Osmanlıcılık yaparken tarihten ders almıyoruz
Yeni Türkiye’nin inşası adına, 200 yıllık bir geçmişe sahip yenileşme
hareketi ve 1914 de başlayıp 1922’de zaferle sonuçlanan Kurtuluş Savaşı, 1923
Lozan Antlaşması’yla tescil edilerek, 29 Ekim 1923’de ilan edilen Cumhuriyet’in
temel taşlarıyla oynanıyor. Reform adı alında Cumhuriyet’in temel felsefesi ve
dayandığı ilkeler örseleniyor. Osmanlı’ya özlem ile yeni Osmanlıcılık adıyla
Cumhuriyet kurumları tahrip ediliyor. Yerine konanlar ise ülkeyi geriye
götürmeyi, muasır medeniyet seviyesinden uzaklaştırmayı ve ülkenin adeta
dağılmasına neden olabilecek hususlar. Cumhuriyetin bütün kazanımları teker
teker tahrip edilmeye çalışılıyor. Bunlardan birisi, belki de en önemlisi
“açılım süreci” ya da “demokratik çözüm süreci” olarak isimlendirilen, ne
olduğu, sonucunda nasıl bir Türkiye’nin öngörüldüğü açıklanmayan, sonu maalesef
hüsranla biteceği şimdiden belli olan çalışmadır. ABD patentli bir proje olan
“demokratik çözüm süreci”ne benzer projeler Osmanlı Devleti’nin son
dönemlerinde de uygulanmış, başarısızlık, daha fazla kan, göz yaşı sebep olmuş
ve Osmanlı’nın parçalanmasına yol açmıştır. Bununla ilgili iki örneği belki
ders olur amacıyla anlatmakta yarar görüyorum.
MAKEDONYA’NIN KOPUŞU
Bu örneklerden birisi Makedonya reformu veya ıslahatıdır. Elviyei Selase
adı altında birleştirilen, Selanik, Manastır, merkezi Üsküp olan Kosova ve
buraya bağlı bölgeler coğrafi olarak Makedonya olarak isimlendirilmiştir.
Nüfusunun yarıdan fazlasının Müslüman olduğu bölgede, Müslüman nüfusunun üçde
ikisi Türk, geri kalanı Arnavut idi. Makedonya’ya muhtariyet verilmesi için
1902 yılında başlayan isyanı bastıramayan Osmanlı Devleti, bir ıslahat talimatı
çıkardı. Buna göre valilerin yetkileri genişletilmiş, mahkemelerin bağımsızlığı
sağlanmış ve karma jandarma teşkilatı meydana getirilmiştir. Bu ıslahat
talimatını uygulamak üzere Hüseyin Hilmi Paşa’yı genel müfettiş olarak
görevlendirmiştir. Çalışmaların başarılı olamaması ve isyanın devam etmesi
üzerine Rusya ve Avusturya bu programa müdahale etmiştir. Söz konusu iki ülke
diplomatları tarafından hazırlanan ve diğer Avrupa ülkeleri tarafından da
onaylanan Viyana Islahat Programı, 1903 yılında Osmanlı Devleti tarafından kabul edildi. Bu program Osmanlı Islahat
Planını tadil ediyordu. Genel Müfettişin 3 yıldan önce görevden alınmaması, alınması
halinde büyük devletlere danışılması, genel müfettişin gerekli görürse
İstanbul’dan talimat beklemeden kuvvet kullanması, valileri emri altında bulundurması, jandarmanın yabancı uzmanlar
tarafından ıslahı, karma jandarma birlikleri oluşturulması (Müslüman, Hristiyan
ve Yahudi) elde edilen gelirin bir kısmının bölgeye harcanması bu ıslahatın ana
unsurlarıydı. Söz konusu ıslahat da bölgedeki kargaşayı önleyemedi. 1904
yılında Rusya ve Avusturya Dışişleri Bakanları Mürzsteg’de yeni bir program
hazırladılar. Islahatın kontrolü için Hilmi Paşa’nın yanına Avusturya ve Rusya
tarafından özel memurlar atanacak, Jandarma’nın ıslahı yabancı bir generale
verilecek, genel af ilan edilecek, zararlar tazmin edilecek, bir yıl vergi
alınmayacaktı. Program Osmanlı Devletince kabul edildi. Bir İtalyan generali
tayin edildi, Makedonya 5 bölgeye ayrılarak, asayişi sağlamak için bu generalin
emrinde İtalyan, Rus, Avusturya, Fransız ve İngiliz subayları jandarmada hizmet
verdiler. Bu program da başarılı olamadı. Bunun üzerine Osmanlı Bankası’nın
sorumluluğunda uygulanan mali program da sorunu çözemedi. Çünkü bölgedeki etnik
ayrım had safhaya ulaşmıştı. Bu sorun daha sonra Balkan Savaşları’nın önemli
nedenlerinden biri oldu ve sonunda da Makedonya Osmanlı’nın elinden çıktı.
‘AÇILIM’ ADIMLARI
BÖLÜNME GETİRİR
İkinci vereceğim örnek Ermeni Reformu ile ilgili. 1877-1878 Osmanlı-Rus
Savaşı’nı müteakip yapılan barış görüşmeleri kapsamında yürütülen Berlin
Kongresi’de alınan kararlar sonucu Ermeniler’e önemli vaadlerde bulunulmuştu. Bu
tarihten sonra başlayan Ermeni İsyanları 1908’de 2’nci Meşrutiyet’in ilanı ile
durulmuş, müteakiben 1912- 1914 yılları arasında yapılan görüşmeler sonucu 8
Şubat 1914 deki Osmanlı - Rus antlaşması yapılarak, daha önce Avusturya,
İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya ve Almanya Büyükelçileri tarafından hazırlanan
reform planı kabul edilmişti. Söz konusu reformda, Erzurum, Van, Bitlis,
Diyarbakır, Elazığ ve Sivas olmak üzere 6 vilayetten oluşan bölgenin ikiye
ayrılması ve her birinin başına yabancı müfettiş atanması, resmi dairelerde
Ermenicenin ve diğer yerel dillerin de kullanılması, Hamidiye Alaylarının
nizami ordu bünyesine alınarak lağvedilmesi, milis kuvveti oluşturulmaması,
jandarma reformu, Ermenilerin kendi öz savunma güçlerini kurmaları vb.
hususları ihtiva ediyordu. Sonrası 1’nci Dünya Savaşı ve savaş sırasında Ermeni
kalkışması. Kan ve gözyaşı.
Yazının başında da belirttiğim gibi şu anda yürütülen “demokratik çözüm
süreci” ya da “açılım süreci” de benzer tedbirleri içeriyor. Millete
açıklanmayan, TBMM’de görüşülmeyen süreç anlaşıldığı kadarıyla kamuoyundan
saklanması gereken veya kamuoyunun kabul edemeyeceği hususları içeriyor. Yani
özerklik gibi, Kürtçe eğitim gibi, Kürtçenin ikinci resmi dil olması gibi,
Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması gibi, Anayasa’nın ilgili maddelerinin değiştirilmesi gibi. Peki
bunlar Millet tarafından kabul edilebilir mi? Veya uygulanabilir mi?
Uygulandığında sorun çözümlenebilir mi yoksa daha mı kötüye gider? Hep
soruyorum iktidarı nasıl bir Türkiye tahayyülü var, bu tahayyül milletin
tahayyülü ile örtüşüyor mu? Bütün bunların yanıtları yok. Bu konuları araştıran
ya da açıklayan resmi makamlar da yok. “Açılım” konusundaki yol haritası ve/veya
mutabakata varıldığı söylenen hususlar özerklik, Kürtçe eğitim, Kürtçenin
ikinci resmi dil olması, Öcalan’ın serbest bırakılması, Anayasa
değişikliklerini ihtiva ediyorsa bunun uygulanabilirliği yoktur, buna rağmen
uygulanırsa ülkemizde etnik çatışma meydana gelir, etnik ayrışım ve etnik
bölgeler oluşur ve ülkemiz dağılma sürecine girer. Bu konuda tarihsel
örneklerden ve bölgemizde yaşananlardan ders almalıyız. Alınmazsa sonu karmaşa,
kan ve göz yaşı olur.