Cuma günü (19 Şubat) Rusya
tarafından Türkiye'nin Suriye’ye
girişinin önüne geçmeyi amaçlayan bir karar taslağı ABD tarafından reddedildi. Moskova; Türkiye’nin, desteklediği militan
grupları korumak ve Kürt militan grubu YPG’nin
kuzey Suriye’de sınırdaş bir devlet kurmasını engellemek amacıyla güney sınırında topladığı kara birliklerini
ve zırhlı araçlarını Suriye’ye
göndermeyi planladığı konusunda artan kaygılarını dillendirmek üzere Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin
acil olarak toplanması için çağrıda bulunmuştu. Moskova’nın tek sayfalık önergesi, daha şimdiden 250 000 kişinin
ölümüne ve ülkenin harabeye dönmesine neden olan çatışmada gerginliğin daha da
artmasını önlemeye yönelik ayrıntılı, açık, anlaşılır bir belge niteliğinde.
Rusya’nın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Vladimir Safronkov’a
göre, Rusya’nın bu karar tasarısının ana unsurları, tüm tarafların Suriye’nin
iç işlerine müdahale etmekten uzak durmalarını, Suriye’nin egemenlik hakları
ile bağımsızlığına tam olarak saygı duymalarını, saldırılarını durdurmalarını
ve kara operasyonu planlarından vazgeçmelerini talep etmek amacını taşıyor.
Önergede, Moskova’nın elindeki Suriye Arap Cumhuriyeti
yönelik karadan bir yabancı müdahalesine girişme amacını taşıyan askeri yığınak
ve hazırlık faaliyetlerine dair raporlarda ciddi uyarılar söz konusu olduğu da
belirtiliyor.
Önergenin hiçbir şekilde su götürür tarafı yoktu; ne bir
tezgah ve ne de gizli bir anlam içermiyordu. Delegelerden, yalın bir biçimde
Suriye’nin egemenliğini desteklemeleri ve silahlı saldırganlığa karşı çıkmaları
isteniyordu. Hatta, bunlar Birleşmiş Milletler’in üzerine inşa edildiği
ilkelerdi. ABD ve müttefikleri, bu ilkeleri, Washington’ın Suriye üzerindeki
emelleri ile uyuşmaması nedeniyle reddettiler.
Önergenin reddedilmiş olması, en açık biçimde ifade etmek
gerekirse, Washington’un Suriye’de barış istemediğini teyid etmesinin yanı
sıra, Obama yönetimi’nin hala kazanma azminde olduğu bir çatışmanın sonucunu
biçimlendirmede, Türk kara birliklerinin önemli bir rol oynayabileceğini
düşündüğünü göstermektedir. Şu da unutulmamalıdır ki, eğer önerge kabul edilmiş
olsaydı Türkiye’nin Suriye’ye girme tehdidi de derhal ortadan kalkacaktı.
Niçin ?
Çünkü; Washington Post’a
göre, Türk ordusu Birleşmiş Milletler onayı olmadan birliklerini sınıra
göndermekte isteksiz olduğunu açıkça ifade etmiştir.
Batı’da birçok kişi, Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın diktatöriyal güçlere sahip olduğu ve askeri birliklerine dilediği
zaman savaşa girme emrini kolaylıkla verebileceği yanılsaması içindedir. Ancak
durum böyle değil. Erdoğan’ın, ordu içindeki birçok rakibini ordudan
uzaklaştırmış olmasına karşın, yüksek rütbeli subaylar halen sivil liderlikten
belirli bir miktar bağımsız olma durumunu sürdürmektedirler. Türk generalleri,
gelecekte savaş suçlarından dolayı yargılanmayacakları konusunda güvence
istemektedirler. Bu güvenceyi sağlamanın en iyi yolu, olası herhangi bir
harekatın ABD, NATO ve BM’in herbirinin onayını alıp almadığı konusunda emin
olmaktır.
Obama yönetimi, önergeyi
reddetmelerine neden olan bu dinamiğin esasını kavramıştır. Obama,
Washington’un halen sürmekte olan vekalet savaşında, Türk birliklerinin eninde
sonunda Rusya önderliğindeki koalisyonla çatışabileceği düşüncesiyle açık bir
kapı bırakmayı istemektedir. Bu durum benim, artık Washington’un asıl amacının
bundan böyle Suriye Başkanı Başar Esad’ın uzaklaştırılması değil, Rusya’nın
bitmez tükenmez bir çatışmanın batağına çekilmesi olduğuna inanmamı sağlıyor.
ABD’nin Moskova’nın BM’deki karar taslağı girişimini bertaraf etmesinden
hemen saatler sonra, Cenevre’de yüksek düzeydeki ABD ve Rus askeri
görevlilerinin ateşkes beklentilerini müzakere ettikleri basına kapalı bir
toplantı gerçekleşti.
Genel anlamda “düşmanlıkların sona ermesi” olarak bilinen
ateşkes, savaşı geçici bir süreyle durdurmayı, böylece yıpranmış olan
cihatçıların ve ABD destekli isyancıların yeniden toplanabilmelerini ve daha
sonraki tarihlerde savaşa yeniden katılabilmelerini hedefliyor. Her iki taraf
arasında gelecekteki herhangi bir yönetimde Esad’ın rolü üzerinde derin bir ayrılık
olmakla birlikte, Moskova ve Washington’un her ikisi de tüm Suriye’de savaştan
zarar görmüş şehirlere insani yardım ulaştırmak ve “politik bir geçiş”e doğru
ilerlemeyi istemektedir.
Washington Post’a göre:
“Aşılması gereken
çok sayıdaki sorunlardan bir tanesi de, terörist bir grubu neyin oluşturduğu
üzerine farklı tanımlamaların olmasıdır. Suriye’de El-Kaide bağlantılı IŞİD ve
Jabhat el-Nusra’ya ilaveten, tüm muhalefet Rusya ve Suriye tarafından terörist
olarak nitelendirilmektedir.
Kuvvetleri
kuzeybatı’daki Türk sınırına bitişik bölgedeki ılımlı isyancı gruplarla iç içe
geçmiş durumda olan Jabhat el-Nusra, özellikle sorun teşkil etmektedir.
Rusya, ABD’nin
ateşkesin bir parçası olarak, en azından geçici bir süre, gruplar dışarı çıkabilene
kadar Jabhat el-Nusra’nın bombalama sınırları dışında tutulması teklifini
reddettiğini bildirmişti.”
(US.,Russia
hold Syria cease-fire talks as deadline passes without action- Washington Post)
Tekrar edelim: “Rusya, ABD’nin ateşkesin bir parçası
olarak, en azından geçici bir süre, gruplar dışarı çıkabilene kadar Jabhat
el-Nusra’nın bombalama sınırları dışında tutulması teklifini reddettiğini
bildirmişti.” Diğer bir deyişle, Obama yönetimi 9-11 terör saldırısında 3000
Amerikalı’yı öldüren ve tek hatalarının,
Vahabi paralı askerlerinin İslami bir Halifeliğe dönüştürmek istedikleri bir
ülkede tesadüfen bulunmaları olan on binlerce masum Suriyeli’nin ölümünden
sorumlu gruba bağlı bir unsuru korumak istemektedir. Doğal olarak Rusya, bu
saçmalığa razı olmayı reddetmektedir.
Bütün bunlara rağmen, Pazar günü Dışişleri Bakanı John F.Kerry,
kendisinin ve mevkidaşı Sergei Lavrov’un Suriye sivil savaşında ateşkes
için prensipte geçici bir mutabakata vardıklarını ve hiç kimsenin ateşkesin
nasıl tatbik edileceğini, ihlallerin nasıl çözüme ulaştırılacağını bilmemesine
karşın, günler içinde başlayabileceğini duyurdu.
Rusya’nın karar tasarısını BM’de reddettikten sadece
saatler sonra, El-Kaide’yi ABD-Rusya aracılığıyla gündeme gelen ateşkesin
koruyucu şemsiyesi altına almaya çalışmanın Obama için nasıl bir ikiyüzlülük
olduğunu göz ardı etmeyin. Amerika’nın sözüm ona “terörle savaşı” ile ilgili
olarak ne söylenebilir ?
Bu arada Türkiye’de, geçen hafta 28 kişinin ölümüne ve 61
kişinin yaralanmasına yol açan Ankara bombalamasının ardından Erdoğan’ın
Suriye’ye girme tehdidleri yoğunlaşıyordu. Türk hükümeti, bombalama eyleminin
faili olarak, Suriye’deki Kürt milis grubu YPG ile bağlantılı Salih Neccar isimli genç bir eylemciyi suçladı. Ancak, patlamadan 24 saatten daha az
bir süre sonra hükümetin olayları yorumu açığa düşmeye başladı. Batı
medyası’nda çıkan bir habere göre, Kürdistan
Özgürlük Şahinleri (TAK) veb sitesinde yaptığı açıklamaya göre, bombalama
eyleminin tüm sorumluluğunu üstlenmişti. (Özgürlük
Şahinleri, yasadışı Kürdistan İşçi Partisi-PKK- ile bağlantılıdır) Ondan sonra, Erdoğana rejimi, daha karşıt
haberlerle çarpıldı: DNA örnekleri, “Neccar”ın
kesin olarak olayın faili olmadığını, aksine başından beri olayın sorumluluğunu
üstlenmiş olan grubun üyesi “Abdülbaki Sömer”in fail olduğunu kesin olarak
gösteriyordu. Bu yazı yazılırken hükümet, savaşa yol açacak bir durum yaratmak amacıyla halka yalan söylediğini
henüz itiraf etmemişti. Erdoğan ve onun aşırı uçtaki çalışma arkadaşları,
Suriye’ye girme tehdidini sürdürmek amacıyla, baştan aşağı güvenilmez olan
bilgileri kullanmaya devam ediyorlar. Erdoğan’ın, Gaziantep’teki bir UNESCO
toplantısında söylediği gibi:
“Türkiye, karşı karşıya kaldığı tehditlerle ilgili
olarak, Suriye’de ve terörist yapıların yuvalandığı yerlerde operasyonları
yürütmek üzere her hakka sahiptir…Hiç kimse, Türkiye’yi hedefleyen terör
eylemlerine karşı kendisini savunma hakkını kısıtlayamaz”
Bu sözler, Türkiye’nin niçin son bir haftadır Suriye
topraklarını topçu ateşine maruz bıraktığını, Erdoğan’ın niçin Sünni
cihatçıların Türkiye’den serbestçe geçişlerine ve Suriye Ordusu’na karşı başarı
şanslarının yüksek olduğu bölgelerde savaş alanına tekrar giriş yapmalarına
izin verdiğini açıklamaktadır.
Bunu New York Times’dan doğrulayalım:
“Suriyeli isyancı
kaynaklar, Perşembe günü, en az 2000 kişilik bir takviye gücü Halep’in
kuzeyinde Kürtlerin liderliğindeki milislere karşı savaşmak üzere geçen hafta
Türkiye aracılığıyla getirdiklerini
ifade etti.
Aynı kaynaklar, Türk
güçlerinin isyancılara, İdlib dışına çıkana kadar gizlice eşlik ederek birliklerin bir sınırdan
diğerine birkaç gece içinde geçişlerini kolaylaştırdığını ve bu birliklerin,
Azez’deki savaş halinde bulunan isyancıları desteklemek üzere tekrar Suriye’ye
giriş yaptığını bildirdi.
Bab-al Salam sınır
kapısından geçiş yapan isyancı grup Levant Cephesi kumandanlarından Abu İssa,
takma adını kullanma ve ismini saklama koşuluyla Reuters’a konuştu: ‘Hafif
silahlardan ağır silahlara kadar her şeyi, havan toplarımızı, füzelerimizi ve
tanklarımızı taşımamıza izin verildi.’ “
(Syrian
Rebels Say Reinforcements Get Free Passage via Turkey- New
York Times)
Obama yönetimi, Erdoğan’ın çatışmaya benzin döktüğünün
farkında, ancak görmezlikten gelmeyi tercih ediyor. Ve Obama, Türkiye’yi Suriye
topraklarını topçu ateşine maruz bıraktığı için hafif bir biçimde azarlamakla
birlikte, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde ölüm saçan saldırılarından birini
gerçekleştirdiğinde İsrail için saklı tuttuğu ‘kendini savunma hakkı”
ifadesini aslında Türkiye için de kabul etmiş oluyor. Yani,
şimdi Obama aynı onuru Erdoğan’a da bağışlamış oluyor. Bu bile tek başına,
Washington’un yaklaşımındaki iki yüzlülüğü açıkça ortaya koymaktadır.
Peki, Washington’un Suriye’deki oyun planı nedir ? Gerçekten yönetim
IŞİD’i alt etmekte ve düşmanlıkları sonlandırmakta ciddi mi yoksa Obama’nın
gizli bir planı mı var ?
Her şeyden önce, Washington’ın IŞİD’le ilgili zerre kadar
kaygısı yok. Bu güruh sadece, ABD’nin kendi ulusal çıkarları için yaşamsal
öneme sahip olan bir bölgede askeri operasyonlarını yürütmesini sağlayan bir
korkuluktan ibaret. IŞİD umacısı yarın ortadan kalksa bile , Beyaz Saray başka
bir “hayalet” icad edecek (uyuşturucuyla savaş ya da buna benzer saçma sapan
birşey) ve böylelikle yol açtığı yıkımlara kesintisiz devam edebilecektir. Washington
için önemli olan, ABD-İsrail’in ihtirasları üzerinde uzun süreli bir tehdit
oluşturan güçlü, laik Arap yönetimlerinin dağılmasıdır. Gerçekten de önemli
olan budur. Diğer açık hedef ise, kritik kaynakların ve Avrupa’ya uzanan boru
hattı koridorlarının kontrol altında tutulması ve bu kaynakların ABD doları
cinsinden değerlendirmeye tabi tutulmaya devam edilmesini garanti altına
almaktır.
ABD- Kürt YPG arasındaki müttefikliğin, ABD’nin
Suriye’deki stratejik çıkarlarında gerçekten bir ilerleme sağlamayacağına
inanmaya devam ediyoruz. ABD, ne Kürtlerin devlet olma durumuyla ilgileniyor,
ne de cihatçı militanların Suriye’nin sınır bölgesindeki dörtte bir çemberi
kontrol altında tutmalarını önemsiyor. ABD- YPG müttefikliğinin gerçek amacı,
Türkiye’yi öfkelendirmek ve onu, Rusya liderliğindeki koalisyonla sınır ötesi
bir çatışmaya kışkırtmaktır. Eğer Türkiye kara birliklerini Suriye’ye doğru
harekete geçirecek olursa, bu durumda Moskova uzak durmak için çok çaba
sarfettiği bataklık ile karşı karşıya kalabilir. Türk güçleri, son beş yıldır savaşı sürdürmekte olan, ancak
şimdilerde tam olarak çekilmekte oldukları görülen ABD destekli cihatçıların ve
diğer vekil savaşçıların yerini dolduracak bir ordu olarak hizmet görebilir.
Daha da önemlisi; Türkiye’nin herhangi bir müdahalesi,
bir yandan Türkiye içinde Erdoğan’ın iktidar üzerindeki kontrolünü ciddi
olarak aşındıran bölünmeleri şiddetlendirecek, öte yandan da ABD’nin Türk
ordusu ve MİT içindeki ajanlarıyla birlikte çalışarak, yararlanabileceği
güvenlik açıkları yaratacaktır. Nihai hedef, tıpkı CIA’in Kiev’de
gerçekleştirdiği gibi, renkle kodlanmış bir devrimi teşvik etmek amacıyla toplumsal
huzursuzluğu kışkırtarak Washington’un planladığı bir darbe ile sorun yaratan Erdoğan’dan
kurtulmak olabilir. Obama’nın el altından Erdoğan’a yeşil ışık yaktığını ve askeri
birlikleri Suriye’ye girer girmez Erdoğan’ın ayağını kaydıracağını tahmin etmek zor olmasa
gerek. Benzer bir dolap 1990’da, ABD’nin Irak Büyükelçisi April Glaspie’ın,
Saddam Hüseyin’e Küveyt’e girişi için “he” demesi ile çevrilmişti. Irak Ordusu
güçbela hedefine ulaşmıştı ki, ABD Saddam’ı o utanç verici “Ölüm Otoyolu”
(Highway of Death) boyunca hızla geri çekilmek zorunda bırakan yoğun askeri bir harekat (Çöl Fırtınası
Harekatı) başlatmıştı ve burada Amerikan ateş gücünün korkunç ve öldürücü
gösterisinde on binin üzerinde Iraklı muvazzaf asker “kolay av” benzeri yok
olmuştu. Bu, Washington’un Saddam’ı devirip onun yerine itaatkar bir Arap
yardakçıyı geçirme planının ilk aşamasıydı.
Aynı rejim değişikliği tuzağı şimdi Erdoğan için
kurulmuyor mu ?
Kesinlikle öyle görünüyor.
Mike WHITNEY
24.02.2016
ÇEVİRİ: IŞIK
Makalenin aslı için bakınız:
*AÇIKLAMA
“ÖLÜM OTOYOLU” (HIGHWAY of DEATH)
ABD,
1991 yılında Irak'ı işgal ederken çok sayıda katliama imza atmıştı. Bunlardan
biri de binlerce sivilin katledildiği ve tarihe 'ölüm otoyolu katliamı' olarak
geçen saldırı olmuştu.
26
Şubat'ı 27 Şubat'a bağlayan gece Kuveyt'ten çekilen Irak askerleri ile savaştan
kaçmaya çalışan çok sayıda Iraklı ve Filistinli sivilin bulunduğu konvoy ABD
ordusu tarafından çok ağır bir bombardımana tabi tutuldu. Binlerce araç
içindeki insanlarla birlikte parçalandı, yanıp kül oldu.
Katliama "Ölüm Otoyolu" (Highway of Death) denilmesinin sebebi Highway 80 isimli yolda
gerçekleşmesi. Karayolu Kuveyt City'den Abdali (Kuveyt) ve Safwan (Irak)
şehirlerine uzanıyordu. Oradan da Basra şehrine doğru ilerliyor ve orada son
buluyordu. Bombalama sonucu çok büyük hasar gören otoyol 1990'lı yılalrın
sonunda onarıldı ve 2003 işgalinde de ABD ve İngiliz birlikleri tarafından
kullanıldı.
İnsan
hakları örgütleri ve gözlemcileri tarafından insanlığa karşı işlenen suçlar
kategorisine sokulan bu katliamın ilk fotoğrafları, ancak aradan bir ay geçtikten
sonra elde edilebildi. Taşıt enkazlarının içinde hâlâ kömürleşmiş insan
cesetleri görülebiliyordu. Taşıtların durumundan yolun tıkalı olduğu ve ABD
ordusunun öylece duran araçları bombaladığı açıkça anlaşılıyordu.