29 Ekim 2016 Cumartesi

29.10.1933 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi ve Yunus Nadi'nin Başyazısı





Türkün kulağına Akseden ses: Kalk, kurtulacaksın !

   Umumi Harbin, bilhassa biz Türkler için, kapkara mütareke günlerinden milli kurtuluş ve Cumhuriyet güneşleri doğmuş olduğunu göz önüne aldıkça insanın, bize o kara günlerin zehir acılarını tattıran o zamanın bazı Avrupa devlet adamlarına adeta teşekkür edeceği gelir. Büyük Harbin dört senelik bin bir felaket ve mahrumiyetinden sonra, eğer o kadar zalim ve kahir (zorunlu) bir akıbetle karşı karşıya bulundurulmamış olsaydık, belki bugün artık olgun hayatının bahtlılığı içinde yüzdüğümüz güzel ve büyük inkılaplarımızın, ne bu kadar çabuk, ne bu kadar mükemmel tahakkukuna (gerçekleşişine) şahit olamamış bulunacaktık.

   İstihlas (kurtuluş) ve istiklal cidali (savaşı) nihayet büyük zaferle bizi Lozana ve kurtuluşa götürdü. Cumhuriyet ile ise Türk milleti hakiki kurtuluşun en kat’i esaslarını elde etti ve böylelikle yepyeni bir hayata doğarak sonsuz saadetlere erişti.

   Türk milletinin, Umumi Harbe katılmadan evvel başkalarının büyük bir harp başlangıcı ile elleri kolları bağlı oluşunu fırsat sayarak, kendi kendine kapitülasyonları kaldırıp atmış olduğunu hatırlarız. Bu hareket, Türk milletinin kalbinde saklı bulunan istiklal aşkından bir işarettir, ve biz o işarete dayanarak imparatorluk tarihinin Avrupa karşısında, bilhassa son zamanlara doğru, adeta esir ve zelil (hor görülen), mütefessih (çürümüş) hayatı ile, Türk milletinin için için bu vaziyetinden nefret eden, daha parlak istikbal ve istiklallere namzet yüksek kabiliyet ve mazhariyetini (başarısını) görebiliriz.

   Başkalarına karşı hürriyetini mukaddes bir hak olarak müdafaa için, insanın evvela kendi kendine ve kendi vicdanında hür olması lazımdır. Şarki (Doğu) Roma İmparatorluğunu istihlaf eden (yerine geçen) Osmanlı İmparatorluğu kendi vaziyetini güya hilafetle takviye edeceği vahimesile (kuruntusuyla) dini bir hükümet olmağa tereddi ettikten (geriledikten) sonra kapitülasyonlar bir zaruret olmuştu. Hakikatte, Türkiye’den kapitülasyonların kalkabilmesi için, bu cemiyetin din ahkamını (kurallarını) kanunlara hakim olmaktan ayırabilmesi lazımdı. Başka dinlere mensup başka memleketler, kendi millettaşlarının Türkiye’de İslam dininin hükümlerine tevfikan (uygun olarak) muamele ve muhakeme görmesine, bihakkın (haklı olarak) tahammül edemezlerdi. Zaten son tahlilde kapitülasyonların ilk konuluş sebebi ancak bu esasa irca olunabilir (dayandırılabilir).

   O halde Türk milleti hakiki istiklaline erişebilmek için evvela Şarki (Doğu) Roma İmparatorluğunun kupkuru bir mabadi (sonra geleni) olmaktan kurtulmalıydı. Bunu tarih –icap ederse kahir (zorunlu) bir tasfiye ile- tekeffül etmişti (zorunlu kılmıştı). İkinci olarak ta Türk milleti saltanatlı ve hilafetli bir devletin kendisini kıskıvrak bağladığı hakiki esaret zincirlerinden kurtulmalı idi, ve bunu da ancak binnefis (bizzat) Türk milletinin kendisi yapabilirdi.

   Mütarekenin kara günlerinde silahlarımız ellerimizden alınmış, memleketimizin en can alacak noktaları düşmanlarımızın işgal pençeleri altında, kalplerimizden kanlar giderek bu modern Ergenekon’dan nasıl çıkacağımızı ıstırap ve hayretle düşünürken memleketin sinesinden fışkıran kuvvetli bir ses duyuldu:

   -Kalk, kurtulacaksın !

   Bu munis ses, Türkün kendi sesi idi, çünkü onu haykıran Türkün bir büyük oğlu idi:

   Mustafa Kemal.

   Türk, kendine, kendi vicdanının derinliklerinden kopup geliyor denilecek kadar yakın görünen bu sesi derhal benimsiyerek onun ahengine ve emrine uydu. Mustafa Kemal Türk milletinin en mükemmel timsalidir.

   İlk iş, yurdu yabancı kuvvetlerin tasallut (tahakküm) ve işgalinden kurtarmaktı. Büyük fedakarlıklara mal olmuş olsa dahi, Türk milleti bu fedakarlıkların hiçbirini asla çok görmeyerek ve daima daha büyüklerini ihtiyara koşarak (seçerek) ilk kurtuluşu temin etti. Burada milli rehberi Halaskar (kurtarıcı) bir Kahraman ve emsalsiz bir Başkumandan olarak görürüz.

   Memleketten düşman çıkıp gitmiş ve Lozan’da Türkün istiklali diğer dünya milletlerince de kabul edilmiş olmakla beraber, bu kurtuluş gene tam sayılamazdı, hiç olmazsa derin ve uzak gören gözlerin önünde. Gazi Mustafa Kemal, ondan sonra, bir sıra inkilap işaretleri ile hakiki halas (kurtuluş) hamlelerini tahakkuk ettirdi (gerçekleştirdi). Türkün yalnız dünya karşısında değil, kendi kendine ve kendi vicdanı önünde de hür ve müstakil olması lazımdı. Bu hakiki ve tam istiklal, ancak Cumhuriyetle ve onu tekmil eden (tamamlayan) inkılap hamleleri ile tekemmül etmiş (olgunlaşmış) oldu. Burada Mustafa Kemal’i bütün dünya tarihinde eşi nadir bulunur en büyük inkılapçılardan biri olarak selamlarız.

   Bugün onuncu yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet, Türk milletinin hakiki halasının (kurtuluşunun) ve en pürüzsüz istiklalinin ifadesidir denilebilir. Milli kurtuluş cidalini (savaşını) bundan ayırt etmek zor ve çünkü bu onun mantıki bir mabadi (sonucu) sayılacak veçhile (bu yüzden) her ikisi hakiki bir kül teşkil ederlerse de, resmen ifade edilmiş olduğu tarih itibarı ile, Cumhuriyetin bugün hakikaten onuncu yıldönümünde bulunduğumuza da şüphe yoktur.

   Büyük Türk milletinin en yüksek kabiliyetlerini şahsında temessül ettirmiş olan (somutlaştırmış olan) Türkün en büyük oğlu Mustafa Kemal, kurtuluşun olduğu gibi onu ikmal eden inkılapların da şefi olarak, bugün başımızda bulunuyor. Bilhassa bundan dolayı Türk milletinin bugün duymakta olduğu bahtiyarlığa sınır ve son yoktur.

   Yaşasın Cumhuriyetçi Türk milleti !
   Yaşasın ilk ve en büyük Cumhurreisimiz Mustafa Kemal !

YUNUS NADİ

CUMHURİYET / 29.10.1933