1960’ların
ikinci yarısında biz, İTÜ’nün sosyalist gençleri, hem Çetin Altan hayranıydık,
hem Prof.Dr.Tarık Özker’in öğrencileri. Önemini sonradan anlayacağımız bir
büyük çelişmeydi aslında bu.
Ham elmanın yeşili canlı, genç sosyalistin
coşkusu büyük olur. Sosyalizmi henüz benimsiyorduk ve Çetin Altan’ın hakim
sınıfa ve iktidara yönelik alaycı ve çarpıcı üslubu, parlak sömürü tasvirleri,
gençlik heyecanlarımızı tatmin ediyor ve büyütüyordu. Çetin Altan’a İTÜ’nün
Gümüşsuyu Yurdu yemekhanesinde verdirttiğimiz konferans ünlü bir ses
sanatçısının konserinden bile daha görkemliydi. İktidarı yerden yere vuran ve
halkı göklere çıkaran Çetin Altan büyük alkış toplamış, bizim de gurudan
başımız göğe değmişti.
Çetin Altan şimdi, Türkiye’nin bilim açısından
uçsuz bucaksız bir çölden ibaret olduğunu adeta cinsel bir haz duyarak
yazarken, tam bir cahil ve tam bir palavracıdır. Bırakalım her alandaki sayısız
bilim insanımızı, Türkiye sadece Prof.Dr.Tarık Özker’i yetiştirmiş olmasıyla
bile, dünya önünde gururlanabilirdi. Tarık Özker, ömrünü genç kafalarda
bilimsel düşüncenin tomurcuklanması için mücadeleye vermişti; İTÜ’den yetişmiş
mühendis nesillerini “neden”, “niçin” ve “nasıl” sorularıyla tanıştırdı. Sosyalist
bir bilim adamı olarak, Amerikan üniversitelerinden her sene aldığı davetleri
reddetmiş ve Türkiye’de kalmıştı. Fizik bilimini sadece fizik olarak okutmazdı;
aynı zamanda toplumsal olayları ve tarihsel süreçleri bilimsel olarak tahlil
etmemizi isterdi. Bizim Çetin Altan’la yatıp Çetin Altın’la kalktığımız o
günlerden birinde, kendisiyle fakülte koridorunda karşılaştık. Aynı zamanda
deli dolu bir insandı, beni yakamdan tuttuğu gibi odasına götürdü, masasının
karşısına oturttu. “Şarlatan bu Çetin Altan”
dedi; “Devrimci değil, şarlatan ve
hiçbir bilimsel görüşü yok”.
Tarık Özker’in, o gün bana bu teşhisini
kabul ettirmesi mümkün değildi; biliyordu bunu. Ama ulaştığı sonucu, devrimci
öğrencisinin bilincine sunuyordu. Fizik biliminin Çetin Altan hakkındaki
laboratuvar test raporu olarak. Aynı zamanda bir vasiyet gibi. Türkiye,
Prof.Dr.Tarik Özker’i çoktan yitirdi. Ben ise en azından 30 yıldır, Çetin Altan’ın
adına ne zaman rastlasam mutlaka Tarık Özker’in değerlendirmesini hatırlarım: “Şarlatan bu Çetin Altan, hiçbir bilimsel
görüşü yok.”
Kitlelerin bilgi ve bilinç yetersizliği,
şarlatanların yaşama ve üreme ortamıdır. 1960’ların Türkiye’sinde sosyalizm
bilgisi son derece yetersiz ve yüzeyseldi. DP döneminin tutuklamaları
sosyalizmin geçmişle bağlarını koparmış ve birikimin yeni kuşaklara
aktarılmasını önlemişti. Türkiye’ye özgü teori, program ve strateji, henüz son
derece kabaydı, yok gibiydi. Bilimsel sosyalizmin klasikleri, üstelik yarım
yamalak çevirilerle, Türkçe’ye yeni kazandırılıyordu. Çetin Altan, sağdan
soldan duyduklarını bu pazara, “sosyalizm” diye etiketleyip sürdü. Görüşlerinin
tamamı yüzer gezer fikirlerden oluşuyordu ve kaba bir sömürü edebiyatından ibaretti.
Sosyalizm konusunda ömrü boyunca, ağzından çıkan lafların toplamının yüzde biri
kadar bile okumadığı kesindir.
Bütün halk avcıları gibi, ne yaparsa daha
çok alkışlanacağını çabuk öğrendi. Boş ama, tumturaklı cümlelerle konuşurdu.
Giderek bir demagog olup çıktı. Alkış cehaleti azdırır. Ama aynı zamanda
kişiliği bozar. Çetin Altan’ın alkışı arttıkça, kuşkusuz öğrenme ihtiyacı
azaldı; her şeyi bildiği duygusuna kapıldı. Kitleleri aldatırken, kendisi
hakkında yanlış fikirler edindi. Oldum sandı. Kibirlendi.
Oysa öğrenmek, bilmediğini bilmekle başlar
ve alçakgönüllülük gerektirir. Demagog, iddiasıyla bilgisi arasındaki uçurumu,
boş böbürlenmeyle ve mugalatayla doldurur. Çetin Altan şimdi, “40 kadar kitap
ve 40 bin kadar köşe yazısı yazmakla” övünüyor. Yazdığından fazlasını da
konuşmuştur kesinlikle. Kendine biçtiği değerle, gerçek değeri arasındaki fark
bu kadarıyla bile giderilemeyecek büyüklüktedir.
Çetin Altan’ın dönüşünde alkışın ve
cehaletin rolü çok büyüktür. Fırtına önce hafif nesneleri saçar savurur. 27
Mayıs 1960’tan sonra yükselen devrim dalgası Amerika’yı telaşlandırmıştı. Genç
ve deneyimsiz devrimci hareket provokasyonlara karşı hazırlıksız, saldırılara
karşı savunmasızdı. Ajanları ve her an ajan rolü oynayabilecek demagogları tanıyıp
hizaya getirecek disiplinli bir yapı yoktu. Tertipler, saldırmalar, öldürmeler
başlayıp, devrimciliğin zorlukları öne çıkınca, Çetin Altan döndü. Hangi halka
bağlılık ve tarih bilinciyle, hangi sosyaliz bilgisiyle, hangi örgüt
terbiyesiyle kalacaktı ki devrim saflarında ?
Alkış bitince artistler sahneden çekilir.
Demagog, alkış pazarında hangi malın
müşterisi varsa onu satan adamdır. Ve sattığı malı değiştirdiğinde esnaf, esnaf
olmaktan çıkmaz. Dün cahildi, bugün de cahildir. Değişen, pazarladığı maldır. O
zaman yoksulluk ve sömürü edebiyatı revaçtaydı, onu sattı; dönem değişti,
emperyalizmin mallarıyla çıktı müşterinin karşısına.
HASAN YALÇIN- DÖNEKLER (S.31-34)