24 Ağustos 2015 Pazartesi

Graham E.Fuller: "TÜRKİYE DIŞ POLİTİKASINI DEĞİŞTİRİYOR MU ?"

Türkiye’de gerçekleşen son parlamento seçimlerinde, Başkan Erdoğan’ın çoğunluğu kazanma arzusunun önemli ölçüde önlenmiş olması memnuniyet verici bir haber oldu. Bu seçimler, esasında, Erdoğan’ın kendisi ve önümüzdeki yıllar boyunca, giderek artış gösterecek otoriter yönetim tarzını yasal olarak devam ettirebileceği bir süper-başkanlık oluşturma hırsı üzerine bir referendum oldu. Türk halkı, son birkaç yıldır Erdoğan’ın kendisini gereğinden fazla önemsediğini, artan şekilde kendini beğenmişlik tavrı ve tutarsız yönetim tarzı içine girmiş olduğunu farketti. AKP, şu durumda, oyların çoğunluğunu almış olsa bile bir ya da daha fazla muhalefet partisinin katılımı olmaksızın bir hükümet oluşturabilecek güce sahip değil.

Erdoğan’ın son yıllardaki politikalarından ve önceden kestirilemeyen tavrından giderek artan şekilde rahatsızlık duyan Vaşington, şimdi, yeni bir Türk hükümetinin, bir koalisyon olsa bile, Türkiye’nin dış politika strateji ve taktiklerini belirgin bir şekilde değiştireceğini umuyor.

Hiç sanmıyorum. Erdoğan’ın kişisel taşkınlıkları ve son zamanlardaki dış politika üzerine olan muhakemesi zayıflamış olmakla birlikte , onun daha erken dönemindeki dış politika ile ilgili temel ataklarının belirgin bir şekilde değişmesi pek mümkün görünmüyor. Önümüzdeki haftalarda ne tür bir koalisyonun iktidara geleceğini henüz bilemiyor olmakla birlikte,  Türk politikalarının özünü önemli ölçüde değiştirecek bir kombinasyon ortada yok.

Geçen yılki “Türkiye ve Arap Baharı: Türkiye ve Ortadoğu’da Liderlik” isimli kitabımda, niçin AKP dış poitikasının iktidarının ilk on yılında (Arap Baharı karışıklığına kadar) Türkiye’nin dış politika görüşünde yeni, önemli ve kalıcı bir stratejik değişiklik sahneye koyduğuna dair ileri, ayrıntılı tezler ortaya koydum.

AKP stratejisinin bu anahtar unsurları nelerdir ?

1. Ilımlı bir islami parti olarak,AKP, Türkiye’nin İslami miras ve kimliğini kucaklamak, yüceltmek amacıyla hareket etti ve Türklerin çoğunluğunun epeyce   beğenisini kazandı; bu kimlik, önceki yıllar boyunca,  geleneksel Türk toplumunun geniş kesimlerine dayatılan ve bu kesimlere yabancılaşmış resmi, otoriter sekülarizmin baskısı altında tutulmuştur. AKP, Türkiye’nin Ortadoğu tarihinin geçmiş yüzyıllarında Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki merkez rolünün yeniden anlaşılmasını ve benimsenmesini sağladı. Bu anlamda bu bir “tarihe geri dönüş”tü- Türkiye’nin, diğer şeylerin arasında bir Ortadoğu kültürü olarak kendi gerçeğini kabul etmesi.

2. AKP, hatalı,  başarısız ve her şeyin üzerinde Türkiyenin kendi çıkarlarına zarar verdiğini düşündüğü ABD’nin Ortadoğu’da izlediği anahtar politikalarla arasına mesafe koydu:  ABD’nin Irak ve Afganistan’I işgaliyle birlikte bölgedeki muhalefet liderleriyle ilgilenmeyi ve müzakere etmeyi reddetmesi (İran, Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas ve Saddam Irak’ı) ve ABD’nin İsrail’I koşulsuz desteklemesi.

3- Dışişleri bakanı Davutoğlu yeni bir politika, “komşularla sıfır sorun” ilan etti. Bu, Türkiye’nin hemen hemen tüm komşularına karşı uzun süredir var olan ideolojik düşmanlığı terk etmesi ve mümkün olduğunca iki taraflı sorunlarda uzlaşmaya varması anlamına geliyordu. Ankara’nın yeni ilişkileri, Rusya ve Çin’le olduğu kadar İran, Suriye, Irak, Hamas, Hizbullah’la ilgili olarak da köklü değişim geçirdi (gösterilen çabalar, Türkiye’nin bu bölgedeki ekonomik ve siyasi çıkarlarının geliştirilmesinde çok başarılı oldu). “Komşularla sıfır sorun” politikası, ülke ve liderleri çok çabuk düşman olarak damgalayan ABD politikalarıyla bir hayli anlaşmazlık içinde, güncel olarak yeni bir ideolojik açık görüşlülüğü ve esnekliği benimsedi; Davutoğlu’nun görüşüne göre, diğer bir ülkeye hitab tarzınız onunla olan ilişkilerinizi ağır bir şekilde etkiliyebilir.

4- Davutoğlu, bölgenin zayıflığının ana nedeni olarak demokratik değerlerin yokluğunu görüyor, bu değerlerin yayılmasına tanık olmak için bir isteğin duyulması ve Arap sorunlarına yeni bir duyarlılığın olması gerektiğini söylüyor. Ancak Türkiye, her şeye karşın, varolan günün kurallarını bir gerçek olarak kabullendi.

5- Türkiye’nin dünya’daki konumuna ait, bir Avrasya boyutunu (Rusya, Çin, Şangay Örgütü, Merkez Asya ülkeleri ile yakın ilişkiler), ilgi alanlarının genişlemesini, özellikle Müslüman Afrika olmak üzere Afrika ile kurulan bağlarını ve hatta Latin Amerika’ya zamansız girişini de kapsayan geniş çaplı bir bakış açısı. Türkiye, tüm Müslüman dünyası’nda İslami kültürü muhafaza etmeye ve İslami gelişimi desteklemeye olan ilgisini açığa vurdu.

6- Ankara, Fethullah Gülen’in dev İslami sivil örgütü “Hizmet”in himayesinde, 100’ün üzerinde ülkede yüksek kaliteli Türk okullarının yayılmasını teşvik etti. Bu örgütün vizyonu, açıkça,  tüm  Müslüman dünyasının gelişimini sağlamanın en iyi yolunun, cami yapmayı değil okul inşa etmeyi desteklemek olduğuydu. (İronik olarak, Erdoğan daha sonra, İslami referanslardan ve “Hizmet”in büyüyen gücünden, özellikle de “Hizmet”in yolsuzluk konularında  AKP hükümetini yüksek sesle dillendirmesindeki isteklilikten tehdit ediliyor algısına kapıldı; Erdoğan, o zamandan beri eski müttefikini şeytan gibi göstermeye başladı ve ona karşı çılgın, saplantılı bir cadı avı yürütmeye başladı.

Kısacası; ekonomisi dünyada 16.sıraya ulaşırken, yeni bir uluslararası merkez haline gelirken, Türkiye geniş bir vizyona sahip dış politikasıyla, kendisinin önemli bir aktör olduğunu farketti. Türkiye, her zaman AB üyeliği için gerekli koşulları karşılamaya çalışırken, demokratikleşti ve şimdiye kadar ilk kez orduyu politikadan uzaklaştırdı (NATO’nun parçası olan güçlü bir orduya sahipti).  Özellikle AKP’nin anahtar dış politika konularında ABD’ye hala “hayır” diyebilmesindeki özgüven ile birleştirildiğinde, çoğu Müslüman devlet buna benzer başarılar için varını yoğunu verirdi. Türkiye’de yeni kurulacak hükümet ne olursa olsun, bu dönüm noktaları kesinlikle kalıcı olacaktır. Türkiye, “sadık bir Amerikan müttefiki” olma konusunda hiçbir zaman geriye dönüş yapmayacaktır. Bundan böyle, hiçbir zaman İslami kimliğini tekrar inkar etme yoluna girmeyecektir (bununla birlikte, olasılıkla İslami söylem vurgusunu bir miktar azaltacaktır). Değerli uluslararası “Hizmet okulları” ağını ortadan kaldırmayacaktır. Türkiye’nin geniş politik, ekonomik, kültürel yumuşak ve sert gücü olan vakıfları reddetmeyecektir. Türkiye, dünyada en önemli Müslüman ülke olmayı sürdürecektir (petrol olmasa bile).

Ancak daha sonra, Türkiye’nin dış politikası Arap Baharı’nın inişli çıkışlı olayları ile birlikte kontrolden çıktı. Varolan gerçeklerle uğraşıp uğraşmayacağı ya da otoriter yöneticileri uzaklaştıracak demokratik değişiklikler için çaba gösterip göstermeyeceği konusunda karar veremedi. Erdoğan’ın kişisel itibarı, özellikle Suriye’de Esad’ın her ne pahasına olursa olsun devrilmesine kendisini kaptırması nedeniyle büyük bir yara aldı.  Yeni bir hükümet, olasılıkla bu hatadan geri dönecektir. Yeni bir hükümet, “Müslüman Kardeşler”e de daha az sempati duyacaktır (ancak onu kınamayacaktır). Hayati derecede önemli bir komşusu olarak İran’la çalışacaktır. Avrasya ile olan bağlarından (Rusya, Çin) vazgeçmeyecektir. Vaşington’dan bağımsız stratejisini sürdürecektir.

Bu nedenle, Erdoğan’ın yeni ve tehlikeli megalomanisi’nin ve kişisel tutkularının çoğunun kısıtlanmasını hoş karşılamalıyız. Ancak, herhangi bir yeni hükümet şeklinin dış politika’da bu ya da şu şekilde  dramatik değişiklikler ortaya koyması beklenmemelidir.

Graham E. Fuller / 22 Haziran 2015
Makalenin İngilizcesi için bakınız: