24 Nisan 2014 Perşembe

Avrupacılık ve soykırım yalanı

 
Soykırım yalanı hiçbir uluslararası mahkeme tarafından kabul edilmediği gibi, AİHM'nin 'Perinçek-İsviçre' kararında belirttiği üzere 'soykırım' ifadesinin kullanılması için gereken hukuki temel oluşturulamamıştır.
 
Avrupacılık, Avrupa'nın sadece sınıf mücadelesini, bilimsel ilerlemesini ve kültürel fetihlerini benimsemeyi öngören bir fikir değildir.
 
Avrupacılık, bilhassa Avrupa'da, Avrupa'nın siyasi ve toplumsal varlığını ön planda tutan, diğer dünyanın gerçekliğinden uzak bir gaflettir ve bizdeki yansıması, daha alçak mertebede taklitçiliğe ve bilinç mevcudiyetinde işbirlikçiliğe tekabül etmektedir.
 
Bu retorik, sözde soykırım hususunda da Avrupa sınırlarını aşarak Türkiye'de akademik çevreleri ele geçirmeye çalışmış ve varlığını koloniciliğe borçlu olan bir medeniyetin kanlı dayatmalarını "ademi merkeziyetçilik" adı altında topluma aşılamaya çalışacak kadar pervasız özneler tarafından kullanılmıştır.
 
Ne var ki Avrupa'nın hukuk alanındaki kazanımları, sınıf mücadelesindeki kazanımları gibi hâkim siyasi zümreyi gafil avlamış ve ifade özgürlüğü, sermaye diktatörlüğünün kültürel hegemonyasını belli alanlarda yenilgiye uğratabilmiştir.
 
Mutlakiyet ve ötesi
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) "Perinçek-İsviçre" davasındaki kararı bu yenilgilerin sonuncusu olmakla birlikte, Türk ulusunun tarihsel bir yalan karşısında yıllardır yürüttüğü mücadelenin hukuki meşruiyetini tanımış ve mevzubahis mücadelenin Avrupa'da akademik tartışma platformlarına taşınmasının önünü açmıştır. AİHM'nin "Perinçek-İsviçre" davasında verdiği karar ve soykırım yalanına karşı mücadelenin geleceği, tam olarak bu hukuki ve tarihsel çerçevede incelenmelidir. Ben de söz konusu çerçeveyi sunduğum araçlarla özetlemeye çalışacağım.
 
Soykırım yalanı ile mücadelede öncelikle bilinmesi gereken verilerden biri, yalanın emperyalist niteliğinden ötürü sermaye merkezlerinde "tartışılmaz bir gerçek" olarak değerlendirilmesidir.
 
Bu değerlendirme, sadece soykırım yalanına özgü değildir; zira Avrupa'da hâkim siyasi zümre, halklarına "Avrupa'nın değerlerinin üstünlüğünün mutlak olduğu" fikrini erken kolonicilik döneminden beri aşılamaktadır. Öyle ki, Saint-Simon ve Augustin Thierry gibi ütopik sosyalistler dahi bu fikirden etkilenmiş ve "birleşik, federe bir Avrupa birliği" üzerine çeşitli tezler yazmışlardır (De la réorganisation de la société européenne, 1814). Bir kuşak sonra, büyük yazar Victor Hugo da "Avrupa Birleşik Devletleri" hayalini kurmaktan geri kalmamış ve bu devletin "İnsanlığın yansıması" olup "mutlak barış" getireceğini ifade etmiştir (Discours à l'occasion du Congrès international de la paix de Paris, 1849).
 
Görüldüğü üzere, Avrupa'nın "damarlarına işlemiş" olan bu fikir, siyaset malzemesi haline getirilmek için her zaman uygun olmuştur. Basit ve güncel bir örnek verecek olursak, Avrupalı siyasetçilerin Kiev'deki faşist darbeyi "demokratik devrim" olarak yansıtması, "Avrupa'nın değerlerini savunanlar" sokağa dökülünce daha kolay olmuş ve Slavojek Zizek gibi birçok Avrupalı "sol aydın", Yahudi ve Rus azınlıklara karşı işlenen suçlara rağmen darbe şakşakçılığı yapmaktan çekinmemiştir.
 
Dogmatik yaklaşım ve yalanın yayılması
Söz konusu ilkel ve dogmatik yaklaşım, soykırım yalanının nasıl yayıldığı hususuna da ışık tutmaktadır. 1. Dünya Savaşı'nda, döktükleri kanı meşrulaştırma arayışında olan İtilaf Devletleri'nin Osmanlı Devleti sınırları içinde "Ermenilere zulmedildiği" yönündeki bildirisinden (1915) "İtilaf Devletleri'nin diplomatik işlerini yürüten" ABD İstanbul Büyükelçisi Henry Morgenthau'nun "aldığı duyumlar üzerine" ABD Senatosu ve Dışişleri'ne yolladığı raporlara kadar nesnellikten uzak kaynaklar Avrupa kamuoyunun "önde gelenleri" tarafından kutsanınca yıllar süren endoktrinasyon sonucu "mutlak doğru" konumuna getirilmiştir.
 
Ne var ki bu durum, kaynakların zayıflığını ve küresel temelde bir görüş birliği olmadığı gerçeğini örtememiş ve soykırım yalanı, küresel çapta bağlayıcı karar verme yetkisine sahip hiçbir uluslararası mahkeme tarafından kabul edilmediği gibi AİHM'nin "Perinçek-İsviçre" kararında belirttiği üzere "hukuki bir kavrama tekabül eden 'soykırım' ifadesi"nin kullanılması için gereken hukuki temel oluşturulamamıştır.
 
Bir başka deyişle; AİHM'nin "Perinçek-İsviçre" davasında verdiği karar, Avrupa'nın hukuk alanında ve işçi hakları konusundaki ilerlemeleri gibi, etkili bir mücadele sonucu hâkim siyasi zümrenin işine gelmeyen sonuçlar doğurmuş ve "serbest pazar ekonomisi" miti gibi "soykırım" miti de fiilen "mutlak" niteliğini kaybetmiştir.
 
Şovenizm ve dogmatizmle mücadelede AİHM zaferinin önemi
Bir kripto-şovenist düşünce olarak Avrupacılığın "mutlak" bilgileri, epistemolojinin doğası gereği somut olan gerçekliğe yenik düşmektedir.
 
Bu "bilgiler"den biri olan soykırım yalanı da AİHM zaferi ile birlikte yenilmiş; fakat henüz uluslararası kamuoyu nazarında tamamen yıkılmamıştır. Bununla birlikte, söz konusu tabuyu yıkmak amacıyla yürüteceğimiz bilimsel tartışmaların önü AİHM zaferiyle birlikte açılmıştır. Bundan sonraki süreçte, özellikle Avrupa'da, soykırım yalanı hakkındaki gerçekler her platformda tartışılmalıdır. Sürecin gidişatı ve edinilebilecek siyasi sonuçlar, bu tartışmaların etkinliğine bağlıdır.
 
AYDINLIK / Aytekin Kaan Kurtul /24.04.2014