CFR ve Bilderberg de “Yeni
Dünya Düzeni” veya Globalizm denilen düzeni planlayanların bu hedef için
kullandıkları yarı açık örgütlenmelerdir. Hem kendi üyeleri vardır, hem de
politikacılar, sanayiciler, kamuoyunu etkilemekte ve planlananın insanlığın
yararına olacağına toplumları ikna etmede yararlı olabilecek yazar-çizer-bilim
adamlarından oluşan konukları.
Kültürel, askeri, politik, ekonomik her konu ile ilgililer.
Bu toplantılarda kendi dış politika uzmanlarını, yüksek dereceli
memurlarını, başkan adaylarını da eğitirler, konuk olarak davet edilen diğer
ülkelerin politikacılarını, sanayicilerini ve medya mensuplarını da.
ABD’nin Dış işleri ve gizli servis görevlilerinin büyük kısmı
buradan devşirilir.
ABD dış politikasını oluşturmada başka ülkelerden gelen askeri,
ekonomik, siyasi, medyada önemli yer tutan kişilerin hem bilgilerinden ve
görüşlerinden faydalanılır, hem de onlara kendi çıkarlarına uyacak fikirlerini
benimsetmek için konuşmalar yapılır.
Görüşmeler halka ve basına kapalıdır.
Bu çalışmalara göre ABD yararına yeni stratejiler belirlenir.
Diyelim ki, bir ülkede etnik veya dini farklılık vardır. Çatışma çıkmaması için
yapılabilecekler, hassas noktalar o ülkenin iyi bilenlerinden öğrenildikten
sonra, söylenenin tersi yapılarak insanlar birbirine düşürülebilir.
Ayrıca, en iyi ajan, ajan olduğunu bilmeyendir denilir.
Dostluk ortamında mesleki bilgi paylaşma veya yardımcı olma
görüntüsü altında herhangi bir ülkedeki sorun veya olay hakkında kendi
planlarınızın, düşüncelerinizin çözüm olduğu konusunda karşı tarafı ikna
edebilirseniz o kişi sizin fikirlerinizi artık kendi görüşleri olarak
samimiyetle ve gayretle savunarak farkında olmadan size hizmet edecektir.
CFR, (The Council on Foreign
Relations- Dış İlişkiler Konseyi) 21 Temmuz 1921'de New York'ta kuruldu.
Kuruluşunda yahudi kökenli Walter Lippmann'ın önemli rolü oldu. 2. Dünya
Savaşı'nda çok önemli bir rol oynadı. Foreign Affairs adlı
ünlü dergi bu örgütün yayın organıdır. Bu dergi vasıtasıyla dünya kamuoyu
üzerinde bir politik yönlendirme yapmaya çalışmaktadır.
Londra’daki “Royal Institute of
International Affairs” (Chatnam House olarak
bilinir.) ile kardeş kuruluşlardır.
CFR, kendi internet sitesine
göre gizli değil, açık bir örgüttür. Ama kapalı kapılar ardında konuşulanları
kimse bilmiyor. Gerekçe, konuşulanların gizli olması değil, sisteme göre
üyelerin diğer üyelerle yeni fikirleri test etmesi. Yani, isteyenin istediği
konuda kayıt altına alınmadan istediği görüşleri ortaya koyması, aklından
geçeni sorumluluk olmaksızın söyleyebilmesi önemli. Bu görüşlerin kamuoyuna
yansımasının olumsuz etkileri olabileceği için görüşmeler gizli tutuluyor
deniliyor.
CFR'nin bugün finans, iletişim, akademi,
istihbarat, teknoloji alanlarında en etkin konumlarda bulunan 3500 civarında
üyesinin olduğu sanılmaktadır. Özellikle Amerika'daki istihbarat örgütleri
üzerinde etkilidir. Gizli Dünya Devleti'nde önemli etkinliği olan yahudi
kökenli Rockefeller ailesinin bir ferdi olan David Rockefeller, CFR'nin onursal başkanı olarak kabul edilmektedir.
George Soros ABD'nin CFR
üyesi ünlülerinin başında gelir. Üyeler arasında Colin Powell, Henry Kissinger, Bill
Clinton, Baba George Bush gibi
isimleri var.
CFR üyelerinin birçokları aynı zamanda
Bilderberg ve/veya SBS üyesidirler. CFR'nin Türkiye'den de üyeleri mevcuttur.
İşte bu CFR’nin internet
sitesinde 21.03.2016 tarihinde Steven A.Cook imzasıyla ve
“TÜRKİYE’DE UTANMAZLIK:
AYDINLIK, SABAH ve HENRİ*” (*Henri
J.Barkey)
başlığıyla, “Aydınlık” gazetesinin 19.03.2016
tarihinde İstanbul İstiklal Caddesi’nde meydana gelen bombalama olayına dair 20.03.2016 tarihinde birinci sayfada attığı “BARKEY’İN BOMBASI PATLADI”
manşetine yanıt verildi.
İlginç ! CFR
ve Aydınlık !!! Koca CFR “Aydınlık”ın manşetinden sadece bir
gün sonra yanıt yazısı kaleme alıyorsa, Aydınlık’ın manşetini ciddiye almak
durumundayız demek ki !..
Yazını şöyle bitiriyor Cook:
“
Aydınlık’ın Genel Yayın Müdürü Deniz Yıldırım’a ve onun Sabah’taki meslektaşı
Erdal Şafak’a soruyorum: Utanmanız yok mu?”
Biz
de Steven A.Cook’a soruyoruz: Tüm dünyayı cehennem yerine çevirirken siz hiç utanmadınız mı, biraz
olsun vicdan azabı duymadınız mı ? Nerede kaldı sizin "basın özgürlüğü" anlayışınız ?
ışık
Aydınlık; 20.03.2016
İşte Steven A.Cook'un Makalesi:
Shameless in Turkey: Aydinlik,
Sabah, and Henri
On
Saturday there was a horrific bombing in Istanbul
that killed four and injured thirty six. It is the fourth attack in Turkey in
six weeks. The country is under grave threat from the self-declared Islamic State, the Kurdistan Workers’ Party (PKK), and the Kurdistan Freedom Falcons, known as the TAK. Ankara has
fingered a suspect named Mehmet Ozturk, who is believed to be a Turkish member
of the Islamic State, for the weekend’s violence. One would think that the
Turkish press would spend its time looking into the attacker’s background,
trying to understand who his accomplices are and how he got past Turkey’s
rather intensive security. Many journalists are doing just that, but the
Turkish newspapers Aydinlik and Sabah had something different in mind for their
readers this weekend. Aydinlik’s front-page headline screamed “Barkey’s
Bombs Exploded.” The “Barkey” in the headline is Professor Henri J. Barkey
of Lehigh University and the director of the Middle East Program at the Woodrow
Wilson Center for Scholars in Washington. For its part, Sabah
reported “Istiklal Bomb Threat From
CIA” with a picture of Barkey (which Aydinlik had also included).
For
my readers who do not know, Barkey is the dean of Turkey watchers in
Washington. During the 1990s, he worked on the policy planning staff of the
State Department. He is universally respected and his influence ranges from
relatively junior desk officers at places like the State Department and senior
fellows at august think tanks to the highest ranking U.S. government officials.
I once heard a former secretary of state remark, “Everything I know about
Turkey I learned from Henri Barkey.” To me, Professor Barkey is not “Professor Barkey,” he is “Henri” or, more
often than not, “Hocam”—my teacher. He
is also my generous friend with whom I can spend hours sipping coffee and
shooting the breeze about Turkey and the Middle East. It is fair to say that I
take the attacks on him personally. Common decency would suggest that both the
Turkish and American governments should denounce Aydinlik and
Sabah, but they likely will not. How did we get
here?
Turkey
has long had a vibrant, if not exactly responsible, press. I remember sharing a
meal in Ankara in the mid-2000s with a columnist from the daily Milliyet who told me that
the Clinton administration’s effort (with Israel’s assistance) to help the
Turkish government apprehend the PKK’s leader, Abdullah Ocalan, in 1999 was
part of a broad effort culminating in the U.S. invasion of Iraq that was
intended to establish Kurdistan. It may very well be that an independent
Kurdistan in Iraq is the result of the misbegotten Operation Iraqi Freedom, but
it is a stretch to say the least that it is the result of some grand plan
hatched across two ideologically incompatible administrations. When President
Barack Obama visited Turkey in April 2009, some members of the Turkish press
suggested that the First Lady did not join him because she did not want to be
photographed with her Turkish counterpart Emine Erdogan, who wears a headscarf.
More recently, during the Gezi Park protests in 2013, Washington’s
then-ambassador in Ankara, Frank Ricciardone, was accused of masterminding
them.
I
do not mean to besmirch all Turkish journalists, columnists, and editors. Many
of them are outstanding and have been forced to work under increasingly adverse
conditions. It is also fair to say that Turks have not cornered the market on
conspiracy theories. Just look at American political discourse on the far
reaches of the left-right spectrum. Yet Turkey is a magnitude and a degree
different. There is an ingrained anti-Americanism, borne of a general suspicion
of foreigners that is directly related to the post–World War I Greek, French,
and Italian efforts to carve up Anatolia. The result can be everything from a
prickly, insular nationalism to wild-eyed conspiracies about American academics
and the Central Intelligence Agency. This is the likely reason for Aydinlik’s outrageous headline about Henri—a
Jewish foreigner (though he was born in Istanbul) who has worked for the U.S.
government and written nuanced analyses of Turkey’s Kurdish question. Fearing
for his safety, Henri is unlikely to visit
Turkey any time soon, which is probably what the irresponsible neo-nationalists
at Aydinlik
want.
The
Sabah
story is more interesting, if only because it is a case of a paper
and its “journalists” doing the bidding of its political masters. In 2007,
Turkey’s Savings Deposit Insurance Fund (SDIF)—like the American Federal
Deposit Insurance Corporation—took over Sabah
due to legitimate concerns that its former owner, who had been involved in a
bank failure, retained an interest in the paper and another media property.
Given the SDIF’s responsibility to recover assets on behalf of depositors, this
was an appropriate step. The problem came when the SDIF turned around and sold
the properties in a single-bidder deal to a firm called Calik Holding, the
chief executive officer of which was none other than President Recep Tayyip
Erdogan’s son in law. Sabah, which
had grown critical of Erdogan before the sale, became a reliable supporter of
the ruling Justice and Development Party (AKP) afterwards. The story of Sabah is one that has been repeated over and over
again in Turkey, where the AKP has created a virtual ministry of information to
advance and reinforce the party’s worldview. The Turks have not gone as far as
the Russians in this regard—Aydinlik,
for example, is not pro-Erdogan—but there is still time.
It
is important to note that well before the AKP existed, Turkish officials were
perfectly willing to spin erroneous tales about the United States, American
ambassadors, the CIA, Zionists, and others that any number of Turkish
journalists was willing to repeat. That is because, for reasons previously
noted, attacking the United States is politically profitable and thus it makes
no sense for politicians and the so-called journalists who do their bidding to
act responsibly. In the AKP era, however, this sad state of affairs has been
taken to its logical extreme with the kinds of odious headlines and stories
such as that which Aydinlik and
Sabah produced on Sunday. In the meantime, Henri,
who loves Turkey and has dedicated his academic career to studying it, now has
a target on his back.
To
Deniz Yildirim—the editor of Aydinlik—and his counterpart at Sabah, Erdal
Safak, I ask: Have you no shame?
cfr.org / 21.03.2016