SERMAYE HAYALİ, SAVAŞ GERÇEK
Satın aldığı ürünlerin karşılığını,
satıcılar tarafından hiç tahsil edilmeyecek çeklerle ödeyebilmek her
tüketicinin hayalidir. Faturalar, üstünde fantezi dolu şekiller bulunan
kağıtların üstüne atılan imzalarla ödenir, ama ödenmesi gereken meblağlar banka
hesabından asla tahsil edilmez. Bu anlatılanlar, her dileğin gerçekleşeceğinin
zannedildiği kapitalist bereketli topraklardan bir hikaye gibi mi duruyor ?
Hem evet hem de hayır. Kimileri için
gerçekleşmesi mümkün görülmeyen bu anlatılanlar, on yıllardır Birleşik
Devletler ekonomisinin içinde bulunduğu durumla bire bir benzeşmektedir. Birleşik Devletler, başka ülkelerden ithal
ettiği ürünlerin ödemesini, Birleşik Devletler Merkez Bankası “Federal Reserve”
tarafından kendi takdiri ölçüsünde basılan yeşil kağıtlarla yapmaktadır.
1971 yılında doların altın karşılığı basılması uygulamasına
son verilmesiyle beraber, reel ekonominin yakınından bile
geçemeyeceği oranda dolar basılmasına olanak sağlandı. 90’lı yılların
ortasında, ticaret işlemlerinde kullanılan ya da banka hesaplarında bulunan
dolar miktarı, dolar emisyon hacminin altıda birine denk gelmekteydi.
Teknoloji şirketlerinin hisselerinin değerlenmesi üzerinden yükselen
Yeni Ekonomi’nin çökmesi ve 11 Eylül
2001 saldırılarından sonra sorun şiddetlenerek devam etti. Sonraki dört yıl
boyunca, Amerikan
Merkez Bankası son 200 yıldır
piyasaya sürülen dolardan daha fazla miktarda parayı piyasaya sürdü. Birleşik Devletler,
2005 sonbaharında, emisyon
hacmindeki artışın istatistiğinin artık tutulmayacağını açıkladı. Kimse
gerçekte neler olup bittiğini açıkça görmemeliydi.
Ancak daha da dramatik olan gelişme Amerikan
Merkez Bankası kaynaklı olarak değil, Greenspan’in “yaratıcı
finansal ürünleri”nin yardımıyla reel ekonomide korkunç sonuçlar ortaya
çıkaran, ama tamamen sanal ortamda özel bankalar tarafından yaratılan para
miktarıydı. Amerikalı milyarder Warren Buffet bu gelişmeyle ilgili yaptığı bir
konuşmada “finansal kitle imha
silahları”ndan bahsediyordu: “Şu an için pek belli olmayan, ama öldürücü
olma potansiyeli taşıyan tehlikeleri saklıyorlar.”
Bunların en tipik örneği Greenspan döneminde yaygınlık kazanan kredi temerrüt riski kağıtlarıdır.
Bunlar başlangıçta, kredi verenlerin kendilerini kredilerin geri dönmemesi
durumuna karşı sigortaladıkları kağıtlardı. Bu kağıtlar, kredi verenler
tarafından bankalara satılabilir hale geldikten ve böylece bilançolarda yer
almamaya başladıktan sonra tehlike arz eder hale geldi. Daha iyi
pazarlayabilmek için kredi temerrüt riski kağıtları yatırım aracı olarak methedilir
oldu. Yani Kaliforniyalı ev sahiplerinin borçları sanki görünmez bir el
sayesinde iyi niyetli Alman emeklilerinin hesaplarına dönüşüverdi. Böylece
paranın çoğalmasını sağlayan devridaim makinesi bulunmuş gibi gözüküyordu.
Ancak hayatın gerçeği çok geçmeden kendini
hatırlattı: Paraya sıkışan borçluların sayısı artıp borçlular geri ödemelerini
yapamaz duruma düştüğünde, bu borçları sigortalayanlar, yani ellerinde kredi
temerrüt riski kağıtları tutan bankalar, firmalar ve özel kişilerin müdahale
etmesi gerekiyordu. Ancak bunlar her türlü kamusal banka denetiminin dışında
hareket ettikleri ve bu nedenle gerekli karşılıkları tutmadıkları için gelen
talepleri karşılayamadılar.
Kredi temerrüt riski kağıtları ve paranın diğer denetlenemeyen
şekilleri türev ürünler olarak
adlandırılmaktadır. Bu türev ürünlerin toplamı, Uluslararası Ödeme Bankası tarafından açıklanan verilere göre 2007 yılı sonunda astronomik bir değer
olan 596 trilyon
dolara ulaştı. Finans krizinin çıkmasından sonra denetimlerin
gerekliliği hakkında söylenen birçok söze rağmen 2008 yılının ilk yarısında Uluslararası Ödeme Bankası verilerine
göre türev ürünlerin toplam değeri 863 trilyon dolara ulaştı. Karşılaştırma için şu
örnek yararlı olacaktır: Bankaların 2007 yılı yaz aylarında patlayan Amerikan
gayrimenkul krizi nedeniyle 2008 yılı Ekim ayı sonuna kadar ayırmak zorunda
kaldıkları toplam amortisman tutarı 2.2 trilyon Avro düzeyindedir. Bu miktar,
her ne kadar çok yüksek bir rakam olarak kabul edilse de, türev ürünlerin yok
etme potansiyelinin sadece dörtte birine karşılık gelmektedir.
863 trilyon dolar,
bütün dünya ülkelerinin bir yıllık gayrisafi milli hasılalarının toplamının 17
katına eşittir. Bu miktarı biriktirebilmek için tüm dünyadaki sanayi ve hizmet
üretiminin gelirleri, petrolün son damlasından en son vidaya kadar reel
ekonomiden alınarak bu kağıtlara yatırılmalıdır. Kökeni Latince “derivare”
(türetmek) kelimesinden gelen bu “hayali
sermaye” (Derivate), katma değer üretiminin borsa sistemi üzerinden sermaye
yaratmasını sağlayan türetilmiş bir unsuru değildir; finansal sihirbazlık
sayesinde oluşturulmuştur. Willy Brandt’ın ilk başbakanlık döneminde maliye
bakanlığında müsteşar olarak görev yapan Wilhelm Hankel yaşananları
şu şekilde özetlemektedir: “Bankacılık dünyası, küresel türev ürünler
ticareti ile merkez bankalarının denetiminden (ve onların refinansman
kredilerinden) ve tasarruf edenlerin mevduatlarından (para tedarikçisi olarak)
bağımsız bir pazar yarattı. Borç alıp verme üzerine kurulu bankalar arası kredi
sisteminin yardımıyla, kendi kendini finanse eden krediler yarattılar. Hem de
bilinen tüm denetimlerin ve sınırlamaların ötesinde ! Bu şansı son yıllarda
gerektiği gibi kullandılar ve dünyaya çalışmadan ve gerçekten yatırım yapmadan
nasıl paradan para ( hem de ne para !) kazanılabileceğini gösterdiler.”
Bu finansal simyanın başlangıcıyla Karl Marx da ilgilenmiş ve “fiktif
sermaye” kavramını kullanmıştır. Kapital’in üçüncü cildinde şöyle yazar: “Faiz
getiren sermaye ve kredi sistemindeki gelişmeyle, bütün sermaye kendisini
çiftleştirmiş ve bazen de üçleştirmiş gibi görünür; aynı sermaye, ya da hatta
belki de aynı alacak talebi, çeşitli şekillerde farklı ellerde, farklı
biçimlerde görünürler. Bu ‘para-sermaye’nin daha büyük bir kısmı tamamen hayalidir.”
Marx,
sermayenin sadece iki, üç katına çıkarılmasından bahsediyordu. Sermayenin,
kendisinin yüzlerce, binlerce katına ulaşabileceğini ve hatta tüm dünyanın
gayrisafi hasılasının 17 katına ulaşabileceğini rüyasında görse inanmazdı.
Marx, “fiktif (kurmaca) sermayeyi” aralarında kalın sınırlar bulunan iki
kategoriye ayırmaktadır. İlk kategoriye, henüz gerçekleşmemiş, ama gerçekleşme
ihtimali bulunan sermaye kazançları girmektedir. Gerçek sermayeyi temsil eden,
yani aslında faaliyet gösteren bir işletmedeki ortaklık paylarını gösteren
hisse senetleri bu kategoriye örnektir. Marx, üzerine kime ait olduğu yazılan ve sadece
kağıt değeri olan sertifikaları “salt
hayali sermaye” olarak niteler. Marx’ın bu kategori için verdiği en önemli örnek devlet borçlanma senetleridir.
Devletler, cari harcamalarını ya da silahlanma giderlerini karşılamak için
yurttaşlarından para toplar ve karşılığında borçlanma senetleri verirler. Bu
senetler, alacaklılara faiz ve faizin faizinin dahil olduğu anapara geri
ödemesi talep etme hakkı doğurur. Ancak temel sorun şudur: Devlet, topladığı bu
paraları ekonomik geri dönüşü olmayan gösterişli yatırımlar ya da savaş
gemileri için harcadığından yurttaşların paraları zaten çoktan uçup gitmiştir.
Bu nedenle Marx,
bu devlet borçlanma senetlerini “tüketilmiş
bulunan sermayenin kağıttan kopyaları” olarak adlandırmıştır. Marx,
devlet borçlanma senetlerinin 1970’lerin sonundan itibaren Birleşik Devletler
ekonomisinin ve diğer ekonomilerin işleyişine bu ölçüde destek olabileceğini
bilemezdi. Köpekbalığı gibi hareket eden özel finans kurumlarının “var olmayan
sermayenin nominal temsilcilerini” türev ürünler olarak dolaşıma sokabileceğini
ve hatta bu konuda hükümetleri geride bırakabileceklerini düşünebilmesi ise hiç
ama hiç mümkün değildi.
ULUSAL DEVLETİN YIKIMI VE SOL TAVIR (Jürgen
Elsässer)
(Sayfa 43-47)
ULUSAL
DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 1 (Her Şey Nasıl Başladı?)
ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR
2 (Haydut ve Çöken Devletler)
ULUSAL
DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 3 (Yaşasın ! Teslim Oluyoruz !)
ULUSAL
DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 4 (Ortaçağa Dönüş)
ULUSAL
DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 5 (İstikrarın Sonu)
ULUSAL
DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 6 (Bretton Woods ve Sonuçları)
ULUSAL
DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 7 (Nixon’ın Para Darbesi)
ULUSAL
DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 8 (Thatcher ve Greenspan)