İç savaş benzeri olayların genellikle iki cephesi olur. Çatışma başladığında toplumun içindeki farklı siyasi odaklar bu iki cepheye doğru dağılarak kutuplaşır. Bu açıdan bakıldığında, ülkemizde şimdilik iki cephe ve üç çatışma alanı görülüyor.
PKK ile TSK cepheleri var. Saray ve ona bağlı militan güçler (kısmen polis güçleri) ile yandaş olmayan medya ve CHP’li kitle bir çatışma alanını; MHP ile HDP ve sıradan Kürt yurttaşlar bir başka çatışma alanını; IŞİD ile Alevi kitleler ise şimdilik potansiyel bir çatışma alanını oluşturuyor.
GÖRÜNMEZ CEPHELER
Ancak iç savaşların bir de görünmez cepheleri vardır. Mesela Yugoslavya iç savaşında bu cephe, Avrupa burjuvazisi ve ABD ile bütün Yugoslavya halkı arasındaydı. İspanyol İç Savaşı’nda (1936-39), anarşistleri ayrı tutarsak, bütün Avrupa demokrasileri ve SSCB ile faşist devletler vekâleten savaşmışlardır. Bu açıdan bakıldığında, şu sırada yaşamakta olduğumuz savaş Amerikan emperyalizmi ile bütün Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları arasındadır. Emperyalizm Türkiye’yi parlamenter siyasetin kotaracağı bir gerici anayasayla bölemeyeceğini, iç çatışmalarla ülkenin yurttaşlarını vuruşturup bu ülkeye bir ulus olma bilincini kazandıran bütün moral değerleri yıkarak, sıradan yurttaşı bezdirerek, hâkim sınıfları “sonsuza dek korku çekmektense korkulu bir sona razı” ederek, sıkıyönetim benzeri ağır bir baskı ortamında ancak bölebileceğini anladı. Bu yüzden var gücüyle iç savaşı deneyecek.
KOLAYCILIK: 12 EYLÜL BENZETMESİ
Mevcut durumu 12 Eylül öncesine benzetmek yanlıştır. ABD o sırada Türkiye’yi tahkim etmek istiyordu, şimdi bölmek istiyor. O dönemin çatışmaları şimdiki iç savaş benzeri durumla kıyaslandığında çok masum ve amatörceydi, darbe gerekçesi olarak tezgâhlanan katliamlar denetimli, hedefe yönelik olaylardı. SSCB’nin Afganistan’ı işgal ettiği, İran’ın sistemden koptuğu koşullarda Türkiye’yi komünizme karşı bir çevreleme politikası olan “yeşil kuşak”a dahil etmek istediler. Cunta da bu memleketin en bilinçli evlatlarını ezerek, bilime inanan ne kadar insan varsa hepsini tasfiye ederek, devlet kadrolarını Türk-İslam sentezcisi gericilerle, tarikatçılarla doldurarak görevini yerine getirdi. Bu süreç AKP’nin iktidara getirilmesiyle zirveye ulaştı.
Şimdiki durum çok daha karmaşık. Ancak işin kolayına kaçarak, zulada bekleyen bir Amerikancı askeri cuntanın zemin hazırladığını, bunun için iç savaşı kışkırttığını söylemek yanıltıcıdır. Bugünkü TSK, istihbarat aygıtlarından, EMASYA gibi inisiyatif imkânlarından, MGK teşkilatı içindeki ağırlığından, yasal dayanaklarından (35. Madde) yoksun bırakılmış, kumpas davalarıyla yıpratılmıştır. Devletin bütün imkânları Saray’ın ve ona bağlı kadrolardan oluşan MİT’in elindedir. “Çözüm süreci”ni başlatan, sonra masayı deviren, IŞİD’e tırlar dolusu silah gönderen, tam bir hegemonya kurmak için her türlü manevrayı yapan onlardır. “Zulada bekleyen Amerikancı bir cunta” olsa bile, harekete geçtiği anda zemini kayar; sahici bir iç savaşın nasıl olduğunu işte o zaman görürüz; zira iç savaşın bir koşulu da devletin baskı aygıtlarının silahlı olarak bölünmesidir.
12 Eylül’ün generalleri sırtlarını ABD’ye dayayarak Türkiye’yi “komünizm tehlikesi”ne karşı tahkim etmek istediler. Günümüzde ABD’nin kendi vatanını kanlı bir iç savaşa sürükleyerek bölmek isteyecek tek bir general bulması pek mümkün görünmüyor. Bunu isteyebilecek tek güç paçasını kurtarmak için debelenen Saray ve çevresidir. Ayrıca burası 1970’lerin Latin Amerika’sı değil. Son otuz beş yılda asker sivil herkes her şeyi gördü. Öğrenmek bize münhasır değil.
SELDEN KÜTÜK KAPMAK
Şu aşamada, Cumhuriyet değerlerini savunan kesimlerin ve sosyalistlerin olayların peşinden sürüklenmemeleri; umutsuzluğa kapılmamaları; düşünemez, davranamaz ve örgütlenemez hale gelmemeleri; iç savaş rezaletini önlemek için ellerinden geleni yapmaları, selden kütük kapmaya çalışan siyasileri uyarmaları gerekir.
Özellikle MHP’yi uyarmak gerekir. Bahçeli’nin ansızın tutum değiştirmesi; tabanca yerine bilgisayar kullanmalarını, ite kopuğa takılmamalarını öğütleyerek bugüne kadar özenle ehlileştirdiği tabanını ansızın sokağa salarak lümpen linç gruplarıyla birleştirmesi ve her türlü provokasyona açık hale getirmesi, bunu yaparken “sıkıyönetim” talebinde bulunması ve izlediği çizgiye ters düşerek “Saray’a yürüyüş kaçınılmaz” gibi aşırı laflar etmesi, selden kütük kapmanın bir örneğidir. Ne oldu acaba? Bir yerden haber mi geldi?
“Operasyon değil, katliam istiyoruz” diye slogan olmaz. Kürt işçileri dövmek, ezmek, ailelerini aşağılamak; HDP binalarını, Kürt’ün dükkânını, kahvehanesini ateşe vermek, onu göçe zorlamak alçaklıktan başka bir şey değildir. Bu tip eylemler PKK’nin dağdaki savaş ağalarını güçlendirir, emperyalizmin işine yarar.
Devrimci ve kurucu bir iradeye sahip olmak, iç savaş bile olsa insan gibi davranmak gerekir.
Yavuz ALOGAN / Aydınlık- 12.09.2015