CIA gözüyle Kürt sorunu
RAND’IN TÜRKİYE RAPORU
“Güneydoğu’daki olaylar
hükümetin kontrolünden çıkarsa Genelkurmay, devreye girerek müdahale
gerçekleştirecek”
Turan YAVUZ- WASHINGTON
ABD’nin Merkezi Haberalma Örgütü’ne (CIA) yakınlığı ile tanınan RAND şirketi tarafından hazırlanan bir raporda,
Cumhurbaşkanı Özal’ın Kürt sorununa yaklaşımının “yaratıcı ve ileriye dönük”
olduğu, ancak düşüncelerinin, bu konuda haklı olduğu anlamına da gelmediği
belirtildi.
Raporda Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin, Türkiye’deki Kürt sorununda kontrolün kaybedilmesi halinde
yeniden bir müdahale yapabileceği de vurgulanıyor.
RAND şirketi yetkililerinden CIA
uzmanı Graham
Fuller tarafından yapılan
araştırmada, yine eski bir CIA yetkilisi olan Paul Henze’nin, dış politika
uzmanlarından Ian
Lesser ve James Brown’un da bölümleri
bulunuyor. Edinilen bilgilere göre 171 sayfalık rapor taslak halinde ve
önümüzdeki aylarda kitap olarak dağıtıma girecek.
“Türkiye’nin yeni dünyadaki rolü” başlığı altında hazırlanan rapor,
Türkiye’nin iç ve dış politikası ve karşılaştığı sorunları inceliyor. Raporun
en önemli bölümlerinden birini de Güneydoğu’daki Kürt sorunu teşkil ediyor.
Komünizmin çökmesi
ve Sovyetler Birliği’nin parçalanması ile dünyanın büyük bir bölümünde azınlık
ayaklanmalarının başladığını belirten RAND raporu, Türkiye’deki Kürtlerin de bu yeni
akım ile harekete geçtiğini ve Kürt sorununun Körfez krizi ile birlikte dünya
gündemine girdiğine dikkat çekiyor.
ÖZAL’IN PANDORA’SI
RAND raporunun CIA uzmanı Graham Fuller tarafından kaleme alınan bölümünde
Kürt sorunu etraflıca inceleniyor. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Körfez krizinden
sonra Kürtlere yönelik yeni bir politika izlemeye başladığını belirten Graham Fuller,
bu politikayı tanımlarken “cesur” ve
“kumar” ifadelerini kullanıyor.
Fuller, Özal’ın Kürt politikasını şöyle
anlatıyor: “Özal,
önce Türkiye’de Kürtçenin serbest bırakılmasına yol açacak yasalarda
değişikliğe gitti. Özal, ayrıca Kuzey Irak’ta
muhtemel bir Kürt otonom bölgesi ile tartışmaları başlattı. Bu çizgi, 1991
sonlarında iktidara gelen Başbakan Demirel
tarafından hemen uygulamaya konuldu.”
Kürtçe ve Kürt yayınlarının Türkiye’de serbest bırakıldığına
dikkat çeken Graham
Fuller, bir zamanlar “Kürt”
kelimesine hiçbir yazılı metinde rastlanmadığını hatırlatıyor. Fuller, Özal’ın
Kürt politikasını “Pandora’nın kutusunu
açmak” olarak tanımlarken, şu görüşlere yer veriyor:
“Kürtler ile ilgili tüm bu gelişmelere rağmen, Özal,
Kürtler konusunda daha başka adımlar atmaya başladı ve Pandora’nın kutusunu
açtı. Özal, Kuzey Irak’ta bir de facto otonom
Kürt bölgesinin kurulmasına izin verdi, iki ana Kürt grubu yetkilileriyle
diyaloğa girdi ve bu yetkilileri Türkiye’de kabul etti, daha da önemlisi de
facto bağımsızlık için önemli bir adım olan Kuzey Kürdistan’daki seçimlere razı
oldu. Şimdi de Özal’ın yerine geçen Başbakan Süleyman Demirel, Iraklı Kürt gerilla hareketleri ile
pazarlık yaparak, onlara statü ve hareket serbestisi verdi ve karşılığında da
Kürtlerden, (uzun dönemde ne kadar geçerli olacağı bilinmez ama) Irak’ta
bağımsız bir Kürt devleti istemediklerini ve Türk Kürdistanı’nın bağımsızlığını
açık açık isteyen PKK’nın eylemlerini kısıtlayacağına dair bir anlaşma istedi. Demirel, Iraklı Kürtlerin Ankara’da bir büro
açmalarına dahi izin verdi. Birçok Türk, Özal’ın,
belki de ileride Türk Kürtleri arasında otonom veya ayrılıkçı bir harekete
dönüşecek olan Kürt sorununun bu boyutlara gelmesine neden olmasından dolayı ‘akılsızca’
davrandığına inanıyor.”
Graham Fuller, Cumhurbaşkanı Özal’ın, aslında Kürt oyununu büyük
bir vizyon çerçevesinde oynamaya çalıştığına inandığını belirtirken, “Özal’ın
Kürt hareketi konusunda jeo-stratejik bir vizyonu olduğunu savunanlar var.
Ancak (Özal) bu konuda açık bir şekilde görüşlerini belirtmiyor, çünkü konu
gerçekten son derece patlamaya hazır türden bir konu” diyor.
EKİM SEÇİMLERİ
Özal’ın Kürt sorunu ile ilgili
yaklaşımının yapıcı ve ileriye dönük olmasına rağmen, Türkiye’nin, uzun dönemde
kurulacak bir Kürt devleti üzerinde etkin olabileceği veya bu süreç içinde Türk
çıkarlarının zedelenmeyeceğine dair bir garanti bulunmadığına dikkat çeken Fuller, “Özal’ın bu
yaklaşımı birçok Türk’ün gözünde ‘vaktinden önce’ bir yaklaşımdı ve büyük bir ihtimalle de
ANAP’ın Ekim seçimlerinde iktidardan düşürülmesine katkıda bulundu” diyor. Fuller, Özal’ın
Kürtler konusundaki liberal politikalarının arkasında “Kürtlüğünün”
yattığından şüphelenenlerin bulunduğuna da dikkat çekiyor.
Türkiye’de birçok
insanın otonom bir Kürt bölgesine ve hatta bağımsız bir Kürt hareketine sıcak
bakmadığını belirten Graham Fuller, birçok Türk’ün bunu “kabul edilemez” olarak gördüğünü ifade ediyor. Fuller,
raporunda Türk
Genelkurmayı’nın konuya yaklaşımını da inceliyor ve Türk ordusunun,
ülkenin üniterliğine kendini adamış bir ordu olduğuna dikkat çekiyor.
Fuller, üniter devletin korunması
halinde Genelkurmay’ın
Kürtlere verilecek kültürel ve ekonomik tavizlere ses çıkartmayacağını da
belirtiyor ve şu uyarıda bulunuyor:
“Şayet Kürt konusunda kontrol kaybedilmeye başlanırsa, asker bunu,
müdahale için, eski nedenleri de geride bırakacak şekilde bir gerekçe olarak
görebilir.”
Fuller, raporun bu bölümünde şöyle
devam ediyor: “Bu yüzden Ankara’daki
politikacılar çok ince bir yolda yürümek zorundalar ve şiddete yönelik
potansiyeli kontrol altında tutmak zorundalar.”
Fuller, tüm bunlara rağmen Türk Genelkurmayı’nın,
Kürt ayaklanması ve gerilla hareketinin askeri boyutları ile ilgilenmeye devam edeceğini
ve bir alanda yetkisini kullanacağını belirtiyor.
Kürt konusunun artık
Türkiye’de masaya yatırıldığını ve bundan sonra bu konuda Türkiye’de derin
tartışmalara sahne olacağını belirten Graham Fuller, TBMM’deki siyasi partilerin konuya
yaklaşımlarını da inceliyor.
Fuller, Kürtler konusunda siyasi
çizgilerin tam olarak çekilmediğini ve politikaların tam olarak saptanmadığını
söylerken, partilerin yaklaşımlarını şöyle özetliyor:
“Alpaslan Türkeş ve Bülent Ecevit’in ulusalcı partileri, kendilerini
üniter devletin korunmasına adamışlardır. Bir zamanlar Özal’ın
Kürtler konusundaki liberal politikalarını destekleyen eski partisi olan
Anavatan Partisi, şimdi aynı politikaları yürütmeye çalışan Demirel’e oportünist ve fırsatçı bir yaklaşımla
saldırmaktadır.
Demirel’in
koalisyon ortağı olan Sosyal Demokrat Halkçı Parti ise Kürtlere karşı en
liberal olan partidir. Bu parti bir zamanlar bir Kürt ulusal partisinin
embriyosunu barındırıyordu. İslamcılar ise kararsız. Onlar Kürt otonomisini
tolere eden bir bakış içinde. Ancak aynı zamanda Türk devletinin azınlıklar
temeline dayandırılması görüşlerine karşı çıkıyor. Aynı zamanda İslamcılar,
ayrılıkçılığı, azınlık temellerine göre kabul etmiyor.”
Fuller, Türkiye’deki Kürt sorunu
konusunda gerçekçi alternatiflerin azlığına dikkat çekerken, Demirel
hükümetinin bu konuda değişik bir politika izleyememesini buna bağlıyor.