30 Ekim 2015 Cuma

BİRAZ GÜLELİM


Seçim sathı mailinde hızla düşüşe geçen sistemin partileri 2 Kasım günü sandığa çarpıp parçalanacak gibi görünüyorlar. Gıcırtılar şimdiden duyuluyor. Özellikle AKP kendi kurucularını ve ağır toplarını geride bırakarak hızlandı, “Reis ve çevresi” son kez şansını denemeye hazırlanıyor. Belirli illerde mahalle hatta hane bazında para saçarak ve şantaj yaparak birkaç puan için sürdürdükleri ince seçim mühendisliğinin nasıl sonuç vereceğini, halkımızın bir bölümünün beş günlük tatilde sayfiye yerlerini sandığa tercih edip etmeyeceğini dört gün sonra göreceğiz.

AKP’nin en büyük sorunu, başbakan değil de bir komedyen figürünü andıran çöpçatan genel başkanı. Bir başka yerde de yazdığım gibi büyük komedyen Altan Erbulak’a fiziksel benzerliği bir yana, son zamanlarda diline bulaşan ve psikoloji biliminde “lapsus” (dil sürçmesi) olarak adlandırılan dertten mustarip olması da AKP’nin sorununu ağırlaştırıyor. Geçenlerde Hak-İş Genel Kurulu’nda konuşma yaparken, izleyicilerin gözünün içine bakarak, azimli sert vurgularla, “Nerede bir zalim varsa onun yanında olacağız!” diye haykırdı ve büyük alkış aldı. Ankara bombasından sonra sürekli kekelemesi, “Davutoğlu Ahmet Hoca/Bir bilge adam, bir yiğit adam” şarkısına tempo tutarken yaptığı çocuksu el kol hareketleri, toplam mizansendeki “güldürü öğesi”ni artırıyor. Toprağı bol olsun, Altan Erbulak bile o sahneyi daha komik oynayamazdı.

Sadece bu kadar da değil. Zihninde şöyle bir akademik cümle var mesela: “Kriz ve şiddet koşullarında seçmen kitlesi merkeze sığınır.” Doğru olabilir, fakat bu analitik düşünceyi şu sözlerle ifade ediyor: “Ankara’daki terör saldırısı sonrasında ... oylarımızda yükseliş var.” Bu sözlerin mantıksal sonucu, “bir bomba daha patlarsa tek başımıza iktidar oluruz” şeklinde olacaktır ki vahimdir. Bu adam Türkiye’nin başbakanı!

ALTI OK’UN YENİ YORUMU

Benzer bir komedyen tarzı, daha dramatik öğelerle süslenmiş olarak Kılıçdaroğlu için de geçerli. Reklam filminde, gri, kasvetli bir koridor boyunca düşünceli bir yüz ifadesiyle baston yutmuş gibi yürürken, memleketin makus talihinden örnekler vererek nihayet kurtuluş anının geldiğini müjdeliyor ve koridorun sonunda kendisini çılgınca alkışlayan kitleyle buluşuyor. Amerikan reklam şirketi bu mizansenin etkili olacağını düşünmüş anlaşılan. Sanki Michael Jackson ya da Barack Obama... Bizi kurtaracak! Dikkat edin, pop starların ve Amerikan siyasetçilerinin sahneye ya da ünlü boksörlerin ringe çıkışında hep bu mizansen kullanılır: karanlıktan ışığa çıkış. Mesela Doğu Perinçek’i böyle bir Amerikan reklamasyon mizanseni içinde, “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır!” sözleriyle düveli muazzama’ya meydan okurken düşünebilir misiniz? Düşünemezsiniz, uymaz!

İnsan ister istemez CHP’nin 1998’de yapılan 28. Kurultay’ında Baykal’ın konfeti yağmuru altında pembe bulutlar içinde, Ricky Martin’in “La copa de la vida” şarkısı eşliğinde göklerden sahneye koşarak inişini hatırlıyor. Dinamik lider! Sultangazi’de kara çarşaflı hanımlara “Türkiye’yi kaynaştırmak, bütünleştirmek lazım” diyerek Cumhuriyet’in kuruluş sembolü olan altı oklu rozeti takmasına o sırada sadece on yıl kalmıştı. Her sonucun bir sebebi vardır. Şeriatçıları, Amerikan muhiplerini, Kemal Derviş iktisatçılarını, kendi ayakları üzerinde duramayan sabırsız ve muhteris ulusalcıları, Alevileri, Ergenekon davası sanıklarını ve Kürt ayrılıkçılarını aynı torbaya doldurup karıştırarak ve böylece altı oka “yeni bir yorum” getirerek merkez partisi olunacağını sanmak nasıl bir düşüncedir?

Biri daha var. Nedense bana Yüzüklerin Efendisi dizisinde, aslında basit bir “hobbit” olmasına rağmen, günün birinde Tek Yüzük’ü bularak karanlık güçlerin etkisine giren Gollum karakterini hatırlatıyor. Cazgır, agresif, hiperaktif bir avukat. “Ben sana mecburum, bilemezsin/Adını mıh gibi aklımda tutuyordum zaten” falan diyerek, bir araba eleştirel lafla yerden yere vurduğu CHP’ye iltihak etmesi, siyasi söylemde tutarlılık açısından önemli bir ders niteliğindedir.

İKİ İHTİMAL

Analitik düşünme yeteneği Ümit Özdağ’ın varlığıyla sınırlı MHP bu kez HDP’den daha az milletvekili çıkarma korkusu nedeniyle felç olmuş gibi. Bu korkunç ihtimal gerçekleşirse mumyalar müzesini andıran yapıda, tabandan yükselen öfkeli alevlerin etkisiyle hızlı bir erime mukadderdir. “Acil sıkıyönetim” talebi toplumda yankı bulmadı, ancak bir mesaj olma niteliğini koruyor. Amerikancı bir askeri cunta bütün denklemleri bozabilir. Öyle mi? Burada bir anakronizm (zamanı şaşırma) hadisesi, bir tür refleks var ki bana nedense 1977-1980 dönemini ve bu geleneğin yaşadığı büyük hüsranı hatırlatıyor.

Burjuvazinin ve ABD’nin arzuladığı AKP-CHP koalisyonu mu, yoksa küreselcilerin arzuladığı yeni anayasa açısından bana daha mantıklı gelen bir AKP-HDP koalisyonu mu, yoksa yeni bir “Milliyetçi Cephe” hükümeti şeklinde bir AKP-MHP koalisyonu mu kurulur; yoksa ve yoksa “MHP’yle koalisyon kurmak isteriz” diyen Kılıçdaroğlu’nun dediği mi olur, veyahut AKP’nin ince seçim mühendisliği sonuç verir de Hilafet’e mi kavuşuruz, bilemeyiz. Ancak şu var: mevcut siyasi sistemin sürdürülebilir olma özelliği kesinlikle ortadan kalkmıştır. Ne kadar gülersek gülelim durum çok ciddi ve vahimdir. Ülkemiz yeni bir sürece girmiştir. İki ihtimal vardır: devrim ya da karşı-devrim; ya tam bağımsız Türkiye ya da emperyalizmin çok parçalı yeni kölesi!