Bretton Woods ve Sonuçları
Britanyalı tarihçi Niall
Ferguson, The Ascent of Money isimli son
kitabında Bretton Woods sistemini şu
şekilde özetlemektedir:
“ Bu yeni düzende
ticaret adım adım serbestleştirilecekti, ama sermaye hareketleri üzerindeki
kısıtlamalar yürürlükte kalacaktı. Döviz kurları altın standardının geçerli
olduğu dönemdeki gibi sabitlendi, ama uluslararası rezerv para olarak altın
yerine Birleşik Devletler Doları (Doların kendisi de altınla değiştirilebilir
olmasına rağmen…) çapa olarak belirlenmişti.”
Ferguson’un,
Bretton Woods Anlaşması’nın önemli
mimarlarından biri olan John Maynard Keynes’ten
yaptığı alıntıya göre “sermaye
hareketlerinin denetimi (…) savaş sonrası sistemin değişmez sabitlerinden biri”
olarak kalmalıydı. Bu o kadar ileri bir noktaya taşınmıştı ki, turistler
bile yurt dışı seyahatlerinde yanlarına çok az para alabiliyorlardı. Yanlarında
yüksek meblağlarda para olanlar, seyahatlerine başlamadan önce döviz bozdurmak
zorundaydılar. Ferguson uygulamayı şu şekilde
özetlemektedir:
“Sermayenin ulusal
sınırları aşması, ancak bir ülke yönetiminden başka bir ülke yönetimine
transfer şeklinde olmaktaydı. Aynı 1948- 1952 yılları arasında yerle bir olmuş
Batı Avrupa’nın yeniden inşası için yürürlüğe konan Marshall Planı’nın
uygulamasında olduğu gibi.”
Bu
mantıklı sistemin istikrarsızlaştırılması, Birleşik Devletler’in ve Birleşik
Krallık’ın sermaye elitlerinin bilinçli bir tercihiydi. Bu tercihin
arkasında, yaşlı kıtanın hızlı ekonomik toparlanma göstermesi, 1950’li yıllarda
altı çekirdek ülkenin Avrupa Topluluğu’nu oluşturması ve Anglosakson dünyadan
daha yüksek büyüme oranlarını yakalamaları yatmaktadır. Fransa Devlet Başkanı Charles De Gaulle ve Federal Almanya Başbakanı Konrad Adenauer’in öncülüğünde Fransa ve Almanya’nın
barışması, Bretton Woods Sistemi’nin
istikrarsızlaştırılmasını hızlandırdı. Birleşik
Devletler’de üretim araçları savaştan zarar görmediği için, kapitalistler
modernizasyona çok az yatırım yapmışlar ve bu nedenle Atlantik’in diğer
tarafında kar marjlarında düşüş yaşanmıştı. Amerikan büyük sermayesi için karlı
Avrupa şirketleri satın almak, kendi ülkesine yatırım yapmaktan daha
kazançlıydı. Ancak Bretton Woods Sistemi’nin sermaye denetimleri yürürlükte
kaldığı sürece, milyar dolarlarını yurt dışına çıkarmaları mümkün değildi. Yani
bu kısıtlamalar kaldırılmalıydı.
Bu
neredeyse eşzamanlı olarak Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık’ta hayata
geçirilen uygulamalarla mümkün olmuştur. Londra’da 1957 yılında dünyanın ilk serbestleştirilmiş finans piyasası
kuruldu. Britanya hükümetinin yaptığı yasal değişiklik sayesinde, Birleşik
Devletler’den gelen parayı Sterlin’e çevirmeden yatırım yapmak mümkün hale
geldi. Bu Avro-Dolar (bu terim gelecekteki Avro para biriminin öncüsü
değildir, sadece paranın Avrupa’da bulunduğunu göstermektedir) birikimi Londra üzerinden başka ülkelere
ödünç verildi. Komünist politikacı Sahra
Wagenknecht, Wahnsinn mit Methode isimli en son kitabında bu gelişmeyi şöyle
anlatmaktadır:
“Yabancı borçlular,
ilk kez Sterlin cinsinden değil Amerikan Doları cinsinden kredi aldılar. Bu
şekilde Londra’da dolar cinsinden sermaye birikimi ve krediler için hem
Britanya hem de Birleşik Devletler’in sermaye piyasası düzenlemelerinden muaf,
ülke dışında dokunulmaz bir pazar oluştu. Bu sayede, Londra’daki dolar
birikimlerine Birleşik Devletler’deki faiz oranlarından daha yüksek oranlarla
faiz verilebildi ve dünyanın her yerinden ellerinde dolar birikimi olan
yatırımcılar için bu sistem çekici bir hal aldı. (…) Günümüzdeki farklı
ülkelerde farklı para birimleri ile yatırım yapmak ya da kredi almak olağan bir
durumdur. Eskiden böyle bir şey yoktu ve ulusal sermaye piyasalarının
düzenlemeleri buna imkan tanımıyordu. Britanya hükümetinin bilinçli bir tercihi
olan bu uygulama ile tüm ulusal faiz kısıtlamaları, vergi düzenlemeleri, merkez
bankası rezervi uygulamaları ve diğer engelleri aşarak uluslararası bankaların
ve yüksek meblağda paranın Londra City’ye çekilmesi sağlanacaktı.”
Bu sayede, Britanya
ekonomisinin reel sektörde artık yaratamadığı karlılığı, finans sektöründe
yaratması hedeflenmişti. Böylece İngiltere’de sanayinin tasfiyesi de başlamış
oldu.
Birleşik Devletler Başkanı John F.Kennedy, bu gelişmeyi durdurmayı denedi. 1963 Haziranında, öldürülmesinden dört
ay önce, kongreye, yurt dışına giden sermayeyi cezalandırmak amacıyla % 15’e
varan oranda sermaye vergisi uygulanmasını teklif etti. Dallas’ta sıkılan
kurşunlar bu teklifin yasallaşmasını engelledi. Kennedy’nin halefi Lyndon B. Johnson, düzenlemeyi 1964 yılında yasalaştırdı, ama düzenlemeyi anlamsız kılacak iki
açık nokta bırakılmıştı: Kanada’ya yapılan sermaye ihracı yasa kapsamı dışında
bırakılmıştır. İngiliz Milletler Topluluğu üyesi olan Kanada üzerinden dolarlar
böylece Londra’ya transfer edilmiştir. Ayrıca Birleşik Devletler yurttaşları ve
bankalarıyla iş yapmayan Amerikan bankalarının yurt dışında faaliyet gösteren
iştirakleri, yasa kapsamı dışında bırakılmıştır.
Böylece hiçbir finans denetim kurulunun
kontrolüne tabi olmadan Avro-Dolar piyasası daha da büyüdü. Bireysel
yatırımcıların ve şirketlerin vergiden kaçırdıkları paralar, mafyanın ve
uyuşturucu baronlarının servetlerinin de içinde olduğu sıcak para, dünyanın her
yerinden Britanya’nın başkentine akıyordu. Bireysel
yatırımcılara ait Avro-Dolar hesaplarında biriken para 60’lı yıllarda 10 milyon dolar
düzeyindeyken, bu meblağ 1973 yılında 55
milyar dolara ve 1983 yılında 603
milyar dolara ulaştı. Bankalara ait Avro-Dolar varlıkları çok daha yüksek
düzeydeydi. Bankaların varlıkları 1973 yılında 220 milyar dolar düzeyindeyken,
1984 yılında 1.564 milyar dolara
ulaşmıştı. Londra’da bu varlıklar için merkez bankasında rezerv tutma
zorunluluğu bulunmadığı için bu paralar herhangi bir rezerv ya da garanti
tutulmadan başka yerlere kredi olarak dağıtılabiliyordu. Bunun iki ciddi sonucu
oldu.
İlk ciddi sonuç, bankaların ek likiditeyi
aslında sadece merkez bankalarından sağlamalarını öngören Bretton Woods
kısıtlamalarını aşmak için sürekli olarak birbirlerinden borç alıp vermeye
başlamaları oldu. Halen yaşamakta olduğumuz ekonomik krizin çıkmasına neden
olan en önemli nedenlerinden biri olan interbank piyasası böylece doğmuş oldu. Sahra Wagenknecht’in de belirttiği gibi, “bankalar Avro-Dolar piyasasında istedikleri kadar para ve kredi
yaratabiliyorlardı.”
Diğer ciddi bir sonuç ise, özel bankaların
yine merkez bankalarının kontrolü olmaksızın daha önce hiç düşünülemeyecek
kadar miktarda krediyi zor durumdaki devletlere vermesi oldu. Bu krediler,
Üçüncü Dünya devletlerinin yanı sıra Sovyet bloğunun önemli devletlerinin borç
krizine sürüklenmesinin ve böylece çok kutuplu dünya düzeninin sonunun
başlangıcı oldu. Ancak bu iki kriz yapılandırılmadan önce Bretton Woods Sistemi’nin tamamen ortadan kaldırılması gerekiyordu.
ULUSAL DEVLETİN YIKIMI VE SOL TAVIR (Jürgen Elsässer)
(Sayfa 32-35)
DİĞER BÖLÜMLER İÇİN BKZ.
ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 1 (Her Şey Nasıl Başladı?)