TÜRKİYE’DE KİMLİK SİYASETİ ve
SOL
Kimlik siyasetinin Türkiye seyrine
bakıldığında iki düzlem görülür. Birincisi etnik ve mezhep kimliği temelinde yapılan siyasetlerdir. Bunlar 1960’larda merkez sağdan ayrılarak kendi bağımsız siyasi
kulvarlarını oluşturmuş olan Türkçü ve İslamcı partilerdir. Kısa
bir süreliğine Alevilik temelinde siyaset yapan partiler de olmuş,
fakat varlıklarını sürdürememişlerdir. Neoliberal ideolojik hegemonya öncesinde, kimlik
siyasetleri de demokratik müzakerenin gereklerine uygun sosyo-ekonomik çözümler
üretmek zorunda kalıyorlardı. 1970’lerin sonlarına kadar gerek MSP’de
gerekse MHP’de kalkınmacılık söylemi egemen
durumdaydı. Sosyal adalet vurguları ve toplumsal bütünleşme ihtiyacına yönelik
bir farkındalık gözlenmekteydi.
Batıda ortaya çıkan yeni toplumsal hareketlerin,
Türkiye’de benzer bir siyasi etkiye ve toplumsal desteğe ulaşamadığı
görülmektedir. Bunun başlıca
nedenleri, sınıf temelli siyasetin Türkiye’nin somut
ihtiyaçlarına cevap vermeyi sürdürmesi ve işçi sınıfının burjuvazinin ideolojik hegemonyasına batıdaki kadar
girmemiş olmasıdır. Bir başka deyişle, özellikle 1960’lardan sonra
Türkiye işçi sınıfı hem nicel hem de nitel açıdan, daha iyi bir gelecek
umutlarını beslemeye izin veren bir dinamizmi korumuştur. Bu nedenle Türk aydınları, batıdaki
muadilleri gibi kendilerine işçi sınıfı dışında bir yeni devrimci özne arayışı ihtiyacı
hissetmemişlerdir.
12 Mart 1971
darbesinden sonra sol akımlar içinde yenilgi
psikolojisinin etkileri görüldü. 1980’e kadar geçen süreyi genel bir parçalanma
eğilimi içinde yaşayan Türkiye sosyalist akımı, etnik temelde de ayrıştı. Kürt kökenli devrimciler arasında etnik ve bölgesel
temelde örgütlenme ve kendilerini “Türk
solu” olarak niteledikleri kesimlerden ayrı tutma eğilimi ortaya çıktı.
Böylece Türkiye’de kimlik
siyaseti sağın ardından Kürt etnisitesi
üzerinden soldan da beslenmeye başladı.
Kürt
kimlik siyaseti’nin
Türkiye’deki en önemli ideologlarının başında İsmail Beşikçi gelmektedir. Beşikçi’nin çalışmaları Kürtler karşısında sınıfsal ayrım
gözetmeksizin bütün Türkleri “emperyalist”
ilan eden ve ABD emperyalizmi’ni
görmezden gelen bir toptancılık içerir. Beşikçi’ye göre,
Kürdistan dört emperyalist ülke (Türkiye, İran, Irak, Suriye) arasında
paylaşılmış devletlerarası bir sömürgedir. Hatta sömürge bile değildir.
Kimliksizleştirilmiş bir ulustur. Tarihte Kürtlere bir devlet kurmayı öngördüğü
için Sevr Anlaşması ileri, Lozan
türünden anlaşmalar gerici konumdadır. Çünkü Lozan, emperyalist Türkiye’nin Kürtler üzerindeki sömürüsünü
meşrulaştırmıştır. İsmail Beşikçi’nin Kürtlüğe bakışı,
etnik aidiyet düzeyindedir. O, sözleşmeye dayalı ulus anlayışına son derece
yabancı bir etnisist konumdan konuşmaktadır. Bir insanın aidiyetinin ancak
doğumla belirlenen etnik grubuna olabileceğini esas alır. Buradan hareketle
Kürt kökenli olan ama Türk olduğunu söyleyen ya da Kürtlüğünü birincil kimlik
olarak sunmayan kimseleri “hain” olarak
değerlendirir. Kürt asıllı Türkler köleleşmişlerdir.
Türkiye’de sosyalist hareket her zaman Kürt sorununa ilgi gösterdiği ve
halkların demokratik eşit birliği temelinde bir çözümün parçası olduğu halde, İsmail
Beşikçi, ısrarla sosyalist
akımları “Türk etnisitesi”ne ait
akımlar olarak algılamaktadır. Bu etnik indirgemeci
bakış açısının bir sonucu olarak, Beşikçi’ye göre, gerçek uluslara göre değişmektedir. Örneğin Lozan, Atatürk ya da TKP kurucularından
Şefik Hüsnü’nün Türkler ve Kürtler
için anlam ve değeri farklı farklı olacaktır. Hayatın maddi gerçeğinin uluslara
göre farklı olduğu kabul edildiği zaman, ortak değerler etrafında birleşen ve
bütünleşen halkların uluslaşması hem imkansız hem de kaçınılması gereken bir
durum haline gelir.
Sömürge
Kürdistan tezinin kaçınılmaz sonucu, PKK’nın temel
hedefinin ABD emperyalizmi değil, “bölge
ülkelerinin emperyalizmi” olmasıdır. Bu bakış
açısındaki kuramsal ve metodolojik yanlışları uzun uzadıya ele almak bu yazının
kapsamını aşıyor. Ancak Kürt kimlik siyasetine
yöneltilecek emperyalizmin tarihsel ortaya çıkış ve işleyiş dinamiklerini
görmezden gelmek, dünyadaki devletlerin güç kapasiteleri arasında hiçbir ayrım
yapmamak, Türkiye’nin emperyalizme karşı verdiği iki yüz yıllık mücadeleyi
anlamamak ya da benzeri türden kuramsal eleştirilerin somut bir sonuç
vermesinin imkansız olduğu anlaşılmalıdır. Çünkü kimlik siyasetinde hareket
noktası kimliğin kendini dayatmasıdır. Yani kuram, pratikten çıkmamaktadır.
Aksine önce kimlik merkezli kuram icat edilmekte, ardından kitabi olan bilgiye
uygun bir “gerçek” imal edilmektedir. Kitaba uymayan gerçekler ise ya görmezden
gelinir ya da bir komplo döngüsü içinde algılanır. Şüphesiz bu
durum PKK terörünün sol bir bakış açısından bakılarak meşru savaş olarak
görülmesine engeldir. Marksizm’e göre
savaş siyasetin bir uzantısıdır. Ancak bu somut koşullardan bağımsız genel
geçer bir kanun değildir. Savaşın terörden ayrılması ve meşru olarak
görülebilmesi, emperyalizme karşı, ezilenlerden yana ve birleştirici olmasına
bağlıdır. Oysa PKK’nın silahlı eylemi, emperyalizmin sömürüsü altındaki
ülkelere yöneldiği yetmiyormuş gibi, “düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesi
uyarınca, Amerikan emperyalizmi ile işbirliği yapmaktadır. İkinci olarak, etnik
örgütlenme, etnik taassuba yol açmaktadır. PKK’nın etnik temelde örgütlenmesi,
silahlı mücadeleyi bir etnik grup adına yapması, kaçınılmaz olarak silahın
hedefine “düşman” olarak diğer etnik grubun konmasına neden olmaktadır. PKK’nın
sadece Türk olduğu için katlettiği öğretmenler, köylüler ve sıradan insanlar bu
etnik taassubun kurbanlarıdır. Bu durumun “sol” adına kabul edilebilir bir
tarafı yoktur.
Yrd.Doç. Atakan HATİPOĞLU
Adnan Menderes Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
BİLİM ve ÜTOPYA / Mayıs 2015 / Sayı:251
Yazının
ilk bölümü için bkz. (Kimlik Siyaseti)
Yazının
ikinci bölümü için bkz. (Kimlik Siyasetinin Temelleri: Yeni Toplumsal
Hareketler)
Yazının Üçüncü bölümü için bkz. (Neoliberalizm ve
Muhalefetin Yeniden Tasarlanması)
Yazının
Dördüncü bölümü için bkz. (Küreselleşme ve Azgelişmiş Ülkelerde Kimlik
Siyaseti)
Yazının Beşinci bölümü için bkz. (Kimliğin Bireysel,
Kolektif ve Ulusal Boyutları)
Yazının Altıncı bölümü için bkz. (Uluslaşma ve
Kolektif Kimlikler)
Yazının
Yedinci bölümü için bkz. (Kimlik Siyaseti ve Özgürlük)
Yazının
Sekizinci bölümü için bkz. (Kimlik Siyaseti ve Demokrasi)