Marks’ın bilinen sözüdür:
"Tarih
öyledir çünkü o şartlar altında başka türlü olması mümkün değildir"
Mustafa Kemal ATATÜRK de
"Tarih yazmak
tarih yapmak kadar mühimdir, yazan
yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet
alır" demiş.
İdealist
felsefe gerçekleri ters yüz eder. Tarihin ve toplumsal yaşamın ve düşünce
üretiminin idealist açıklamasında düşünce gerçek yaşamdan önde gelir. İdealist
anlayış gerçekliği çarpıtıp düşünceye
mutlak güç atfettiğinden, kendini doğa bilimlerinin belirleyiciliğinden de
bağımsız kılmıştır. Bu nedenle, aslında kendi yaratısı olan bir düşünce dünyası
içinde debelenip durmuştur. Dünyada
önemli altüstlükler yaşanırken kiliselere kapanmış din bilginlerinin meleklerin
cinsiyetini tartışmakta oldukları, idealist felsefenin gülünçlüğünü çarpıcı
biçimde dile getiren bir örnektir. İdealizm, felsefenin ayaklarını yeryüzünden
kopartarak adeta gölgelerden oluşan bir “gerçekler” âleminde saltanat
sürmüştür.
İnsanlar
doğanın ve toplumun tarihi konusundaki bilgi yetersizlikleri nedeniyle,
kendileri hakkında, ne oldukları ya da ne olmaları gerektiği hakkında her zaman
yanlış fikirlere sahip oldular. Toplumsal ilişkilerini, beyinlerinde insana ve
tanrıya dair oluşmuş baş aşağı duran düşüncelere bağımlı olarak düzenlediler.
Kendi beyinlerinin bu ürünleri, onları yaratan beyinlerini esir aldı. Düşünceyi
ve tanrı fikrini yaratanlar, kendi yarattıkları şeyler önünde secdeye vardılar.
Emperyalistler
arasındaki mücadele, bugün olduğu gibi, dünyaya egemen olma mücadelesinden
başka bir şey değildi. Sömürgeler için ve emperyal ganimetlerin yeniden
bölüşümü için, insanlık tarihinde benzeri görülmemiş vahşette savaşlar patlak
verdi. Bu savaş ve çatışmalarda meydana gelen ölümler, bu siyasi süreçlerin
sadece sonuçlarından biriydi. Ve bu süreçler yerkürenin hemen hemen her
tarafında yaşandı. “Filler tepişti, olan çimenlere oldu”…Bugün de “filler
tepişmeye devam ediyor” ve dünya, özellikle bölgemizdeki halklar benzer olumsuz
sonuçlara maruz kalıyor.
Önemli
Sovyet- Ermeni devlet adamlarından Boryan’ın da belirttiği gibi, “Bulundukları
coğrafyanın stratejik konumu, Ermenileri devamlı olarak emperyalist
diplomasinin bir nesnesi haline getirmiştir. Bu yüzden Ermenistan ve Ermeniler,
haklarını ve özgürlüklerini korumanın bir öznesi değil, pazarlıkların bir
nesnesi, özellikle İngiltere ve Rusya gibi büyük emperyalist devletler için bir
araç olmuşlardır.” Bu durumu, günümüzde, “Kürt meselesi”nde de
gözlemlemekteyiz.
Cereyan
etmiş ve halen cereyan etmekte olan siyasi olayları sağlıklı bir şekilde
değerlendirebilmenin yegane yöntemi, bugün hala “tarihsel materyalist yöntem”dir.
Yapılacak değerlendirmelerde “emperyalizm” olgusunu “es geçmek” bizi her zaman “idealizm”in
batağına sokacaktır. Bugün kendisini “sol “olarak tanımlayan bir zümre, hala, “düşünüyorum
o halde varım” idealizmi içinde, “kendi halkını sürekli aşağılayarak”, batıdan
gelen her türlü propaganda materyalini sorgulamadan benimseyip savunarak ve “kendi
düşünceleriymiş” gibi sunarak “varlıkları”nı bu şekilde göstermeye çalışarak ,
emperyalizmin birer küçük çaplı gönüllü enstrümanları olmaya devam ediyorlar.
Diyalektik ilkeleri benimsemeden “solcu” olunabilir mi ?
Mehmet
PERİNÇEK’in araştırmasıyla bilgimize sunulan “1926 baskısı Büyük Sovyet
Ansiklopedisi”ndeki “Ermeni Meselesi” maddesi, diyalektik tarihsel yöntemle
meseleyi doğru bir şekilde ortaya koyuyor, hem de 1926 yılında!
Söz konusu
olaylarda illa ki bir “suçlu” aranıyorsa, dönemin emperyal güçleri İNGİLTERE,
ALMANYA, RUSYA, FRANSA bu konuda ilk sıradadırlar. Ve illa ki birilerinin özür
dilemesi gerekiyorsa, bu devletlerin, uyguladığı siyasetler yüzünden bu topraklarda
zarar gören halklardan (Türkler, Ermeniler, Kürtler, Azeriler, Gürcüler) özür
dilemeleri gerekiyor. Olması gereken; Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan
meclislerinde, bu ülkeleri kınayan ortak yasa tasarıları hazırlanmasıdır!
IŞIK
Büyük
Sovyet Ansiklopedisi'nin 1926 baskısında
"Ermeni Meselesi"
maddesi
I.Bölüm
"Ermeni meselesi, Türkiye'nin zayıflatılması ve
sömürgeleştirilmesi meselesidir "
Ermeni
Meselesi: Doğu meselesinin bir parçası olarak
Ermeni meselesine iki açıdan bakılabilir. Dış açıdan bakıldığında, büyük devletlerin
Türkiye'de merkezkaç kuvvetleri destekleyerek Türkiye'nin zayıflatılması ve
daha kolay sömürgeleştirilmesi görülür. Bu meselenin iç doğası ise, Ermeni
ulusunun kendi kaderini, Ermeni burjuvazisinin önderliğinde ve buna bağlı olarak
Ermeni burjuvazisinin gelişmesi yönünde tayin etmesidir.
Ermeni meselesi, Ermeni ulusunun başına, İstanbul'un mali
aristokrasisinin geçmesinden sonra, XVIII. yüzyılda ortaya ç1kt1.
Anadolu'ya yayılmış olan Ermeni halkı, kendi ticaret
burjuvazisini çok erken yaratmıştı. Bu ticaret burjuvazisinin, Türkiye'nin
ekonomik hayatında rolü büyüktü. Örneğin hükümete, valilere vb'ne kredi verirdi.
Öte yandan bu burjuvazi, din adamlarının, Kilise'nin büyük
nüfuzundan yararlanarak halkı yönetiyordu. İstanbul Patrikliği, 1453 yılında Osmanlıların
İstanbul'u fethetmesinden sonra kurulmuştu; Ermeni burjuvazisi, bu patriklik aracılığıyla
halkı yönetiyordu. Ermeni Patrikliği nezdinde mali aristokrasinin ileri
gelenlerinden bir meclis oluşturulmuştu. Halkı yöneten, esas olarak bu şûraydı.
Türkiye'de Ermeni burjuvazisinin gelişmesinde, Avrupa ve
Amerika'da yaşayan Ermeni burjuvazisiyle ilişkilerin çok büyük rolü vardı. Şunu
da kaydedelim ki, Türkiye'nin el sanatlarında Ermeni esnafı Rumlarla birlikte
büyük rol oynuyordu. Ne var ki, Doğu Anadolu'da yaşayan Ermeni köylülerin
siyasal ve ekonomik durumları çok kötüydü.
Bu açıdan, Batı kapitalizmi Ortadoğu'da taarruza geçtiği
anda, Batı ülkeleri kendi güvenlikleri için Türkiye'de köprü özelliği taşıyan Ermeni
burjuvazisini kullanma yoluna gittiler, ancak bunda başarılı olamadılar. Çünkü
Ermeni burjuvazisi Türkiye'nin iktidarına çok sıkı ekonomik ilişkilerle bağlıydı.
Batı sermayesi kendisine dayanak olarak Kilise'yi gördü. Ancak Kilise'den de
umulan destek alınamadı. Bundan sonra Batı sermayesi, ekonomik ilişkilerinde
araç olarak Ermenilerin orta ticaret burjuvazisini yeğledi. Bu burjuvazi
Batı'nın desteğiyle güçlendi ve Ermeni ulusal hareketinin gelişmesine büyük katkıda
bulundu.
Bu ulusal hareket, özellikle Moskova ve Tiflis'te yaşayan Ermeni
aydınlardan destek aldı. Bu kentler, 1870'li yıllarda, Rus liberal hareketinin etkisi
altında, Ermeni liberalizminin merkezi olmuşlardı. Ulusal bilinç yazılı ve
sözlü olarak gelişiyordu. Ulusal bilinç ve militan milliyetçilik uyanıyordu.
Hem Rusya'da, hem de Türkiye'de yaşayan Ermeniler arasında militan
milliyetçilik ortaya çıkıyordu.
Ermeni orta burjuvazisi ilk adım olarak, Kilise'nin etkisini
azaltmaya yönelmişti. Bu savaşta Ermeni orta burjuvazisi, kent esnafına dayanıyordu.
Bu hareket, Kilise'nin laikleştirilmesine yönelmeye başlamıştı. Esas olarak İstanbul
Patrikliği'ni hedef alıyordu ve bu savaştan galip çıktı. Orta burjuvazi,
Meclis-i Âyan'da yer aldı. Meclis-i Âyan, maliye, adalet ve eğitim gibi geniş
yetkilerle donatıldı.
Köylüler önceleri, bu milli hareketin dışında kalmıştı.
Ağ1rlaşan vergi sistemi ve Kürtlerle bozulan ilişkileri nedeniyle Türkiye'de Ermeni
köylülerin durumu iyice kötüleşmişti. Ermeniler beş Doğu vilayetinde (Van,
Erzurum, Bitlis, Harput, Sivas) azınk durumundaydılar (yüzde 20'den 40'a
kadar). Burada nüfusun çoğunu Kürtler oluşturuyordu.
O dönemde Kürtler aşiret halinde yaşıyor ve göçebe
hayvancılık hayatı sürüyorlard1. XIX. yüzyılın ikinci çeyreğinde hızlı nüfus
artışı nedeniyle Kürtler, yerleşik hayata geçiyorlar, ancak topraksız oldukları
için Ermeni köylülerini Doğu Anadolu'nun dağlık kısımlarından göçe zorluyor ve topraklarına
el koyuyorlardı. Türk hükümeti, Kürt aşiretleri üzerindeki etkisini arttırmak
için bu sürece göz yumdu ve bu toprakları aşiret reislerinin mülkiyetine verdi.
Yani Doğu Anadolu'da Kürt feodalitesinin gelişmesini sağladı. Bu süreçten
sonra, Kürtler ile Ermeniler arasındaki kanlı kavgalar, kan davasına,
katliamlara dönüştü.
Bu çelişkinin ikinci nedeni, Müslümanların, Ermeni kent
burjuvazisini vahşi kapitalizmin temsilcisi (tefeciler) olarak görmeleriydi.
(Bolşaya Sovyetskaya
Entsiklopediya, c. 3, s. 434 vd, Aktsionernoe Obşestvo "Sovyetskaya
Entsiklopediya", Moskova, 1926.)