11
Eylül sabahı saat
11’de, Bush
yönetimi Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Pentagon’a
yönelik saldırıların sorumlusunun El
Kaide olduğunu açıklamıştı. Bu iddia, derinlemesine bir polis araştırması
gerçekleştirilmeden yapılmıştı.
Aynı akşam saat 21.30’da,
belli sayıda seçilmiş üst düzey istihbaratçı ve askeri danışmanlardan oluşan
bir “Savaş Kabinesi” toplandı. Saat 23’teyse, Beyaz Saray’da yapılan bu tarihsel toplantının
sonucunda, “Terörizme Karşı Savaş”
resmen başlatıldı.
Taliban
ve El Kaide’ye karşı savaş kararı,
11 Eylül saldırılarının intikamı olarak ilan edildi. Ertesi sabah, 12 Eylül
günü, haber başlıkları, ısrarlı bir biçimde 11 Eylül saldırılarındaki “devlet
desteği”ne işaret etmekteydiler. ABD medyası koro halinde Afganistan’a karşı
bir askeri müdahaleyi savunmaktaydı.
Yaklaşık dört hafta sonra,
7
Ekim tarihinde, Afganistan bombalandı ve ABD birlikleri tarafından işgal
edildi. Amerikalılar,
savaşa başvurma kararının 11 Eylül akşamında mevcut koşulların zorlamasıyla,
saldırılara ve saldırıların trajik sonuçlarına yanıt olarak alındığına inanmaya
yönlendirildiler.
Halk, böylesine geniş kapsamlı bir savaş senaryosunun planlanmasının
ve icra edilmesinin asla bir haftalık bir mesele olmayacağını kavramakta
yetersiz kaldı. Bir
savaşa girişme ve Afganistan’a askeri birlikler gönderme kararı, 11 Eylül’den
çok önce alınmıştı. “CentCom” (ABD Merkez Komutanlığı)
komutanlarından General Tommy Franks’ın daha sonraları kullandığı ifadeyle,
“terör, müthiş felaket doğurucu olay”, planlananın son aşamasına gelmiş bulunan savaş programının
desteklenmesi yönünde kamuoyunu tahrik etmeye yaradı.
Trajik 11 Eylül olayları,
dünya kamuoyunun tam desteğiyle ve “uluslararası topluluğun” onayladığı “insancıl amaçlarla” bir savaş yapıldığı
iddiasını doğrulamak için gerekli gerekçeyi sağladı. Pek çok tanınmış “ilerici” aydın,
ahlaki ve etik gerekçelerle, “terörizme karşı misilleme” davasını benimsedi. Bir askeri doktrin olan “haklı neden” (jus ad bellum) benimsendi ve 11
Eylül’e meşru bir yanıt olarak görüntüyü belirleyen bir unsur niteliğiyle öne
çıkarıldı. Bu arada, Washington’un “islami terör şebekesini”desteklemekle
kalmayıp, 1996’da Taliban yönetiminin kurulmasında aracı olduğu gerçeği
üzerinde durulmadı.
11 Eylül’ün ertesinde savaş karşıtı hareket
tümüyle yalnızlaştırılmıştı. Sendikalar ve sivil toplum örgütleri, medyanın yalanlarını ve
hükümet propagandasını yuttular. 30 milyonluk yoksul bir ülke olan Afganistan’a
karşı bir misilleme savaşını onayladılar.
11 Eylül gecesi, geç vakitte, El Kaide
tarihi hakkında daha önce derlediğim araştırma notlarının yığınları arasında
dolaşarak yazmaya başladım. 12 Eylül’de yazımını tamamladığım ve aynı tarihte
ilk defa yayınlanan bu metin, “Usame Bin
Ladin Kimdir ?” başlığını taşımaktaydı.
En önce, resmi açıklamayı sorguladım. Resmi
açıklamaya göre, El Kaide’nin desteklediği ondokuz hava korsanı olağanüstü
düzeyde gelişkin ve örgütlü bir eyleme karışmışlardı. İlk hedefim, “Anavatanı
tehdit eden” bu “Amerikan düşmanı” hayalinin gerçek niteliği üzerindeki örtüyü
kaldırmaktı.
“Dış düşman”
ve “İslami teröristler” efsanesi Bush yönetiminin Afganistan’ın
ve Irak’ın işgaline bahane oluşturan askeri doktrininin temel taşıdır.
Bunların yanı sıra, Amerika’da sivil özgürlüklerin ve anayasal hükümetin
ortadan kaldırıldığının da unutulmaması gerekir.
“Dış düşman” olmasaydı, “teröre karşı savaş” olamazdı. Tüm ulusal güvenlik programı iskambil kağıtlarıyla
yapılmış bir kule gibi çökerdi. Yüksek makamlardaki savaş suçlularının
üzerlerine basacakları yer bulunmazdı.
Dolayısıyla, tutarlı bir savaş karşıtı
ve sivil haklar hareketinin gelişimi için, El Kaide’nin ve bu örgütün birbiri
ardından gelen ABD hükümetleriyle gelişmiş olan ilişkilerinin niteliği
üzerindeki örtünün kaldırılması yaşamsal önem taşımaktadır.
Geniş ölçüde belgelenmiş, ancak egemen medya tarafından pek
değinilmeyen bir konu olmasına karşın, El Kaide, tarihsel olarak Sovyet-Afgan
savaşına dayanan bir CIA ürünüdür. Bu durum, ABD Kongresi’nin resmi belgeleri
dahil çok sayıda kaynağın doğruladığı, bilinen bir gerçektir.
Nitekim, istihbarat birimleri Usame Bin Ladin’i desteklemiş olduklarını
defalarca açıklamışlardır. Ancak, Soğuk Savaş’ın ertesinde böyleydi; sonra “bize
karşı cephe aldı” demektedirler.
11 Eylül’den sonra, medyanın yanlış
bilgilendirme kampanyası, yalnızca gerçeğin karanlığa gömülmesine değil, bu
hayali “dış gücün” nasıl imal edildiğine ve nasıl “Bir Numaralı Düşmana”
dönüştürüldüğüne ilişkin pek çok tarihsel kanıtın yok edilmesine hizmet etti.
Michel
Chossudovsky
America’s “War
on Terrorism”
İkinci
Baskıya Önsöz’den- Çeviren: Alpaslan IŞIKLI