Türkün
kulağına Akseden ses: Kalk, kurtulacaksın !
Umumi Harbin, bilhassa biz Türkler için,
kapkara mütareke günlerinden milli kurtuluş ve Cumhuriyet güneşleri doğmuş
olduğunu göz önüne aldıkça insanın, bize o kara günlerin zehir acılarını
tattıran o zamanın bazı Avrupa devlet adamlarına adeta teşekkür edeceği gelir.
Büyük Harbin dört senelik bin bir felaket ve mahrumiyetinden sonra, eğer o
kadar zalim ve kahir (zorunlu) bir akıbetle karşı karşıya bulundurulmamış
olsaydık, belki bugün artık olgun hayatının bahtlılığı içinde yüzdüğümüz güzel
ve büyük inkılaplarımızın, ne bu kadar çabuk, ne bu kadar mükemmel tahakkukuna
(gerçekleşişine) şahit olamamış bulunacaktık.
İstihlas (kurtuluş) ve istiklal cidali
(savaşı) nihayet büyük zaferle bizi Lozana ve kurtuluşa götürdü. Cumhuriyet ile
ise Türk milleti hakiki kurtuluşun en kat’i esaslarını elde etti ve böylelikle
yepyeni bir hayata doğarak sonsuz saadetlere erişti.
Türk milletinin, Umumi Harbe katılmadan
evvel başkalarının büyük bir harp başlangıcı ile elleri kolları bağlı oluşunu
fırsat sayarak, kendi kendine kapitülasyonları kaldırıp atmış olduğunu
hatırlarız. Bu hareket, Türk milletinin kalbinde saklı bulunan istiklal
aşkından bir işarettir, ve biz o işarete dayanarak imparatorluk tarihinin
Avrupa karşısında, bilhassa son zamanlara doğru, adeta esir ve zelil (hor
görülen), mütefessih (çürümüş) hayatı ile, Türk milletinin için için bu
vaziyetinden nefret eden, daha parlak istikbal ve istiklallere namzet yüksek
kabiliyet ve mazhariyetini (başarısını) görebiliriz.
Başkalarına karşı hürriyetini mukaddes bir
hak olarak müdafaa için, insanın evvela kendi kendine ve kendi vicdanında hür
olması lazımdır. Şarki (Doğu) Roma İmparatorluğunu istihlaf eden (yerine geçen)
Osmanlı İmparatorluğu kendi vaziyetini güya hilafetle takviye edeceği vahimesile
(kuruntusuyla) dini bir hükümet olmağa tereddi ettikten (geriledikten) sonra
kapitülasyonlar bir zaruret olmuştu. Hakikatte, Türkiye’den kapitülasyonların
kalkabilmesi için, bu cemiyetin din ahkamını (kurallarını) kanunlara hakim
olmaktan ayırabilmesi lazımdı. Başka dinlere mensup başka memleketler, kendi
millettaşlarının Türkiye’de İslam dininin hükümlerine tevfikan (uygun olarak)
muamele ve muhakeme görmesine, bihakkın (haklı olarak) tahammül edemezlerdi.
Zaten son tahlilde kapitülasyonların ilk konuluş sebebi ancak bu esasa irca
olunabilir (dayandırılabilir).
O halde Türk milleti hakiki istiklaline
erişebilmek için evvela Şarki (Doğu) Roma İmparatorluğunun kupkuru bir mabadi
(sonra geleni) olmaktan kurtulmalıydı. Bunu tarih –icap ederse kahir (zorunlu)
bir tasfiye ile- tekeffül etmişti (zorunlu kılmıştı). İkinci olarak ta Türk
milleti saltanatlı ve hilafetli bir devletin kendisini kıskıvrak bağladığı
hakiki esaret zincirlerinden kurtulmalı idi, ve bunu da ancak binnefis (bizzat)
Türk milletinin kendisi yapabilirdi.
Mütarekenin kara günlerinde silahlarımız
ellerimizden alınmış, memleketimizin en can alacak noktaları düşmanlarımızın
işgal pençeleri altında, kalplerimizden kanlar giderek bu modern Ergenekon’dan
nasıl çıkacağımızı ıstırap ve hayretle düşünürken memleketin sinesinden
fışkıran kuvvetli bir ses duyuldu:
-Kalk, kurtulacaksın !
Bu munis ses, Türkün kendi sesi idi, çünkü
onu haykıran Türkün bir büyük oğlu idi:
Mustafa
Kemal.
Türk, kendine, kendi vicdanının
derinliklerinden kopup geliyor denilecek kadar yakın görünen bu sesi derhal
benimsiyerek onun ahengine ve emrine uydu. Mustafa
Kemal Türk
milletinin en mükemmel timsalidir.
İlk iş, yurdu yabancı kuvvetlerin tasallut
(tahakküm) ve işgalinden kurtarmaktı. Büyük fedakarlıklara mal olmuş olsa dahi,
Türk milleti bu fedakarlıkların hiçbirini asla çok görmeyerek ve daima daha
büyüklerini ihtiyara koşarak (seçerek) ilk kurtuluşu temin etti. Burada milli rehberi
Halaskar (kurtarıcı) bir Kahraman ve emsalsiz bir Başkumandan olarak görürüz.
Memleketten düşman çıkıp gitmiş ve Lozan’da
Türkün istiklali diğer dünya milletlerince de kabul edilmiş olmakla beraber, bu
kurtuluş gene tam sayılamazdı, hiç olmazsa derin ve uzak gören gözlerin önünde.
Gazi Mustafa Kemal,
ondan sonra, bir sıra inkilap işaretleri ile hakiki halas (kurtuluş)
hamlelerini tahakkuk ettirdi (gerçekleştirdi). Türkün yalnız dünya karşısında
değil, kendi kendine ve kendi vicdanı önünde de hür ve müstakil olması lazımdı.
Bu hakiki ve tam istiklal, ancak Cumhuriyetle ve onu tekmil eden (tamamlayan)
inkılap hamleleri ile tekemmül etmiş (olgunlaşmış) oldu. Burada Mustafa Kemal’i bütün dünya tarihinde
eşi nadir bulunur en büyük inkılapçılardan biri olarak selamlarız.
Bugün onuncu yıldönümünü kutladığımız
Cumhuriyet, Türk milletinin hakiki halasının (kurtuluşunun) ve en pürüzsüz
istiklalinin ifadesidir denilebilir. Milli kurtuluş cidalini (savaşını)
bundan ayırt etmek zor ve çünkü bu onun mantıki bir mabadi (sonucu) sayılacak
veçhile (bu yüzden) her ikisi hakiki bir kül teşkil ederlerse de, resmen ifade
edilmiş olduğu tarih itibarı ile, Cumhuriyetin bugün hakikaten onuncu
yıldönümünde bulunduğumuza da şüphe yoktur.
Büyük Türk milletinin en yüksek
kabiliyetlerini şahsında temessül ettirmiş olan (somutlaştırmış olan) Türkün en
büyük oğlu Mustafa Kemal,
kurtuluşun olduğu gibi onu ikmal eden inkılapların da şefi olarak, bugün
başımızda bulunuyor. Bilhassa bundan dolayı Türk milletinin bugün duymakta
olduğu bahtiyarlığa sınır ve son yoktur.
Yaşasın
Cumhuriyetçi Türk milleti !
Yaşasın ilk
ve en büyük Cumhurreisimiz Mustafa Kemal !
YUNUS
NADİ
CUMHURİYET
/ 29.10.1933