21 Ekim 2015 Çarşamba

ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 7



NIXON’ın PARA DARBESİ

   Kennedy tarafından reddedilen, ama halefleri tarafından şiddetlendirilen Vietnam’daki savaş, Birleşik Devletler ekonomisini çökertti. Birleşik Devletler o kadar çok borçlandı ki, Bretton Woods ile yüklendiği, Amerikan Doları’nı talep edildiğinde altın ile değiştirme yükümlülüğü tamamen bir fiyaskoya dönüştü. 1971 Ağustosu başlarında Birleşik Devletler’in yabancı alacaklılara karşı yükümlülükleri 60 milyar dolar düzeyindeyken, Fort Knox’ta saklanan altın rezervlerinin dolar karşılığı 9,7 milyar dolar düzeyindeydi. Bu durum karşısında Birleşik Devletler Başkanı Richard Nixon frene bastı ve 15 Ağustos 1971 tarihinde müteffikleri ile konuyu konuşmaya bile gerek duymadan ani bir kararla dolar ve altın arasındaki konvertibiliteye son verdi. Böylece İkinci Dünya Savaşı sonrası ekonomik düzenin dayandığı temel dayanak ortadan kaldırılmış oldu.

   Doların değerini düşüren bu karar, Birleşik Devletler’in dış yükümlülüklerini azaltmakla beraber, doların dünya parası statüsünü de sarstı. Birleşik Devletler, ancak 1973’teki Arap-İsrail Savaşı (Yom Kippur Savaşı) ve bu savaşı takip eden OPEC petrol boykotu sonrasında hegemonyasını yeniden sağlamlaştırabildi. Petrol fiyatlarının dört katına çıkmış olması dünya genelinde sanayi devletlerini zor duruma soktu, ama OPEC petrolünü pazarlayan Anglo-Amerikan “yedi kız kardeş” bu boykottan kazançlı çıktılar. (“Yedi Kız Kardeş”, 1940’ların ortasından 1970’lere kadar bir konsorsiyum oluşturarak dünya petrol endüstrisine hakim olan yedi petrol şirketine verilen addır. 1973’teki petrol krizinin öncesine kadar bu şirketler dünya petrol rezervlerinin % 85’ini kontrol ediyorlardı. Konsorsiyum, Anglo-Persian Oil Company- günümüzde BP-, Standard Oil of California ve Texaco- günümüzde Chevron-, Standard Oil of New Jersey- Esso- ve Standard Oil Company of New York- günümüzde ExxonMobil-, Royal Dutch Shell ve Gulf Oil adlı şirketlerden oluşuyordu.) Radikal savaşçıların kendilerini devirmesinden korkan körfez şeyhleri, en başta da Suudi Arabistan, Birleşik Devletler ile daha sıkı bağlar kurmaya ve petrolden elde ettikleri gelirleri (Petro-Dolar) New York ve Londra’daki bankalara pompalamaya başladılar. Ayrıca, sadece dolar karşılığında petrol satışı yapmayı garanti ettiler. Bu nedenle, dünyadaki diğer ülkeler, enerji ihtiyaçlarını karşılayabilmek için hala dolar satın almak zorundadırlar.

   Acaba Mısır ve Suriye’nin saldırısı ile başlayan Arap-İsrail Savaşı, Birleşik Devletler eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger tarafından her iki tarafı tahrik eden bilgilerle provoke mi edilmişti? Kissinger, 1973 Mayısında düzenlenen Bilderberg konferansının bir oturumunda, petrol fiyatlarının aşırı ölçüde artırılmasını talep etmekle kalmamış ve aynı zamanda savaşın, bu şokun katalizörü olarak gösterilmesini de mi istemişti ? Alman asıllı Amerikalı yazar William Engdahl’in Petrol-Para-İktidar isimli kitabında ortaya attığı bu iddia, Suudi Arabistan’ın eski Enerji Bakanı Zeki Yamani tarafından da 1973 yılında yaşananların “tek geçerli açıklaması” olarak övgüye değer bulunmuştur. Kulağa komplo teorisi gibi mi geliyor ? Ancak gerçek şu ki, Kissinger ve finans çevresinden arkadaşları Arap-İsrail Savaşı’ndan yararlanmayı çok iyi başardılar.

   Petrol krizi sonrasında artan Avro-Dolar birikimleri, sıkıntı içindeki devletlere borç olarak verildi. Bu ülkelerin borç ihtiyaçları, petrol ithalatı için ödedikleri tutar arttıkça daha da fazlalaştı. 1973 ve 1982 yılları arasında Londra üzerinden dağıtılan kredilerin yıllık artışı % 20’nin üzerine çıkmıştı. Bu oran 1973 ve 1982 yılları arasında reel ekonomisinin gösterdiği büyümenin beş katından daha fazlaydı. Örneğin, önde gelen Güney Amerika devletlerinin toplam dış borcu, 1972 yılında 125 milyar dolarken 1982 yılında 800 milyar dolara ulaşmıştı.

   1979 yılında, Birleşik Devletler gösterge faizini yükseltti. Bunun bir sonucu olarak, Londra üzerinden borç verilen Avro-Dolar kredilerinin de faizleri 1980 ilkbaharında % 7’den inanılmaz derecede yüksek bir oran olan % 20’ye yükseldi. Kredi alanlar kapana kısılmıştı. Gelişmekte olan bütün ülkelerin borç yükümlülükleri patlama yaşadı. İsviçreli sigorta devi Swiss Re’nin yaptığı bir hesaplamaya göre, bu ülkelerin borç yükümlülükleri 1982 yılında 839 milyar dolarken 1987 yılında 1,3 trilyon dolara ulaşmıştı.

   Arjantin ve Meksika gibi bazı ülkeler borçlarını ödeyemeyeceklerini ilan ettiler. Macaristan, Polonya ve Yugoslavya’nın borçları ise Uluslararası Para Fonu tarafından yeniden yapılandırıldı, ama yıkıcı şartlar karşılığında: Bütçe kısıntıları, tasarruf önlemleri ve ithalat denetimleri. Bu şartlar karşılığında borçları yeniden yapılandırılan ülkelerin toplumsal yapıları zarar gördü: Yugoslavya’daki en zengin federe cumhuriyetler federasyondan ayrılma taleplerini dile getirmeye başladılar. Polonya ve Macaristan’da, Sovyetler yanlısı yönetimler 80’li yıllar boyunca adım adım iktidarı kaybettiler. Sovyetler Birliği, bu ülkelere yardım edemedi, çünkü Moskova’nın, Afganistan’da 1979 yılında CIA tarafından desteklenen mücahitlerin başlattığı savaş nedeniyle sahip olduğu her rubleye kendisinin ihtiyacı vardı.

   Bu gelişmeden en kazançlı çıkanlar Amerikan ve Britanya bankaları oldu. Verdikleri borçların bir kısmından vazgeçmek zorunda kalsalar da, yüksek faizler nedeniyle borç verenlerin cebine, verdikleri borçların çok daha fazlası geri döndü. Dünya Bankası’nın yapmış olduğu hesaplamaya göre, 109 borçlu ülke 1980 ve 1986 yılları arasında 658 milyar dolar faiz ve anapara geri ödemesi yapmışlardı. Bu ülkelerin almış oldukları gerçek borç ise sadece 430 milyar dolardı. Bankalar elde ettikleri bu dev kazanç ile Birleşik Devletler’e ait devlet borçlanma senetlerini satın aldılar ve dünya pazarlarında rekabet etme gücü sürekli azalan süper gücün bütçe ve dış ticaret açıklarını finanse ettiler.


   Birleşik Devletler’e akan bir başka para kaynağı ise, çöken ekonomilerden bu ülkeye gönderilen paralardı. Krizden önce birikimlerini, paralarını Meksika Pezosu ya da Yugoslav Dinarı olarak tutan bu ülkelerin milyonerleri, birikimlerini dolara çevirip Amerika’daki bankalara yatırıyorlardı. Bu mekanizma, Sovyetler Birliği ortadan kalkarken, Sterlin krizi (1993), Meksika krizi (1995), Doğu Asya krizi (1998) ve Ruble krizi (1998) sırasında da aynı şekilde işlemiştir. Bu korkunç krizler, her zaman krizin etkilerinden sığınmak için kendisine sığınılan doların lehine olmuştur. Bu sayede doların değeri 90’lı yıllar boyunca Birleşik Devletler’in sürekli artan dış ticaret açığı ve kamu borçlanmasına rağmen fazla bir değişiklik göstermemiştir.

ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 1 (Her Şey Nasıl Başladı?)

ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 2 (Haydut ve Çöken Devletler)

ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 3 (Yaşasın ! Teslim Oluyoruz !)

ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 4 (Ortaçağa Dönüş)

ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 5 (İstikrarın Sonu)

ULUSAL DEVLETİN YIKIMI ve SOL TAVIR 6 (Bretton Woods ve Sonuçları)