupları umutlandırdı ve adım adım kendi ideolojik hegemonyasına doğru çekti. Bu gelişmenin konumuz açısından iki sonucu oldu.
Bölgecilik temelinde yol alan PKK, Kürdistan’ın dört emperyalist ülke (Türkiye, İran, Irak, Suriye) arasında paylaşılmış bir ülke olduğu tezine dayanıyordu. Emperyalizmi yanlış adreste aramakla kalmıyor, o ülkelere karşı ABD ve AB gibi gerçek emperyalist güçlerle ittifak ediyordu. Böylece ilk sonuç, PKK’nın önderlik ettiği “halk hareketi” üzerinden bir devrim ümidine kapılan grupların da adım adım emperyalist işbirlikçiliğine çekilmesi oldu.
İkincisi, sömürge Kürdistan tezi uyarınca bir Kürt tarihi inşa etmeye çalışan PKK, “emperyalist” Türk devletine karşı her türlü feodal-gerici isyanı kendi “milli tarihi” içinde saymaya başladı. Böylece modern sosyo-ekonomik kurum ve ilişkilere isyan eden Seyit Rıza, Şeyh Sait gericiliği, PKK’nın milliyetçi tarih yazımı içinde “demokratik” bir anlam kazandılar. Bu ideolojik etki, Türk Devrimi’nin Tunceli’sine karşılık Dersim feodalizminin belediyeciliğine savrulmayı kolaylaştırdı.
Sonuç olarak, Maçoğlu’nun meseleyi bilenler için sürpriz olmayan Türk Devrimi karşıtı konumlanmasının bir tarihsel arka planı bulunuyor. Bu tavırlar Türkiye sosyalist hareketini değil, onun 12 Mart-12 Eylül yenilgilerinin faturasını Kemalizm’e çıkaran, sonra da adım adım Kürt milliyetçiliğinin hegemonyasına giren yozlaşmış bir kesimini temsil ediyor. Günümüzde ulus-devlete karşı bölgeciliği ve özerkliği savunan bu kesimler “Emperyalist T.C.’ye” karşı feodal isyancıların heykellerini dikerek “demokrasi” mücadelesi veriyorlar. En büyük destekçisinin batılı ülkeler olmasına şaşırmıyoruz ama bazı Atatürkçülerin cehalet ve aymazlığı içimizi acıtıyor. Haksız mıyım?