2005-2012 yılları
arasında iktidar-Cemaat ve medyanın müthiş işbirliğiyle “derin devlete yönelik operasyonlar yapılıyor” algısı
yaratıldı. Tamamının kumpas ve de TSK'ya yönelik olduğu çok sonra anlaşıldı.
Kumpasların miladı hep
2006 tarihli “Atabeyler davasıyla” başlatıldı, bunu Ergenekon, Balyoz ve
diğerlerinin izlediği vurgulandı. Atabeyler'in,
haliyle kumpasın son kurbanı Yüzbaşı Murat Eren'in geçtiğimiz günlerde tahliyesiyle de
kumpas defterinin kapandığı söylendi.
Ama Atabeyler'den önce
9 Kasım 2005'teki Şemdinli'yi, bu davadan dolayı 39 yıl 10 ay 27’şer gün hapis cezasına
çarptırılan ve yıllardır hapiste yatan astsubaylar Ali Kaya, Özcan İldeniz ile Veysel Ateş'i, Murat Eren ve bir avuç insan dışında hatırlayan olmadı.
Hem de davanın meşhur
savcısı Ferhat Sarıkaya daha geçenlerde darbe soruşturması kapsamında tanık
sıfatıyla verdiği ifadede, “Şemdinli
iddianamesininin bazı bölümlerini kendisinin yazmadığını” itiraf ettiği
halde.
Sarıkaya, “O dönemde Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olan İlhan Kaya (açığa alınan tutuklu Yargıtay üyesi) konuyla
ilgilenmeye başladı. Kaya ile ailecek görüşmeye başladık. Görüşmelerde dönemin
Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt ismini gündeme getirmeye başladı.
İlhan Kaya, altımızdan girdi üstümüzden çıktı, ‘Büyükanıt’ın ifadelerini getir
iyi olur, iyi olur, darbe yapma imkânı var gibi’ söylemleri oluyordu. ‘Bir
kitapevinin bombalanması olayı nasıl Büyükanıt’a bağlanır’ diye kafamda soru
işaretleri vardı. Ancak, TBMM’deki komisyona ifade veren Mehmet Ali Altındağ’ın
ifadesinin getirilmesinde ısrarcı oldu. İlhan Kaya’nın yönlendirmeleri
sırasında basiretim bağlandı. Ben de ifadeyi getirerek, dosyaya koydum.
İddianamenin bir kısmını kendim yazdım. İlhan Kaya da birkaç paragraf ekledi.
Herkes, ‘Bu iddianameyi bir savcı yazamaz’ diyordu, ben onurumu, gururumu
ayaklarım altına alıp ‘ben yazmadım’ diyemiyordum. Terör kısımlarını ben
yazmadım” dedikten sonra konuyu
dolaylı olarak Bülent Arınç'a, doğrudan da “FETÖ”ye bağladı.
-Şemdinli'de Ne Oldu?-
Önce kısaca Şemdinli'de ne olduğunu hatırlayalım:
Eski PKK'lı Seferi Yılmaz'a ait Umut kitapevi bombalandı
ve bir kişi hayatını kaybetti. Bombalama işini Jandarma istihbaratında görevli astsubaylar
Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile jandarma istihbarat elemanı Veysel Ateş'in gerçekleştirdiği öne sürüldü.
Kimilerine göre bölge halkı, kimilerine göre PKK'lılarca bir araçta yakalanan
bu isimler tartaklanarak, polise teslim edildi. Zanlıların serbest bırakılması
üzerine Şemdinli'de yine bir ayaklanma yaşandı, polis noktaları ateşe verildi,
otomobilde keşif yapan savcı ve beraberindekilerin üzerine ateş açıldı. Bu
olaylarda bir kişi daha hayatını kaybetti. Şemdinli protestosu dalga dalga
başka yerlere de yayıldı.
Savcı Ferhat
Sarıkaya Şemdinli iddianamesini Mart 2006'da tamamlayıp,
mahkemeye sundu. Mahkemenin 15 dakikada
kabul ettiği iddianamede, bombalama eylemini bu üç ismin gerçekleştirdiği
belirtilirken, “Olayın asker hiyerarşi ve EMASYA protokolü gereğince devlet içinde örgütlü
bir çete tarafından yapıldığı, Jandarma İl Komutanı ve amirlerinin de işin
içinde olduğu” öne sürüldü.
Ali
Kaya hakkında, “Tanırım, iyi çocuktur” dediği için dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt'ın da adının geçip, suçlandığı, ayrıca
özellikle “PKK ve Kürt sorunuyla” ilgili bolca tarihi ve siyasi
değerlendirmenin yer aldığı, jandarmanın resmen “bölücülükle” itham
edildiği iddianame daha o günlerde, “Bunu
bir savcı yazmış olamaz” yorumlarına yol açtı.
Genelkurmay Başkanlığı da 20 Mart 2006'da bir açıklama
yapıp, “Şemdinli
iddianamesinde yer alan usül ve maddi hatalar ile eksiklikler dikkate
alındığında, bir Cumhuriyet Savcısının bu kadar hukuk bilgisinden yoksun ve
tecrübesiz olamayacağı, bu bariz hataları yapması için belli bir görüşün
temsilcilerinin de kamuoyuna da yansımış etki ve telkinleri altında kalmış
olabileceği değerlendirilmektedir” dedi.
Bazı gazeteciler ve dönemin CHP Lideri Deniz
Baykal'ın işaret ettiği isim,
Başbakanlık Müsteşarı Ömer
Dinçer'di.
-Seferi Yılmaz Kimdi?-
Kitabevi bombalanan Seferi Yılmaz'a gelince;
Malum PKK'nın ilk eylemleri 1984'teki
Eruh ve Şemdinli baskınlarıydı. İşte Seferi Yılmaz Şemdinli
baskınının elebaşılığını yapmış, bu yüzden ceza almış ve hapis yatmış
biriydi. Sonradan itirafçı olduğu belirtilse de gerçekte PKK'lı kimliğinden
vazgeçmediği, 9 Kasım 2005'te
kitapevinin bombalanması öncesinde de güvenlik birimlerinin Yılmaz'ın
PKK'lılarla bağlantısını ve bir eylem hazırlığı içinde olduğunu tespit ettiği
bildirildi.
Neticede o astsubaylar
hapis cezasına çarptırılırken, Seferi Yılmaz 30 Mart 2014 seçimlerinde Şemdinli
Belediyesi eşbaşkanı seçildi.
-2005'in Siyasi İklimi
ve İktidarın Tavrı-
Ne tesadüf, Şemdinli'deki patlamanın yaşandığı gün
AB İlerleme Raporu açıklandı. Raporda, “İç
güvenlik politikası üzerinde tam sivil kontrol için İçişleri Bakanlığı, vali ve
kaymakamların jandarma üzerindeki denetiminin güçlendirilmesi” isteniyordu.
Şemdinli'yle birlikte yine ne tesadüf, hem iktidar, hem malûm “aydınlar” Jandarma'yı hedefe oturtup, bu teşkilatın
ortadan kaldırılmasını konuşmaya başladı. O gün başlayan "dönüşüm",
darbeden sonra Jandarma'nın İçişleri Bakanına bağlanmasıyla sonuçlandı.
İktidar Şemdinli
iddianamesiyle hiçbir ilgisini olmadığını söylüyordu, ama şöyle bir süreç
yaşandı:
- Dönemin Başbakanı Erdoğan ve Başbakan
Yardımcısı Gül, Şemdinli’de patlayan bombayı hemen “Susurluk”a benzetip, “Ucu
nereye varırsa varsın, üzerine gidileceğini” söyledi.
- Helsinki Yurttaşlar Derneği, İHD,
Mazlum-Der, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası
Af Örgütü’nden oluşan İnsan Hakları
Ortak Platformu, Dışişleri Bakanı
Gül’ü ziyaret etti. Platformun dönem başkanı, teröristbaşının
eski avukatı Yusuf Alataş’tı. Alataş, “Şemdinli olaylarının failleri
sır olarak kalmasın. Devlet içerisinde yasadışı yapılanmaların önüne geçilsin”
dedi. Gül de, “Soruşturmayı sessizce yürütüyoruz, ancak kimsenin
kararlığımız konusunda şüphesi olmasın. Önemle üzerinde duruyoruz ve neyse
gerçekleri ortaya çıkartacağız” karşılığını verdi.
- Meclis'te kurulan ve
Van Savcısına sadece işadamı Altındağ’ın Orgeneral Büyükanıt’ı suçlayan
ifadesini gönderen Şemdinli Araştırma Komisyonu’nun AKP’li üyelerini bizzat Erdoğan'ın belirlediği öne sürüldü.
- İddianamenin
açıklanmasından sonra Erdoğan kendisiyle görüşmeye giden dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'e,
“Güven ve huzur ortamını bozmaya yönelik bu büyük tertibi çözeceklerini”
söylerken, CHP'yi suçladı, medyayı lanetledi.
Şunları da eklemem
gerekiyor:
Savcı Ferhat Sarıkaya Adalet
Bakanlığı'nın talebi üzerine HSYK kararıyla meslekten ihraç edildikten sonra
sırra kadem bastı. 2009'da Avaztürk
haber sitesinde, Sarıkaya'nın
Bosna'ya gittiğini ve Cemaat tarafından maaşa bağlandığını yazdığımızda ilk
yalanlama AKP'lilerden geldi. Keza 2009'da CHP'li
Kemal Anadol, Sarıkaya'nın yerini ve Ergenekon davasında gizli tanık olup olmadığını sorduğunda, dönemin Adalet Bakanı Sadullah
Ergin, Sarıkaya'nın yeri konusunda kayıtlarda herhangi
bir bilgi bulunmadığını belirtirken, gizli tanıklıkla ilgili de, “Tanık Koruma Kanunu’nun hükümleri gizli
olarak yürütülüyor” dedi.
Bir diğer dikkat
çekici detay; Ferhat Sarıkaya'nın itiraflarından 2 yıl önce, 30 Temmuz 2014'te Sabah Gazetesi'nde Abdurrahman
Şimşek'in “yüksek yargıda görevli
kripto paralelci bir hâkim” ile röportajı yayınlandı. Bu hakim, “Şemdinli iddianamesini savcılar
yazmadı. Paralel yapının farklı birimlerince kaleme alındı” iddiasında
bulundu. Ancak darbeden sonraki “FETÖ” operasyonlarına kadar nedense hiç
kimse Sarıkaya'nın bilgisine veya ifadesine başvurmadı.
-O İddianameyi Kim
Yazdı?-
İddianameyi kimin
yazmış olabileceği tartışmalarına gelirsek; “Bazı gazeteciler ve dönemin CHP Lideri Deniz
Baykal'ın işaret ettiği isim, Başbakanlık
Müsteşarı Ömer Dinçer'di” demiştik.
Bu gazetecilerden biri
o dönemde Akşam'da yazan, sonradan
Ergenekon'dan yargılanan Güler Kömürcü idi. Ömer Dinçer'in o vakitler Kömürcü ile nasıl tartışıp, iddiayı
reddettiğini ve “Güler Hanımın Ergenekon davasından tutuklanana kadar
derin devlet bağını bilmediğim için 'gazeteciler arasında konuşuluyor' şeklinde
anladım” dedikten sonra, Kömürcü için, “Ergenekon'un medya
elemanlarından biri olarak köşesinde görevini adım adım icra ediyordu”
şeklindeki yorumunun detaylarını, Dinçer'in 9 ay önce yayınlanan “Türkiye'de Değişim Yapmak Neden Bu Kadar Zor” adlı
kitabından okuyabilirsiniz.
İkinci gazeteci ise İsmet
Berkan'dı. Berkan 24
Mart 2006'da Radikal'deki
yazısında, CHP Lideri Baykal'ın Dinçer'in adını verdiğini şöyle duyurdu:
“... Ankara'daki gazeteci arkadaşlarım çok kibar, ben doğrudan sordum: Yani
Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'i mi kastediyorsunuz? Baykal keyiflendi,
'bak' dedi, 'Ben demedim, İsmet dedi.”
Bu bölümü, Dinçer'in
kitabındaki şu yorumla bitirelim:
“Zaman içinde bütün
gerçekler anlaşıldı. Söz konusu olaylar içinde hiçbir surette adımız şahit
olarak dahi geçmedi. Gerçek suçlular bulundu ve dava edildi. Ancak süreçte en
anlaşılmaz konulardan biri, suçlamalarda bulunanlara gerek süreç sırasında,
gerek gerçekler ortaya çıktıktan sonra kimsenin hesap sormamasıydı. Suçlamalar
yapılırken, hiçbir savcı, 'Bir iddiada bulundunuz, nedir bunun belgesi veya
gerekçesi' diyemediği gibi, davaların neticelenmesinden sonra da yine hiç
kimse, 'Bu iftiraların hesabını verin' demedi.”
-Şemdinli ve PKK
Açılımı Bağlantısı-
İsmet
Berkan, 24 Mart 2006'daki o yazısından 4 ay sonra 31 Temmuz'da “PKK'yı
tasfiye: Plan, yeni aşamada” başlıklı yazısında bir kez daha
Şemdinli'ye değindi.
Bu yazıdaki ilginç
noktayı aktarmadan önce yine bazı hatırlatmalar yapalım:
Şemdinli olayından 3
ay önce Ağustos 2005'te Diyarbakır'a giden dönemin Başbakanı Erdoğan “Kürt açılımının” startını
verdi, “Kürt sorunu vardır ve benim
sorunumdur” diyerek, “devlet
adına özür diledi”. Bu açılımın mimarı olduğu belirtilen AKP Diyarbakır
İhsan
Arslan'dan da, “En iyi ittifak Türkiye-Barzani
ittifakıdır. Bu soruna Sevr ve Lozan görüşmelerindeki perspektiften bakamayız”
şeklinde bir açıklama geldi.
Bundan 6-7 ay sonra
önce Fatih Çekirge, ardından 30 Temmuz 2006'da da Sabah'tan Aslı Aydıntaşbaş, MİT'in hazırladığı “PKK'yı dağdan indirme planını” yazdı.
Aydıntaşbaş'ın iddiasına göre, “Bu
plan yaklaşık 1 yıldır kapalı kapılar ardında K. Irak’lı Kürt gruplarla
sürdürülen çok gizli temaslar sonucu” hazırlanmıştı.
Plan tepkilere ve sert
tartışmalara yol açtı. İşte hemen ertesi gün İsmet Berkan, 1 yıl önce “Devletin en üst güvenlik birimlerinden birinin başındaki üst düzey
görevlinin odasında yaptıkları sohbeti” şöyle açıkladı:
“Şemdinli bombalamasını izleyen günlerdi. Ankara'da, devletin en üst
güvenlik birimlerinden birinin başındaki üst düzey görevlinin odasında Murat
Yetkin'le birlikte sohbet ediyoruz... Sohbetimiz, gazetecilik kuralı gereği
'deep background' yani yazılamaz değil, ama kaynak belirtmeden ve sadece
'bilgi' olarak kullanılabilir nitelikte.”
Berkan devamında yine o “üst düzey kaynağa”
dayanarak, MİT'in PKK konusunda hem devlet içinde, hem Talabani-Barzani
nezdinde yürüttükleri çalışmaları aktardı. “En büyük sıkıntının eyleme karışmamış teröristlerin affı”
konusunda yaşandığını belirtirken de şunları yazdı:
“Üst düzey güvenlik yetkilisi, en çok bu konuda bir uzlaşma yaratmakta
zorlandığını, aslında hâlâ daha Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve bazı
askeri birimlerin bu konuda ciddi bir direniş sergilediklerini söylemişti...
Söz konusu tasfiye planını uygulamak istemeyen veya bozmak isteyen kimi kişiler
(kurumlar değil, kişiler, dikkat!) başka şeyler de yaptılar ve yapmaya da devam
ediyorlar."
Berkan'ın o yazısında, “Aydıntaşbaş'ın konuştuğu kaynak, galiba bizim kaynağımızla aynı kişi” dediğinin altını da
çizelim.
-Şemdinli Dosyası Niye
Açılmıyor?-
Şemdinli'den
sonra Ergenekon, Balyoz vs. süreçleriyle “Kürt açılımının” nasıl
at başı gittiğini, “direniş gösteren”
kurumların medya desteğiyle de nasıl “hizaya
getirildiğini” anlatmaya gerek yok.
Şuraya geleceğim:
Soner
Yalçın 4 gün önce “Mesele vasatlık” başlıklı yazısında, İsmet
Berkan'ın Fetullah
Gülen “dönüşümlerini” gündeme getirip, “Meselem İsmet
Berkan değil. Meselem İsmet Berkanların vasatlığıdır!. Medyanın sıradanlığıdır; Her devrin
gazetecisi olma kurnazlığıdır” dedi ya;
Benim de meselem İsmet
Berkan değil, Şemdinli kumpasının
aydınlanmasıdır.
Astsubay
Ali Kaya Muğla, Astsubay Özcan İldeniz Aydın, Veysel Ateş de Kandıra Cezaevinde.
Her kim ne biliyorsa,
niye konuşmuyor?.. Bu davanın yeniden açılması konusunda neden ayak sürünüyor?
Bir takım “gizli”
bağlantı ve planların ortaya çıkması mı istenmiyor?
PKK'dan mı korkuluyor?
Ve sahi tam da
Şemdinli davası gündemdeyken, “2 bin 800 PKK'lı Şemdinli'yi kuşattı”
şeklinde bir iddianın ortaya atılması neyin nesidir; Tesadüf mü, “Şemdinli
dosyasına dokunmayın” uyarısı mı?
Müyesser YILDIZ
21 Ağustos 2016