Bildiğiniz gibi,
saltanat ve hilafet makamları ayrı ayrı ve birleşmiş olarak önemli sorunlardan
sayılmaktaydı. Bunu doğrulayan bir anımı anlatayım:
1 Kasım 1922
tarihinden önce bize karşı olanlar, Meclis çevresinde benim saltanatı
kaldıracağım hakkında telaşlı ve heyecanlı propaganda yapıyorlardı.
Rauf Bey, bir gün Meclis’teki odama
gelerek, benimle önemli bazı konular hakkında görüşmek istediğini ve akşam
Keçiören’de Refet
Paşa’nın evine gidersem daha güzel konuşabileceğimizi söyledi. Rauf
Bey’in önerisini kabul ettim. Fuat Paşa’nın da orada bulunmasının bence
uygunluğunu sordu. Onu da uygun gördüm. Refet Paşa’nın evinde dört kişi toplandık. Rauf Bey’den
dinlediklerimin özeti şuydu: Meclis, saltanat makamının ve belki
hilafetin ortadan kaldırılması görüşünün ardından gidildiği endişesiyle
sıkıntılıdır. Sizden ve sizin ileride benimseyeceğiniz tutumdan kuşku
duymaktadır. Bu nedenle Meclis’e ve dolayısıyla ulus kamuoyuna güven vermeniz
gereğine inanıyorum.
Rauf Bey’den, saltanat ve hilafet
hakkındaki düşünce ve yorumunun ne olduğunu sordum. Verdiği yanıtta şu
açıklamalarda bulundu: “Ben” dedi, saltanat ve hilafet makamına
vicdan ve duygu bakımından bağlıyım. Çünkü benim babam, padişahın ekmeği ve
nimetiyle yetişmiş, Osmanlı Devleti’nin ileri gelen yöneticileri sırasına
geçmiştir. Benim de kanımda o nimetin zerreleri vardır. Ben nankör değilim ve
olamam. Padişaha bağlılık borcumdur. Halifeye bağlılığım ise terbiyem
gereğidir. Bunlardan başka, genel düşüncem de vardır. Bizde genel durumu tutmak
güçtür. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir
makam sağlayabilir. O da, saltanat ve hilafet makamıdır. Bu makamı kaldırmak,
onun yerine başka nitelikte bir makam koymaya çalışmak, felaket ve acıya sebep
olur. Asla uygun olamaz.”
Rauf Bey’den sonra, karşımda oturan Refet Paşa’dan
görüşünü sordum. Refet Paşa’nın yanıtı şuydu: “Tamamen Rauf Bey’in düşüncesine
ve görüşüne katılırım. Gerçekten de, bizde padişahlıktan halifelikten başka bir
yönetim şekli söz konusu olamaz.”
Ondan sonra, Fuat Paşa’nın
düşüncesini öğrenmek istedim. Paşa, yeni
Moskova’dan geldiğinden, durumu, halkın düşünce ve duygularını yeteri kadar
incelemeye henüz zaman bulamadığından söz ederek görüşülen konu hakkında kesin
bir düşünce ve görüş belirtemeyeceğini söyledi.
Ben onlara kısaca şu
yanıtı verdim: “Söz konusu ettiğiniz sorun, bugünün sorunu
değildir. Meclis’te bazılarının telaş ve heyecanına da gerek yoktur.”
Rauf Bey bu
yanıtımdan memnun göründü. Fakat, şu veya bu şekilde, söz konusu sorun
etrafında görüşmeye devam edildi. Akşam üzeri başlayan görüşmemiz, bütün gece
sabaha kadar uzadı. Rauf Bey’in bir şeyi sağlamak istediğini anladım.
Benim hilafet ve saltanat ve gelecekte kişisel olarak alabileceğim tutum hakkında,
kendilerine söylediğim ve güven verici buldukları sözleri bana kürsüden
doğrudan doğruya Meclis’e söyletmek…
Kendilerine
söylediğim sözleri olduğu gibi Meclis’e söylemekte sakınca görmediğimi
bildirdim. Fazla olarak bu sözleri kurşunkalemle bir kağıt parçasına yazdım ve
ertesi günü Meclis’te bir sebeple söylev şeklinde söyleyeceğimin sözünü verdim.
Bu sözümü yerine de getirdim. Benim bu söylevim, muhalifler tarafından Rauf Bey’in
bir eseri sayılmış ve kendisi takdir edilmiş…
Efendiler, belki
birtakım kimselere göre Rauf Bey, üstlendiği görevi yerine getirmişti. Ben
de genel ve tarihi görevimden, o güne ait evreyi açıkladığım gibi yerine
getirmiştim. Fakat genel görevimin emrettiği asıl noktayı yerine getirmek ve
uygulamak gerektiği zaman da asla duraksamadım. Tevfik Paşa’nın
telgrafları nedeniyle saltanatı hilafetten ayırmaya ve önce
saltanatı kaldırmaya karar verdiğim zaman, ilk yaptığım işlerden biri de,
derhal Rauf
Bey’i Meclis’teki odama çağırmak oldu. Rauf Bey’in, Refet Paşa’nın evinde
sabahlara kadar dinlediğim düşünce ve görüşlerini hiç bilmiyormuşum gibi
davranarak, ayakta, kendisinden şu istekte bulundum: “Hilafet
ve saltanatı birbirinden ayırarak saltanatı kaldıracağız ! Bunun uygun olduğuna
dair kürsüden bir konuşma yapacaksınız !” Rauf Bey ile bundan başka bir tek kelime konuşmadık. Rauf Bey
odamdan çıkmadan önce, aynı amaçla çağırmış olduğum Kazım Karabekir Paşa geldi. Ondan da aynı şekilde konuşmasını rica ettim.
Efendiler, o tarihe
ait Meclis tutanaklarında görüldüğü gibi, Rauf Bey kürsüden
bir iki defa konuşma yaptı ve hatta saltanatın kaldırıldığı günün bayram kabul
edilmesi önerisi de ortaya attı.
Burada bir nokta,
akıllarda düğüm halinde kalabilir. Bana, padişaha bağlılığı korumayı borç
bildiğinden, saltanat makamının yerine başka nitelikte bir makamın konmasına
çalışmanın yıkım ve acıya sebep olacağından söz etmiş olan Rauf Bey,
benim yeni kararımı öğrendikten sonra ve hele kararımın desteklenmesi ve
saltanatın kaldırılması için Meclis’te bir konuşma yapmasını önermem
karşısında, ne düşündüğünü bile söylemeden boyun eğmiştir. Bu tutum ve davranış
nasıl yorumlanabilir ? Rauf Bey eski inanç ve düşüncelerini değiştirmiş miydi ?
Yoksa bu düşüncelerinde aslında içten değil miydi ? Bu iki noktayı birbirinden
ayırmak ve biri üzerinde kesin bir yargıya varmak zordur.
NUTUK