NIXON’ın PARA DARBESİ
Kennedy tarafından
reddedilen, ama halefleri tarafından şiddetlendirilen Vietnam’daki savaş,
Birleşik Devletler ekonomisini çökertti. Birleşik Devletler o kadar çok
borçlandı ki, Bretton Woods ile
yüklendiği, Amerikan Doları’nı talep edildiğinde altın ile değiştirme
yükümlülüğü tamamen bir fiyaskoya dönüştü. 1971
Ağustosu başlarında Birleşik Devletler’in yabancı alacaklılara karşı
yükümlülükleri 60 milyar dolar
düzeyindeyken, Fort Knox’ta saklanan altın rezervlerinin dolar karşılığı 9,7 milyar dolar düzeyindeydi. Bu durum
karşısında Birleşik Devletler Başkanı Richard Nixon frene bastı ve 15 Ağustos 1971 tarihinde müteffikleri ile konuyu konuşmaya bile
gerek duymadan ani bir kararla
dolar ve altın arasındaki konvertibiliteye son verdi. Böylece İkinci Dünya Savaşı sonrası
ekonomik düzenin dayandığı temel dayanak ortadan kaldırılmış oldu.
Doların değerini düşüren bu
karar, Birleşik Devletler’in dış yükümlülüklerini azaltmakla beraber, doların
dünya parası statüsünü de sarstı. Birleşik Devletler, ancak 1973’teki
Arap-İsrail Savaşı (Yom Kippur Savaşı) ve bu savaşı takip eden OPEC petrol
boykotu sonrasında hegemonyasını yeniden sağlamlaştırabildi. Petrol fiyatlarının dört katına çıkmış olması dünya genelinde
sanayi devletlerini zor duruma soktu, ama OPEC petrolünü pazarlayan
Anglo-Amerikan “yedi kız kardeş” bu boykottan kazançlı çıktılar. (“Yedi Kız
Kardeş”, 1940’ların
ortasından 1970’lere kadar bir konsorsiyum oluşturarak dünya petrol
endüstrisine hakim olan yedi petrol şirketine verilen addır. 1973’teki petrol
krizinin öncesine kadar bu şirketler dünya petrol rezervlerinin % 85’ini
kontrol ediyorlardı. Konsorsiyum, Anglo-Persian
Oil Company- günümüzde BP-, Standard
Oil of California ve Texaco- günümüzde Chevron-, Standard Oil of New Jersey- Esso- ve Standard Oil Company of New York- günümüzde ExxonMobil-, Royal Dutch Shell ve Gulf Oil adlı şirketlerden oluşuyordu.) Radikal savaşçıların
kendilerini devirmesinden korkan körfez şeyhleri, en başta da Suudi Arabistan,
Birleşik Devletler ile daha sıkı bağlar kurmaya ve petrolden elde ettikleri
gelirleri (Petro-Dolar) New York ve Londra’daki bankalara pompalamaya
başladılar. Ayrıca, sadece dolar karşılığında petrol satışı yapmayı garanti
ettiler. Bu nedenle, dünyadaki
diğer ülkeler, enerji ihtiyaçlarını karşılayabilmek için hala dolar satın almak
zorundadırlar.
Acaba Mısır ve Suriye’nin
saldırısı ile başlayan Arap-İsrail Savaşı, Birleşik Devletler eski Dışişleri
Bakanı Henry Kissinger tarafından her iki tarafı tahrik eden bilgilerle
provoke mi edilmişti? Kissinger, 1973
Mayısında düzenlenen Bilderberg konferansının bir oturumunda, petrol
fiyatlarının aşırı ölçüde artırılmasını talep etmekle kalmamış ve aynı zamanda
savaşın, bu şokun katalizörü olarak gösterilmesini de mi istemişti ? Alman
asıllı Amerikalı yazar William Engdahl’in Petrol-Para-İktidar
isimli kitabında ortaya attığı bu iddia, Suudi Arabistan’ın eski Enerji Bakanı Zeki Yamani tarafından da 1973
yılında yaşananların “tek geçerli açıklaması” olarak övgüye değer bulunmuştur.
Kulağa komplo teorisi gibi mi geliyor ? Ancak gerçek şu ki, Kissinger ve finans çevresinden arkadaşları
Arap-İsrail Savaşı’ndan yararlanmayı çok iyi başardılar.
Petrol krizi sonrasında artan Avro-Dolar
birikimleri, sıkıntı içindeki devletlere borç olarak verildi. Bu ülkelerin borç ihtiyaçları, petrol
ithalatı için ödedikleri tutar arttıkça daha da fazlalaştı. 1973 ve 1982
yılları arasında Londra üzerinden dağıtılan kredilerin yıllık artışı % 20’nin
üzerine çıkmıştı. Bu oran 1973 ve 1982 yılları arasında reel ekonomisinin
gösterdiği büyümenin beş katından daha fazlaydı. Örneğin, önde gelen
Güney Amerika devletlerinin toplam dış borcu, 1972 yılında 125 milyar dolarken
1982 yılında 800 milyar dolara ulaşmıştı.
1979 yılında, Birleşik Devletler
gösterge faizini yükseltti. Bunun bir sonucu olarak, Londra üzerinden borç
verilen Avro-Dolar kredilerinin de faizleri 1980 ilkbaharında % 7’den inanılmaz
derecede yüksek bir oran olan % 20’ye yükseldi. Kredi alanlar kapana
kısılmıştı. Gelişmekte olan bütün ülkelerin borç yükümlülükleri patlama yaşadı.
İsviçreli sigorta devi Swiss Re’nin yaptığı bir hesaplamaya göre, bu ülkelerin
borç yükümlülükleri 1982 yılında 839 milyar dolarken 1987 yılında 1,3 trilyon dolara ulaşmıştı.
Arjantin ve Meksika
gibi bazı ülkeler borçlarını ödeyemeyeceklerini ilan ettiler. Macaristan,
Polonya ve Yugoslavya’nın borçları ise Uluslararası Para Fonu tarafından
yeniden yapılandırıldı, ama yıkıcı şartlar karşılığında: Bütçe kısıntıları,
tasarruf önlemleri ve ithalat denetimleri. Bu şartlar karşılığında borçları
yeniden yapılandırılan ülkelerin toplumsal yapıları zarar gördü: Yugoslavya’daki
en zengin federe cumhuriyetler federasyondan ayrılma taleplerini dile getirmeye
başladılar. Polonya ve Macaristan’da, Sovyetler yanlısı yönetimler 80’li yıllar
boyunca adım adım iktidarı kaybettiler. Sovyetler Birliği, bu ülkelere yardım
edemedi, çünkü Moskova’nın, Afganistan’da 1979 yılında CIA tarafından
desteklenen mücahitlerin başlattığı savaş nedeniyle sahip olduğu her rubleye kendisinin
ihtiyacı vardı.
Bu gelişmeden en
kazançlı çıkanlar Amerikan ve Britanya bankaları oldu. Verdikleri borçların bir
kısmından vazgeçmek zorunda kalsalar da, yüksek faizler nedeniyle borç
verenlerin cebine, verdikleri borçların çok daha fazlası geri döndü. Dünya
Bankası’nın yapmış olduğu hesaplamaya göre, 109 borçlu ülke 1980 ve 1986 yılları arasında
658 milyar dolar faiz ve anapara geri ödemesi yapmışlardı. Bu ülkelerin almış
oldukları gerçek borç ise sadece 430 milyar
dolardı. Bankalar elde ettikleri bu dev kazanç ile Birleşik Devletler’e
ait devlet borçlanma senetlerini satın aldılar ve dünya pazarlarında rekabet
etme gücü sürekli azalan süper gücün bütçe ve dış ticaret açıklarını finanse
ettiler.
Birleşik Devletler’e
akan bir başka para kaynağı ise, çöken ekonomilerden bu ülkeye gönderilen
paralardı. Krizden önce birikimlerini, paralarını Meksika Pezosu ya da Yugoslav
Dinarı olarak tutan bu ülkelerin milyonerleri, birikimlerini dolara çevirip
Amerika’daki bankalara yatırıyorlardı. Bu mekanizma, Sovyetler
Birliği ortadan kalkarken, Sterlin krizi (1993), Meksika
krizi (1995), Doğu Asya krizi (1998) ve Ruble krizi (1998) sırasında da aynı şekilde işlemiştir. Bu korkunç krizler,
her zaman krizin etkilerinden sığınmak için kendisine sığınılan doların lehine
olmuştur. Bu sayede doların değeri 90’lı yıllar boyunca Birleşik Devletler’in
sürekli artan dış ticaret açığı ve kamu borçlanmasına rağmen fazla bir
değişiklik göstermemiştir.
ULUSAL
DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 1 (Her Şey Nasıl Başladı?)
ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR
2 (Haydut ve Çöken Devletler)
ULUSAL
DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 3 (Yaşasın ! Teslim Oluyoruz !)
ULUSAL
DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 4 (Ortaçağa Dönüş)
ULUSAL
DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 5 (İstikrarın Sonu)
ULUSAL
DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 6 (Bretton Woods ve Sonuçları)