Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Fis köyünde, 1978’de kurulan PKK, 12 Eylül darbesine kadar bölgede “Apocular” adı altında faaliyet yürüttü... Öcalan işte bu dönemde Antep-Urfa-Diyarbakır hattında hem “hareket”i örgütlüyor hem de “Kürdistan” düşünü anlatmaya çalışıyordu...
Örgüt o yıllarda hem Ülkücü kesime yönelik saldırılar, hem bölgedeki toprak ağalarına karşı eylemler hem de kendi içindeki fraksiyon kavgalarıyla gündeme geldi... Artık gazetelerde, “Apocular”ın saldırı haberlerinden geçilmiyordu...
Güneydoğu’da “ayrılıkçı” şiddetin tohumlarını atan “Apocular” bir dönem öylesine palazlandılar ki, artık kendileri dışındaki sol örgütlere yaşam hakkı da tanımıyorlardı... Türk solunun çok sayıda önderi de işte o zamanlarda PKK saldırılarına hedef oldu... “Apocular”ın 1977-1980 yılları arasındaki eylemleri saldırı- suikast-çatışma üçgeninde sürdü... Bunlara ne kadar “şehir savaşı” denilir bilinmez ama örgütün lider kadrosu Suriye ve Avrupa ülkelerine kaçana kadar, PKK kent-kırsal arasında şiddeti dayatarak ayakta durmaya çalıştı...
Terör örgütü, Suriye’nin Bekaa Vadisi’nde 4 yıl içerisinde iyice büyümeye başladı... Örgüt, cezaevlerinde başlattığı açlık grevlerinin ilk kayıplarından olan Mahzun Korkmaz’ın adının verildiği Bekaa’daki kampta, yalnızca siyasi ve askeri eğitim yürütmedi, aynı zamanda “kırsalda savaş”ın nasıl yapılacağını da öğretti...
Dönemin Suriye yönetimi ise örgütü yalnızca görmezden gelmedi, aynı zamanda destekledi ve 400 kadar militanı olan PKK’yı 15 Ağustos 1984’te, Türkiye’deki iki ilçeye baskın düzenleyene kadar ayakta tuttu...
Örgüt, “uzun süreli halk savaşı” stratejisini de o sırada yaşama geçirdi...
Şiddeti büyüten gaflet!..
PKK, 1984’teki Eruh ve Şemdinli baskınlarının ardından Kuzey Irak dağlarını tamamen üs olarak seçti.... Kandil Dağı’nda karargah kuran örgüt, Bekaa Vadisi’nden gelen talimatlarla kanlı eylemler yaptı ve 30 yıl boyunca da “şiddeti dayatarak kazanım” elde etmeye çalıştı.
İşte ayrılıkçı terörün yalnızca huzuru değil, ekonomiyi de milyarlarca dolar zarar yaratarak hırpaladığı bu dönemde, Türk Ordusu PKK’yı en az 6 kez bitme noktasına getirdi...
Örgüt, 30 yıl içinde 40 binden fazla militanını yitirdi... Ve tabi ki teröristlerin saldırıları ve köy baskınlarında binlerce Kürt yurttaş yaşamını yitirirken, devlet de 10 binden fazla kayıp verdi...
PKK’nın, 1991 yılından itibaren önce HEP-DEP-ÖZDEP, ardından BDP ve son olarak “HDP” adıyla siyasallaşmasının ardından, iç ve dış lobi faaliyetleri örgütü devletle masaya oturacak güce bile ulaştırdı...
PKK’nın tükenme noktasına sürüklendiği son 5 yıldaki sinsi çabalar sırasında da Abdullah Öcalan bir anda devletle pazarlık yapabilen bir figür haline getirildi... 2012’den itibaren “çözüm” iddiasıyla yoğunlaştırılan “açılım” planı ise örgütü yalnızca siyasal açıdan değil, askeri olarak da büyüttü...
Tükenişten ‘intifada’ya!..
PKK, AKP- İmralı arasında yürütülen “diyalog” çabaları sırasında askeri olarak da “20 bin kadar” militanının olduğu 1990’lardaki en güçlü dönemine kadar yükseldi...
Devletin, daha doğrusu son 5 yılda, PKK konusunda adeta ne yapacağını şaşıran AKP gafletinin sonuçları da tehlikeli biçimde ortaya çıkmaya başladı.
Çünkü MİT yetkililerinin Oslo görüşmelerinde, PKK yöneticisi Sabri Ok’a, “şehirlere patlayıcı yığdığınızı biliyoruz” şeklindeki uyarısının blöf olmadığı anlaşıldı...
Ve örgüt, Kandil’in siyasal kanadı HDP’nin barajı aşarak güçlü bir yapıda, TBMM’de yer tutmasının ardından yeniden “şiddeti dayatarak kazanım” elde etme stratejisine yöneldi...
PKK’nın, Urfa gibi kentlerde polisleri evlerinde yatarken şehit etmesiyle birlikte, örgüt sıkıştığı her dönemde dayattığı “eylemsizlik” kararını da hiçe saymış oldu...
Terör örgütünün kent eylemleri Doğu’daki 13 ilçede başlatılan “özyönetim” işgaliyle doruğa çıkarken, hükümete yakın Sabah gazetesi, “PKK şehirlere 20 bin silah yığdı” manşetiyle, Kandil’in kentlerde “başkaldırı”yı hızlandırdığını duyurdu...
Bu manşet yalnızca devletin “açılım” sırasındaki gafletini değil, örgütün 1980 öncesindeki cılız kent eylemlerini “şehir savaşı”na döndürdüğünü de deşifre etmiş oldu...
Suriye’den kendini vurmak!..
Bu arada, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) dünden itibaren, Cizre, Dargeçti ve Nusaybin gibi ilçe merkezlerinde operasyonlara başlaması, yalnızca 12 Eylül sonrasındaki görüntüleri anımsatmadı, PKK’nın “açılım” gafleti nedeniyle nasıl palazlanmış olduğunu da gözler önünde serdi...
Diyarbakır’ın Sur ilçesinde neredeyse 20 gündür polis operasyonlarıyla çözülemeyen PKK yapısına karşı askerin de kullanılmaya başlanması, örgütün 30 yıldır dayattığı terörde, eski mevzisine geri döndüğünü de gösterdi...
Evet, bir zamanlar “Apocular”ın kaçak olarak barınmaya çalıştığı Diyarbakır gibi kentlerin tam da ortasında, PKK artık “şehir savaşı” adı altında işgal ve başkaldırı eylemleri bile yapabiliyor!..
Bu arada tarihin bir garip rastlantısı da 30 yıl sonra kendiliğinden dışa vuruyor!..
Düşünsenize; 1980-1984 arasında, Suriye’nin Bekaa Vadisi’ndeki kamplarda “kır savaşı”nı öğrenen PKK, 2012 yılından itibaren yine Suriye’de “şehir savaşını” öğrenerek Türkiye Cumhuriyeti’nin karşısına dikildi...
İşte bu şaşırtıcı ve bir o kadar da düşündürücü “rastlantı”, “Diyarbakır Kobani olur mu” diyenlere de paradoks içeren bir yanıt vermiş oldu...
Merak etmeyiniz; 300 bin kişinin PKK’ya ve eylemlere isyan ederek bölgeden kaçması da gösteriyor ki, Diyarbakır Kobani olmaz, olamaz!..
Olan tek şeyin kökeninde de AKP iktidarının gafleti var; Evet, Kobani kuşatması, Diyarbakır’daki “işgal” ve şiddet için PKK’ya çok vahim bir “deneyim” kazandırdı!.. Bu da hiç kuşkunuz olmasın, ABD’ye yaranmak için Suriye kaosunu tetikleyen Türkiye’nin, adeta kendi kendini vurmuş olduğunu kanıtladı!..
Mehmet FARAÇ / Aydınlık / 17.12.2015