Türkiye’de “operasyon” yaparak siyasi partilerin yönünü değiştirmenin ya da ihtiyaca göre parti icat ederek bütün kitle iletişim araçlarını seferber edip o partiyi iktidara getirmenin mümkün olduğunu gördük. Amaç burjuvazinin çıkarlarını kollayan, fakat esas olarak emperyal çıkarlara ve yabancı sermayeye hizmet eden yönetim sisteminin sürdürülebilir olmasını sağlamaktır. Bu aynı zamanda bir denetim sistemidir.
Elbette arazinin, yani siyasi insan malzemesinin de bu türden uygulamaya yatkın olması gerekir. Darbe dönemlerinden sonra siyasi alanı yeniden düzenleme çabaları yoktan var edilen bir siyasi partinin iktidara, mevcut partilerin ise bir şekilde hizaya getirilmesine uygun ortamlar yaratıyordu. Bunun neredeyse bir devlet geleneği haline geldiğini söyleyebiliriz.
BOŞLUKLAR
Bununla birlikte, sistemde bazı boşluklar da oldu. Bunun somut ve tek örneği Türkiye İşçi Partisi’dir. Bu partinin kurulmasına, Adalet Partisi’nin sahip çıktığı Demokrat Parti oylarının bölünmesi için Milli Birlik Komitesi (MBK) tarafından göz yumulduğu söylenmiştir. Türkiye’de sosyalist düşüncenin önündeki engelleri kaldıran, kalıcı etkiler yaratan TİP’in kuruluşu ile Ekim 1961’de TBMM’nin MBK’nin varlığına son vermesi arasında sadece dokuz ay vardır. 1961 Anayasası’nın imkânlarını sonuna kadar kullanan TİP, emperyalizme, Amerikan askeri üslerine, Vietnam Savaşı’na, kapitalist sömürüye ve feodal ağalara bayrak açıp kitleselleşmeye başlayınca, AP’nin hâkim olduğu meclis sadece seçim sistemini değiştirerek bu partiyi kolayca sistemin dışına çıkarabildi. Bu arada 12 Mart generalleri İsviçre’de istirahat halindeki Necmettin Erbakan’a (Milli Nizam Partisi kapatılmış ama parti yöneticileri hakkında ceza davası açılmamıştı) güvence vererek, hem komünizme karşı, hem de AP’nin oylarını bölebilecek yeni bir partinin yolunu açmışlardı: Milli Selamet Partisi.
12 Eylül askeri rejimi ise siyaset alanını çok daha kaba biçimde düzenledi. Milletvekili adaylarını veto etti, bazı partileri kuruluş aşamasında dağıttı, ABD’deki gibi merkez sağ ve merkez sol iki partiye dayalı, bir de onları denetleyen üçüncü bir partiyle (Sunalp’in MDP’si) yeni bir sistem kurmaya çalıştıysa da beceremedi. “Komünizmle mücadele ediyorum” zannıyla memleketin bütün entelektüel ve devrimci birikimini yok etmiş, siyasi merkezin yok olmasına, en bağnaz ve işbirlikçi gericiliğe yol açmıştı.
BÜYÜK TEHLİKE
Siyasete düzen verme geleneğinin günümüzde Cumhuriyet düşmanları tarafından devralındığını görüyoruz. Kendi gericiliğine ağır bir milliyetçi ton ekleyen AKP, ABD’nin dış politikasıyla bütünleşmeye çalışarak, bütün yasaları sürekli ihlal ederek ve en önemlisi devletin bütün imkânlarını kullanarak 7 Haziran seçimlerinde aldığı oy oranına birkaç puan eklemeye çalışıyor. Amacı yeni bir gerici Anayasa, federal bir sistem ve tam bir ideolojik hegemonya kurmaktır. Ve bunu becerecek gibi görünmektedir. Dolayısıyla Cumhuriyet bir ay sonra tarihinin en tehlikeli durumuyla karşılaşacaktır.
Şu son yıllarda sistemin siyasi partilerinin de bir tür iç denetim uyguladığını gördük. Kendi içlerinde ulusalcı, Kemalist ya da sadece kendine ait görüşleri olan ne kadar iddialı isim varsa hepsini tasfiye ettiler ve yerlerine liderin sözünden çıkmayacak, liberal, kimlikçi, tarikatçı, teknokrat nitelikli ya da dış bağlantıları olan kişileri getirdiler. Siyasi sistem 12 Eylül’den aldığı hızla kendi kendisini denetleyen bir yapı kurdu.
Şimdi siz seçimlerde gidip CHP’ye, MHP’ye, belki de HDP’ye oy vereceksiniz. Ancak bunlar sizin bildiğiniz partiler değil; var olmayan partiler. Birincisi, büyük bir değişim geçirerek yönetimini “küresel” güçlere teslim etti; MHP her türlü idealizmden ve idealist kadrodan sıyrılarak siyasi sistemin jokeri, gerektiğinde AKP’nin payandası oldu. HDP ise kendisi olmayan, sırtını ABD’nin kara kuvvetlerine dayamış, yapay bir oluşum. Birincisine laiklik/ulusalcılık, ikincisine milliyetçilik, üçüncüsüne sosyalistlik atfetmek saf anlamda budalalıktır. Varlığını emperyalizmin etnik kimlikçiliğine armağan etmeyen sosyalistlerin, sistemin içinde kendilerine bir alan açmaya çalışacak yerde, uzun vadeli sınıfsal bir bakış açısıyla ve babadan kalma yöntemlerle teşkilatlanmaları gerekir.
Yavuz ALOGAN- Aydınlık/06.10.2015