19 Aralık 2012 Çarşamba

OKAN İRTEM/ Kılıçdaroğlu’nun oligarşiyle dansı

OKAN İRTEM/ Kılıçdaroğlu’nun oligarşiyle dansı
Salı, 11 Aralık 2012 / AYDINLIK

Konuşma dili, sanki bir tür elektrik akımıdır, çoğunlukla en kısa yola eğilimlidir; bunu bir çeşit dil ekonomisi olarak da düşünebiliriz. İletişim kurarken, ifade etmek istediğimiz anlamı genellikle en kısa yoldan iletmeye çalışırız. Konuşma sırasında kişilerin ya da canlı-cansız varlıkların yerini tutmak üzere, “o”, “şu”, “biri” gibi bazı kısa diyebileceğimiz sözcükler de kullanırız; bu sayede iletişim kurarken sürekli belli bir varlığın adını tekrarlamaktan kurtulmuş ve dilimize bir çeşni katmış oluruz. Varlıkların yerini alan, onları temsil etme gücüne sahip bu sözcüklere, hepsini kapsayan bir kavram olarak, “zamir” diyoruz. Tam da bu yüzden, herhangi bir zamir duyduğumuzda, aklımız hemen duyduğumuz ilk ses öbeğini değil, onun işaret ettiği asıl varlığı arar ve bulur.


TÜSİAD’ın yerine

Peki, her açıklamasının arkasında oligarşiyi gördüğümüz Kılıçdaroğlu’nu bir tür “zamir” kabul edebilir miyiz; meselemiz bu olmaktadır. İlk olarak şunu söyleyebiliriz, oligarşiyi temsil eden “Türk Sanayici ve İşadamları Derneği” ya da “Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği” gibi sözcük öbeklerine kıyasla “Kılıçdaroğlu” çok daha kısadır. Bu haliyle Kılıçdaroğlu’nun, dil ekonomisi kuralına uyduğunu görebiliyoruz. Türk Sanayici ve İşadamları Derneği yerine Kılıçdaroğlu dememiz, oligarşinin bu örgütlerini kısaca ifade etmek açısından bugün yeterli olmaktadır. Elbette bir de “yerini tutma” hali var; zamirin temel özelliği olmaktadır. Bu da bizi, Ümit Boyner ile Kılıçdaroğlu’nun son günlerdeki dansına götürmektedir.

Washington sarışın sever

TÜSİAD başkanı Ümit Boyner geçtiğimiz hafta Washington’daydı; Dünya Bankası ve ABD parlamentosu üyeleri ile bir takım görüşmeler yaptı. Ne aldı ve ne verdi, şimdilik bilmiyoruz. TÜSİAD ve Brookings Enstitüsü burada birlikte bir panel de düzenlediler: “Türk-Amerikan Stratejik Ortaklığının Gelecek Dönemi”. Başlık buydu ve söz konusu panelde Boyner de konuşmuştu. Herhalde Hollywood’un “sarışınları yükseltme” kuralına Washington’da da riayet ediliyordu.

Boyner panelde pek duyarlı olduğu, Washington’ın da duyarlı olacağını tahmin ettiği enerji konusunda, Rusya’yı kastederek, “Neticede, enerji konusunda tek bir ülkeye bağlı hale gelemeyiz” diyordu. Rusya ile imzalanan enerji anlaşmaları, görünen o ki, TÜSİAD’ı telaşlandırmıştı ve Boyner anlaşmaları eleştirme gereği duyuyordu. Zamirleri Kılıçdaroğlu ise, Boyner’in bu konuşmasından hemen iki gün sonra, “Putin herhalde büyük bir memnuniyetle Türkiye’den ayrılmıştır” buyuruyordu. Uyarmayı da unutmamıştı; “Yarın diyelim Suriye ile savaş çıktı, Rusya tavrını Suriye’den yana koydu. Muslukları keserse ne olacak bu ülkenin hali” diye soruyor ve enerji alanındaki Rusya tekeli tehlikesine işaret ediyordu. Başka deyişle Kılıçdaroğlu, Rusya’nın enerji musluklarını kesmesini, Türkiye’nin ABD ve İsrail adına Suriye ile savaşmasından daha tehlikeli buluyordu. Öyleyse, Kılıçdaroğlu’nun önceliklerinin TÜSİAD’ın öncelikleriyle hemhal olup olmadığı bir tartışma konusu olarak karşımızdadır. Demek ki, bir “yerini tutma” ilişkisine doğru yol alıyoruz, diyebiliriz.

Ziyaret yollarında

Boyner Washington’daki konuşmasında, Türkiye’nin başka ülkelerden de enerji alabilmesi gerektiğini ABD’lilere aktardıklarını söylüyordu. Boyner’in İran ve Irak’a işaret ettiğini çıkarabiliyoruz. Boyner’den birkaç gün sonra AKP yandaşı Albayrak Grubu’nun ceo’su ve eski MÜSİAD başkanı Ömer Bolat da Aydınlık’a konuşuyor ve “Türkiye ile Irak arasındaki ilişkiler geçen seneki gibi olsaydı” diyordu; bir tür “nerede o eski günler” serzenişidir. Türk-Irak İş Konseyi Başkanı Şerif Ercüment Aksoy da, 8 Aralık tarihli Aydınlık’taki habere bakılacak olursa, ‘Türkiye’nin Irak petrolleri ve Bağdat konusunda daha duyarlı olması’ gerektiğini dillendiriyordu. Her ikisi de Boyner’li TÜSİAD’ın sesini duymuşlardı.

Ama duyanlar sadece onlar değildi. Kılıçdaroğlu da tam bu sırada Irak’a gideceğini açıklıyordu. Hazır Bağdat’a gitmişken, yolda Barzani’ye de bir uğrayıp gelecekti: Kılıçdaroğlu, “Bağdat’a uçakla gitmek istiyorum daha sonra karayolu ile Türkiye’ye dönmeyi planlıyorum. Mümkün olduğunca çok yere uğramak istiyorum. Kerkük’e de, Erbil’e de, Barzani’ye de koşullar uygun olursa uğramak isterim” diyordu. Herhalde Irak’ta ve Barzanistan’da petrol ve inşaat işi arıyordu; oligarşinin iş tuttuğu yerleri ziyaret listesine aldığını görebiliyoruz. Bir tür oligarşinin “yerini tutma” ve “temsil” halidir, diyebiliriz. Star TV haber bülteninde de ‘Suriye ve Esad ile bir temasım yok’ demeyi ihmal etmemişti.

İslamcı diktatör ile diyalog

Mısır’a baktığında ise, cumhuriyeti korumak adına sokaklara dökülen Mısır halkını değil, anayasayı hiçe sayan ve diktatör yetkilerine sahip, Müslüman Kardeşler’in İslamcı Mursi’sini görüyordu. Demek ki, gözlükleri de artık TÜSİAD imalatıdır. Şu sözleri yaklaşık bir ay önce, Mursi’nin kendisine yaptığı bir ziyaret sırasında, 30 Eylül’de söylemişti. Aktaran, ziyarette bulunan Osman Korutürk’tür: “Mısır’da demokratik bir rejimin gelmiş olmasından, Cumhurbaşkanı’nın göreve başlamış olmasından ve o görevini de bugüne kadar demokratik ve yapıcı bir şekilde sürdürmesinden dolayı takdirlerini belirtti. Bu arada Ortadoğu konusunda Türkiye ile Mısır’ın bir arada çalışması gerektiğini vurguladık.” İşte bu Mursi’yi Mısırlılar şimdi firavun sayıyorlar; Kılıçdaroğlu ise ziyaret etmeyi planlamaktadır.

Sağdan say!

TÜSİAD ile Kılıçdaroğlu birlikteliği burada bitmemektedir. Sırada bir başka ziyaret var. Ümit Boyner Washington’daki konuşmasında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarıyla ilgili bir soruya da yanıt vermişti; TÜSİAD başkanı ‘’Biz bu sorunun çözümünde 1990’lı yılların atmosferine dönmenin Türkiye açısından yararlı olmayacağını düşünüyoruz ... Kürt sorununun çözümü biraz yeni bir yaklaşım ve biraz cesaret gerektiriyor, bence 1990’lı yılların bazı alışkanlıklarından veya 1990’lı yılları hatırlatacak bir takım şeylerden kaçınmak Türkiye için daha olumlu olur’’ diyordu. Boyner’den hemen bir gün sonra Kılıçdaroğlu da, BDP bloğundan bağımsız milletvekili ve eski Adalet Partili Şerafettin Elçi’yi evinde ziyaret ediyordu. Herhalde Kılıçdaroğlu, Boyner’in konuşmasıyla Elçi’yi hatırlamıştı. Muhtemeldir ki, Elçi’yle 70’lerde Adalet Partisi’nden kopup CHP çevresine intikal ettiği günleri yad etmişlerdir. Umuyoruz ki, Kılıçdaroğlu ziyareti sırasında, “şimdi bizde sizin gibi sağdan gelmiş pek çok milletvekili var” demeyi ihmal etmemiştir.

Cumhuriyet ne yana düşer?

Bizlerse Şerafettin Elçi’nin ismini Kürt meselesiyle değil, eski Bayındırlık Bakanı olarak 1982 yılında, Yüce Divan’da, “rüşvet” ve “görevini kötüye kullanma” suçuyla yargılandığı dava nedeniyle hatırlıyoruz. Elçi, Yüce Divan’daki bu yargılamada rüşvet suçlamasından delil yetersizliği ve oy çokluğuyla beraat ederken, görevini kötüye kullandığı gerekçesiyle 2 yıl ceza alıyordu. Elbette Elçi’yi KADEP başkanı ve KADEP’i ise Kürt meselesinde iki devletli formülü ve federasyonu savunan parti olarak da biliyoruz. Kılıçdaroğlu’nun Elçi’si işte budur. Görünen o ki, Boyner “yaklaşım” demiş ve Kılıçdaroğlu’nun aklına, ulus devleti bir yana bırakıp Elçi’yi ziyaret etmek gelmiştir. TÜSİAD başkanı Ümit Boyner ile vals niteliğinde uyumu göz yaşartıcıdır ve böylesi bir uyum ancak Cumhuriyet’ten vazgeçmekle mümkündür.