Türkiye’de
gerçekleşen son parlamento seçimlerinde, Başkan Erdoğan’ın çoğunluğu kazanma
arzusunun önemli ölçüde önlenmiş olması memnuniyet verici bir haber oldu. Bu
seçimler, esasında, Erdoğan’ın kendisi ve önümüzdeki yıllar boyunca, giderek
artış gösterecek otoriter yönetim tarzını yasal olarak devam ettirebileceği bir
süper-başkanlık oluşturma hırsı üzerine bir referendum oldu. Türk halkı, son
birkaç yıldır Erdoğan’ın kendisini gereğinden fazla önemsediğini, artan şekilde
kendini beğenmişlik tavrı ve tutarsız yönetim tarzı içine girmiş olduğunu
farketti. AKP, şu durumda, oyların çoğunluğunu almış olsa bile bir ya da daha
fazla muhalefet partisinin katılımı olmaksızın bir hükümet oluşturabilecek güce
sahip değil.
Erdoğan’ın
son yıllardaki politikalarından ve önceden kestirilemeyen tavrından giderek
artan şekilde rahatsızlık duyan Vaşington, şimdi, yeni bir Türk hükümetinin,
bir koalisyon olsa bile, Türkiye’nin dış politika strateji ve taktiklerini
belirgin bir şekilde değiştireceğini umuyor.
Hiç
sanmıyorum. Erdoğan’ın kişisel taşkınlıkları ve son zamanlardaki dış politika
üzerine olan muhakemesi zayıflamış olmakla birlikte , onun daha erken
dönemindeki dış politika ile ilgili temel ataklarının belirgin bir şekilde değişmesi
pek mümkün görünmüyor. Önümüzdeki haftalarda ne tür bir koalisyonun iktidara
geleceğini henüz bilemiyor olmakla birlikte,
Türk politikalarının özünü önemli ölçüde değiştirecek bir kombinasyon
ortada yok.
Geçen yılki “Türkiye ve Arap
Baharı: Türkiye ve Ortadoğu’da Liderlik” isimli kitabımda, niçin AKP dış
poitikasının iktidarının ilk on yılında (Arap Baharı karışıklığına kadar)
Türkiye’nin dış politika görüşünde yeni, önemli ve kalıcı bir stratejik
değişiklik sahneye koyduğuna dair ileri, ayrıntılı tezler ortaya koydum.
AKP stratejisinin bu anahtar unsurları nelerdir ?
1. Ilımlı bir islami parti olarak,AKP, Türkiye’nin İslami miras ve
kimliğini kucaklamak, yüceltmek amacıyla hareket etti ve Türklerin çoğunluğunun
epeyce beğenisini kazandı; bu kimlik, önceki yıllar
boyunca, geleneksel Türk toplumunun
geniş kesimlerine dayatılan ve bu kesimlere yabancılaşmış resmi, otoriter sekülarizmin
baskısı altında tutulmuştur. AKP, Türkiye’nin Ortadoğu tarihinin geçmiş
yüzyıllarında Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki merkez rolünün yeniden
anlaşılmasını ve benimsenmesini sağladı. Bu anlamda bu bir “tarihe geri
dönüş”tü- Türkiye’nin, diğer şeylerin arasında bir Ortadoğu kültürü olarak
kendi gerçeğini kabul etmesi.
2. AKP, hatalı, başarısız ve her
şeyin üzerinde Türkiyenin kendi çıkarlarına zarar verdiğini düşündüğü ABD’nin
Ortadoğu’da izlediği anahtar politikalarla arasına mesafe koydu: ABD’nin Irak ve Afganistan’I işgaliyle
birlikte bölgedeki muhalefet liderleriyle ilgilenmeyi ve müzakere etmeyi
reddetmesi (İran, Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas ve Saddam Irak’ı) ve
ABD’nin İsrail’I koşulsuz desteklemesi.
3- Dışişleri bakanı Davutoğlu yeni bir politika, “komşularla sıfır
sorun” ilan etti. Bu, Türkiye’nin hemen hemen tüm komşularına karşı uzun
süredir var olan ideolojik düşmanlığı terk etmesi ve mümkün olduğunca iki
taraflı sorunlarda uzlaşmaya varması anlamına geliyordu. Ankara’nın yeni
ilişkileri, Rusya ve Çin’le olduğu kadar İran, Suriye, Irak, Hamas,
Hizbullah’la ilgili olarak da köklü değişim geçirdi (gösterilen çabalar,
Türkiye’nin bu bölgedeki ekonomik ve siyasi çıkarlarının geliştirilmesinde çok
başarılı oldu). “Komşularla sıfır sorun” politikası, ülke ve liderleri çok
çabuk düşman olarak damgalayan ABD politikalarıyla bir hayli anlaşmazlık
içinde, güncel olarak yeni bir ideolojik açık görüşlülüğü ve esnekliği
benimsedi; Davutoğlu’nun görüşüne göre, diğer bir ülkeye hitab tarzınız onunla
olan ilişkilerinizi ağır bir şekilde etkiliyebilir.
4- Davutoğlu, bölgenin zayıflığının ana nedeni olarak demokratik
değerlerin yokluğunu görüyor, bu değerlerin yayılmasına tanık olmak için bir
isteğin duyulması ve Arap sorunlarına yeni bir duyarlılığın olması gerektiğini
söylüyor. Ancak Türkiye, her şeye karşın, varolan günün kurallarını bir gerçek
olarak kabullendi.
5- Türkiye’nin dünya’daki konumuna ait, bir Avrasya boyutunu (Rusya,
Çin, Şangay Örgütü, Merkez Asya ülkeleri ile yakın ilişkiler), ilgi alanlarının
genişlemesini, özellikle Müslüman Afrika olmak üzere Afrika ile kurulan
bağlarını ve hatta Latin Amerika’ya zamansız girişini de kapsayan geniş çaplı
bir bakış açısı. Türkiye, tüm Müslüman dünyası’nda İslami kültürü muhafaza
etmeye ve İslami gelişimi desteklemeye olan ilgisini açığa vurdu.
6- Ankara, Fethullah Gülen’in dev İslami sivil örgütü “Hizmet”in
himayesinde, 100’ün üzerinde ülkede yüksek kaliteli Türk okullarının
yayılmasını teşvik etti. Bu örgütün vizyonu, açıkça, tüm
Müslüman dünyasının gelişimini sağlamanın en iyi yolunun, cami yapmayı
değil okul inşa etmeyi desteklemek olduğuydu. (İronik olarak, Erdoğan daha
sonra, İslami referanslardan ve “Hizmet”in büyüyen gücünden, özellikle de
“Hizmet”in yolsuzluk konularında AKP
hükümetini yüksek sesle dillendirmesindeki isteklilikten tehdit ediliyor
algısına kapıldı; Erdoğan, o zamandan beri eski müttefikini şeytan gibi
göstermeye başladı ve ona karşı çılgın, saplantılı bir cadı avı yürütmeye
başladı.
Kısacası; ekonomisi dünyada 16.sıraya ulaşırken, yeni bir uluslararası
merkez haline gelirken, Türkiye geniş bir vizyona sahip dış politikasıyla,
kendisinin önemli bir aktör olduğunu farketti. Türkiye, her zaman AB üyeliği
için gerekli koşulları karşılamaya çalışırken, demokratikleşti ve şimdiye kadar
ilk kez orduyu politikadan uzaklaştırdı (NATO’nun parçası olan güçlü bir orduya
sahipti). Özellikle AKP’nin anahtar dış
politika konularında ABD’ye hala “hayır” diyebilmesindeki özgüven ile
birleştirildiğinde, çoğu Müslüman devlet buna benzer başarılar için varını
yoğunu verirdi. Türkiye’de yeni kurulacak hükümet ne olursa olsun, bu dönüm noktaları
kesinlikle kalıcı olacaktır. Türkiye, “sadık bir Amerikan müttefiki” olma
konusunda hiçbir zaman geriye dönüş yapmayacaktır. Bundan böyle, hiçbir zaman
İslami kimliğini tekrar inkar etme yoluna girmeyecektir (bununla birlikte,
olasılıkla İslami söylem vurgusunu bir miktar azaltacaktır). Değerli
uluslararası “Hizmet okulları” ağını ortadan kaldırmayacaktır. Türkiye’nin
geniş politik, ekonomik, kültürel yumuşak ve sert gücü olan vakıfları
reddetmeyecektir. Türkiye, dünyada en önemli Müslüman ülke olmayı sürdürecektir
(petrol olmasa bile).
Ancak daha sonra, Türkiye’nin dış politikası Arap Baharı’nın inişli
çıkışlı olayları ile birlikte kontrolden çıktı. Varolan gerçeklerle uğraşıp
uğraşmayacağı ya da otoriter yöneticileri uzaklaştıracak demokratik değişiklikler
için çaba gösterip göstermeyeceği konusunda karar veremedi. Erdoğan’ın kişisel
itibarı, özellikle Suriye’de Esad’ın her ne pahasına olursa olsun devrilmesine
kendisini kaptırması nedeniyle büyük bir yara aldı. Yeni bir hükümet, olasılıkla bu hatadan geri
dönecektir. Yeni bir hükümet, “Müslüman Kardeşler”e de daha az sempati
duyacaktır (ancak onu kınamayacaktır). Hayati derecede önemli bir komşusu
olarak İran’la çalışacaktır. Avrasya ile olan bağlarından (Rusya, Çin)
vazgeçmeyecektir. Vaşington’dan bağımsız stratejisini sürdürecektir.
Bu nedenle, Erdoğan’ın yeni ve tehlikeli
megalomanisi’nin ve kişisel tutkularının çoğunun kısıtlanmasını hoş
karşılamalıyız. Ancak, herhangi bir yeni hükümet şeklinin dış politika’da bu ya
da şu şekilde dramatik değişiklikler
ortaya koyması beklenmemelidir.
Graham E.
Fuller / 22 Haziran 2015
Makalenin İngilizcesi için bakınız: