AYDINLIK- Cuma, 04 Mayıs 2012
Hapisçe - Nedim Şener. Bir zamanlar bir lokaldeydik, yine bir hapisten yeni çıkmıştım, büyük açlık grevi yapmıştık; lokalde masalar birbirine geçiyordu, genç bir hanım heyecanlandı, “dün mektup aldım” dedi, kardeşinden mektup almış. Mektupta anlatıyor: Jandarmalar çatıya çıkmışlar, karavanalarda kızgın yağ varmış, filmlerde oluyor, üzerimize dökecekler; ben, “bana bırakın” demişim, göğsümü açmışım, dökmüşler. Hiç yanmamışız. Sonra yalnız kaldık, arkadaşlarım pek üzüldüler, “bunu bize neden anlatmadınız” dediler. Ne anlatacağım, gerçekle hiçbir ilgisi yok, masal uyduruyorlar. Bizim türümüz için uydurma çoktur. İyi veya kötü, uydurmalar ve masallar çoktur.
Birisini tanımıştım, Bursa’da küçük mafya şefleri ne güzel anlatıyorlarmış, ‘birlikte Bursa hapishanelerindeyiz, idare ile pek çok kavga etmiştim, fakir mahpuslara gizlice yardım ediyormuşum’, efsanedir, efsane ve hayatım romandır. Pek güzel ama, ben Bursa Hapishanesi’nde hiç yatmadım. Artık alıştım, bizim türümüzü her yerde yatırıyorlar. Yetişemiyorum.
Üzerimize kusanlar
Nedim Şener de bir kitap yazmış, benimle hapishane anılarına dayanıyor, Milliyet’e bakılırsa, benden başka anlatacağı yoktur. Pek güzel, ancak ben Nedim Şener ile hapis yatmadım. Öyle anlaşılıyor, benimle hapse ihtiyacı var, çok korkmuş, çok kusmuş ve Nedim Şener, üzerime kusuyor.
Emniyet’te ifade vermedim, “beni tutuklayacaksınız” dedim. Öz’e “tutuklayacaksınız” dedim ve tekrarlardım. Savcılıkta bütün gün Sait ve Coşkun ile beraberdik, konuştuk. Yargıç karşısında savunma yapmadım, “beni tutuklayacaksınız” dedim, tutukladılar. Sabaha doğru Doğan, Coşkun, Sait Metris’e geldik. “İstasyon Hapishane” veya “müteferrika” derler; attılar, pis bir yerdir, üst katta Ahmet ve Nedim yatıyorlardı, kalkmadılar, usuldür, demek bizi sevmiyorlar. Saat dört mü, beş mi, çıktık. Birer battaniyeyi, kokuyordu, üzerimize çektik, yattık. Sabah kalktık, tecrübemiz var, hemen çay bulduk, ekmek ve zeytin tertibi yaptık, geldiler. Şık-Şener’in bizimle konuştuklarını hatırlamıyorum. Düşman görüyorlar, anlaması kolaydır.
Metris’te ilk gece
Milliyet’te yazıldığına göre, “efendim, seçim öncesi solu bir araya getirecekmiş de, bunu anlamışlar da, engellemek için operasyon yapmışlar da, da da da...” sabah Metris’te ben böyle konuşuyormuşum... Vah vah, çok korkmuş, çok ürkmüş, kusuyor. Yirmi yıldır, “solu bir araya getirmek” ile kimse uğraşmıyor ve öyle bir mesele yoktur. Ben, Silivri tutuklularından milletvekili adayı yapmak istiyordum ve televizyonlardaki konuşmalarımda da bunu anlatıyordum. Yanımdaki iki genç bunu benden iyi biliyorlardı ve Şık-Şener, benimle, baştan itibaren küsmüşlerdir, iki çocuktular. Ahmet bir mahalle delikanlısı ve Nedim çok korkmuş üzerine kusuyor.
Hücrede masallar
Ne kitap ne kitap, yanımdakilere Doğan, Coşkun, Sait kahvaltıda, sabah yattık ve sabah kalktık, “burası bir okul, burada hayatı öğreneceksiniz” diyormuşum, duymuş ve bana, tecrübeli bir mahpus misali çıkışmış ve dersler vermiş. Çok korkmuş, öyle ders verecek bir hali yoktu. Burası Silivri, daha önce yattım, çıkmıştım; hangi okul, biz hiç okul demeyiz, bizde, solda, “hapishane üniversite” demek bir dildir. Ama bunlar çok eskide kaldı, artık koğuş sistemi yok, kimse kimseyi göremiyor, hayat zor, bir hücreye koyuyorlar, hücrede “hayatı öğrenmeyi” düşünmek ahmaklara mahsustur. Ben hiç ahmak olmadım, ahmakça konuşmadım.
Nedim Şener beni Ergenekon sanıyor
Öğleden sonra bizi Silivri’ye taşıdılar ve cezaevi aracında ayrı ayrı hücrelere konduk. Daha sonra Çağlayan’a giderken de, biz, Soner ve tüm bebeler, bir hücredeydik ve nezarethanede Şener ile bir tek cümle konuşmadım. Bunu sordum, beraber olduklarımız doğruladılar. Ben Nedim Şener ile hapis yatmadım. Vah, korkmuş, övünüyor.
Silivri’ye ulaştık, bizi biraz dolaştırdılar, sonra İki No’lu Cezaevine getirdiler, biz, “cürüm arkadaşlarımızla” Bir No’lu Cezaevine gitmek istedik. Nedim Şener benimle hiç konuşmadı, “ben Ergenekoncuların olduğu hapishaneye gitmem” diyordu; Soner Yalçın’ın nefes aldığı mekanda olmak istemiyordu. Anladım, beni “Ergenekon” sanıyordu ve çok titriyordu. Nedim Şener, beni gördükçe, Ergenekon’un yürüdüğünü sanıyordu.
Koğuşa giriş
Koğuşlar yeni, iki katlı, ama bölmüşler, üst katı ayırmışlar, kapıları ayrı, Sait ve Coşkun ile beni alt kata koydular. Gençler tahliyeden sonra, televizyonlarda anlattıklarına göre, girince kontrol etmişim, “güzel, burada 9 ay ile bir sene arasında kalırsınız, haydi yerleşin” demişim ve derim, benim sözümdür. Bundan sonra Nedim Şener’i hiç görmedim. Havalandırmaya indiklerinde, üstte küçük ve tel örgülü pencerelerden bebelerle konuşuyorlardı, gençler yukarı kattan Doğan’ı sevdiler. Arada da çok çok vahşi sesler çıkıyordu, önceleri korkuyordum, sonra bebeler, “şakalaşıyorlar” dediler. Ben Ergenekon’dum ama üst kattan bazen korkuyordum. Tuhaftılar.
Korkmuşlardan korkarım
Önce doktora, sonra avukata giderken karşılaştım, selam vermeme imkan tanımadı, “Yalçın Küçük geliyor, kaçın, suç... Kaçın” diye bağırıyordu. Vahşi bir ses çıkarıyordu. Önce şaka yapıyor sandım, bir iki kez tekrarladı ve sonra, maltada beni görünce, duvarın içinden yürümeye başladı. Duvarların içine saklanıp yürüyordu, Yüce Gök’e akıl sağlığı için dua etmeye başladım. Çağlayan’da uzun süre kaldığımız nezarethanede hep uzak durdum. Çok korkmuştu, üzerime kusmasından korkuyordum. Korkmuşlardan korkarım. Kusarlar, üzerime sıçrarlar.
Şener’in Fethullah Gülen’e arzı
Bu kitabını hapiste yazdığı anlaşılıyor. “Hapishaneye düşmek kötü, çok kötü ama daha kötüsü Yalçın Küçük ile düşmek” sözü, Fethullah Gülen’e arz olmalıdır, beraber hapis yattığımızı ve benim Nedim Şener’i her gün dövdüğümü ve aç bırakmak istediğimi anlatmak istiyordu. Hiç dövmedim, yalnız eğer Metris’te söylediğini iddia ettiği kelamın binde birini ağzından çıkarsaydı, kafasına geçirilmiş bir sandalye ile gezeceği kesindir. Kırk bin asker-subay, Kıbrıs’ta bana “kabadayı profesör asteğmen“ dediler. Çağlayan’da bir küçük provasını yapmıştık, hep yaparım. Üniversite yıllarında bunu daha çok yapardım ve birisinin kafasına sandalyeyi taç yapar ve cürm-ü meşhut halden kaçardım.
Af dileme kitabı
Çok korkmuş, bütün korkularını bende bulmuş, “mazlumun zulmünün, zalimin zulmünden beter olduğunu öğrendim” vecizesi de Silivri’de yazdığı bu kitapta var. Fethullah Gülen’den, Devlet’ten af diliyor, yalvarıyor; Ergenekon’dan daha zalimdir. Ben mi, Ergenekon’um, pek de itiraz etmiyorum.
Tarikat adı
İki nokta kaldı, bir hayrım olmasını istedim, ama hep iki nokta kalıyor, bir, “Vecide” ismine çok merak saldım, koğuşta hiçbir sözlükte bulamadım. Ama arayan derviş bulurmuş, “Le Livre des Prénoms Arabes” imdadıma yetişti; “Wajides qui trouve ce qu’il désire” diyor ve “qui rencontre son Seigneur et trouve l’extase” ekliyor, demek, Tanrısı ile karşılaşmak ve ekstaz haline geçmektir. Kuran’da Tanrısı ile buluşmak yoktur ve tarikatlerde vardır, bir tarikat adı olarak koymuşlar. Bulmuş oluyorum.
Fakat çok memnunum, kızlarına “Vecide Defne” adını vermişler, “Wajida Dafna” daha doğru yazılışıdır. Pek güzel, yalnız, hem anne hem kız, “Vecide”, işte bu Türk-Müslümanlar’da mümkün olmamaktadır. Bizde baba ile oğul ve/veya anne ile kız aynı adı taşıyamıyorlar. Bitti.
Nedim Şener’e ders olsun
Temel’e sormuşlar, sandalyeye vuracaklar, “Son arzun” Temel çok akıllıdır, “bu bana ders olsun” diyor, biliyoruz. Bu da Nedim Şener’e ders olsun, kusacağı yerleri daha dikkatli seçmelidir. Ve Yüce Gök’ten sağlık diliyorum. Bitmedi, benzerlere ve kusmuklara hep derstir.
Hiç yorum yok :
Yeni yorumlara izin verilmiyor.