Sosyalistlerin çok sevdiği -benim de- özdeyişlerden biri Gramsci’nin “Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği” sözüdür.
Bu sözü, içinden geçmekte olduğumuz sürece uyarladığımızda, “kötümserlik” ve “iyimserlik” sözcüklerinin sözlük anlamlarına sadık kaldığını; buna karşılık, “akıl” ve “irade” kavramlarının değişken ve belirsiz olduğunu, gidip geldiğini, dalgalanıp durduğunu görüyoruz.
AKIL
Sosyalistlerin önemli bir kesiminde “akıl” devredilmiş gibi duruyor. Aklınızı bir başkasına devrettiğinizde, kendinizi onun yeni sahibinden ayırmaya çalışsanız da her hareketinizde, yazdığınız her satırda başkasının aklı size yol gösterir ve bu çok belli olur. Başkasının aklıyla düşünürken ortaya çıkan en önemli sonuç, o aklı mantıksal olarak nihai sonucuna kadar götürüp mevcut duruma bir de o noktadan bakmanızın mümkün olamamasıdır. Çünkü aklınızı devrettiğiniz güç sizin o noktaya gelmenizi, “büyük insanlık”, “ezilenlerin demokrasisi”, “her şeyi kapsayıp kucaklamak” gibi sahte niyet beyanlarıyla ya da “radikal demokrasi”, “demokratik özerklik” gibi kulağa hoş gelen palavralarla önleme imkânına sahiptir. Aklı bir kere devretmişsiniz, ne derlerse inanacaksınız mecburen.
PKK/HDP/PYD/DBP/PJD/XWZ vs.nin aklını en nihai muhtemel sonucuna götürdüğümüz zaman karşımıza şöyle bir unsur çıkıyor: Bağımsız Birleşik Kürdistan. Bu sonuç, Amerikan Conilerinin baka baka ezberlediğimiz haritalarına tam olarak uyuyor: Bölünmüş Türkiye. Şunu belirtmek gerekir ki uzun vadede (tarih boyutunda diyelim 20 ya da 50 yıl) Türkiye’nin ikiye bölünmesi mümkün görünmüyor; bölünürse pek çok parçaya bölünür. Bu noktada gözümüzün önüne Sevr haritası gibi bir görünüm gelecektir.
Bu seferki Sevr haritası 7 değil belki sadece 3 bölgeli olur. Güneydoğu’dan kuzeye doğru uzanan, Rusya hinterlandını ve Batı Asya’yı denetleyen Amerikan üsleriyle donatılmış, İsrail’e stratejik derinlik sağlayan bir Kürdistan bölgesi (III. Dünya Savaşı benzeri çatışmaların ardından belki kuzey doğuda sınırları Ağrı ve mücavir bölgeyi kapsayan bir Ermenistan), ortada Ankara merkezli zayıf ve öfkeli bir tarımsal Türk devleti ve nihayet batıda Ege-Marmara-Trakya’yı kapsayan, AB’yle bütünleşmiş demokratik bir yüksek teknolojili Türkiye endüstri ve turizm devleti.
Bu durumda sosyalist torunlarımız ister istemez, emperyalizmin insan hakları anlayışının hâkim olduğu, demokratik yordamların benimsendiği batı yakasındaki işçi sınıfını, “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” gündemi de artık olmadığı için çok daha hafiflemiş bir programla örgütlemeye çalışacaklardır. Onların diledikleri gibi örgütlenmelerine, ellerinde kızıl bayraklarla gösteri ve yürüyüş yapmalarına, “internatsionale” marşını avaz avaz söylemelerine, Avrupalı turistlerin gelip onlarla hatıra fotoğrafı çektirmelerine elbette izin verilecektir.
Böyle bir bölünmüş Türkiye istediğimizden emin miyiz? İstemiyorsak yurdumuzu emperyalizme karşı savunacağız. Kürt halkını iki ateş arasından çıkararak ulusal birliği yeniden kuracağız. Bugünün dünyasında sosyalizme giden başka yol yok.
İRADE
İradeye gelince, çok daha üzücü bir durum ortaya çıkıyor. Bu ülkede hakikaten çok sağlam bir devrimci irade; TBMM kürsüsünden kapitalizme isyan eden, emperyalizme başkaldıran, Amerikan üslerini deşifre eden milletvekilleri; acil devrim programları yazıp derhal uygulamaya geçerek devletle düelloya girmekten çekinmeyen çok sağlam bir devrimci cesaret vardı. Bu durum sosyalist sistemlerin 12 Eylül darbesiyle aşağı yukarı aynı zamana rastlayan (arada 6 yıllık kısa bir süre var) çöküşüyle birlikte sona erdi. İradenin önce yumuşatıldığı sonra da ortadan kalktığı kesin bir tarih vermek gerekirse, “aşkın ve şaşkın partisi”nin kurulduğu 1996 yılını işaret edebiliriz. Bu parti, çevresine öyle bir “söylem”, öyle bir “hassasiyetler” ve “çoğulculuk” anlayışı yaydı ki PKK’nin savaş ağaları ile HDP’nin kapsayıcı kucaklayıcı, fena halde “demokratik” liderleri bile sonunda bu söylemi gayet başarılı biçimde evirip çevirerek son seçimlerde % 13 oy alabildiler. Bir yiğit aklını devretse, gör başına neler gelir!
Hiç mi irade yok? Elbette var, fakat geçmişe ve bugünkü koşullarda olması gerekene kıyasla aşırı derecede orantısız. “Enginleri fethetme ruhu”ndan çok tekkenin selametine kilitlenmiş bir irade! Daha da kötüsü, kendi durumunun farkında değil, anlamıyor. Mesela ben, yaşı 30’u 40’ı geçmiş, yazarak çizerek cafe’lerde, parti mahfillerinde, okul kantinlerinde tartışarak ölümüne bir devrimci mücadele verdiğini sanan gençleri görünce hüzünleniyorum, söyleyecek şey bulamıyorum. Söylesem ne olacak, herkesin kendi “iç meselesi”, dünyaya içinden baktığı laflardan oluşan kendi “çukuru” farklı. Bölgemizin üzerine gelmekte olan çok sarsıcı olaylar her şeye rağmen muazzam bir kitlesel bilinç patlaması yaratacak ve bir dizi devrimi ateşleyecektir.
“Tarihsel olay” iradenin iyimserliğini güçlendirir; aklımızı da geri alabilirsek halimizden, yazdığımız yazılardan söylediğimiz sözlerden tatmin olup kendimizden hoşnut olmamızı önleyecek bir devrimci kötümserliği yeniden edinebiliriz.
YAVUZ ALOGAN- Aydınlık / 19.09.2015