AYDINLIK-Cuma, 22 Haziran 2012
Ben, www.Sabah.com.tr’ye 15.08.2011 günü saat 16:36’da giren haberin yalancısıyım. Haber şöyle:
Olacak çocuk
[“Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 19 yaşındayken iki arkadaşıyla birlikte Necip Fazıl Kısakürek’e çektiği telgraf yayınlandı. Gül ve arkadaşları Kısakürek’e ‘emrinizdeyiz’ diyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 19 yaşında iken, şimdi AK Parti İzmir Milletvekili olan eniştesi Mehmet Tekelioğlu ve arkadaşı Ahmet Taşçı ile Necip Fazıl Kısakürek’e yazdığı telgrafta “Hangi şartlar altında olursa olsun hal neyi icap ettirirse ettirsin yüzde yüz emrinizde olduğumuzu bildirir hürmetlerimizi sunarız” deniliyor.
Haber 7’nin haberine göre; Kısakürek’in adını taşıyan, http://www.necipfazil.com/ adlı internet sitesinde yayınlanan telgraf şöyle:
“Necip Fazıl Kısakürek’e...
İslam davasının zerre tavizsiz müdafii Üstadımıza İslam davasının agora meydanlarında sağırların kulağını patlatacak gür seslilikte aksiyoneri Büyük Doğu Gençliğinin ruh gıdası mecmuanızı tekrar çıkarışınızdan dolayı size minnettarlıklarımızı arzeder, hangi şartlar altında olursa olsun hal neyi icap ettirirse ettirsin yüzde yüz emrinizde olduğumuzu bildirir hürmetlerimizi sunarız. Yarın elbet bizim elbet bizimdir. Gün doğmuş gün batmış ebet bizimdir.
Mehmet Tekelioğlu, Abdullah Gül, Ahmet Taşcı” ]
Olacak bir başka çocuk
Başbakan R.T.Erdoğan durmadan şiirlerini okuduğuna ve ders kitaplarına daha fazla şiirinin alınması için ilgililere talimat verdiğine göre, Necip Fazıl Kısakürek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da mürşidi ve üstadı olmalı. İlişkileri ne durumda diye bir internete bakayım dedim, karşıma şu metin çıktı:
[“Halen Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde görevli Sıddık Akbayır, ilginç bir çalışma yapmış... “Aynı Göğün Uzak Yıldızları” adlı bu çalışma, Asur Yayınları tarafından kitaplaştırılmış... Kitap elime geçeli birkaç ay oluyor... Ama, biraz önce de dediğim gibi, okuyamamıştım... Birkaç gün önce, sayfalarını karıştırınca gördüm ki; merhum Necip Fazıl Kısakürek’ten ve Nazım Hikmet’ten “karşılaştırmalı” olarak bahsediliyor. Necip Fazıl ve Nazım Hikmet’in “benzerlik”leri ve “aykırılık”ları tek tek irdelenmiş... İlginç bir kitap...
İşte bu kitabı karıştırırken, bir olay çekti dikkatimi...
Olay şu: Merhum Necip Fazıl, İstanbul’da bir “konferans” verecektir... Ama onu kim “takdim” edecek?..
Öyle ya; Necip Fazıl, “titiz” bir adam... Her şeyi ve herkesi beğenmez... Uzatmayalım, sonunda Tayyip Erdoğan’ı işaret eder; “Beni bu delikanlı takdim etsin!”
Tayyip Erdoğan, o günlerde “genç bir delikanlı”dır...
Alır mikrofonu eline ve Necip Fazıl’ı takdim eder.
Bu, şu demek oluyor: Tayyip Erdoğan, daha “lise” ve “üniversite” yıllarında “iyi bir hatip” ve “iyi bir münazaracı”dır... Zaman zaman kendisi de diyor ya; “Biz bu işe tepeden inme başlamadık... Biz, çekirdekten yetiştik.”
Gerçekten de öyle...
Tayyip Erdoğan’ın “mikrofon”la tanışması, “siyaset”le tanışması, “lise yılları”na dayanır!.. Daha o yıllarda kendisine bir “hedef” tayin etmiş ve “kilitlendiği hedefe” doğru; “azim”le, “sabır”la ve “kararlılık”la yürümüştür!
Hasan Karakaya - Vakit” ]
Neseb kitabı
İncil’de (Matta, 1) kim kimin nesidir, nesebi nedir şöyle yazar: “İbrahim, İshak’ın babası idi; İshak, Yakub’un babası idi; Yakub, Yahuda ve kardeşlerinin babası idi” der ve devam eder. İşte o hesap: Mevlana Halid-i Bağdadi (1770-1827) Seyyid Taha-i Hakkari’nin (Öl:1853) şeyhi idi; Seyyid Taha-i Hakkari, Nakşi şeyhi Seyyid Fehim Arvasi’nin (1825-1896) şeyhi idi; Seyyid Fehim Arvasi, Abdülhakim Arvasi’nin (1860-1943) şeyhi idi; Abdülhakim Arvasi, Necip Fazıl Kısakürek’in mürşidi idi; Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983), Abdullah Gül (1950) ile Recep Tayyip Erdoğan’ın (1954) mürşidi idi...
Abdullah Gül (1950) öğrencilik yıllarında Gençlik Örgütü Millî Türk Talebe Birliği bünyesinde yer aldı. Memleketinde Necip Fazıl Ekolünden Söğüt Fikir Kulübü’nde çalıştı.
Recep Tayyip Erdoğan (1954), Üniversite yıllarında Milli Türk Talebe Birliği’ne girdi, 1976 yılında Millî Selâmet Partisi (MSP) Beyoğlu Gençlik Kolu Başkanlığına ve aynı yıl MSP İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanlığına seçildi.
Netice-i kelam
Abdullah Gül ile R.T.Erdoğan’ın Necip Fazıl ve Abdülhakîm Arvâsî dışında öteki kimseleri tanıdıklarını sanmam. Ama biad kültürü geleneği içinde geldikleri çizgi belli. Böyle bir çizgiden devrimci, laik, cumhuriyetçi ve demokrat bir bireyin çıkması beklenemezdi. Beklenemez! Mucize olurdu! İkisinin de “fıtrat“ında bağlanma eğilimi varmış ki gidip Necip Fazıl Kısakürek’e bağlanmışlar, onu üstad ve mürşid seçmişler.
Mürşid ne demek? “Mürşid”, “Doğru yolu gösteren, kılavuz, tarikat pîri ve şeyhi anlamına geliyor.
Benim naturamda, fıtratımda bağlanma diye bir şey yokmuş ki yılkı atı gibi dağ-bayır dolandım. Adamlar bağlandılar ama feyzini de gördüler. İyi de bağlandıkları kim, mürşidlerinden ne gibi feyz aldılar? Mürşitleri Kısakürek, cumhuriyetçi, devrimci, laik ve demokrat değildi. Dahası: Karşıtı ve düşmanı idi! Hiç kuşkusuz devrimci, laik ve demokratik cumhuriyeti “doğru yol” olarak göstermemiştir; devrimci, laik ve demokratik cumhuriyeti bulmaları için onlara kılavuzluk etmemiştir. Tam tersine: Buldukları yerde, yakaladıkları yerde başını ezmelerini, yok etmelerini öğretmiştir.
“Tek tip adam” üretmekle etmekle suçlanan bir Cumhuriyet düşünün ki kendi olası düşmanlarının cumhurbaşkanı ve başbakan olmalarına engel ol(a)mamıştır.
Anayasa’nın 174.maddesinin koruması altında olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu yürürlükten kaldırmak Cumhuriyet düşmanlığıdır! Bu yasanın yürürlükte olduğu bir ülkede laik okulları din okullarına çevirmek vatana ihanet gibi bir şeydir!
Anayasa Mahkemesi’nin parti kapatma kararlarını, Danıştay’ın çiğnenen kararını ağzıma bile almıyorum. Ama devir dönerse Özel Yetkili Mahkemeler’e çok iş düşebilir!