18 Nisan 2014 Cuma

ÖZDEMİR İNCE/ Scaramouche: Erkeksen dışarı gel!

Başbakan R.T. Erdoğan, önüne gelene “Sıkıysa siyasete gir!” meydan okumasıyla ünlüdür. Kendisine ve klanına “Siyaseti bırak, sıkıysa ticarete gir, hem siyaset hem ticaret olmaz!” denilmiştir ama o başka. Başbakan, her şeyi kendisine en uygun koşullarda yapar.
 
 
“Scaramouche’la R.T. Erdoğan’ın ne ilgisi var” diye soracaksınız. Anlatayım:
 
***
Scaramouche, İtalyan Commedia dell’arte tiyatrosunun (bizim ortaoyunu gibi) bir soytarı tipidir. Bunu aklımızda tutalım.
 
Scaramouche, Rafael Sabatini’nin 1921 yılında yayımlanan romanının adıdır.
 
İki kez filmi yapıldı. 1952 yılında yapılan, George Sidney’in yönettiği, Stewart Granger, Eleanor Parker, Janet Leigh ve Mel Ferrer’in önemli rolleri paylaştığı çevrimini 1955-56 yıllarında görmüştüm.
 
***
Uzatmayalım: Filmin öyküsünü internette aradım. Sadece İngilizce öykü var. O da, içine Kraliçe Marie Antoinette’in karıştığı saray kumpaslarıyla ilgili. Oysa filmden aklımda kalan şu: Fransız Devrimi’nden önceki günler. Meclis’te iki parti vardır. Soyluların partisinin bir silahşör üyesi vardır Meclis’te. Burjuva partisinin ileri gelenlerini, bir punduna getirip düelloya davet eder ve işini bitirir. Burjuva partisi çaresizdir. Sonunda, iyi bir silahşor bulurlar. Bir soylunun gayri meşru oğludur. Adamı Scaramouche kılığına sokarlar ve ortaya salarlar.
 
Filmin sonunda Scaramouche rolündeki Stewart Granger, Marquis de Maynes rolündeki Mel Ferrer’i öldürür ve film mutlu son ile “The End” olur.
 
Filmde ister Mel Ferrer, ister Steward Granger olsun, rakiplerinin yüzüne mendillerini fırlatıp, onları şafak vakti kilisenin arkasındaki ormana davet ederler.
 
***
Başbakan da tıpkı Marquis de Maynes’ın, yasaların ve adaletin uygulanmasını talep eden Meclis üyelerini düelloya davet etmesi gibi, iş ve görevini yapan insanları siyasete atılmaya davet ediyor. Yani düelloya davet ediyor. Ama her an karşısına bir Scaramouche çıkacağından haberi yok.
 
Kimleri düelloya davet etmiyor ki?.. Gazetecileri, TÜSİAD yöneticilerini; Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Sayıştay ve HSYK üyelerini siyasete davet ediyor.
 
Bir zamanlar generalleri düelloya davet ederdi.
 
Başbakan’a göre: Görevle ilgili işlerinde kendisinin istediği kararı vermeyenler, işlerine muhalif siyaseti karıştırmakta ve siyaset yapmaktadırlar. O halde cüppelerini çıkartıp siyaset denize girmelidirler.
 
Böyle bir ölçüsüz tepkiye karşı aynı türden tepki göstermek de mümkündür. “Sana ne be, keyfimin kâhyası mısın?!” denilebilir. Ama karşıdaki, demokrasiden habersiz olsa bile yasalar tarafından korunan bir başbakandır.
 
Üstelik, sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada (olumsuz anlamda) eşi benzeri olmayan bir başbakandır.
 
***
Bir Marquis de Maynes olarak, Cumhuriyet rejiminin temel direği olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesini kesinlikle tanımamakta ve “Canım aramızda ayrılık gayrılık mı var” diyerek yasama (TBMM), yürütme (Hükümet) ve yargı erkini (Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Sayıştay ve her kademede öteki mahkemeler) tek elde toplamak istemektedir. O tek el de kuşkusuz kendi elidir.
 
Kendin pişir, kendin ye! Afiyet şeker olsun, lop lop et olsun ağam!
 
Marquis de Maynes böyle bir şey yapabilirdi; çünkü kendini bağlayacak bir anayasa ya da düelloyu yasaklayan bir yasa yoktu. Meclis’te yapılması gereken tartışmayı kilisenin arkasındaki ormanda kılıcının ucuyla hallediyordu.
 
Ama, hoşunuza gitsin gitmesin, iş şimdi öyle değil ağalar ve beyler. 1982’de halkın %92 oyunu almış iyi-kötü bir anayasa var.
 
***
“Kuvvetler ayrılığı, devlet organları olan yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden ayrılmış oldukları bir devlet yönetim modelidir. Devletin her biri birbirinden ayrı ve bağımsız güçlerdeki kol ve sorumluluk alanlarına ayrıldığı ve böylece her bir güç ve kolun bir diğeri ile güç ve sorumluluk alanları bakımından bir çatışma yaşamadıkları bu model ilk olarak antik Yunan ve Roma’da geliştirildi.
 
Kuvvetler ayrılığı sistemi; yasama, yürütme ve yargı olarak tanımlanan kuvvetlerin değişik yollardan göreve gelen ve aralarında fren ve denge mekanizması bulunan farklı organlara verilmesi olarak tanımlanmıştır.
 
Devletin yasama ve yargı dışındaki faaliyetleri yürütme işlevidir.
 
Yasama kural koymak; genel, sürekli, objektif, kişisel olmayan işlemler yapabilmektir.
 
Yargı; yasama ve yürütme organından ‘bağımsız mahkemelerce görevlerin yerine getirilmesini ifade etmektedir. Yargıçların bağımsızlığı ise yasama ve yürütme organlarına bağlı olmadan Anayasaya ve hukuka uygun olarak vicdani kanılarına göre hüküm vermelerini amaçlar.” (Kaynak: İnternet)
 
***
Yasama, Yürütme ve Yargı arasında bir sıralama ve güç üstünlüğü yok sanılır. Oysa kim denetlerse, kim yargılarsa üstün odur.
 
Bu üçlü ilişki arasında bir “Primus inter pares” (eşitler arasında birinci) ilişkisi vardır. Hıristiyanlığın en önemli kiliseleri, Roma, İstanbul, Kudüs, Antakya ve İskenderiye kiliseleri geleneğe göre birbirine eşittir ama Papa’nın başında bulunduğu Roma Vatikan Kilisesi, birbirine eşit dört kilise arasında “primus inter pares”, dolayısıyla birincidir.
 
***
Kuvvetler ayrılığı sisteminde de durum böyledir:
 
TBMM’nin çıkardığı yasaların Anayasa’ya uygunluğunu Anayasa Mahkemesi denetler.
 
Hükümetin her türlü işlemini Danıştay denetler. Hükümetin ve idarenin harcamalarını, akçeli işlerini Sayıştay denetler.
 
Yargı’nın işlerini de gene yargı, yani Yargıtay ve HSYK denetler.
 
Ama Yargı’nın kararlarını ne TBMM (Yasama) ne de Hükümet (Yürütme) denetleyebilir.
O halde kuvvetler ayrılığı bilmecesinde patron, yargıdır.
 
Anayasa’da Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu yazmaktadır. Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Yasama ve Yürütme devleti olduğunu yazmamaktadır.
 
Başbakan bu ilişkiyi kabul etmediği için önüne gelene “Erkeksen dışarı gel!” demektedir.
 
AYDINLIK; 18.04.2014