1. Türkiye’nin
Kürt Meselesi
RAND
Corporation bünyesinde çalışan iki önemli Orta-Doğu
bölge uzmanı, Graham
E. Fuller ve Henri J. Barkey’in 1990’ların ikinci yarısında ‘Kürt
sorunu’ üzerine bir çalışma yürütürler. RAND Corporation’un maddi katkılarıyla Carnegie
Corporation’un adına yürütülen bu
çalışma Morton
Abromowitz’in önsöz yazısıyla 1998’de ABD’de kitaplaştırılır. Aradan
13 yıl geçtikten sonra, 2011’de
ülkemizde ‘Türkiye’nin
Kürt Meselesi’ ismiyle yayınlanır. Günümüzdeki iletişim olanakları
ve konunun güncelliği göz önüne alınınca 13 yıl neden Türkiye’de yayınlanmadığı
ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir husus.
Her iki yazar
kitaplaştırılan bu çalışmaya neden girdiklerini şöyle açıklarlar:
‘Bu çalışmaya girişmemizin esas nedeni, bu politika meselesi hakkında,
ilgili Türkler, Kürtler ve Amerikalılara yardım edebilecek çok az sayıda yazılı
eserin bulunmasıdır.’ [1]
Fuller ve Barkey iki yıllık çalışma
süresinde sık sık Türkiye ve Avrupa’ya gittiklerini ve çeşitli kesimlerle
görüştüklerini, kaynaklarını güncellediklerini söylerler. Yaygın ve zengin bir
alan çalışması yürütürler. Bu alan çalışmasında zamanlarının büyük kısmını
görüşmelerle ve toplantılarla geçirirler:
·
Avrupa’daki
bazı Kürtler ve Kürt liderleri ile bir araya geldiklerini,
·
ABD dâhil
Batı’da yaşayan İran ve Irak asıllı çok sayıda Kürt’le konuştuklarını,
·
Avrupa’da PKK
temsilcisi ve PKK karşıtı liderlerle bir araya geldiklerini,
·
Türkiye’de çok
farklı kesimden Kürt ve Türklerle görüştüklerini,
·
Türkiye’deki
günlük gazetelerin ve dergilerin neredeyse tamamını incelediklerini,
·
Kürt
meselesiyle ilgili yayınlanmış kitaplardan bulabildikleri kadarını satın
aldıklarını,
·
Kürtler
tarafından Türkiye’de ve yurt dışında yayınlanan gazeteleri okuduklarını
söylerler.
ABD’nin Orta-Doğu uzmanı stratejist-politika yapıcının, çok farklı Kürt
kesimleriyle görüşmeleri, Kürt sorununu anlamaya yönelik basit bir çalışma ‘akademik ya da sosyal faaliyet’ olarak değerlendirilemez.
Kendilerinin de belirttiği gibi, bu çalışmaları bilimsel-tarafsız akademik bir faaliyet olmayıp,
“politiktir”.
‘Sunulan bilgilerin ve
yapılan analizlerin önemli kısmının meseleye dönük daha iyi bir yaklaşım
bulunmasını amaçladığından, buna bir politika kitabı da diyebiliriz.’ [2]
Çalışmaları süresince farklı
ülkelerdeki Kürt kesimleri ile temas kurmuşlar, konuşup tartışmışlar, kısacası güçlü
bir ilişki ağını da yaratmışlardır. Bu durum Kitabın bazı bölümlerinde
açıkça da ifade edilmektedir;
‘Elinizdeki kitabın
yazarları uzun yıllarını çeşitli açılardan – siyasi, kültürel, dilbilimsel,
sosyal, ekonomik ve dış politika-Türkiye üzerine profesyonel çalışmalara
ayırmış ve yine uzun süreler Türkiye’de kalmışlardır.’ [3]
‘Kitabı hazırladığımız
iki yıllık süreçte sık sık Türkiye ve Avrupa’ya giderek görüşmelerimizi sürdürdük
ve kaynaklarımızı güncelledik. Saha çalışmamızın büyük kısmını bu görüşmeler ve
toplantılar oluşturmuştur.’ [4]
‘Ayrıca birkaç Avrupa
ülkesindeki bazı Kürtler ve Kürt liderlerle de görüştük, ABD dâhil çeşitli
Batılı ülkelerde yaşayan İran ve Irak asıllı çok sayıda Kürt’le de konuştuk.
Avrupa’da PKK temsilcileri ve PKK karşıtı liderlerle de bir araya geldik.’ [5]
Yazarların Önsözü
başlığı altında, iki yazar çalışmalarını söyle anlatırlar:
‘Bu çalışmanın içeriği, ne olup ne olmadığı hakkında birkaç yorumda
bulunarak başlayalım: Her şeyden önce, bu eser siyasi bir çalışmadır. Türk politika yapıcıları ve Türk toplumu, ayrıca Türkiye’nin dostları ve
müttefiklerinin ülkenin Kürt nüfusu arasındaki huzursuzluktan kaynaklanan
sorunlarını incelemek üzere tasarlanmıştır. Kürt sorununun özünü Türk kültürü,
siyaseti ve toplumu temelinde incelemeye ve çözüme yönelik deneme niteliğinde
bazı yaklaşımları sunmaya çalıştık.‘ [6]
Her iki ‘araştırmacı yazar’ yaptıkları
çalışmada: ‘Kürt çatışmasının esasen etnik bir sorun
olduğu, yalnızca terör ve ekonomiyle ilgili olmadığı sonucuna’ varırlar.
Yaptıkları çalışmadan
beklentilerini de şöyle açıklarlar:
‘…bu çalışmanın Türkiye’de daha geniş bir tartışma ortamı
yaratılmasına destek sunacağını ümit ediyoruz; böylece, görüşlerini daima
kamuoyuyla paylaşamamış olsalar da sorun üzerine çokça kafa yormuş çok sayıda
Türk ve Kürt, Kürt meselesini ciddi biçimde ele alabilecektir.’ [7]
Bu beklentilerinin
gerçekleşmesine ilişkin de bir çaba içine girdiklerini Kitap’ın 7. Bölümü’nü
oluşturan, ‘Kürt Sorununda Çözüme Doğru’
başlığında şöyle ifade ediyorlar:
‘Türk siyasetinin ve toplumunun geçirdiği evrim, sivil
toplumun teşvik edilmesi ve daha hoşgörülü bir tartışma ortamının
yaratılmasıyla desteklenebilir. Sivil toplum örgütleri,
sürecin ilerletilmesine ilişkin yolların tartışılacağı toplantılar ve seminerler
düzenlenmesine yardım edebilecek bir konumdadırlar. Halkın algısını en iyi bu örgütler değiştirebilir. Avrupa Birliği ve ABD ile yakın ilişkiler içerisindeki örgütler,
bünyelerinde Türkleri ve Kürtleri
barındıran bu tür sivil toplum gruplarına mali ve lojistik destek
sağlayabilecek imkânlara sahip
olabilmektedirler. Meslek örgütleri, parlamenterler, hukukçular, etnik sorunlarla ilgili
uzmanlar, işadamları vb. arasındaki uluslararası çaplı fikir alışverişlerine
Kürt sorununun dostane biçimde tartışılması da dâhil edilebilir.’ [8]
2. Yeni
Türkiye Cumhuriyeti
RAND çalışanı Graham H. Fuller’in yazdığı ‘Yeni
Türkiye Cumhuriyeti’ kitabı 2007
yılında ABD’de, 2008’de de ülkemizde
yayınlanır. Kitabın Türkçe çevrisine yazdığı Önsöz’de Fuller:
‘’Her şeyden önce, —İngilizce baskısıyla aynı başlığı
taşıdığını varsayarak— kitabın, başlığı konusunda bir yorum yapayım. Söz konusu
başlık benim tarafından değil, ABD’deki yayıncı tarafından seçilmiştir ve
korkarım biraz yanıltıcı olabilir, zira kitap gerçekte Türkiye’de bir “Yeni
Cumhuriyet” ten değil, daha çok yeni bir dönemden söz etmektedir. Doğru başlık
“Türkiye’nin Dünyadaki Yeni Yeri” olmalıdır, çünkü kitabın odaklandığı nokta
budur.’’[9]
Gerçekten de Fuller’in kitabının kurgusunun merkezinde
Türkiye dış politikası yer alır. Kitap 3 Kısım’dan oluşur. Birinci kısımda, ‘Türkiye’nin
Tarihsel Yörüngesi’ nde Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Soğuk Savaş ve sonrasında
Türk dış politikası temelinde ele alınır. İkinci kısımda, ‘Müslüman Dünya ve
Öteki Ülkelerle İlişkileri’ başlığı altında Türkiye’nin Balkanlar hariç,
Orta Doğu, Avrasya, ABD ve AB ile olan ilişkilerini ele alınır. Üçüncü kısımda,
‘Türkiye’nin Gelecek Yörüngesi’ inde de ‘Türkiye’nin Geleceğiyle
İlgili Dış Politika Senaryoları’ ele alınır. Son bölümde de ‘Washington
Ne Yapabilir?’ sorusuna cevaplar üretilmeye çalışılır.
Türkiye’de, Orta
Doğu’da CİA görevlisi olarak, ne tür operasyonlarda yer aldığını tabi ki en iyi
kendisi bilir. Ama yine de Orta Doğu halkları ve bizler, Fuller’in ABD’nin bölge politikalarına önemli
katkıda bulunduğu, operasyonlarda görevler üstlendiğini, -tam olarak bilmesek de-
tahmin etmekte zorlanmayız. Kendisi hakkında bir öngörümüz vardır, ama
güvenimiz ise yoktur. Bunu bilen birisi olarak, kitabı ile ilgili olarak
okuyucuya söyle seslenir:
“…okuyucularımdan bana bir iyilik yapmalarını
istiyorum: Bir süre için, 1960’larda Türkiye’de
istihbarat görevlisi olarak hizmet verdiğimi veya uzun yıllar CIA’de
çalıştığımı unutun. Zamanla her şey değişir, benim
görüşlerim de değişti. Lütfen bu kitabı sanki arkasında özel bir amaç
güdüyormuş gibi okumayın. Argümanları ve analizi maksatlı değil. Söylediklerimi
ciddiye alın. … Kitap herhangi bir ABD politikasını veya istihbarat gündemini
ileri taşımak için tasarlanmış değildir. “Gerçekte ne demeye çalıştığımı”
çözmeye çalışmayın; gizli gündemler falan yok. Gizli bir kanaldan ABD
politikasına yardım etmek için yazıyor değilim.’’[10]
Her ne kadar ‘ABD
politikasına yardım için yazıyor’ olmadığını söylese ve Kitabını da RAND yayını olarak çıkarmasa da, ABD’nin gayri resmi kuruluşu ‘Birleşik Devletler Barış Enstitüsü’ için yazmış olması da
aynı kapıya çıkar.
Stratejik ve Uluslararası
Araştırmalar Merkezi’nde Danışmanlık görevi de olan ünlü ABD stratejisti-politika yapıcı Z. Brzezinski ve Orta-Doğu ve Avrupa uzmanı lan Lesser’in kitabın tanıtımına ilişkin
düşünceleri:
Brzezinski, ‘‘Avrupa
tarafından reddedilen bir Türkiye, Orta Doğu problemini Avrupa’ya taşıyacaktır,
Fuller’ın söz konusu ikilem bağlamında yaptığı bu isabetli analiz, gerçekten
büyük, hatta acil jeopolitik öneme haiz” [11]
lan Lesser, “Tam
zamanında ve canlı bir şekilde devreye girmek suretiyle, Graham Fuller’ın son
kitabı Türkiye ve Türkiye’nin dünyadaki rolü konusundaki tartışmalara değerli
bir katkı sağlıyor. Türkiye’den ve bölgede yapılan bir dizi röportajdan yola
çıkan eser, Türk dış politikası konusundaki başka eserlerde bulunmayan bir
tarzla, son olaylar ve gelişmeleri yorumluyor. Yeni Türkiye’yi ve onun
başkaları için ne anlam ifade ettiğini anlamak isteyenler için çok önemli bir
eser” [12] şeklindedir.
Graham Fuller, Özal’ın
iktidarı döneminde, özellikle Birinci Körfez Savaşı’nda Özal’ın, dolayısıyla da
ABD’nin Türk dış politikasında karşılaştığı zorlukları yakından bilir. Aynı
şekilde Özal’ın ölümü sonrasında ardı ardına gelen tüm koalisyon hükümetlerinin
de dış politikalarında, başta ABD’nin Irak’a ‘Uçuşa Yasak Bölge’ politikası
olmak üzere aldığı eleştirel tutumu da bilir. Bu dönemdeki Türkiye’nin izlediği
tüm dış politikaları eleştirir. Buna karşın -2007 yılında yazdığı- kitabında
AKP’nin iktidarının Türkiye dış politikasını olumlu bulur. AKP ile birlikte
Türk dış politikasının yeniden olumlu bir istikamete yöneldiğini vurgular.
‘‘… anahtar iddialarından biri, modern Türkiye
Cumhuriyeti’nin — Orta Doğu ve Avrasya’dan uzun bir anormal izole olma
döneminden sonra— bugün artık yeniden Orta Doğu siyasetinin bir parçası haline
gelme sürecinde olduğudur. Bu süreç, Türkiye’nin dünyadaki yeni jeopolitik
konumuna ilişkin genişleyen vizyonuyla bağlantılıdır. Dolayısıyla, Batı’nın son
yarım asırda kendisinden gayet memnun olduğu Türkiye, şimdi yeniden dönmekte
olduğu uzun dönemli rotadan geçici bir jeopolitik sapmayı temsil etmektedir.’’ [13]
‘‘Bu kitapta, Türkiye’nin dış politikada bağımsızlığa
yönelik yeni arayışının — ABD için ne kadar durumu karmaşıklaştırıcı veya
rahatsız edici olursa olsun— eninde sonunda Türkiye’nin, Orta Doğu’nun, hatta
Batı’nın çıkarlarına daha iyi hizmet edeceği ileri sürülmektedir. Önümüzdeki on
yıllık dönemde Türkiye — modern tarihinde ilk defa— Orta Doğu siyasetinde
önemli bir oyuncu haline gelecektir. Türkiye’nin evrilmekte olan kendi
kimliğine yönelik algısı ve Müslüman dünyadaki tarihi rolünün daha fazla
farkına varması … bölgede bir uçtan diğerine uzanan otoriteryen rejimler,
liderlik ve meşruiyet konusunda derinleşen krizlere doğru sürüklendikçe ve
eninde sonunda çöktükçe Türkiye’nin rolü çok daha önemli hale gelecektir.’’ [14]
Laiklikten uzaklaşan ve İslami özellikleri öne çıkan
‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu’daki dış politikasının kime hizmet
edeceğini Fuller
net olarak ortaya koyar. Nitekim içinde yaşadığımız bu dönemde RTE’nın
“bağımsızlığa yönelik arayışının” gerçekte kime hizmet edeceğini Fuller daha o
zamandan öngörür.
Fuller
bu kitabını, ABD ve AB’nin AKP iktidarını ekonomik-politik olarak
desteklendiği, Orta Doğu’nun Müslüman ülkelerine ‘model ülke’ olarak örnek
gösterdiği bir dönemde yazar. Fuller, AKP’nin iç politikada ekonomik ve
yönetsel reformlara, dış politikada da Orta Doğu’ya yönelerek neoliberal
ekonomi politikalarına mesafeli duran milliyetçi-otoriter Arap rejimlerini
Batı’nın istediği reformlara ikna etmeye çalıştığı dönemde Türkiye’nin
gidişatından son derece hoşnuttur:
‘‘Türk dış politikasını takip ettiğim uzun yıllar
boyunca, genel olarak Türkiye’nin hemen hemen her komşusu ile ilişkileri
kötüydü. Aslında böyle olması gerekmiyordu. Oysa bugün Türkiye oldukça akıllı
biçimde hemen her komşusuyla iyi ilişkiler kurmuş durumdadır.’’ [15]
Fuller kitabında dile getirdiği ‘tarih
tezleri’ siyasi çevreleri etkilemiş, ABD’nin Yeni Dünya Düzeni planı ile uyumlu
bir Türkiye dış politikası oluşumuna önemli katkılar sağlamıştır. Fuller,
tarihi revize ederek oluşturduğu ‘tarih tezleri’ ile başta liberaller olmak
üzere bazı sol, Kürt ve siyasi İslamcı çevreleri etkilemeyi başarmıştır. Bu
kesimlerin, Kemalizm’in olumlu özelliklerine karşı yürüttükleri çarpıtma ve
karalamalarda kullandıkları tarihsel bakış açıları bu kitapta dile getirilen
‘tarih tezleri’ yle büyük uyumluluk göstermektedir. Bu çevreler, televizyon
tartışma programları, yazılı medya aracılığıyla bu tezlerin geniş toplumsal
kesimlerin yanı sıra kendi tabanlarına da ulaşmasını sağlamışlardır.
Geçmişte Kemalizmin antiemperyalist
bağımsızlıkçı egemenlik anlayışına sahip çıkan sol kesimlerin, aydınların ve
demokratların büyük bir kısmının demokrasi, insan hakları, inanç özgürlüğü vb.
kavramlarının peşine takılarak karşı hegemonyanın etkisi altına girmesi ve daha
önceleri sahip çıktıkları Kemalizmin antiemperyalist, bağımsızlık, egemenlik
anlayışından uzaklaşmaları bu ‘tarih tezleri’ nin toplumda güç kazanmasına yol
açmıştır. Bu tartışmada karşı cenahta yer alan ana akım Atatürkçüler ise
doğmatik tarih anlayışları ile revize edilmiş tarih anlayışına karşı
koyamamışlar, hatta bu tezlere tersten güç katmışlardır.
Bu tarihsel yaklaşımın dış
politikaya tahvili ile 2014’e geldiğinde, Türkiye hemen hemen tüm komşuları ile
ilişkileri bozulmuş, dış politikada ‘değerli yalnızlık’ içine girmiştir.
Dolayısıyla Graham
Fuller’in 2007’de
kitabında dile getirdiği (yüzeysel tarih bilgisine sahip kişiler için) etkili
ve ikna edici yaklaşımların yaldızları dökülmüş, etkisi eski gücü kalmasa da
halen varlığını sürdürmektedir.
Haluk Başçıl,
22.12.2014
anafikir.com.tr
[10] Yeni Türkiye
Cumhuriyeti: Yükselen Bölgesel Aktör, Graham E. Fuller, Timaş Yayınları 2011,
Türkçe çevirisine Önsöz, s 19
[13] Yeni Türkiye
Cumhuriyeti: Yükselen Bölgesel Aktör, Graham E. Fuller,Timaş Yayınları, 2011, s
37
[14] Yeni Türkiye
Cumhuriyeti: Yükselen Bölgesel Aktör, Graham E. Fuller,Timaş Yayınları, 2011, s
32
[15] Yeni Türkiye
Cumhuriyeti: Yükselen Bölgesel Aktör, Graham E. Fuller,Timaş Yayınları, 2011, s
18