8 Mart 2016 Salı

Mike WHITNEY: "ANKARA’DA Rejim Değişiyor mu ? Düşündüğünüzden Daha Büyük Bir Olasılık"


Cuma günü (19 Şubat) Rusya tarafından Türkiye'nin Suriye’ye girişinin önüne geçmeyi amaçlayan bir karar taslağı ABD tarafından reddedildi. Moskova; Türkiye’nin, desteklediği militan grupları korumak ve Kürt militan grubu YPG’nin kuzey Suriye’de sınırdaş bir devlet kurmasını engellemek amacıyla  güney sınırında topladığı kara birliklerini ve zırhlı araçlarını Suriye’ye göndermeyi planladığı konusunda artan kaygılarını dillendirmek üzere Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin acil olarak toplanması için çağrıda bulunmuştu. Moskova’nın tek sayfalık önergesi, daha şimdiden 250 000 kişinin ölümüne ve ülkenin harabeye dönmesine neden olan çatışmada gerginliğin daha da artmasını önlemeye yönelik ayrıntılı, açık, anlaşılır bir belge niteliğinde.

Rusya’nın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Vladimir Safronkov’a göre, Rusya’nın bu karar tasarısının ana unsurları, tüm tarafların Suriye’nin iç işlerine müdahale etmekten uzak durmalarını, Suriye’nin egemenlik hakları ile bağımsızlığına tam olarak saygı duymalarını, saldırılarını durdurmalarını ve kara operasyonu planlarından vazgeçmelerini talep etmek amacını taşıyor.

Önergede, Moskova’nın elindeki Suriye Arap Cumhuriyeti yönelik karadan bir yabancı müdahalesine girişme amacını taşıyan askeri yığınak ve hazırlık faaliyetlerine dair raporlarda ciddi uyarılar söz konusu olduğu da belirtiliyor.

Önergenin hiçbir şekilde su götürür tarafı yoktu; ne bir tezgah ve ne de gizli bir anlam içermiyordu. Delegelerden, yalın bir biçimde Suriye’nin egemenliğini desteklemeleri ve silahlı saldırganlığa karşı çıkmaları isteniyordu. Hatta, bunlar Birleşmiş Milletler’in üzerine inşa edildiği ilkelerdi. ABD ve müttefikleri, bu ilkeleri, Washington’ın Suriye üzerindeki emelleri ile uyuşmaması nedeniyle reddettiler.

Önergenin reddedilmiş olması, en açık biçimde ifade etmek gerekirse, Washington’un Suriye’de barış istemediğini teyid etmesinin yanı sıra, Obama yönetimi’nin hala kazanma azminde olduğu bir çatışmanın sonucunu biçimlendirmede, Türk kara birliklerinin önemli bir rol oynayabileceğini düşündüğünü göstermektedir. Şu da unutulmamalıdır ki, eğer önerge kabul edilmiş olsaydı Türkiye’nin Suriye’ye girme tehdidi de derhal ortadan kalkacaktı.

Niçin ?

Çünkü;  Washington Post’a göre, Türk ordusu Birleşmiş Milletler onayı olmadan birliklerini sınıra göndermekte isteksiz olduğunu açıkça ifade etmiştir.

Batı’da birçok kişi, Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın diktatöriyal güçlere sahip olduğu ve askeri birliklerine dilediği zaman savaşa girme emrini kolaylıkla verebileceği yanılsaması içindedir. Ancak durum böyle değil. Erdoğan’ın, ordu içindeki birçok rakibini ordudan uzaklaştırmış olmasına karşın, yüksek rütbeli subaylar halen sivil liderlikten belirli bir miktar bağımsız olma durumunu sürdürmektedirler. Türk generalleri, gelecekte savaş suçlarından dolayı yargılanmayacakları konusunda güvence istemektedirler. Bu güvenceyi sağlamanın en iyi yolu, olası herhangi bir harekatın ABD, NATO ve BM’in herbirinin onayını alıp almadığı konusunda emin olmaktır.

Obama yönetimi, önergeyi  reddetmelerine neden olan bu dinamiğin esasını kavramıştır. Obama, Washington’un halen sürmekte olan vekalet savaşında, Türk birliklerinin eninde sonunda Rusya önderliğindeki koalisyonla çatışabileceği düşüncesiyle açık bir kapı bırakmayı istemektedir. Bu durum benim, artık Washington’un asıl amacının bundan böyle Suriye Başkanı Başar Esad’ın uzaklaştırılması değil, Rusya’nın bitmez tükenmez bir çatışmanın batağına çekilmesi olduğuna inanmamı sağlıyor.

ABD’nin Moskova’nın BM’deki  karar taslağı girişimini bertaraf etmesinden hemen saatler sonra, Cenevre’de yüksek düzeydeki ABD ve Rus askeri görevlilerinin ateşkes beklentilerini müzakere ettikleri basına kapalı bir toplantı gerçekleşti.

Genel anlamda “düşmanlıkların sona ermesi” olarak bilinen ateşkes, savaşı geçici bir süreyle durdurmayı, böylece yıpranmış olan cihatçıların ve ABD destekli isyancıların yeniden toplanabilmelerini ve daha sonraki tarihlerde savaşa yeniden katılabilmelerini hedefliyor. Her iki taraf arasında gelecekteki herhangi bir yönetimde Esad’ın rolü üzerinde derin bir ayrılık olmakla birlikte, Moskova ve Washington’un her ikisi de tüm Suriye’de savaştan zarar görmüş şehirlere insani yardım ulaştırmak ve “politik bir geçiş”e doğru ilerlemeyi istemektedir.

Washington Post’a göre:

“Aşılması gereken çok sayıdaki sorunlardan bir tanesi de, terörist bir grubu neyin oluşturduğu üzerine farklı tanımlamaların olmasıdır. Suriye’de El-Kaide bağlantılı IŞİD ve Jabhat el-Nusra’ya ilaveten, tüm muhalefet Rusya ve Suriye tarafından terörist olarak nitelendirilmektedir.

Kuvvetleri kuzeybatı’daki Türk sınırına bitişik bölgedeki ılımlı isyancı gruplarla iç içe geçmiş durumda olan Jabhat el-Nusra, özellikle sorun teşkil etmektedir.

Rusya, ABD’nin ateşkesin bir parçası olarak, en azından geçici bir süre, gruplar dışarı çıkabilene kadar Jabhat el-Nusra’nın bombalama sınırları dışında tutulması teklifini reddettiğini bildirmişti.”

(US.,Russia hold Syria cease-fire talks as deadline passes without action- Washington Post)

Tekrar edelim: “Rusya, ABD’nin ateşkesin bir parçası olarak, en azından geçici bir süre, gruplar dışarı çıkabilene kadar Jabhat el-Nusra’nın bombalama sınırları dışında tutulması teklifini reddettiğini bildirmişti.” Diğer bir deyişle, Obama yönetimi 9-11 terör saldırısında 3000 Amerikalı’yı öldüren  ve tek hatalarının, Vahabi paralı askerlerinin İslami bir Halifeliğe dönüştürmek istedikleri bir ülkede tesadüfen bulunmaları olan on binlerce masum Suriyeli’nin ölümünden sorumlu gruba bağlı bir unsuru korumak istemektedir. Doğal olarak Rusya, bu saçmalığa razı olmayı reddetmektedir.

Bütün bunlara rağmen, Pazar günü Dışişleri Bakanı John F.Kerry, kendisinin ve mevkidaşı Sergei Lavrov’un Suriye sivil savaşında ateşkes için prensipte geçici bir mutabakata vardıklarını ve hiç kimsenin ateşkesin nasıl tatbik edileceğini, ihlallerin nasıl çözüme ulaştırılacağını bilmemesine karşın, günler içinde başlayabileceğini duyurdu. 

Rusya’nın karar tasarısını BM’de reddettikten sadece saatler sonra, El-Kaide’yi ABD-Rusya aracılığıyla gündeme gelen ateşkesin koruyucu şemsiyesi altına almaya çalışmanın Obama için nasıl bir ikiyüzlülük olduğunu göz ardı etmeyin. Amerika’nın sözüm ona “terörle savaşı” ile ilgili olarak ne söylenebilir ?

Bu arada Türkiye’de, geçen hafta 28 kişinin ölümüne ve 61 kişinin yaralanmasına yol açan Ankara bombalamasının ardından Erdoğan’ın Suriye’ye girme tehdidleri yoğunlaşıyordu. Türk hükümeti, bombalama eyleminin faili olarak, Suriye’deki Kürt milis grubu YPG ile bağlantılı Salih Neccar isimli genç bir eylemciyi  suçladı. Ancak, patlamadan 24 saatten daha az bir süre sonra hükümetin olayları yorumu açığa düşmeye başladı. Batı medyası’nda çıkan bir habere göre, Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK) veb sitesinde yaptığı açıklamaya göre, bombalama eyleminin tüm sorumluluğunu üstlenmişti. (Özgürlük Şahinleri, yasadışı Kürdistan İşçi Partisi-PKK- ile bağlantılıdır)  Ondan sonra, Erdoğana rejimi, daha karşıt haberlerle  çarpıldı: DNA örnekleri, “Neccar”ın kesin olarak olayın faili olmadığını, aksine başından beri olayın sorumluluğunu üstlenmiş olan grubun üyesi “Abdülbaki Sömer”in fail olduğunu kesin olarak gösteriyordu. Bu yazı yazılırken hükümet, savaşa yol açacak bir durum  yaratmak amacıyla halka yalan söylediğini henüz itiraf etmemişti. Erdoğan ve onun aşırı uçtaki çalışma arkadaşları, Suriye’ye girme tehdidini sürdürmek amacıyla, baştan aşağı güvenilmez olan bilgileri kullanmaya devam ediyorlar. Erdoğan’ın, Gaziantep’teki bir UNESCO toplantısında söylediği gibi:

“Türkiye, karşı karşıya kaldığı tehditlerle ilgili olarak, Suriye’de ve terörist yapıların yuvalandığı yerlerde operasyonları yürütmek üzere her hakka sahiptir…Hiç kimse, Türkiye’yi hedefleyen terör eylemlerine karşı kendisini savunma hakkını kısıtlayamaz”

Bu sözler, Türkiye’nin niçin son bir haftadır Suriye topraklarını topçu ateşine maruz bıraktığını, Erdoğan’ın niçin Sünni cihatçıların Türkiye’den serbestçe geçişlerine ve Suriye Ordusu’na karşı başarı şanslarının yüksek olduğu bölgelerde savaş alanına tekrar giriş yapmalarına izin verdiğini açıklamaktadır.  

Bunu New York Times’dan doğrulayalım:

“Suriyeli isyancı kaynaklar, Perşembe günü, en az 2000 kişilik bir takviye gücü Halep’in kuzeyinde Kürtlerin liderliğindeki milislere karşı savaşmak üzere geçen hafta Türkiye aracılığıyla  getirdiklerini ifade etti.

Aynı kaynaklar, Türk güçlerinin isyancılara, İdlib dışına çıkana kadar  gizlice eşlik ederek birliklerin bir sınırdan diğerine birkaç gece içinde geçişlerini kolaylaştırdığını ve bu birliklerin, Azez’deki savaş halinde bulunan isyancıları desteklemek üzere tekrar Suriye’ye giriş yaptığını bildirdi.

Bab-al Salam sınır kapısından geçiş yapan isyancı grup Levant Cephesi kumandanlarından Abu İssa, takma adını kullanma ve ismini saklama koşuluyla Reuters’a konuştu: ‘Hafif silahlardan ağır silahlara kadar her şeyi, havan toplarımızı, füzelerimizi ve tanklarımızı taşımamıza izin verildi.’ “

(Syrian Rebels Say Reinforcements Get Free Passage via Turkey- New York Times)

Obama yönetimi, Erdoğan’ın çatışmaya benzin döktüğünün farkında, ancak görmezlikten gelmeyi tercih ediyor. Ve Obama, Türkiye’yi Suriye topraklarını topçu ateşine maruz bıraktığı için hafif bir biçimde azarlamakla birlikte, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde ölüm saçan saldırılarından birini gerçekleştirdiğinde İsrail için saklı tuttuğu ‘kendini savunma hakkı” ifadesini   aslında Türkiye için de kabul etmiş oluyor. Yani, şimdi Obama aynı onuru Erdoğan’a da bağışlamış oluyor. Bu bile tek başına, Washington’un yaklaşımındaki iki yüzlülüğü açıkça ortaya koymaktadır.

Peki, Washington’un Suriye’deki oyun planı nedir ? Gerçekten yönetim IŞİD’i alt etmekte ve düşmanlıkları sonlandırmakta ciddi mi yoksa Obama’nın gizli bir planı mı var ?

Her şeyden önce, Washington’ın IŞİD’le ilgili zerre kadar kaygısı yok. Bu güruh sadece, ABD’nin kendi ulusal çıkarları için yaşamsal öneme sahip olan bir bölgede askeri operasyonlarını yürütmesini sağlayan bir korkuluktan ibaret. IŞİD umacısı yarın ortadan kalksa bile , Beyaz Saray başka bir “hayalet” icad edecek (uyuşturucuyla savaş ya da buna benzer saçma sapan birşey) ve böylelikle yol açtığı yıkımlara kesintisiz devam edebilecektir. Washington için önemli olan, ABD-İsrail’in ihtirasları üzerinde uzun süreli bir tehdit oluşturan güçlü, laik Arap yönetimlerinin dağılmasıdır. Gerçekten de önemli olan budur. Diğer açık hedef ise, kritik kaynakların ve Avrupa’ya uzanan boru hattı koridorlarının kontrol altında tutulması ve bu kaynakların ABD doları cinsinden değerlendirmeye tabi tutulmaya devam edilmesini garanti altına almaktır.

ABD- Kürt YPG arasındaki müttefikliğin, ABD’nin Suriye’deki stratejik çıkarlarında gerçekten bir ilerleme sağlamayacağına inanmaya devam ediyoruz. ABD, ne Kürtlerin devlet olma durumuyla ilgileniyor, ne de cihatçı militanların Suriye’nin sınır bölgesindeki dörtte bir çemberi kontrol altında tutmalarını önemsiyor. ABD- YPG müttefikliğinin gerçek amacı, Türkiye’yi öfkelendirmek ve onu, Rusya liderliğindeki koalisyonla sınır ötesi bir çatışmaya kışkırtmaktır. Eğer Türkiye kara birliklerini Suriye’ye doğru harekete geçirecek olursa, bu durumda Moskova uzak durmak için çok çaba sarfettiği bataklık ile karşı karşıya kalabilir. Türk güçleri,     son beş yıldır savaşı sürdürmekte olan, ancak şimdilerde tam olarak çekilmekte oldukları görülen ABD destekli cihatçıların ve diğer vekil savaşçıların yerini dolduracak bir ordu olarak hizmet  görebilir.

Daha da önemlisi; Türkiye’nin herhangi bir müdahalesi, bir yandan Türkiye içinde Erdoğan’ın iktidar üzerindeki kontrolünü ciddi olarak aşındıran bölünmeleri şiddetlendirecek, öte yandan da ABD’nin Türk ordusu ve MİT içindeki ajanlarıyla birlikte çalışarak, yararlanabileceği güvenlik açıkları yaratacaktır. Nihai hedef, tıpkı CIA’in Kiev’de gerçekleştirdiği gibi, renkle kodlanmış bir devrimi teşvik etmek amacıyla toplumsal huzursuzluğu kışkırtarak Washington’un planladığı bir darbe ile sorun yaratan Erdoğan’dan kurtulmak olabilir. Obama’nın el altından Erdoğan’a yeşil ışık yaktığını ve askeri birlikleri Suriye’ye girer girmez Erdoğan’ın ayağını kaydıracağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Benzer bir dolap 1990’da, ABD’nin Irak Büyükelçisi April Glaspie’ın, Saddam Hüseyin’e Küveyt’e girişi için “he” demesi ile çevrilmişti. Irak Ordusu güçbela hedefine ulaşmıştı ki, ABD Saddam’ı o utanç verici “Ölüm Otoyolu” (Highway of Death) boyunca hızla geri çekilmek zorunda bırakan  yoğun askeri bir harekat (Çöl Fırtınası Harekatı) başlatmıştı ve burada Amerikan ateş gücünün korkunç ve öldürücü gösterisinde on binin üzerinde Iraklı muvazzaf asker “kolay av” benzeri yok olmuştu. Bu, Washington’un Saddam’ı devirip onun yerine itaatkar bir Arap yardakçıyı geçirme planının ilk aşamasıydı.

Aynı rejim değişikliği tuzağı şimdi Erdoğan için kurulmuyor mu ?

Kesinlikle öyle görünüyor.

Mike WHITNEY
24.02.2016

ÇEVİRİ: IŞIK

Makalenin aslı için bakınız:




*AÇIKLAMA

“ÖLÜM OTOYOLU” (HIGHWAY of DEATH)

ABD, 1991 yılında Irak'ı işgal ederken çok sayıda katliama imza atmıştı. Bunlardan biri de binlerce sivilin katledildiği ve tarihe 'ölüm otoyolu katliamı' olarak geçen saldırı olmuştu.

26 Şubat'ı 27 Şubat'a bağlayan gece Kuveyt'ten çekilen Irak askerleri ile savaştan kaçmaya çalışan çok sayıda Iraklı ve Filistinli sivilin bulunduğu konvoy ABD ordusu tarafından çok ağır bir bombardımana tabi tutuldu. Binlerce araç içindeki insanlarla birlikte parçalandı, yanıp kül oldu.

Katliama "Ölüm Otoyolu" (Highway of Death) denilmesinin sebebi Highway 80 isimli yolda gerçekleşmesi. Karayolu Kuveyt City'den Abdali (Kuveyt) ve Safwan (Irak) şehirlerine uzanıyordu. Oradan da Basra şehrine doğru ilerliyor ve orada son buluyordu. Bombalama sonucu çok büyük hasar gören otoyol 1990'lı yılalrın sonunda onarıldı ve 2003 işgalinde de ABD ve İngiliz birlikleri tarafından kullanıldı.


İnsan hakları örgütleri ve gözlemcileri tarafından insanlığa karşı işlenen suçlar kategorisine sokulan bu katliamın ilk fotoğrafları, ancak aradan bir ay geçtikten sonra elde edilebildi. Taşıt enkazlarının içinde hâlâ kömürleşmiş insan cesetleri görülebiliyordu. Taşıtların durumundan yolun tıkalı olduğu ve ABD ordusunun öylece duran araçları bombaladığı açıkça anlaşılıyordu.