“Bir Avuç Komünistin Elinde Hedef, Laiklik
Kuşu” başlıklı yazımı, içerdiği kuşkunun ciddiliği nedeniyle yanlış yapmamak için, yayımlamadan önce Kemalist’inden
komünistine, politiğinden apolitiğine dek yakaladığım 8-10 kişiye okutup
görüşlerini almıştım. Sonunda insanbu.com’da yayımlaması için Kaan
Arslanoğlu’na yolladım, böylece ortaya çıkmış oldu.
Yazı sıcak bir ilgi
gördü, çeşitli e-mektuplar da yazdırdı. Bu mektupların en kapsayıcı olanı,
yazıya karşı emek ürünü eleştiriler de içeriyor. Sevdiğim bir genç arkadaşım
olan bir mektup sahibinin bu eleştirileri temel konularımıza da ilişkin olduğu
için, bu içtenlikli tartışmanın açık yaşanmasında önemli yararlar görüyorum.
Arkadaşım eleştirilerini numaralayarak, bu yazıyı soru-yanıt biçimine
dönüştürmemi kolaylaştırmış. Mektubunu teknik nedenle böyle bölerek verdiğim
için beni anlayışla karşılamasını diliyorum.
Umarım sevgili Kaan
Arslanoğlu tartışmanın insanbu.com’da yaşanmasına izin verir.Böylece, yazının
sayın yorumcuları için de bir şeyler yazabilmiş olmak isterim.
(Mektubu yazan
arkadaşımın adını, Davut Yıldız (DY) olarak –çeşitli nedenlerle– değiştirdiğimi
belirteyim.)
DY: Merhaba. (…) Kendimce kısa
notlar halinde yazı ile ilgili düşüncelerimi yazayım.
1) Yazı tamamen farklı iki politik hareketi laiklikle ilgili tutumları üzerinden birbirlerine yaklaştırma arzusunu ve bunu engelleyen "güçleri" dile getirirken, TKP nin iç sürecini merkeze koyarken, en azından son 3 aylık süreçte VP' nin AKP destekçisi konumuna düşmesini es geçiyor.
Yanıt 1- Evet, doğru, çünkü yazı, sömürgen
açısından komünistleri bölmeyi gerektirecek dönemi anlatıyor. V.P.’nin bugünkü durumu, bölme işleminin
uygulandığı döneme etkisi olan bir özellik değil, o yüzden söz edilmiyor, yoksa
VP’nin siyasal iktidara göre bugünkü
konumlanışı beğenildiği için
değil.
2) Bu iki parti dışında geniş bir
kesimin bu konudaki duyarlılığına rağmen, 15 Temmuz sonrası geriye çekiliş,
milli mutabakat tavrı vs. toplumda bir karamsarlığa ve kendini sakınmaya
neden oldu. Değişik kanallardan henüz aynı havuza akmayan tepkiler, çıkışlar
görüyoruz. Bu politik ortam radikal bazı çıkışları zorunlu kılıyor bence.
Geçmişte barış mücadelesinin komünistlerin omuzlarında kalması gibi.
Yanıt 2- Bu eleştiriye… “Laikliğin Türkiye’deki
kurucusuyla ve laiklik devriminin üzerinde yükselmiş cumhuriyet devrimiyle el
sıkışmadan, değil komünistler, Mustafa Kemal’in kurucu partisi bile laikliği
savunamaz, nitekim savunamıyor da,” diyerek, yani yazının sonunu yineleyerek
yanıt verebilirim.
Bir de, soruda
düzeltmeye gitmemiz gerek. Laiklik savunusu ne zaman “radikal/köktenci çıkış”
oldu? Laiklik bu ülkede toplum sözleşmesinin temeliydi, cumhuriyetin,
kuruluşun köküydü, herhangi bir yıkıcılığın değil. Biz kuruluşu savunuyoruz
laikliği savunurken. Radikal/köktenci, yerleşik olanda değişiklik yapmak
isteyendir, üstelik kökten değişiklik yapmak isteyen. Laiklik çatışmasında
radikal/köktenci yan, karşıdevrimci yandır.
3) Yazıda işbirlikçi ayrılıkçılık
diye adlandırılan Kürt ulusal hareketinin belirlenimdeki toplumsal kesimi
ayrılıkçı bir yönelime terk etmek bölünmeye razı olmak demek. Eğer VP'nin yaptığı gibi katliamları kahraman ordumuz diye
alkışlamayacaksak birlikte yaşamak ve mücadele etmek için bir yol bulmalıyız.
Bu açıdan laiklik yalnızca Kadıköy'e gerekli değil. Gazi mahallesi konusunda
ise bilginiz olmadan yazdığınızı düşünüyorum. Haziran'ın laiklik bildirisi
sadece Gazi'de değil birçok il ve ilçede dağıtıldı ve gözaltılar yaşandı.
Kadıköy'deki polis saldırısından bir gün sonra aynı bildiriyi aynı yerde
binlerce kişi dağıttı. Gazi mahallesinin yazıda yumuşak karın olarak seçildiği
ve yazının vurgusuna göre gerçeklerin büküldüğünü düşünüyorum. OHAL orada deyip
konuyu kapatayım.
Yanıt 3- Kavramların anlamlarında anlaşamıyoruz
komünistlerle. 68 Kuşağı’ndan sonrakilerde ‘ulusal’ denince ‘tu kaka’ bir şey
anlaşılıyor. TKP de bu yanlışın içinde, çünkü ulus denen varlığı Türklüğün
dışında her yerde görüyorlar, saygı gösteriyorlar da Türk üst kimliğinde
gördüklerinde Türklüğü şoven, ırkçı, sömürgeci sanıyorlar, bu üst kimliğin hak
ettiği saygıyı gösterirlerse kendilerinin de öyle olacağı kaygısı yaşıyorlar.
Çağımızda ulus diye,
ulusal devletini kurmuş olan topluma deniyor. Türkiye’deki Kürtçü başkaldırıya
‘ulusal hareket’ demek, ulusu baştan etnisiteye, altkimliklere bölüyor. Ahmet
Taner Kışlalı’nın emperyalizm karşısındaki suçu, bu konuyu sürekli işlemesi, bu
bilincin unutturulmasının karşısına etkin olarak dikilmiş olmasıydı.
Ulus içinden ulus
çıkarılamaz mı, çıkarılır. Bir alt kimliği üst kimliğe karşı silahlandırıp
ayaklandırmayı denersin, başarırsan olur. Burada başarmak isteyen, üslubumun
içinde bulunduğu gibi, Kürtler değil işbirlikçi Kürtçülüktür, (tıpkı Kürtleri
alt kimlik olarak bile tanımak istemeyen işbirlikçi Türkçülük gibi).
İşbirlikçi Türkçülüğe ‘Türk ulusal hareketi’ demeyerek doğru
yaparken, İşbirlikçi Kürtçülüğe ‘Kürt
ulusal hareketi’ dediğimizde birkaç yanlış birden yapıyoruz:
1. Ulusal Türk üst kimliğinden
vazgeçmiş oluyoruz, bu Türk kökenli olmayan bütün alt kimliklere “isteyen gidebilir” demektir,
özgürlük sanılırken ırkçılığı ve alt kimlikler düzeyine inip parçalanmayı,
emperyalizme yem olmayı doğurur. Çünkü kurulmak istenen devlet bağımlı-uydu bir
devlet.
2. “Kürt ulusal
hareketi” adlandırması Türkiye’deki Kürtçülüğün kendiliğinden filizlenmiş bir
hareket olduğu yanılgısını içinde barındırıyor. “Yok öyle değil, kuruluştan beri
gelen dış bağlantıyı yadsımıyoruz” denirse o zaman da “Kürt ulusal hareketi”
adlandırmasından vazgeçilmesi gerekir. Yalnızca Türkiye’deki de değil, tüm
Ortadoğu’daki Kürtçülüğün amacı, oralarda kurulu ulusal devletlerin ulusal
kimliklerinin alt kimliklere (ırk, kabile, din, mezhep v.b.) bölünmesiyle
bağımlı-uydu bir büyük devlet coğrafyasında Batı emperyalizminin egemenliğini
kurmaktır, bu amacın efendisi de Kürtler değil emperyalizmdir. Öyleyse bu bir
‘böl-yönet’çi emperyalist kışkırtmadır. TKP bunu hem kabul ediyor hem de “Kürt
hareketi/Kürt Ulusal Hareketi” adlandırmalarını kullanarak o kabulüyle
çelişiyor. Bu konuya ilişkin bilimsel-tarihsel bir saptama yapmamız gerekirse,
bu çelişkiyi yaşamayan Marksçılık kökenli tek siyasal yapı Vatan Partisi’dir (o
da 1980-90 arası 2000’e Doğru Dergisi’nde somutlaşan tutumuna ilişkin
özeleştirisini yapmadığı için şimdi halkta inandırıcılık sorunu yaşıyor.)
3. Bütün ulusal
hareketler kendilerine karşı bir saygı yaratırlar. PKK işbirlikçiliğine ‘ulusal
hareket’ demek, kendi devletine karşı bir emperyalist devletle anlaşıp ayaklanmak
biçiminde ortaya çıkan ihaneti bir anda saygınlaştırıyor. Komünistlerimizin
ihaneti göremeyip karşısına geçemeyişinin altında da ciddi biçimde bu ‘ulusal
hareket’ adlandırmasının yaşattığı çelişkiyle düşülen yanılgı var.
4. “Birlikte yaşamak”
sözünde bile ‘Kürtler topluca bir yerde, Türkler de başka yerde’ yaşıyormuş
gibi bir yanılgı barınıyor. Zaten birlikte/ iç içe/ bir arada yaşanıyor. ‘Birlikte
yaşama’ bozulmuş değil ki! Bu ülkede ne İstanbul’da ne Diyarbakır’da Türklerle
Kürtleri birbirine düşürebildiler. Ne doğuda ne batıda!..Halk birbirine
düşmedi, halk birlikte barış içinde yaşıyor zaten. Kimse sen
Türksün, sen Kürtsün diye birbirine saldırmıyor. Bu halk kolay kolay bu tuzağa
düşecek bir halk değil. Barışı bozan, emperyalist beslemesi örgütün
silahlandırılıp ortaya salınması, bu yapılırken de ordunun elinin kolunun
bağlanmasıdır. “Ordunun elinin kolunun bağlanması” derken askerin karakollara
tıkılıp işbirlikçi ayrılıkçı örgütün özgürce dolaştırılmasını kastediyorum.
Benim de duyarlı olduğum, resmi ya da gayri resmi haksızlıkları atlamadan,
unutmadan, savunmadan söylüyorum. Bu haksızlıklara karşı çıkmak başka şey,
taşları bağlayıp hainleri saldırtan ‘barış süreci’ rezaletine karşı çıkmak
başka şey. Bu barış bozumunun bir de kolaylaştırıcıları var: İşbirlikçi Türk
ırkçılığı. İşbirlikçi Türk ırkçılığının öbüründen (karşıtı imiş gibi görünen
işbirlikçi Kürt ırkçılığından) işlev bakımından hiçbir ayrımı yoktur, üstelik
onun efendisi de aynı yerdir. Bugünkü işbirlikçi PKK ayaklanmasının temeli, 12
Eylül zindanlarında, özellikle de Diyarbakır Cezaevi’nde Kürtlere işbirlikçi
Türkçülerin yaptığı akıl almaz dil söyleyemez işkencelerle atılmıştır.
İşbirlikçi ayaklanmanın masum görünmesi ve ‘hem Kürtlerce hem de Türk solunun
büyük bölümünce benimsenmiş’ olması, emperyalizm için zorunlu bir gerekliliktir
ve bu gereksinim, Kürtlere karşı haksızlıkların yine işbirlikçi ‘Türkçülük’
görüntüsü altında sürmesiyle karşılanıyor. Çatışmaların geçtiği yerlerde
Kürtlere karşı yazılmış iğrenç duvar yazıları ve başka zulüm örnekleri,
işbirlikçi Türkçülük kökenlidir ve aynı ‘ayrılık’ amacına hizmet etmesi için,
görünmeyen güçlerce kışkırtılıyor, devletçe sorgulanması engelleniyor.
Türkiye’de özgür basın da yok edildiği için (yalnızca patron ve parti basını
kaldı) bu haksızlıkların gerçek boyutlarını görmemiz de olanaksızlaşıyor.
5. Kuşkusuz ‘Laikliğin
Komünistlerce Gazi Mahallesi’nden başka yerlerde de savunulduğunu’ biliyorum. Ama bu son çıkış ilk
orada başladı ve ben de bu yazıyı o zaman düşündüm. Başka yerleri yazıya
katmak, net görüşü bulanıklaştıracaktı. Benim kaygım şu: Laiklik toplumun ezici
bir çoğunluğunun benimsediği bir yaşam biçimiyken, bunu komünist azınlığın
hattâ marjinalitenin ellerinde-bayraklarında- yumruklarında göstermek, laikliği
de marjinalleşmiş göstermeye hizmet eder ve ediyor. Bu yorum, benim otuz yılı
aşkın politik duyarlıklı yaşamımın izlenim birikiminden çıkıyor. Belki yirmi
yıldır, ‘laiklik’ dediğimde, komünist arkadaşım ‘komünizm’ derdi ve daha düne
kadar böyleydi. Ben laiklik dediğimde örgütlü bir komünistin ‘ama’ demeden
‘evet laiklik’ dediğini anımsamıyorum bile. Diyeceğim, komünistin laiklik
savunusunun Mustafa Kemal’siz ve 1923’süz güncelleşmesinde beni ciddi ciddi huylandıran bir
şey var. Hızla büyümeye başlamışken gerekçesiz bölünüp sonra da bu bölünmeyi
sorgulamayan, sorgulayıp gereğini yapmayan komünist yapılanmalar, laiklik
savunmasının biçimi ve zamanlaması konusunda oyuna gelmeyeceklerine beni nasıl
inandıracaklar? Benim için böyle bir inandırıcılıkları kalmadı. Çünkü yalnızca
yoldaşlarına değil, bana bile düş gördürmeye başlayan bir büyüme hızına ulaşmış
partinin bölünmesini irdelemeyenin, laiklik savunusu tuzağına ilişkin uyarıları
değerlendireceğine nasıl güvenebilirim?
4) Aynı bilgi kırılması TKP' nin
ayrışma süreci konu edildiğinde de görülüyor. Bölen, bölünen, bölüm ve kalan
hakkında özellikle. Yazının muradı laiklik mücadelesinin sıkışmasına tepki
olmasına rağmen, komünistlerin tüm "günahlarına" rağmen, yazı üzüm
yemek yerine bağcı dövmeye kararlı
görünüyor.
Yanıt 4- Bu paragrafı anlamadım. Yani gerçekten
anlamadım. “İyi bir şeyi savunuyorlar işte. Yine niye beğenilmiyorlar!”
deniyorsa, yazının derdi zaten o iyi şeyin öyle savunulamayacağı, öyle
savunulursa harcanacağı.
5) Laiklik mücadelesinin
genişlemesi ve halkçılaşması konusunda temel engel cumhuriyet sembollerinin
yeterince kullanılmaması olduğundan emin değilim. 15 Temmuz sonrasında CHP'nin
Taksim mitinginde Gezi'yi önemseyen tüm sol yapılar vardı neredeyse. Bu
sembollere yaklaşım eskisi kadar sıkıntılı değil. Atatürk ve Türk bayrağı
istismarı da solun toplumsallaşma sorununu çözecek sihirli formül değil.
Yanıt 5- Ben yine kendi anlatımımla söyleyeyim:
Mustafa Kemal’in ve 1923’ün bayraklaştırılmadığı bir laiklik savunusu
Türkiye’de yenilmeye baştan mahkûmdur. Başarmış devrimcinin ve başarılmış
devrimin hakkını vermeden, kendi devrimlerini başaramamış, söylemlerini
yaygınlaştıramamış, marjinal kalmışların eylemleriyle o devrim savunulamaz. Karşıdevrimcinin karşısındaki herkesle birleşildiğinde, karşıdevrimci marjinal kalır. Komünistlerimizin
göremediği bu: Büyümeyi bilmeme, yapmayı değil söylemeyi önemseme, söyleyince
(kendini) görevini yapmış sayma, söylemekle yetinme yanılgısı.
6) TKP önemli bir tutamak
noktasıydı ama biraz da toplumsallaşma sorununu çözemediği için krize girdi.
Çözümün bölünme olmadığında sonuna kadar hemfikiriz. Anka kuşunun küllerinden doğuşunu
beklemek yerine bugünün hakkını vermeye çalışmak çıkış noktası olabilir belki.
Laiklik komünistlerin elinde avlanacak bir kuş yerine bir şemsiye olabilir
belki de. Neyin neden olmayacağını söylemekten bıkmadık mı? Günah keçisi olarak
görülmek komünistlerin de hoşuna gitmiyordur emin
olabilirsiniz.
Yanıt 6- Laiklik, ‘siyasal kimliği ne olursa
olsun, laiklikte birleşenler’in elinde şemsiye olabilir. Ama laiklik bayrağı
komünist bayraklarla birlikte kaldırıldığında, oraya komünist olmayan kimse
gelmez, komünistler yalnız kalır. Bu görüntü, komünist olmayan laiklerin
laikliğe yabancılaşmasına bile, bir ölçüde hizmet eder.
Yani komünistler
komünist simgeleri ve bayraklarıyla laikliği savunmakla, laiklik savunusuna
değil, laikliğin vurulmasına hizmet ediyorlar.
7) Selamlar, sevgiler…
Yanıt 7- Benden de selam ve sevgiyle…
Hürriyet Yaşar
İnsanbu.com / 14.10.2016