5 Ekim 2016 Çarşamba

Esas Mesele Nedir?



Toplum bir kez din ve etnisite hatlarında bölünmeye görsün, bütün kurumlar kendi içlerinde ya utangaç biçimde ya da açıktan bölünürler. Aynı olaya ya da olguya bakan insanlar tamamen farklı şeyler görürler. Sizin “bu bir elmadır” dediğiniz yerde, bir başkası “hayır, bu bir kavanozdur” diyebilir mesela.

Bu durum, daha nesnel ve bilimsel bir bakışın beklendiği akademi âlemi için de geçerlidir.

İki akademisyenin yazılarını kıyaslamak bu bakımdan öğreticidir. Yazarlardan biri, Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir, diğeri Prof. Dr. Nejla Kurul.

Konu: “Barış İçin Akademisyenler Bildirisi”ne imza attığı için Kocaeli Üniversitesi’nden ihraç edilen akademisyenler.

BİR BAKIŞ

Gamze hocamız, “Emeği Savunan Akademisyenlere Selam! Kocaeli’ye Bin Selam” başlıklı yazısında (Birgün, 11.09.16) bu ihraç olayını analiz ederken, İtalyan Marksist Antonio Gramsci’nin “organik aydın” kavramından hareket ediyor ve Kocaeli Üniversitesi’nin “emeği savunan akademisyenlerin farklı zamanlarda farklı nedenlerle geldiği ve buluştuğu bir üniversite” olduğunu vurguluyor. Daha sonra bu akademisyenlerin yaptıkları çalışmalardan örnekler veriyor.

İçlerinden biri “Paşabahçe İşçilerinin Sınıf Olma Öyküsü”nü incelemiş; bir diğeri, halk sağlığı açısından Kocaeli/Dilovası’nı araştırmış ve bu konuda bir rapor yazmış; biri, Çalışma İktisadı üzerine bir kitap yazmış; diğeri, Küba Sağlık Sistemi’ni, bir diğeri Trabzon’un sosyal tarihini incelemiş; biri de Mamak ilçesinde Çöplük denilen gecekondu semtinde yaşayan emekçilerin deneyimlerini yazmış.

Özetle, atılan arkadaşların hepsi akademik faaliyetlerini emekçi sınıfların bugünkü durumu üzerinde yoğunlaştırmış. Gamze Yücesan Özdemir, sosyalist akademisyenlerin yaptıkları bu çalışmaların genç akademisyenleri ve öğrencileri etkilediğini belirtiyor; “genç akademisyenler, onlardan öğrendikleriyle toplumu çözümlemeye, anlamaya ve değiştirmeye yöneldiler,” diyor.

Ben bu yoruma katılmakla birlikte, bir şey demiyorum. Diyecek olsaydım şöyle derdim: işçi sınıfından, sosyalizmden yana olan bu akademisyenlerin, içinde “Hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz” şeklinde tuzaklı bir cümlenin yer aldığı bildiriyi imzalamaları yanlıştır. Fakat hükümetin bu imza yüzünden onları akademinin dışına atması da karşı çıkılması gereken bir haksızlık ve fırsatçılıktır. Kocaeli ve akademi için de büyük bir kayıptır. Bu arkadaşların yerine, kafalarında “emek/sermaye” kavramları bile olmayan gericileri getirecekler de çok mu iyi olacak?

BİR DİĞER BAKIŞ

Prof. Dr. Nejla Kurul’un itirazı var. Sendika.org sitesinde yer alan makalesinde (12.09.16) Gamze hocamızın yazısını “esas mesele”yi gözden kaçırdığı için eleştiriyor. “Şeytan, yazıda tek bir sözcükle bile yer bulmayan ayrıntıda gizli,” diyor. İnsan meraklanıyor. Nejla hocamız ayrıntıyı açıklıyor: “Bu hocaların işten atılmalarının asıl nedeninin Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt Sorunu konusundaki savaş karşıtı, barışçı, özgürlükçü duruş ve tutumları olduğu gerçeği, niyetten bağımsız bir biçimde, atlanıyor.”

Profesör unvanı taşıyan bir akademisyenin, aynı yazıda, “kendi zencilerimiz, Kürtler, hep görmezden gelinir” gibi bir ifade kullanması; solcuların “ezilen kimlikler”e örnek verirken Kürtleri atlamalarından söz etmesi ve bu durumun “solun ortak hastalığı” olduğunu iddia etmesi, meselenin ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Sadece bunu göstermiyor. Aynı zamanda hocamızın, Türkiye’de sosyalist solun 1960’ların ortalarından itibaren “milli mesele”yle yaşadığı serüvenden habersiz olduğunu, emperyalizmin Ortadoğu siyasetinden hiçbir şey anlamadığını, “etnik bölünme”yi demokrasinin bir icabı sandığını da ortaya koyuyor.

Özetle, bir akademisyen emekçilerin durumunu ve sosyalizmi öne çıkarırken; diğeri, bunu “dar anlamda sınıf siyaseti” olarak görüyor ve etnik siyasetin geniş anlamda bir demokrasi mücadelesi olduğunu sanıyor. Biri, bunlar sosyalisttir; etnik yapılarına, dillerine ve dinlerine bakmaksızın emekçiler için çalışıyorlar, derken; diğeri, bu yaklaşımı “dar” buluyor ve “hayır,” diyor, onlar etnik grupların özgürlüğü için savaşıyorlar, devletin silah bırakmasını, etnik bölücülerin iradesini kabul etmesini istiyorlar. Böylece, akademik aydınlar da “organik” ve “inorganik” olarak bölünmüş oluyorlar.

Yazının başında dediğimiz gibi, toplum bir kez din ve etnisite hatlarında bölünmeye görsün... 

Sınıf siyasetini dar bulan akademisyenler, emperyalizmin ve neo-liberalizmin aradığı türden aydınlar kendiliğinden ortaya çıkar.

Yavuz ALOGAN
Aydınlık / 20.09.2016