Basın özgürlüğü elbette evrensel bir haktır ve her durumda savunulması gerekir. Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi herkesin düşünce ve ifade özgürlüğüne sahip olduğunu, bu düşüncelere müdahale edilemeyeceğini, bilgi ve düşünceleri, her türlü araç ve yöntemle araştırmak, elde etmek ve yaymak hakkının güvence altında olduğunu ilan eder.
Şimdi bu evrensel hak bağlamında Zaman gazetesine kayyum atanmasını nasıl yorumlayacağız?
Mesela Kılıçdaroğlu, “Yargı organlarının bir kısmının aldığı kayyum kararı, medya özgürlüğüne yönelik hukuki bir ihlaldir” diyor.
Çok doğru. Fakat burada, Zaman gazetesinin bir medya organı olup olmadığı sorusu ortaya çıkıyor. İktidarın komplolarına malzeme sağlayan, askerlere, yurtseverlere iftira eden; mesela Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin PKK’lilere burs verdiği, fuhuş, şantaj hatta casusluk faaliyetlerine giriştiği gibi akıl almaz iddialara çarşaf gibi yazılarla yer veren bir komplo aletinden, üstelik CIA’nın kucağında oturan bir cemaatin, kaynağı meçhul bir parayla geniş çapta bedava dağıttığı bir yayın organından bahsediyoruz.
Ortada normal bir medya, normal bir iktidar, yasaları normal ölçülerde uygulayan bir yargı, normal olan tek bir şey yok. Böylece hükümet, bir fitne yuvasının medya özgürlüğünü (!) yargıya talimat vererek ihlal etmiş oluyor. Kötüye kullanılan bir hak kanun dışı yöntemlerle ihlal edilince ortaya tuhaf bir durum çıkıyor. Neresinden tutacağınız size kalmış.
17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet olayında da normal bir şey yoktu. Aynı fitne yuvası ekonomik çıkarlarına saldıran hükümeti devirmek için bir operasyon düzenledi. Fakat bütün yurttaşlar yolsuzluğu ve rüşveti; ayakkabı kutularını, kol saatlerini, “paraları sıfırla” muhabbetini kendi gözleriyle gördü, kulaklarıyla işitti. Al birini vur ötekine!
Soğuk Savaş’tan sonra, dünya emperyalist kapitalist sisteminin bütün iktidarları, kendi icraatlarına halk kitlelerini razı edebilmek için medyayı bir enstrüman olarak kullandı. Soğuk Savaş döneminde o kadar rahat davranamıyorlardı, zira iki sistemin medyası karşılıklı bir denetim ilişkisi içindeydiler. Günümüzde hiçbir denetim yok. İktidarların medyayı kullanarak her türlü siyasi operasyona rıza üretmesi, medyanın da tarafsızlığını kaybedip çıkar grupları halinde örgütlenerek kendi gücünü farklı siyasi amaçlar ve ekonomik nüfuz için kullanması mümkün hale geldi. Halkın doğru haber alma hakkı ve basın özgürlüğü bugünün kapitalist dünyasında bir nostaljiden ibarettir.
AKP’nin “razı etme” girişimine Fethullahçı şebeke kendi yayın organlarıyla, vaaz ve komplo kasetleriyle büyük katkıda bulundu; ikisi birlikte, her türlü iftira ve saldırıyla Cumhuriyet’in temellerini yıkmak için ellerinden geleni yaptılar. Saldırılar hükümete ve AKP saflarına yönelince işin rengi değişti ve tasfiye girişimi başladı. Bu tasfiyeyi “basın özgürlüğü” vs diyerek kınamak ne kadar anlamsızsa, hükümetin yargıyı kullanarak bütün medyayı susturma imkânına meşruiyet atfetmek de o kadar yanlıştır.
AKP’nin bu türden operasyonları kendisine biat etmeyen her türlü medyayı kapsayacak şekilde genişletme olasılığını göz ardı etmemek gerekir.
Yavuz ALOGAN / Aydınlık-08.03.2016