Başımız gerçekten dertte. Farkına varmayanlarımız olabilir diye buraya yazıyorum: Sorun hakikaten çok büyük. Mevcut iktidar (aslında bunun da ne olduğu pek belli değil zira Reis ile yakın çevresine kadar daralmış bir yapı söz konusu) bir koldan ülkeyi çok vahim bir Şii-Sünni savaşına yönelterek İran’a karşı mevzileniyor; bir koldan, “hepsinden alır toplarız, balımızı yapıp milletimize sunarız” mantığıyla yeni bir “marka” yaratır gibi anayasa yapılabileceğini sanıyor; cumaları “ibadet hürriyeti” gibi uygulamalarla toplumu dönüştürmeye, kardan adam yapan çocukları putperest ilan eden hödük kadrolarını güçlendirmeye devam ediyor.
Aslında “İslami faşizm” kavramını ilk kullananlardan biriyim. Fakat son sıralarda kavramdan kuşkulanmaya başladım. Daha ziyade, iktidar odaklı bir siyaset tarzıyla dini esaslara dayalı bir doğu despotizmi amaçlanıyor. Çünkü faşizm neticede sınıfsal temelleri olan siyasi bir dinamiktir; en azından modern bir harekettir, kendine göre bir mantığı vardır. Oysa cehennemin kapılarını zorlayan mevcut iktidarda bunların hiçbiri yok. Bizzat yarattığı gündemlerin ve bölgede yaşanan olayların üzerinde düşüp kalkarak, stratejik hedeften yoksun manevralarla kendini güvence altına almak için ülkeyi felaketlere sürüklüyor. Geçicidir, ama tahribatı kalıcı olabilir.
Bu yüzden Hitler analojileri biraz havada kalıyor. Arada kadro farkı da var elbette. En azından Nazilerin ekonomi bakanı Dr. Hjalmar Schact ile Mustafa Elitaş, Reich’ın hukuk teorisyeni Carl Schmitt ile Burhan Kuzu, Hitler’in danışmanı bakan Albert Speer ile “jöleli” Yiğit Bulut arasındaki kadar...
Belki acil savaş ihtiyacı bakımından bir benzerlik olabilir, çünkü savaş mevcut yasaların askıya alınmasını, olağanüstü yönetimi gerektirir; bu da iktidarın pekişmesini sağlar, toplumu dönüştürme fırsatı verir. Emperyalizm, bölgesel sorunları çözmek için uyguladığı kaos yönetimini, Rusya’yla doğrudan karşı karşıya gelmemek için bir Şii-Sünni çatışmasıyla daha üst bir kaotik düzeye taşımaya karar verdiyse, mevcut iktidarın bu tramvaya atlayacağı kesindir.
Seyretmeye devam ettiğimiz taktirde iktidarın her anayasal çiçekten bir tutam bal devşirerek yaratacağı kendi markalı anayasal balını bir referandumla halkımıza yedirme ihtimali çok yüksektir. Bizim kuşak anayasa konusunda çok hassastır; “Anayasa’nın tamamını ya da bir kısmını tağyir, tebdil ve ilgaya cebren teşebbüs” sözü mesela, adeta zihnimize kazınmıştır. Mevcut siyasi iktidarın kendisini Kurucu İrade yerine koyarak muhalefet partisiyle ya da tek başına, ticari şirket markası gibi bir anayasa “markası” yaratması kesinlikle gayri meşrudur ve asla kabul edilemez.
Birbirimizi bilinçlendirmekten, yaşanan ve yaklaşan felaketleri birbirimize, bilineni bilenlere anlatmaktan vazgeçmesek de, bu saatten sonra sürekli anlatıp aydınlatmanın muhtemel neticeler üzerinde fazla etkili olamayacağını bilmemiz gerekir. Zaman geçtikçe gericilikten kurtulmanın maliyeti artacaktır. Toplumun en ileri, en aydınlanmış kesimi nasıl harekete geçirilebilir? Yanıtlanması gereken soru budur. 2013 yılının Haziran ayında milyonlarca insan bu soruyu kendince yanıtladı. Ancak bizler bu yanıtı sürekli ve örgütlü bir güce dönüştürmeyi, odaklamayı başaramadık. Bir dahaki sefere artık... Fazla geç olmadan.
Yavuz ALOGAN / Aydınlık- 09.01.2016