Bu zamana kadar KCK
mevzuunda birkaç defa dile getirilmesine rağmen üzerinde yeterince durulmayan
bir metin var… Şahsî düşüncem, bu metin KCK polemiğinin merkezinde yer almalı
ve bu metin üzerinden tartışma yürütülmeli… Bu metin KCK Sözleşmesi…
KCK nedir?.. KCK’nın
açılımı Koma Civakên Kürdistan, yani
Kürdistan Halkları Topluluğu… KCK Sözleşmesi’nde
ise kendisini şu şekilde tanımlar:
“KCK
Sözleşmesi, devletçi zihniyeti aşan toplumsal ilişkiler düzeneği yaratarak,
halkın demokratik örgütlenme ve karar gücüne dayanan derinleşmiş radikal
demokrasiyi Kürdistan’dan başlayarak, Ortadoğu’ya ve tüm dünyaya yayma
hamlesinin başlangıç aşaması durumundadır.”
Başka bir yerde ise şu şekilde bahsi geçer:
“KCK bir devlet
yapılanması değildir. Herkesin, her toplumsal grubun içinde yer alabileceği
demokratik bir örgütlenmedir. Demokratik otorite ve demokratik yönetim anlamına
gelir. Aynı zamanda Kürdistan demokratik yönetimini ifade eder.”
Ayrıca KCK kendisini tanımlarken demokrasiye olan “bağlılığını” hususiyetle vurgular:
“Koma Civakên Kurdistan sistemi
ise doğrudan demokrasiyi kurmanın adıdır.”
Lafı uzatmadan, bu noktaya kadar anlatılanı özetlersek KCK, kendi tabiriyle
Kürdistan coğrafyasında halkların DEMOKRATİK yaşamlarını amaçlayan bir
sistemdir.
Bu ifadeler KCK Sözleşmesinin giriş kısmında
geçer… KCK Sözleşmesi’nin giriş kısmı kim
tarafından kaleme alınmış derseniz, kaleme alan “önderlik” yani Abdullah
ÖCALAN… Evet, demokratik bir sistemin kurulmasını amaçlayan bu yapı Abdullah ÖCALAN tarafından kurulmuştur.
Kendisi bunun kurucusu olduğunu gurur dolu ifadelerle zaten metinde de kabul
eder:
“Bu ilkeler
temelinde ve 2005 yılı Newrozun da Kürt halkının Demokratik Konfederal
örgütlüğünün ve birliğinin ifadesi olan KOMA KOMALÊN KURDİSTAN’ın
kuruluşunu ilan ederek, halkımıza yeni bir yaşam felsefesi ve sistemi daha
kazandırdığımıza inanıyorum. Bunun kurucusu olmakla şeref duyuyorum. Tüm
halkımızı yeşil zemin üzerindeki sarı güneş içinde kırmızı yıldızlı bayrak
altında kendi demokrasisini örgütlemeye, birleşmeye ve kendi kendini yönetmeye
çağırırken, bu bayrağı şerefle taşıyacağımı ve Önderlik görevlerimi şimdiye
kadar olduğu gibi bundan sonrada başarı ile yapmaya devam edeceğimi ifade
ediyorum.”
KCK
denilen yapı ilk baştan itibaren DEMOKRATİK bir düzen
vaat etmesi ile kurucusunun Abdullah
ÖCALAN olması ile aslında büyük bir çelişki ortaya koyar. Zaten metnin
ileriki bölümlerinde bu çelişkilerin birçok örneğini göreceğiz. Ancak daha
öncesinde PKK içerisinde var olan ve bahsettiğimiz çelişkinin temelini teşkil
eden “Öcalan kültünün” (Mustafa Akyol’un
deyimiyle) ne olduğunu görmeye çalışalım…
Öcalan, PKK için her
şeydir… Mevcut yapı içerisinde Öcalan’a
alternatif bir söylem meydana getirilmesi ve hatta bunun düşünülmesi bile
imkansızdır. Mesela, tarihsel süreçte alternatif ses olarak
nitelendirilebilecek Musa ANTER, Mahsun KORKMAZ, Mehmet Cahit ŞENER gibi isimler ya tasfiye edilmiş ya da “ajan
provakatör” suçlaması ile infaz edilmişler. Neticede Öcalan endeksli, Öcalan’a “tapan” bir yapı meydana
gelmiştir… Hatta BDP’nin (HDP) de Abdullah Öcalan endeksli politika
yürütmesinin ve bu “kırmızı çizgilerin” dışına çıkamamasının sebebi de bu olsa
gerek…
Ortada Kürt Sorunu
çerçevesinde çözülmesi, oturulup konuşulması gereken dağlar kadar sorun varken
Abdullah ÖCALAN’ın hücresindeki bir metrekare için şehirlerin savaş alanlarına
çevrilmesi hepimizin tanık olduğu hadiselerden…
PKK‘daki Apo diktasının diğer örnekleri ile devam edelim… Mesela aşağıdaki yemin örgüt
tarafından militanlarına yaptırılmakta:
“Kanımla
canımla seninleyim ey başkan! Sen ister doğru ol ister yanlış yap, senin
yüceliğine, doğruluğuna kayıtsız koşulsuz inanmışım. Sana tereddütsüz
güveniyorum!..”
Yine örgütte üst
düzey yönetici iken yaşanan bir hizip sonrası örgütten uzaklaştırılan Selim ÇÜRÜKKAYA da yazdığı Apo’nun Ayetleri isimli
kitabında örgütte yaşanan Abdullah ÖCALAN diktasını anlatır.
En güzel örneklerden
birisi de Abdullah Öcalan’ın Özgür İnsan Savunması adıyla
kitap haline getirilen İmralı’da mahkemede yaptığı savunmasında geçen şu
bölümdür:
“İsa çarmıha
gerildiğinde etrafındakiler sadece ağlayabildi. Muhammed öldüğünde cesedi
üzerinde üç gün iktidar tartışması yapıldı. Lenin öldüğünde kimse kendini
öldürmedi. Ama tutuklanmam ve sonra teslim edilmem üzerine, Kürt halkının
evlatları, oğul ve kızlarının yüzlercesi kendilerini cayır cayır yakarken acaba
ne demek istiyorlardı?..”
Kısacası karşımızda, Vamık VOLKAN’ın analizini yaptığı üzere, sorunlu bir kişilik ve bu kişiliğin çevresinde gelişen
sorunlu bir yapı var…
Bu noktaya kadar Öcalan diktalığına
vurgu yapmamız PKK/KCK denilen yapı için
Öcalan’ın ne olduğunu bir nebze anlatabilmek ve KCK Sözleşmesi’ndeki Öcalan vurgularının daha iyi
anlaşılması içindi…
Sözleşmeye tekrar
dönelim ve KCK – demokrasi
çelişkisine değinelim… KCK Sözleşmesi 11.
maddede der ki;
“Koma Civakên Kurdistan (Kürdistan Toplumlar Topluluğu-
Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi) kurucusu ve Önderi, Abdullah Öcalan’dır. Ekolojiye ve
cinsiyet özgürlüğüne dayalı demokrasinin felsefik, teorik ve stratejik
kuramcısıdır. Her alanda bütün halkı temsil eden önderlik kurumudur. Kürdistan
halkının özgür ve demokratik yaşamına ilişkin temel politikaları gözetir ve
temel konulardaki en son karar merciidir.”
Evet yanlış anlamadınız… KCK demokratik bir sistemi
hedefler, ancak bu “sistemin” kurucusu, kuramcısı, her alanda temsilcisi
ise az önce bahsettiğimiz, türlü türlü örnekler verdiğimiz “önderlik”tir.
Devam edelim… 13. maddede der ki;
“Yürütme
Konseyi Başkanı, Önderlik tarafından görevlendirilir ve Kongra Gel Genel Kurulu
tarafından onaylanır. Genel Kurul tarafından onaylanmadığı taktirde Önderlik
tarafından yeni görevlendirme yapılarak Genel Kurula sunulur.”
Demokrasinin en temel haklarından olan seçme ve seçilme hakkı KCK rejiminde
mevcuttur, ancak ufak bir ayrıntı var. Bu seçilenlere “önderliğin” onayı
gerekir!…
Bir diğer demokratik hak ise basın-yayın özgürlüğü… KCK bu konuda da her türlü özgürlüğü sağlamış(!).
14. maddede der ki;
“Önderlik çizgisine göre basın-
yayın politikalarını oluşturur, basın örgütlenmesinin sağlanmasını ve
geliştirilmesini destekler.”
Son olarak şu noktaya
vurgu yapmadan geçmeyelim…
“KCK… Farklılıkları tanımayan
anti-demokratik ve gerici zihniyete karşı mücadele eder.”
Aslında bu noktaya
kadar KCK’nın kendi söyledikleri, KCK ile kurulmak istenen yapının ne kadar
DEMOKRATİK olduğu konusunda yoruma ihtiyaç bırakmıyor..
Diğer taraftan KCK, kurmak istediği “demokratik
konfederalizm” ile yepyeni bir dünya vaat etmek zorunda… Çünkü KCK bir ütopya… Ütopyaların en önemli özelliği de
tabii ki gerçekleşmekten öte hayal olarak var olması… Eğer ki gerçekleşirse
kitlelerin peşinden sürüklenebileceği bir ideal, bir ülkü kalmaz. Tabi ki her
zaman ulaşılamayacak bir ideal, bir ülkü olmalı ki, bu uğura verilen kayıplar,
giden hayatlar sorgulanmasın… Benzer biçimde Abdullah ÖCALAN için yapılan yemin de bu “ütopya” ile paralellik
arz eder. Her ikisi de “mükemmel”dir…
KCK’nın yaşadığı son çelişki ise alternatif bir devlet
yapısı OLMADIĞI konusunda…
KCK Sözleşmesi “Giriş” kısmında şöyle der;
“Kürdistan Demokratik
Konfederalizmi bir devlet sistemi değil, halkın devlet olmayan demokratik
sistemidir.”
Kurulması planlanan
sistem ise şu şekilde tarif edilir;
“…Kürdistan içinse kendi
kaderini tayin etme hakkı, milliyetçi temelde devlet kurmak değil, siyasi
sınırları sorun yapmadan ve sınırları esas almadan kendi demokrasisini kurma
hareketidir. İran’da, Türkiye’de, Suriye’de ve hatta Irak’ta oluşacak bir Kürt
yapılanmasında tüm Kürtler bir araya gelerek kendi federasyonlarını, birleşerek
de üst konfederalizmi oluştururlar.”
Diğer bir ifadeyle PKK/KCK tarafından verilen silahlı ve illegal mücadelenin
nihai amacı ülkenin bölünmesi değil, bu ülkede yaşayan halkların “demokratik
konfederalizm” altında “özgürce” yaşaması… Aslında
devlet değil ama devlet gibi bir yapı!…
Gerçek manada PKK/KCK tarafından dile getirilen bu talep son süreçte,
özellikle Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra, dile getirilmeye başlandı. Daha öncesinde nihai amaç “Bağımsız Birleşik Kürdistan”ın kurulmasıydı. Örgütün
kongre kararları da göstereceği üzere, siyasal hedefler “günün şartlarına” göre
sürekli değişiklik gösterdi. Tutarlı olunan tek nokta
ise şiddet ve terör oldu şimdiye kadar… Bu noktada, David RAPOPORT’un terörizmin
tarihini anlattığı “The Four Waves of
Rebel Teror and September 11” başlıklı makalesi akla gelmekte. Rapoport bu makalede terörizm tarihinde ideolojilerin
değiştiğini ancak şiddetin her zaman var olduğunu örnekleriyle vurgulamakta…
Diğer taraftan, bu ülkede alternatif Kürt hareketi lideri olarak ortaya
çıkarılan PSK örgütü lideri Kemal BURKAY’ın ve
PSK örgütünün fikirlerine baktığımız zaman PKK/KCK’dan çok çok daha radikal
taleplerde bulunduğunu görürüz. Hatta Nasname
isimli internet sitesine baktığımız zaman PKK/KCK ve Abdullah ÖCALAN’ı terör ve
şiddet nedeniyle “Kürtler’in özgürlüğü önündeki bir engel” olarak görür. Her ne
kadar bu konu tartışmaya oldukça açık olsa da, hiç taviz vermeden
“Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını” dile getirir.
KCK’nın devlet olmadığı iddiasına dönersek… KCK,
sistemin kurulması planlanan ülkelerin iç hukuklarının geçerli olacağını, ancak
KCK tarafından belirtilen şartlar kabul
edilmezse geçerliliğinin kabul edilmeyeceği söyler:
“Bundan sonra
Kürdistan da üç hukuk geçerli olacaktır: AB hukuku, üniter devlet hukuku,
demokratik konfederal hukuk. Üniter devletler olan İran, Irak, Türkiye ve
Suriye Kürt halkının konfederal hukukunu tanıdıkça Kürt halkı da onlarınkini
tanıyacak ve bu temelde uzlaşıya gidebilecektir.”
KCK Sözleşmesi’ne genel anlamda baktığımızda vurguladığımız ideolojik retoriklerden daha
çok kurulması planlanan yapının organlarına ve işleyiş tarzlarını ele aldığını
görürüz. Benzetmeden de öte tam olarak bir anayasa görevini üstlenir. Ancak
KCK’nın talep ettiği sistemin ne modern, ne de post-modern; ne demokratik, ne
de monarşik devlet yapısında kabul edilirliği ve geçerliliği yok. Hangi türde
olursa olsun hiçbir devlette egemenlik unsurlarının ihlali olacak böyle bir
yapı kabul edilmez…
KCK da aslında bu
durumun farkında… Böyle olacağı “öngörülerek” bu duruma karşı “meşru savunma”
gündeme getirilir:
“…Koma Civakên Kürdistan projesi bu yönüyle Kürt halkını
özgürleştirme stratejisidir. Bu sistemle Kürt halkı tüm potansiyellerini açığa
çıkarıp gücünü zirveleştirerek çözümü herkese dayatacak ve kaçınılmaz hale
getirecektir. Meşru savunma ise, bu temel stratejinin saldırılar karşısındaki
koruyucu gücüdür.”
Yani anlayacağınız karakolların basılması, bombaların patlaması, molotof
kokteyllerinin atılması birer “meşru savunma” hareketidir…
Sonuç ne derseniz…
Sonuç, KCK Kürt Sorunu’na siyasal alanda
barışçıl ve demokratik yollarla çözüm arayan bir yapı DEĞİLDİR… KCK üzerinden, KCK ekseninden siyaset yürütenlerin bu acı
gerçekle ne yazık ki yüzleşmeleri gerek… Buradaki asıl mesele, ataların
söylediği gibi, üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir…
Bu
noktaya kadar anlatılanlar KCK’nın teorik alanda yaşadığı tutarsızlıklar…
Pratikte ise son demde bir nebze değinilen sokakta atılan molotoflar, ihale
usulsüzlükleri, rant kavgaları, uyuşturucu ticareti ve daha neler neler…
Konuyu bağlarsak… Kavramların değişmesi
nesnelerin, olguların da değişeceği anlamını taşımaz… Tutsak birisine “özgür”
olduğunu söylemeniz onun özgür olduğu anlamına gelmez… Bunun gibi şiddeti,
terörü “Siyaset Akademisi”, demokrasi, halkların kardeşliği ile tanımlamak da
terörün ve şiddetin olmadığını göstermiyor…
Daha da ötesi Mehmet YILMAZ’ın Derin Marx isimli eserinde kullandığı Einstein’a ait sözde olduğu gibi “meseleler onları
üreten zihin yapıları ile çözülemez…” Ortada
bir Kürt Sorunu gerçeği varsa bu sorunun müsebbiplerinden birisi ne yazık ki bu
soruna şu an çözüm “arayanlar”…
İşte bu yüzden Kürt Sorunu’na çözüm ararken
kılavuzunuz/kılavuzumuz KCK olmasın…
KCK’nın kılavuz olmaması için de bu yazı bir
nebze “KCK Kılavuzu” olduysa yeterli!…
Emre PAKSOY
18 Aralık 2011