KİMLİK SİYASETİ ve ÖZGÜRLÜK
Kimlik siyaseti kendisini özgürlükçü bir yaklaşım olarak
konumlandırır. Her türlü bireysel ve kolektif kimliğin yan yana eklemlenerek
var oldukları bir toplumsal düzen tahayyülü kimlik siyasetinin özgürlükçü
ütopyasıdır. Özgürlüklere yapılan bu vurgu, kimlik
siyasetinin siyasi yelpazenin solunda yer aldığı düşüncesini beslemekte
kullanılmaktadır. Ancak özgürlükçü bir toplumsal
düzenden sınıf temelli solun anladığı ile kimlik siyasetinin anladığı aynı şey
olmadığı gibi birbiriyle iki açıdan çelişir.
Birinci çelişme, evrenselcilikle farkçılık arasındaki
konumlanmadan doğmaktadır. Sol düşünce Aydınlanma Çağı
değerlerinin mirasçısıdır. Bireysel özgürlük, kendini gerçekleştirme, eşitlik,
insan hakları ve toplumsal adalet gibi değerleri sahiplenir ve savunur.
Aydınlanmacı değerler tarihsel ve siyasal düzlemde bütün insanlık için geçerli
evrensel değerlerin var olduğu anlayışını yansıtır. Buradan hareketle ortak
evrensel değerler etrafında toplanan insanlardan oluşan toplumsal düzenler
kurmaya yönelir. İnsanlar arasındaki ortak noktaları vurgular ve toplumsal
bütünleşmeyi esas alır. Kimlik siyaseti ise evrensel değerlerin tektipleştirici
sistemlere yol açtığı iddiasını savunur ve farklılıkları vurgular. Kimlik
siyasetini savunanlar da özgürlükçü bir toplumsal düzenden yana olduklarını
iddia ederler. Ancak özgürlüklere, herkes için ortak değerler üzerinden değil,
bireylerin kimliksel özgürleşimi üzerinden varılacaktır. Bireylerin
farklılıklarını olağan kabul etmelerinin ve kendi farklarını oluşturan
özelliklerin bilincine varmalarının önünde çeşitli engeller vardır. Toplumsal
baskı, muhafazakar denetim bunlar arasındadır. Örneğin bir eşcinsel kimse,
yaşadığı çevrenin kültürel tutumları nedeniyle kendi farklılığının bir hastalık
olduğunu düşünebilir ve öz bilincine varıp kimliğini meşru bir fark olarak
göremez. Kimlik siyaseti bu türden farkların toplumsal plana meşru farklar olarak
katılmaları için liberal özgürlük çerçevesinin yeterli gelmediğini savunur.
Yüceltilen
toplumsal amaçlar uğruna bireysel hakların ve tercihlerin görmezden
gelinemeyeceği düşüncesi, klasik liberalizmin önde gelen ilkelerinden biridir.
Ancak yukarıda da belirtildiği üzere, liberalizm, Aydınlanma
Çağı evrenselciliğinin mirasçısı olduğundan, siyasal alanı ortak kamusal
değerler üzerinden kurmaya yönelir. Kimlik siyaseti ise bireysel olanı siyasal
olan ile özdeşleştirir. Böylece farklılıkların kutsandığı ve ortak toplumsal
değerlerin ve toplumsal bütünleşme ihtiyacının göz ardı edildiği bir bireyci
anarşizme varır. Anarko-liberalizm olarak adlandırılabilecek olan bu tutum,
gerçekte bütün liberal gelenek üzerinde tahakküm kurmuş olan neoliberalizmin
ihtiyaçlarına bir kez daha denk düşer. Bir başka deyişle kimlik siyaseti,
kamusal olanı bireysel olana feda ederek ve bireysel farkların teşvik
edilmesini ortak değerler etrafında toplumsal bütünleşmeye tercih ederek solun
özgürlük anlayışından kopar. Marx’a göre, bireylerin kendilerini
gerçekleştirebilmelerinin ilk koşulu, toplumla olan göbek bağlarını
koparmalarıdır. Ardından kendini gerçekleştirmenin önündeki sınıfsal, siyasal
ve kültürel engeller kaldırılmalıdır. O halde özgür bireye giden yol, toplumsal bir değişmeden
geçmektedir. Bu olmadan, ancak tek tek bireyler düzeyinde ve sınırlı
özgürleşmelerden bahsedilebilir. Oysa kimlik siyaseti, cinsel, etnik, dinsel
vb. bireysel kimliklerin özgürce ifade ve temsil edilebilmesini özgürleşme ile
eşitlemektedir.
Emperyalizm, sosyal
refah devletinin tasfiyesi sürecinde geniş kitlelerin sosyal güvenlikten yoksun
kalmasına, işsizliğe ve yoksulluğa yol açmaktadır. Azgelişmiş ülkeler,
küreselleştirme saldırısı altında özelleştirmelerle küçültülmekte, milli tarım,
hayvancılık, ticaret ortadan kalkmaktadır. Bu süreçten zarar gören geniş halk
kitlelerinin örgütsüzleştirilmesi yoluyla hak aramaları zorlaştırılmaktadır.
Kamu özgürlükleri açısından büyük bir yıkım gerçekleşirken, kimlik siyasetleri
dikkati bireysel ve kolektif ifade özgürlüklerine çekmektedir. Buna göre
bir kimse eşcinsel olduğunu ya da etnik şu ya da bu kökten olduğunu kamusal
alanda görünür kılabilir ve kendi kimliğini diğer kimliklerle yatay bir biçimde
örgütleyebilirse özgürlükçü bir toplumsal düzene varılmış olur. Özgürlük adına
bu indirgemeci bakış açısının neoliberal ideolojik hegemonyanın sonucu olduğu
söylenebilir. Emperyalist sistemin kültür alanındaki saldırıları sol ve
özgürlükçülük adına meşrulaştırılmaktadır. Örneğin Perinçek, genetik nedenlere
bağlı olan ve oransal olarak çok düşük olanları bir tarafa bırakacak olursak,
eşcinselliğin bireysel tercih özgürlüğü olduğunu savunanlara, tecavüze uğrayan
sokak çocuklarının tercih haklarını mı kullandıklarını ya da sanat dünyasında
tutunabilmek için eşcinsel taklidi yapmak zorunda kalmayı sistemin bir
dayatması değil de, cinsel tercih özgürlüğü olarak mı görmemiz gerektiğini
sorarken haklı görünmektedir.
Kimlik siyasetini solun özgürlük anlayışından ayıran ikinci
çelişme, kimliklere istenen özgürlüklerin, kaçınılmaz olarak modern-öncesi
(feodal) kimliklerin de özgürleştirilmesidir. Kimlik siyasetinin özgürlük
anlayışı tarihsel ve toplumsal zeminden kopartılmıştır. Her şart altında her
türlü kimliğe özgürlük istemek, tarihsel ve toplumsal açıdan özgür bir toplumsal
düzeni ortadan kaldırmaya yönelen kimliklere de özgürlük istemeye dönüşmek
zorundadır. Örneğin Şeyh Said, Said-i Nursi veya Seyit Rıza gibi feodal
liderlerin temsil ettiği tarihsel ve toplumsal kimlik, modern toplumun kurucu
değerlerinin reddidir. Aşiretler düzeninde yaşayan bir feodal toplumda kanunlar
önünde eşitlik, kadın erkek eşitliği, yönetici-yönetilen eşitliği ve modern
anayasalı toplumlarda kabul edilen temel hak ve özgürlükler yoktur. Mezhep ya
da aşiret temelinde kendini ifade eden kimliklerin hakim olduğu bölgelerde
modern bir siyasal sistemin liberal, sosyalist, sosyal demokrat, milliyetçi vs.
ideolojileri üzerinden kamusal müzakere yapılamaz. Oysa bireysel
özgürlükleri esas alan bir modern toplumsal düzen, tam da bu türden feodal
kimliklerin ve örgütlenmelerin tasfiyesi ile insanlığın gündemine
girebilmiştir. Bir başka deyişle, özgürlük toplumsal koşullardan münezzeh,
yüzer-gezer bir kavram değildir. Belirli tarihsel koşullar altında, içeriği ve
kapsamı toplumsal olarak belirlenen bir kavramdır. Özgürlüğü toplumsal
gerçekliğinden koparan kimlik siyaseti, gerçekte özgürlükleri ortadan kaldıran
kimliklere özgürlük tanımaya yönelmiştir.
Feodal kimliklerin özgürleşmesi, her kimlik
topluluğu başka kimliklerle yan yana yaşamayı kabul ettiği müddetçe neden sorun
olsun ? Bir başka deyişle çok kültürlü ve çok hukuklu bir toplumda her etnik,
mezhepsel ve bireysel kimlik, birbiri üzerine bir otorite kurmaya yönelmeden
yan yana yaşayamaz mı ? Bu sorunun cevabı, kimliklerin birer inşa olduğu
gerçeği içinde verilebilir. Her kolektif kimlik kendisini belirli bir tarihsel arka plan içinde
tanımlar. Kimliği inşa edebilmek için kimlik merkezli bir tarih yazımına
ihtiyaç vardır. Yan yana yaşayabileceği iddia edilen ve farklılıklarını ön
plana çıkarma temelinde kendilerini inşa eden kimlikler, birlikte yaşamayı
mümkün kılacak ortak tarihsel simgelere değil, birbirlerini ötekileştirecek
simgelere gitmek zorundadırlar. Örneğin Sünniler kendi mezhep kimliklerinin
inşasında ve toplumsal temsilinde Ebusuud efendiye görünürlük kazandırmak
zorundadırlar. Bu ise “yan yana” yaşayacakları Aleviler açısından katliamın
övülmesi olarak görülecektir. İç grup referansları birbirleri ile çatışan
kimliklere ilişkin benzeri türden çok sayıda örnek verilebilir. Kimlik
siyasetinin savunusu açısından bu gibi durumların yarattığı gerilimlerden
kurtulmanın bir tek yolu bulunmaktadır. Toplumu yeniden tahayyül etmek. Bir
başka deyişle, bir toplumu, kendi içinde bütünleşme, kaynaşma diye bir sorunu
ve hedefi olmayan ilkçağın site devletleri gibi örgütlenmiş bir yapı olarak
düşünmek. Ancak bu durumda da her bir özneyi belirli kültürel kimliklere
sabitlemek ve bütün bir toplumsal örgütlenmeyi üzerine sabitlenmiş
kolektif/bireysel kimlikleri içinde erimiş kimseler üzerinden kurma tehlikesi
vardır. Diğer bir deyişle kimliklere özgürlük adına yola çıkan kimlik siyaseti,
önerdiği toplumsal proje mantıksal sınırlarına götürüldüğünde, toplumu bir
kimlikler hapishanesi olarak örgütleme potansiyeli taşımaktadır.
İçeriklerine ve toplumsal sonuçlarına bakmaksızın bütün
kimlikleri salt kimlik oldukları için yüceltme anlayışı, toplumsal
bütünleşmenin sağlayacağı imkanları görmezden gelir. Öte yandan toplumsal
bütünleşme ihtiyacının bu denli göz ardı edilmesi halinde bir dizi yeni sorunun
ortaya çıkması kaçınılmazdır. Kimlik duygusu hem bireysel hem de toplumsal
düzlemde birlik ve bütünlük duygusu yaratır. Bireyler aynı anda çok sayıda
kimlik arasında geçişler yaparak rollerini değiştirirler. Ancak birlik-bütünlük
duygusunun kaybolmasına yol açacak bir kimlik çatışması, sorun haline gelir.
Toplumsal düzlemde etnik ya da mezhepsel temelde tanımlanmış ve sosyal gruplar
arası geçişliliklerine izin vermeyen bir kimlikleştirme, toplumsal bütünleşme
sorununa dönüşür. Böyle durumlarda, kimlik siyaseti, egemenlik mücadelesine
giren kimlikler arasında totaliter uygulamaların meşrulaşmasına giden yolu
açabilir.
Özgürlükçülük iddiasına rağmen, gerçekte
kimlik siyaseti daha iyi bir dünya arayışının sonunun geldiğini iddia eden
Fukuyamacı bakış açısının tamamlayıcısıdır. Sınıflı topluma topyekün bir
alternatif üretme iddiasından geri çekiliş ve sistem içinde yerel/sınırlı
avantajlar sağlama hedefine razı oluştur. Bu konumun gözlerden gizlenebilmesi için kimlik
siyaseti yapanların, kendileri dışındaki siyasal akımları sık sık kimlikleri
inkar etmekle suçladıkları görülmektedir. Kimlik siyasetini eleştirenlere karşı
ırkçılık, cinsiyetçilik, faşistlik ve totaliterlik gibi nesnel karşılıklarından
kopartılarak kullanılan suçlamalar, sistem-içi kimlik siyasetçilerinin dilinde,
genellikle karşı tarafı suçlamaktan çok kendi konumlarını meşrulaştırmaya
yarayan birer etiket olarak işlev görmektedir.
Yazının
ilk bölümü için bkz. (Kimlik Siyaseti)
Yazının
ikinci bölümü için bkz. (Kimlik Siyasetinin Temelleri: Yeni Toplumsal
Hareketler)
Yazının Üçüncü bölümü için bkz. (Neoliberalizm ve
Muhalefetin Yeniden Tasarlanması)
Yazının Dördüncü bölümü için bkz. (Küreselleşme ve
Azgelişmiş Ülkelerde Kimlik Siyaseti)
Yazının
Beşinci bölümü için bkz. (Kimliğin Bireysel, Kolektif ve Ulusal Boyutları)
Yazının
Altıncı bölümü için bkz. (Uluslaşma ve Kolektif Kimlikler)