23 Şubat 2016 Salı

Uçakta pilot yok


İnsanlar genellikle yöneticilerinin belirli bir plan ve stratejiyle davrandıklarını düşünme eğilimindedirler. Devletlerin, hükümetlerin ya da mesela apartman yöneticisinin bile makul davrandığını, en azından ne yaptığını/yapacağını bildiğini düşünürüz. Yaptıklarına karşı olsak da hareketlerinde bir sebep/sonuç ilişkisi olduğunu varsayarız.

İktidara geldiğinden beri AKP’nin izlediği diplomasinin de en azından kendi içinde tutarlı olduğunu düşündük, bölgesel siyasetlerine çeşitli stratejiler atfettik: BOP eşbaşkanı, emperyalizmin taşeronu, Sünnilerin bölgesel lideri; Barzani bölgesini güneydoğumuza doğru genişleterek Türkiye’ye bağlı bir federatif yapı kurma arzusu vs. 

AKP en genelde Türkiye’yi bir ulus-devlet olmaktan çıkarmak istedi. Şubat 2013’te Reis, Mustafa Kemal’in devrimlerden önce Musul meselesiyle ilgili sözlerini bağlamından kopararak, “Bizim temelimiz anasır-ı İslamdır” dedi, mesela. Temelimiz İslam unsurları olunca bölgede bir Sünni etki alanı yaratmak mümkün olacak, Kürt sorunu da Müslümanlık temelinde çözülecekti: Bölücü ulusçuluk yerine birleştirici İslam!

Gelinen noktada bu girişimlerin hepsi çıkmaza girdi. AKP uçağı kaldırdı fakat indirecek yer bulamıyor. Cumhuriyet’in kurucu ilkelerini yıktı ama kendi ümmetçi ilkelerini getiremedi; geleneksel Türk dış politikasını bütün birikim ve kadrolarıyla tasfiye etti, fakat “at pazarlığı diplomasisi” ve taşralı tüccar zihniyetiyle gidebileceği yolun sonuna geldi: düveli muazzama PYD’nin arkasında toplandı; ABD hükümetin yanında değil, mülteci sorunu dışında AB bozuk çalıyor, Rusya ise “sınırı geçerseniz elime düşersiniz” iştahıyla yeni silahlarını üzerimizde denemek için fırsat kolluyor.

‘HE HEYY AMERİKA!’

İşte bu ortamda Reis, “He heyy Amerika!” diye höykürmeye, Davutoğlu ise “Biz tarihi borcumuzu ödeyerek Halep’e sahip çıkacağız” gibi tuhaf şeyler söylemeye başladı. Fakat TSK’dan “BM kararı olmadan Suriye’ye adım atmayacağız” şeklinde ince bir mesaj geldi (10.02.16, Hürriyet). Bu arada, parti içinde yükselen sesler karizmaya çizikler atmaya başladı: “1 Kasım’da bir kesim bize kahrederek oy verdi, gemi su alıyorsa lüks kamerada batarsınız” (Hüseyin Çelik).

Anlaşılan, parti içinde uçağı ele geçirerek uygun bir yere mecburi iniş yapmak isteyenler var. İniş rotasını muhtemelen ABD, belki de biraz F-tipi örgüt tayin ediyor. Becerebilirlerse, ABD’nin gösterdiği yere iniş yapacaklar.

Elbette tehlikeli bir durum söz konusu. Uçak havalanmış, fakat pilot kendini kaybetmiş, yakıt azalıyor, üstelik kanatlardan biri tutuşmuş, yanıyor; her ile bir şehit tabutu geliyor.

Uçak her nereye, ne şekilde inecekse karşısında sağlam bir Cumhuriyet Cephesi bulmalı. Aksi halde, bakımdan geçer, deposu doldurulur, yeni pilot onu yine ABD rotasında felaketlere doğru uçurur. Siyaset de tıpkı doğa gibi boşluk kabul etmez.

TURUNCU DEVRİM

En büyük tehlike bir “turuncu devrim”dir. Gerçi bunun modası geçti, fakat ülkemizde neo-liberaller, F-tipi yapılar ve her türlü yönlendirmeye açık fevkalade neşeli “özgürlükçü sosyalistler ve sosyal demokratlar”dan oluşan bir potansiyel var. Düveli muazzama bunlara dayanarak bir “özgürlükçü restorasyon” girişiminde bulunacaktır. “Dünyanın en etkili güçleri Kürtlerle işbirliği yapıyor” diyen Selo Demirtaş’ın “Saray, Ergenekon, İşçi Partililer... blok oluşturdular” sözlerini, baharda 81 ilde ayaklanma (serhıldan) uyarı ve çağrılarını da dahil ederek, bu bağlamda değerlendirmek gerekir. 

Mecburi iniş yaptığı yerde uçak, karşısında 2007’deki Cumhuriyet Mitingleri’nin ve 2013’teki Haziran Ayaklanması’nın kitlelerini bulmalı.

Yavuz ALOGAN / Aydınlık- 13.02.2016