13 Mayıs günü parti liderlerini kabul eden Evren’in Demirel’le yaptığı konuşma 12 Eylül’ün pek çok yüzünün masaya yatırıldığını göstermesi açısından ilginç. DYP liderinin (tutanağa geçirdiği) anlatımlarına göre Köşk’teki tartışma sahnesi ve içeriği şöyle: Evren masasının başında beni ayakta karşıladı. Hal hatır sorduktan sonra konuşma başladı.
SD: “Kongre yapacağım. Fevkalade hareketliyim.”
KE: “Ben de onu düşündüm.”
SD: “Bu ziyaretin ona bir engeli yoktur.”
KE: “Sizinle Trabzon konuşması üzerinde durmak istiyorum. Bu zamana kadar 12 Eylül’ü sizinle hiç konuşmadım. Aslında bu konu üzerinde durmak da istemiyorum. Ancak bize sataşma oldu. Onun için konuşmak mecburiyetinde kaldım. ‘Darbe’ meselesine gelince, ben böyle laf etmedim. Marcos’a ve Yunan albaylarına benzetilmemizden incindik.
‘12 Eylül öncesinde sıkıyönetim görevini yapmadı. 12 Eylül’den sonra cinayetler bıçak gibi kesildi’ deniyor. Ben pek çok konuşmalarımda, demokrasiyi savundum. (Önünde eski yazı ile yazılmış notlar vardı. O notlardan çeşitli konuşmalarına atıfta bulunarak pasajlar okudu.) ‘Silahlı Kuvvetler’in görevi, ülkeyi yönetmek değildir’ dedim. ‘Silahlı Kuvvetler mecbur bırakıldığı ve başkaca çıkar yol olmadığı için müdahale ediyor’ dedim. ‘Türk Silahlı Kuvvetleri demokrasiye âşıktır’ dedim. Siyasi haklar meselesinde de, ben; karşı bir tavır takınmadım. (MİT’çi Hiram Abas ve (Orhan) Kilercioğlu bana geldiler. Onlara da söyledim. Bu 12 Eylül’ü kaşımayalım. Kanatmayalım. 12 Eylül’ü tarihe bırakalım.”
‘TARİH DOĞRULARI YAZMAZ!’
SD: “Tarih doğruyu yazmaz ki. Türkiye’de daha tarih doğruyu yazmadı. Çünkü Türkiye’de devirler kendilerinden evvelki devirler üzerine mürekkep dökerler. Devirler kendilerini, kendi icraatları ile ibra edecekleri yerde, bir evvelki devri kötüleyerek ibra etmeye çalışırlar. İstense de, istenmese de 12 Eylül konuşulacaktır. Konuşulacaktır ki, doğrular ortaya çıksın ve tarih de görevini doğru olarak yapabilsin. Böylece suçsuzlar suçlu, suçlular suçsuz olmaktan kurtulsun. 12 Eylül bir fiili durumdur. Bunu ortadan kaldırmak mümkün değildir. ‘Bunu konuşmayalım’ diyorsunuz. 7 sene hep bu konuşuldu. Referandumda bu konuşuldu. Seçimde bu konuşuldu. Siz bunu konuştunuz. Sizden sonra bugünkü hükümet, 1980 öncesindeki siyasi iktidarları suçlayarak 12 Eylül istismarı yaptı. Şimdi ‘Konuşmayalım’ diyorsunuz. Onlara bir şey demediniz. Bize de savunma hakkı vermediniz.”
“Biz olayın mağduruyuz ve biz mazlumuz. 12 Eylül öncesinde kan dökülmesin diye nasıl çırpındığımıza siz şahitsiniz. Ama kan dökenler, döktürenler varken, suç bizim üzerimizde kaldı. Sanki biz anarşinin sebebi imişiz gibi bir durum hasıl oldu. ‘Konuşmayalım’ dediğiniz takdirde, hem ülke gerçekleri bilmeyecek, hem de biz bu faturanın altından nasıl kalkacağız? Konuşulma zarureti, kaşıma veya kanatmadan değil, bir nefis müdafaasından doğuyor. Bunun sebebi biz değiliz. Sizsiniz ve hükümettir. Trabzon konuşmanızda diyorsunuz ki, ‘Eğer görev yapacak olanlar görevlerini yapmazsa ve ülkede vahim bir durum meydana gelirse, ordu ne yapsın? Bıraksın da devlet mi batsın? Böyle bir durum olursa, ordu yine gelir kurtarır.’ Bu beyanınızdaki yanlışlık şuradadır: Devlet her şeyi düşünmüş de, güvenliği mi düşünmemiş? Eğer ülkede vahim bir durum olma istidadı hasıl olursa, ne yapılacağı Anayasanın 122’nci maddesinde mevcuttur. Hükümet sıkıyönetim ilan eder. Meclis bunu tasdik eder. Görev Silahlı Kuvvetler’indir. Polis, jandarma, bütün güvenlik kuvvetleri, kolluk kuvvetleri, sıkıyönetimin emrine girer. Fitneyi tesirsiz hale getirirler ve mesele ortadan kalkar.
Böyle demeniz lazımdı. Halka ‘Biz devleti öyle tanzim ettik ki, endişe etmeyin, devlet her şeyin hakkından gelecek durumdadır. Bu sebeple müdahale veya darbe olmaz’ demeli idiniz.”
“Halbuki siz ‘Görevler yapılmazsa Silahlı Kuvvetler ne yapsın?’ diyorsunuz. Görevleri yapacak olan Silahlı Kuvvetler’dir. ‘Görevler yapılmazsa’ derken, kimi kastediyorsunuz? Başka güç yok ki... Silahlı Kuvvetler’e sıkıyönetimde verilen görev, bekleme görevi değildir. Olayı ortadan kaldırma görevidir. Sıkıyönetimin veya ordunun görev yapmadığının ifade edilmiş olmasından üzüntü duyduğunuzu söylediniz. Denen şudur: ‘Sıkıyönetim tesirli olamadı. Başarılı olamadı ve netice alamadı...’ ‘Uyarı mektubu’ denen mektubu verdiğiniz zaman, ben size ‘Bu neyin nesi?’ diye sordum. Siz aynen şöyle dediniz: ‘Sıkıyönetim başarılı olamadı!..’ Bu, sıkıyönetimin 12’nci ayında idi. Bu söz sizindir.”
KE: “Evet benimdir. Hatta ben ‘Başarılı olmadığı için kaldıralım’ dedim.”
SD: “Kaldırsak görevi kim yapacaktı? Devletin ikinci bir ordusu yok ki... Mesele görevin yapılması ve sıkıyönetimin başarıya ulaşması idi. Bizim göre-vi devraldığımız zaman, Türkiye yanıyordu. Sıkıyönetimin ilanının üzerinden 12 ay geçmişti. ‘Uyarı mektubu’ verdiğiniz zaman, bizim hükümetimiz 15 günlük hükümetti. Sıkıyönetim yokken anarşi daha azdı. Sıkıyönetim ile beraber anarşi arttı ve yayıldı. Buna başarı denebilir mi?”
“Sıkıyönetim başarılı oldu da, kan niye dökülmeye devam etti? İkide bir ‘Kanun çıkmadı, yetki yoktu’ diyorsunuz. Sıkıyönetim 26 Aralık 1978 tarihinde ilan edilmişti. Sizin yetki talebiniz, kanun talebiniz, bunu ısrar ile talebiniz, 12 ay sonra, biz hükümet kurduktan sonradır. Sıkıyönetim ilan edilirken, bu yetki taleplerinde niye bulunmadınız? O zaman şartlarınızı niye söylemediniz de; 12 ay sonra, biz hükümet olunca taleplerle ortaya çıktınız? Kaldı ki, ben sizin bütün taleplerinizi yerine getirdim. İstediğiniz kanunların hepsini Şubat 1980’de Meclis’ten geçirttim.”
SD: “O, nisan sonunda, mayısta talep ettiğiniz ikinci grup kanunlar içindir. O kanunları çıkartmak için de bütün partilere mektup yazdım. Onları bir araya getirmeye çalıştım. Esasen, mevcut yetkileri kullanmadığınızdan şikâyet vardı. ‘Yeni yetkilere ne lüzum var’ itirazları vardı. İşlenen cinayetti. Cinayet işleyenin yakasına yapışmak niye yeni yetki gerektiriyordu? Kaldı ki, biz size ‘Şu adamları vurun!’ diye kararname bile verdik. Hem siz, 12 Eylül’den sonra mevcut kanun ve yetkilere ne ekleyerek anarşiyi durdurdunuz?”
KE: “Çok kanun çıkardık.”
EVREN: ‘BİZ ASTIK!’
SD: “Karakollarda tutuklama süresi ile 3 yıla kadar olan cezaların Yargıtay’a gitmeyeceği dışında önemsenecek bir şey yoktur. Bunları da sonra değiştirdiniz. Hem, anarşi konusunda ne yaptınız ki? 6.000 kişi öldürülmüştür. Bu 6.000 kişinin katillerine, geçen 8 sene zarfında ne yapılmıştır?”
KE: “Biz astık. ”
SD: “Astığınız 26 kişidir. Herhalde 6.000 kişiyi 26 kişi öldürmedi. Hâlâ DİSK davası, hâlâ MHP davası, hâlâ davalar devam ediyor, 8 senedir. Ortada ibret-i müessire yok. Size ‘Herkesi asın!’ diyen yok. Zaten şimdi kimseye bir şey yapamazsınız. Anarşinin nesini önlediniz? Meclis’te 200 idam dosyası duruyor. Nihat Erim’in katillerine ne yaptınız? Savarona’yı yakanlara ne yaptınız? ‘Adliye işlemiyor, polis işlemiyor’ diye şikâyet ediyordunuz. Biz de o sebeple sıkıyönetime gittik. ‘Buyrun işletin!’ dedik. Önemli olan olay, 12 Eylül öncesinin bugün korku, istismar ve kötüleme vasıtası yapılması değil, bundan ders almaktır. Devleti işletecek tedbirleri bulmaktır. Bu tedbirler yine yok, ortada. Siz Trabzon tartışması yapacağınıza, bu tedbirleri isteyin.”
KE: “Zaten yine birtakım kıpırdanmalar var.”
SD: “Üniversite fevkalade sıkıntıdadır.”
KE: “YÖK’ten mi şikâyet ediyorsunuz?”
SD: “Hayır, ben bugünkü durumda üniversitenin içindeki gerilimden haber veriyorum. Üniversite, üniversite olma vasfını yitirmiştir. Tayinle gelmiş üniversite mensupları dışındakilerle konuşunuz. Size problemleri anlatacaklardır. Esasen üniversitelere verilen paralarla 29 üniversite kurulamaz. Bu paralarla üniversite olmaz. Sorun yalnızca para meselesi değildir. Üniversite güvensizdir ve hür değildir. Öyle hissediyorlar.”
SD: “Bizim Doğramacı’dan bir şikâyetimiz yoktur. Doğramacı müstesna bir kimsedir. Ama topyekûn üniversite olayı, üzerinde durmaya değer bir olaydır. Devleti meşgul edecektir.”
‘SİYASETÇİLERLE UĞRAŞTINIZ’
“‘Anarşiyi önlemek için, 12 Eylül’ü yaptık’ dediniz. Anarşistleri bir kenara bıraktınız, siyaset ve siyasetçilerin üstüne geldiniz. 12 Eylül beyannamenizde ‘Partileri kapatmayacağız!’ dediniz, 13 ay sonra partileri kapattınız. Niye kapattınız Adalet Partisi’ni? Türkiye’nin çimentosu idi. Anarşi önlemekle ne alakası vardı? Anarşiden sorumlu tuttuğunuz partileri mahkemeye verdiniz. Kadrolarına da iktidar verdiniz. Konya mitinginden sorumlu olan kişi, bugün, iktidarın 1 numaralı adamıdır. Neticede, ‘Anarşi önleme’ bir kenarda kaldı.
İktidarı bizim elimizden aldınız, başkalarına verdiniz. Şimdi ben kırık toplamakla meşgulüm. Sizin parçaladığınızı ben bütünleştirmeye çalışıyorum. ‘Vatan’ diyen, ‘millet’ diyen, ‘birlik’ diyen ‘huzur’ diyen, ‘hak, hukuk’ diyen benim partim ve benim partilimdi. Bu, cezalandırıldı. Şimdi ben, yeniden bu insanlara ‘Böyle demeye devam edin’ deyince, onlar bana ‘Diyelim ama neticesi ceza oluyor, niye diyelim?’ derlerse, ne yapayım? Görüyor musunuz bizim durumumuzu?.. Bize haksızlık yapılmıştır. Bunu izah etmek durumundayız. Maksadımız geçmişi kurcalamak değildir. Bunu izah etmezsek, kendimizi anlatamayız.”
KE: “Danışma Meclisi kurulduğu zaman, oraya çengeller vaki oldu. Ben istemiyordum. Toplantı yaptık. Böyle karar çıktı.”
‘NİYE KAPATTINIZ?’
SD: “Büyük Türkiye Partisi’ni niye kapattınız?”
KE: “Herkes o tarafa aktı. İktidar olur, intikam alırsınız diye kapattık.”
SD: “Biz barışçıyız. Kimseden intikam almadık. Anlaşılan, sizi tahrik, etmişler. Ama olan memlekete olmuştur. Doğru Yol Partisi’ni niye seçime sokmadınız?”
KE: “Koalisyon olurdu.”
SD: “Ne olurdu belli olmaz, ama işte ülkeyi de bugünkü hükümete teslim ettiniz. Memlekette milletin içine çıkamayan bir hükümet meydana geldi. Millet perişandır. Bu icraatlarınızın neticesi budur. Hem bize haksızlık yaptınız, hem de millete haksızlık yaptınız. Bunları konuşursak niye maziyi karıştırmış oluruz? Konuşmazsak, millet gerçeği nasıl bilecek?”
SD: “Benim maksadım o değil! Benim maksadım 12 Eylül’e takılıp kalmak da değil. Sizin yaptığınız gibi, 12 Eylül’ü Demokles’in Kılıcı haline de getirmek değil. Benim maksadım, işleyen devleti bulmaktır. Siz bana haber gönderdiğinizi ifade etmişsiniz. Kimse bana 12 Eylül öncesinde sizden haber getirmedi. Öyle olsa idi, sizin dediğinizi değil, başka şeyi yapardım. Çünkü o sizin işiniz değildi. Sizin günleriniz sayılıdır. Hâlâ, işleyen devlet ve işleyen rejim için yapabileceğiniz şeyler vardır. Niye Fransız Anayasası’nın 16’ncı maddesi gibi bir maddeyi bu anayasaya koymadınız?”
KE: “Düşündük ama, Meclis’in feshedilmesi partili Cumhurbaşkanları tarafından suiistimal edilir diye koymadık.”
SD: “Milli Müdafaa Caddesi’nin bir tarafında Meclis, öbür tarafında Genelkurmay... Meclis, ‘Acaba askerler ne zaman gelip bizi buradan çıkaracaklar?’ korkusu içinde... Genelkurmay ‘Ne zaman şu Meclis’i kapatsak?’ düşüncesi ve planı içinde... Bu senaryo ortadan kalkmadıkça, devlet de işlemez, rejim de işlemez. Ordu, her ne sebeple olursa olsun, siyasete girince veya sokulunca, yıpranıyor. Bu, milletin aleyhinedir. Orduyu tümü ile siyasetin dışında, milletin emrinde tutmanın, milleti müdahale beklentisinden çıkarmanın şart olduğuna inanıyorum. O zaman rejim işler. Hükümetin yaptığı gibi 12 Eylül istismar edilirse; sizin yaptığınız gibi ‘12 Eylül’ü savunuyoruz’ derken, darbe savunması yapılırsa, rejim işlemez. Benim hassasiyetimin sebebi budur. Umarım, sizi üzmedim.”
KE: “Yok, yok!”
SD: “Bu konuları benimle görüşme ihtiyacı duyarsanız, ben hazırım.”
CUMHURİYET,10,12,2010
CÜNEYT ARCAYÜREK