9 Haziran 2013 Pazar

ÖZDEMİR İNCE/ Erdoğan Hoca’nın çapulcu halka karşı cihadı









Çarşamba, 05 Haziran 2013; AYDINLIK

Siperin, barikatın bir yanında Erdoğan Hoca’nın ünlü deyişiyle “çapulcu halk”, öteki tarafında bizzat ve tek başına Erdoğan Hoca.
 
Türkiye’nin birçok yerinde çapulcu halk Erdoğan Hoca’nın simgelediği bir “ŞEY”e karşı ayaklanmış durumda. O “Şey”in içi “ne oldum delisi olmak”, “görmemişlik”, “zorbalık”, “saygısızlık”, “pervasızlık” gibi olumsuz niteliklerle doldurulabilir.
 
Çapulculara sorsanız çok daha ağır nitelikler bağışlarlar.
Çapulcuların herhangi bir lideri yok. Bu hem iyi ama çok tehlikeli. Hareket nerede ve nasıl duracak? Durduğu anda hiç umulmadık bir yerde tekrar başlayabilir.
Çapulcuları ancak Erdoğan Hoca durdurabilir. Çelişkili bir durum!
 
Çapulcular cephesi
 
Çapulcular cephesinin ortaya çıkmasına neden olan olgular:
 
1) Erdoğan Hoca’nın Başkan olma hayali: Bireyin yatak odasına kadar burunu sokan bir başbakanın başkan olduktan sonra neler yapabileceğini bu olay ve olaylar kanıtlamıştır. Düşman başına!
2) 31 Mart’ın intikamını almak için Topçu Kışlası’nı ihya etmek çılgınlığı!
3) Üçüncü köprünün adını Yavuz Sultan Selim koymak idraksizliği ve saldırgan saygısızlık!
4) İçki yasağı ve “İki Ayyaş” densizliği!
5) İkide bir masaya sürülen cami yaptırma resti!
6) İmam-hatip ve ilahiyat mezunlarının sınırsız kayırılması!
7) Emek Sineması!
8) Rantçılık ve paranın egemenliği!
9) Aile bireylerinin, yakınların, yandaşların kayırılması.
10) Devlet ve belediyeler eliyle yeni bir zengin sınıfın yaratılması ve yüzsüzce kayırılması.
11) Diplomalı işsizliği!
12) Bayağılaşma ve bayağılaştırma.
13) Saldırgan Suriye politikası!
14) Atatürk Orman Çiftliği!
15) Cumhuriyet ve devrimleri!
16)Tevhid-i Tedrisat kanunu ve 4+4+4 rezaleti.
17) Bundan sonrasına sizler katkıda bulunabilirsiniz.
 
Erdoğan Hoca cephesi
 
1) 3 Haziran gecesi CNN-Türk’te Ahmet Hakan’ın programında Akilcilerin veciz bir şekilde belirttikleri gibi Başbakan Hoca’nın “Psikolojik sorunları” var. “Psikolojik sorun” tehlikeli bir tanımdır. Bu tanım, icabında müşahade altına alınmayı gerektirir. Bunun sonuçlarına göre hacir altına alınma önlemi gelir. İcabında! Akilciler, “Artık başbakanlık yapamaz, yaptırılmamalı” mı demek istediler acaba? Megalomani, kendini dev aynasında görme, başkalarını küçük görme ve benzeri sağlıksız ruh hali!
2) Başkalarının görev ve yetkilerine el koyma ihtirası: Bütün bakanların ve İstanbul Belediye Başkanı’nın yetkilerini bizzat kullanması!
3) Tahrik edici dil ve üslup sorunu!
4) “Ben bilirim!” tavrı! Arapça biliyormuş ama yaptıkları ortak basın toplantısında, Fas Başbakanı’nın söylediği üç sözcüklük cümleyi anlamadı!
5) “Devlet ve hükümet benim!” havası.
6) Ülke sorunlarını bireyselleştirmesi: Çapulcuların gösterilerinde, mümkün olsa, su hortumunu bizzat kullanacak, biber gazı bombasını kendisi atacak, iki eline cop alıp çapulcuların üzerine “Allah! Allah!” deyu hücuma kalkacak!
 
Fikir hazinesinden birkaç örnek

1)”...’Dinin emrini yerine getiriyor’ diyorlar. Din toplum için, insan için hayırlı bir şey emrediyorsa bunun gereğini yapmak zararlı ve kötü mü?” diyor. (Radikal, 03.06.13)
“Zararlı ve kötü” elbette! Dinin yasaları değişmez. Laik yasalar gerektiğinde değiştirilebilir. Din bu nedenle toplumların gelişmesine engel olur. Bir başbakanın bunları bilmesi gerekmez mi?
2) “İçki içiyorsa alkoliktir. Bunun tanımı odur!”... Söz arada bir içenlere gelince; “Ya onlar bile bana veriyor. Onlar zaten alkolikler arasına girmiyorlar.” (Radikal, 03.0.13) Neredeyse, kendisine oy verenlerin günahlarının bağışlandığını, cennete gireceklerini söyleyecek.
3) “Devletin metrosunda da ahlak kuralları vardır. Kurallar aşılırsa anons yapılmasının nesi yanlış? Sonra da bir grup geliyor, ellerinde alkoller. Soruyorum, bir anne-baba kızının afedersin birinin kucağına oturmasını ister mi?” Milletin giyim kuşamını da beğenmiyor ve şöyle diyor: “Ama saygı gösteriyorum. Giyimine karışmıyorum. Ama aynı saygıyı benim eşim, kızım gibi giyinenlere de göstermediler.” (Radikal, 03.06.13)
“Kızın kucağa oturma” meselesi, başbakanın otoriter zihniyet dünyasını ele veriyor. Çirkin! Tartışmaya bile değmez! Kızının, eşinin giyiminin karşısında öznel tepki değil, yasanın ve yönetmeliğin sınırlaması vardı. Görüyor musunuz, nasıl her şeyi, “intikam” konusu haline getiriyor.
4) Erdoğan Hoca, Fas, Cezayir ve Tunus’a yapacağı ziyaret öncesinde düzenlenen basın toplantında Reuters muhabiri Birsen Altaylı’nın sorularını yanıtlamazken, bütün ruh ve zihniyet dünyasını ele veriyor. Birsen Altaylı, Erdoğan’ın üslubunun dünya kamuoyu tarafından sert ve küçümseyici bulunduğunu belirttikten sonra “Bunlara ilişkin herhangi bir yumuşatıcı tavır içine girecek misiniz?” diye soruyor.
Başbakan Erdoğan’ın cevabı: “Önce ‘yumuşatıcı ifadeler’ ne olabilir bana onu öğretirseniz ben ona göre konuşurum’ diyor. Neredeyse ayağa kalkıp gazeteci hanımı tokatlayacak.
5) Gazetecinin karşısında aciz kalan Başbakan Hoca, bir başbakanın derhal görevden alınmasını gerektirecek bir cümle söylüyor:
“Şu anda evlerinde bizim zorla tuttuğumuz bu ülkenin en az yüzde 50’si var. Biz onlara diyoruz ki ‘Aman sabırlı olun’...”
Başbakan, bu çatışmacı ve kışkırtıcı cümlenin altından kalkamaz.
 
SONUÇ:
 
Ruh sağlığı yerinde olan bir siyasetçi böyle konuşabilir mi? Çapulcu ayaklanmalarının sona ermesi için, PKK’ya bile garanti veren hükümetin, vatandaşlardan mutlaka özür dilemesi ve geleceğe yönelik güvenceler vermesi gerekmektedir. Başbakan Erdoğan, “fıtrat”ı ve içinde bulunduğu ruhsal durum yüzünden böyle bir şey yapamaz.
Türkiye’nin en önemli sorunu bizzat R.T.Erdoğan’ın varlığıdır.
Bu nedenle AKP duruma el koymak zorundadır! Ama nasıl?

ÖZDEMİR İNCE/ Taksim Kışlası ve 31 Mart isyanı

 



Çarşamba, 28 Kasım 2012; AYDINLIK


III. Selim döneminde, 19. yüzyılın başlarında (1780) inşa edilen Topçu Kışlası, Beyoğlu ve Taksim’in fiziksel çehresinde önemli izler bırakmıştır: Hem varlığı hem de yokluğu bu bölgenin kendine özgü karakterini şekillendirmiştir. Taksim Topçu Kışlası, Selimiye Kışlası’nın Avrupa yakasındaki karşılığıdır... Fotoğraflardan bilinen, bir tür ‘oryantal pasta mimarisi’ olarak tanımlanabilecek ünlü giriş cephesi de böyle bir tadilatın sonucudur; Batı’daki benzer nitelikli sayfiye, fabrika veya servis binaları mimarisini hatırlatmaktadır.
 
Topçu Kışlası, esas askeri etkinliklerin yanında, konumuna ve boyutlarına bağlı olarak pek çok farklı işlev için de kullanılmıştır; cambaz gösterileri, at yarışları, Rum hacıların konaklaması bunlar arasındadır. Kışla olarak hizmetinin sona ermesi ve satışı söz konusu olduğunda da şehir müzesi, sergi alanı gibi yeni işlevler önerilmiştir. 1913’te Sanayi ve Ticaret Şirket-i Milliye-i Osmaniye’ye satışından sonra da çeşitli gösterilere ev sahipliği yapmış ve kışlanın avlusu uzun yıllar futbol stadyumu olarak kullanılmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında kısmen boş kalmış, İşgal Yılları’nda Fransız kuvvetlerinin yönetimindeki Senegalli askerlere tahsis edilmiştir.
 
Çeşitli dönüşümlerin ardından, nihayet Fransız şehirci Henri Prost’un önerileri doğrultusunda yıkım kararı alınmıştır. (1940) Buna göre kışladan boşalacak alana konutlar ve sosyal etkinlik yapıları inşa edilecektir; büyük bir park düzenlemesi Harbiye’ye kadar uzanacaktır. İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde kışlanın arazisi ‘İnönü Gezgisi’ adıyla büyük bir tören meydanı niteliği de kazanacak, Taksim Meydanı ile bütünleşecektir. ‘Gezgi’nin ön tarafına İnönü’nün heykeli kurulacak, Taksim Cumhuriyet Anıtı da o noktaya kaydırılarak tasarımın bütünlüğü sağlanacaktır.
Ancak kışla kısım kısım yıkıldıktan sonra, planlanan düzenlemelerin çok azı uygulanabilmiştir. Ahırların yerini daha önce Taksim Meydan’ı almış, öndeki Talimhane apartmanlar inşa edilerek modern bir konut bölgesi karakteri kazanmıştır.” (www.hayal.et.com) ]
 
Kışlanın mimari değeri
Doğan Kuban 16 Kasım 2012 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin Bilim Teknoloji Dergisi’nde Taksim Topçu Kışlası’nın tıpkı yapımıyla ilgili olarak şunları yazıyor:
 
“Daha 2. Mahmut zamanında topa tutularak yıktırılan Taksim Kışlası en az bilinen, birçok kez değişmiş, meydan cephesi ise Türkiye’de hiç geçerli olmamış, Fransız uydurması ‘Style Sarrasin’ (İspanyol ve Kuzey Afrika İslam mimarisi üslubunda) bir bezeme ile olasılıkla Abdülaziz döneminde yenilenmiş, çok çirkin bir dönem yapısıdır. İstanbul’da kalan kışlaları yüzeysel olarak inceleyen herkes bunu görebilir. Bunu hangi nedenle akıl etmişler acaba?”
 
Neden mi akıl etmişler?
Taksim Topçu Kışlası’nın tarihsel açıdan vazgeçilmez ve binanın yeniden yapılmasını gerektirecek büyük bir mimarî değeri olmadığını mimarlık tarihi bilgini Prof. Dr. Doğan Kuban yazıyor. Kışlanın hiçbir mimarî değeri yok, ama 31 Mart mürteci ayaklanması dolayısıyla önemi çok büyük. AKP iktidarı büyük bir olasılıkla Cumhuriyet’ten 31 Mart’ın intikamını almak için kışlayı yeniden dikmek istiyor. Aslına bakarsanız, Çamlıca’ya da cami aynı marazlı tutku yüzünden yaptırılacak. Zaten bu iktidarın 10 yıllık iktidarını değerlendirecek olursak Cumhuriyet’in reddine dayanan bir İslamî restorasyon çabası olduğunu görürüz. Evet, 31 Mart ayaklanması bastırılmamış olsaydı Cumhuriyet kesinlikle kurulamazdı. Taksim Topcu Kışlası’nın yeniden yapılmasının gerçek ve doğru nedeni budur.
 
31 Mart olayı
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’da yönetime karşı yapılmış büyük bir ayaklanmadır. Rumî takvime göre 31 Mart 1325’te (13 Nisan 1909) başladığı için bu adla anılmıştır. İsyan 12-13 nisan gecesi Taksim Kışlası’ndaki Avcı Taburu’na bağlı askerlerin subaylarına karşı ayaklanarak Meclis-i Mebusan üzerine yürümesiyle başlamış, Hareket Ordusu tarafından bastırılıp II.Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle son bulmuştur.
 
Ama bu ayaklanmanın tahrikçileri kimlerdi? Sayalım: Şeriat isteyen Derviş Vahdeti’nin yayımladığı, İngilizler tarafından finanse ve himaye edilen Volkan gazetesi, muhalif Ahrar Fırkası çevresi, İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti... Kışkırtıcı ve destekçileri arasında ünlülerden adem-i merkeziyetçi Prens Sabahattin Bey, Mizancı Murat ve İsparta’nın turizm simgesi (!), günümüz iktidarının mürşidi meczup Said Nursî bulunmaktadır.
 
Değerli dostum Prof.Dr. Sina Akşin “Jön Türkler ve İttihat ve Terakki” adlı kitabında (S.116-120) siyasal durumu tasvir ettikten sonra şunları yazar: “... daha da tehlikeli ve uygulamaya konulan bir çare din adamlarının ve dinci çevrelerin Hilmi Paşa’ya ve İttihat ve Terakki’ye karşı harekete geçirilmesiydi. Bu çeşit harekete elverişli olanlar, medrese, yani ilmiye talebeleriydi.”
Sloganı “Şeriat isteriz!” olan bir “asker + sivil” hükümet darbesi idi. İttihat ve Terakki muhalifleri tarafından düzenlenmiş ama başarılı olamamıştı.
 
Başarılı olsaydı ne olurdu bilinmez ama aralarında Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı kadrosu olmak üzere bütün mektepli (harbiyeli) subayların kellesi giderdi. 31 Mart başarılı olamadığı için Kurtuluş Savaşı kazanıldı ve Cumhuriyet kuruldu.
***
Tarihî açıdan çok kötü bir üne sahip, mimarî açıdan hiçbir değeri olmayan Taksim Kışlası’nı Cumhuriyet’le özdeşleşmiş Taksim’e kazık gibi dikmenin “İntikam”dan başka bir anlamı yoktur!
 

İŞÇİ PARTİSİ MERKEZ KARAR KURULU AÇIKLAMASI


 
İŞÇİ PARTİSİ MERKEZ KARAR KURULU'NDAN AÇIKLAMA
(08.06.2013)
 
 
19 MAYIS 2012'DE İSTANBUL'DA BAŞLAYAN VE 29 EKİM'DE ULUS MEYDANI, 10 KASIM'DA TANDOĞAN'DA, 13 ARALIK VE 8 NİSAN 2013 SİLİVRİ'YLE DEVAM EDEN, 23 NİSAN VE 19 MAYIS EYLEMLERİYLE GÜÇLENEN HALK KAREKETİ, BUGÜN BİR ÜST DÜZEYDE VE KARARLILIKLA İKTİDAR HEDEFİNE İLERLİYOR.
 
 
TAKSİM'DE BAŞLAYAN HALK AYAKLANMASI, AKP-PKK İTTİFAKININ BELİNİ KIRMIŞTIR. ABD PLANI BOZULMUŞTUR. TAYYİP- GÜL- GÜLEN YOBAZ DİKTASINI YIKMA EYLEMİ BAŞLAMIŞTIR.
 
 
MİLLETİ BİRLEŞTİREN,
 
KEMALİST DEVRİMİN BAĞIMSIZLIK VE ÇAĞDAŞLAŞMA PROGRAMIDIR.
 
 
PAROLAMIZ,
 
"ATATÜRK'TE BİRLEŞTİK !!!"
 
 
HALK HAREKETİNİN KISA VADELİ TALEPLERİ:
 
  • TOPÇU KIŞLASI'NA, AVM'YE, ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ'NİN YIKILMASINA HAYIR !!!
  • GÖZALTINA ALINANLAR SERBEST BIRAKILSIN !!! KANUNSUZ EMİR VEREN VE UYGULAYANLARDAN HESAP SORULSUN !!!
  • İSTANBUL VALİSİ VE EMNİYET MÜDÜRÜ'NDEN BAŞLAYARAK İÇİŞLERİ BAKANI VE TAYYİP ERDOĞAN İSTİFA !!!
 
 
HALK HAREKETİNİN ORTA VADELİ TALEPLERİ:
  • TÜRK MİLLETİ'NİN SİLİNDİĞİ BÖLÜCÜ, GERİCİ, EMEK DÜŞMANI TAYYİP- APO ANAYASASI'NA HAYIR !!!
  • SURİYE'YE TERÖR İHRACINA SON !!! TERÖR KAMPLARI KAPATILSIN !!!
  • KOMŞUYLA BARIŞ, KOMŞUDA BARIŞ, YURTTA BARIŞ !!!
  • ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELER KAPATILSIN !!! TERTİBE SON, TUTUKLULAR SERBEST BIRAKILSIN !!!
  • ÇAĞDAŞLIĞA VE LAİKLİK DÜŞMANLIĞINA, 4+4+4 REZALETİNE SON !!!
  • İŞÇİ VE SENDİKA ÖZGÜRLÜĞÜNÜ YOK EDEN ULUSAL İSTİHDAM BELGESİ ÇÖP SEPETİNE !!!
  • YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ İÇİN MİLLİ HÜKÜMET !!!

HEDEFİMİZ,
 
BİR SAATLİK, BİR GÜNLÜK İŞ BIRAKMA EYLEMLERİNDEN SONRA
 
 
GENEL GREV














6 Haziran 2013 Perşembe

MESELE, PARK MESELESİ DEĞİL !











MESELE, PARK MESELESİ DEĞİL !
HÜSEYİN GÜLERCE- ZAMAN, 06.06.2013

On gündür Türkiye, son on yılın en farklı günlerini yaşıyor. En kestirmeden Milli Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı söyledi: “Muhalefetin senelerce uğraşsa da başaramayacağı bir şeyi 5 günde başardık ve normal koşullarda bir araya gelmesi düşünülemeyecek olan birbirinden çok farklı kesimleri, grupları, fraksiyonları toz duman içerisinde birbirleriyle buluşturduk…”
Bu ifade, hem bir özeleştiri, hem de İstanbul Taksim’de Gezi Parkı ile ilgili protesto ve eylem sürecinin kötü yönetildiğinin itirafıdır.
 
Kötü yönetimle ilgili söylenenler birkaç noktada toplanıyor. Bir, Taksim’de ne yapıldığını belediye yetkilileri önceden kamuoyuna izah etmediler. Olaylar başlayınca apar topar açıklamalar geldi. Ama atı alan Üsküdar’ı geçmişti…
 
İki, bazı polisler aşırı güç kullandı. Yangına körük salladılar. Adeta halkı isyana teşvik ettiler. Üç, bütün bunlara rağmen tansiyonu düşüren sağduyulu açıklamalar yangını söndürebilirdi. Sayın Bülent Arınç bunu denedi. Fakat asıl kendisine kulak verilen Sayın Başbakan geri adım atmadı. Çok kişi şunu bekledi:  Taksim çok büyük bir alan değil. Yayalaşma ve trafiği aşağıya almak çok doğru. Ancak Topçu Kışlası’nı yapmanın ikna edici bir tarafı yok. İstanbul’un otele ihtiyaç duyduğu doğru ama Taksim meydanına otel yapılması doğru değil. Hele Topçu Kışlası hem de otel… Bu, İstanbullunun onaylayacağı bir proje değil.  Meydanı açacağınıza, bina dikip, boğuyorsunuz... Sayın Başbakan’ın sadece şu açıklaması bile tansiyonu düşürebilirdi. Hâlâ da düşürebilir: “Topçu Kışlası yapılmayacak…”
 
Taksim’den başlayan protestolar evet bir sosyal patlamadır. Ama bunu çok iyi kullanıp AK Parti’ye karşı bütün hasımları, ortak hareket etme imkânı yakaladılar ve çok profesyonelce, bir isyanı organize ettiler.
 
Önce sosyal patlamanın zemini oluştu. Bu köşede defalarca yazdım. Türkiye için en büyük tehlike, gerilim ve kutuplaşmadır. Son olarak bir ay önce endişelerimi yazımın başlığına taşıdım: “Tehlikenin farkında mıyız?” Son yazımın başlığı da şuydu: “Gerilim, belalara davetiye çıkarabilir…” Demokrasi uzlaşma ve hoşgörü ile mayalanmıştır. Bizde ise siyasetin dili habire keskinleşti, hâlâ da öyle.
Sayın Başbakan’ın, alkollü içkilerle ilgili düzenleme konusundaki sarf ettiği ifadeler gerçekten kırıcıydı. Kendini ezik hisseden insanlara tokat gibi geldi. Laik kesimde, yaşam tarzlarıyla ilgili endişeler daha da arttı.   Üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verileceğinin ilan edilmesi, Alevi vatandaşlarımızı üzdü, rencide etti. (Şahsen benim düşüncem şu: Sayın Cumhurbaşkanı, bir açıklama yaparak, Alevi vatandaşlarımızın hissiyatının ve hassasiyetlerinin maalesef düşünülemediğini, kendilerini üzmek, gücendirmek gibi bir niyetin olmadığını ve üçüncü köprüye başka bir isim verileceğini söylemesi isabetli olur.)
 
Taksim’deki düzenlemelerden sonra gelişen AK Parti’yi bitirme hamlesi çok ciddiye alınmalıdır. İç-dış bütün hasımları, uzun süren bir hazırlık çalışmasından sonra düğmeye basmışlardır.
 
Bence Taksim’in iki mesajı var:
 
Bir, vesayet güç kaybetmemiştir, derin yapı yüzelli yıllık tecrübesiyle bütün adamları ile sahne almıştır. AK Parti yeni bir durum değerlendirmesi yapmalıdır. Demokratikleşme hamlesinde gösterilecek bir zaaf, Türkiye’yi elli yıl geriye götürebilir…
 
İki, iktidar için tek yol demokrasidir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi demokrasi sadece seçim değildir. Paylaşmayı, herkesin konumuna saygılı olmayı, özgürlükleri savunmayı ve hukukun üstünlüğünü gerektirir...

5 Haziran 2013 Çarşamba

Gül yönetime el koydu - Taraf - 05.06.2013                            
 
GEZİ Parkı eylemlerini değerlendiren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “10 yıldır Türkiye’yi yöneten bir iktidar var. Muhalif insanların birikimi ve alınganlıkları olabilir. İcraatları onaylamayanlar olabilir. Türkiye’de siyasetin kırıcı olduğu zamanlar oluyor; bu nedenle incinenler olabilir” dedi.

Gül, Uluslararası Yatırımcılar Derneği (YASED) Yönetim Kurulu Başkanı Serpil Timuray ve beraberindeki heyeti Çankaya Köşkü’nde kabul etti. Basına kapalı kabulün ardından Cumhurbaşkanlığı’nın internet sitesinde kabule ilişkin bir haber yayınlandı. Buna göre, Gül, Gezi Parkı protestolarını şöyle değerlendirdi: “Londra’da yaşayan bunu farklı algılayabilir. ‘Türkiye Ortadoğu mu oluyor’ diye sorabilir. Şirketlerinizin merkezlerinden sizlere de bu tür sorular gelebilir. Türkiye’de olup bitenlerle Ortadoğu’da olup bitenler tamamen farklı şeyler. Bunlar, serbest seçimlerin olmadığı, halkın iradesinin yansımadığı, mahkemelerin batı standardında olmadığı ülkeler. Oradaki olaylar çok farklı. Bazı Arap ülkelerinde bunlar olduğunda halka karşı önce silah kullanıldı. Türkiye, AB ile müzakere sürecinde olan bir ülke. Mahkemeleri çalışıyor, AİHM’i tanımış, vatandaşına bireysel başvuru hakkını vermiş. Türkiye, çoğulcu bir ülke, seçimler sağlıklı biçimde yapılıyor. Ama neden bu olaylar oldu derseniz, 10 yıldır Türkiye’yi yöneten bir iktidar var. Muhalif insanların birikimi ve alınganlıkları olabilir. İcraatları onaylamayanlar olabilir. Türkiye’de siyasetin kırıcı olduğu zamanlar oluyor; bu nedenle incinenler olabilir.”


ÇANKAYA'DAN TALİMATLARI ALDIK


 

 Başbakan Vekili sıfatıyla dün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüşen Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, Gezi Parkı eylemlerinin ilk günlerinde polisin, barışçıl protestolarını sürdürenlere şiddet uygulamasının yanlış olduğunu ve bunun için özür dilediğini söyledi. Arınç, “O ilk olayda, çevre duyarlılığıyla hareket edenlere karşı yapılan aşırı şiddet gösterisi yanlıştır, haksızdır. O yurttaşlarımdan özür diliyorum” dedi. Polisin kullandığı şiddetin haklı olarak tepki çektiğini dile getiren Arınç, “Topçu Kışlası diye bilinen yerde bir betonlaşma olacağı, burada alışveriş merkezi olacağı veya başka ticari amaçlarla bir yapılaşma olacağı bilgisini edinen yurttaşlar, iş makineleriyle 3-4 ağacın yerinden sökülmesi ve birkaçının da tahrip edilmesi karşısında, yurtseverliğin gereği olarak bir eylem başlattı” ifadelerini kullandı.

“Olağanüstülük yüklemeyin”

Dün sabah saatlerinde biraraya geldiği Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Gezi Parkı protestoları ve sonrasında yaşananlarla ilgili fikir alışverişinde bulunan Bülent Arınç, öğlen saatlerinde Başbakanlık Yeni Bina’da basına seslendi. Şiddet ve vandallık içeren gösterilerin süratle ivme kaybetmesinin sevindirici olduğunu söyleyen Başbakan Yardımcısı, “Şiddet içermeyen, demokratik bir tepki olarak ortaya konan gösterileri saygı ve sağduyu içerisinde takip ettiğimizi söylemek isterim. Devletimiz, hükümetimiz, ilgili tüm birimlerimiz gelişmelere bütünüyle hâkim durumdadır” dedi.

Gül ile görüşmemesinin olağanüstü bir yanı olmadığını öne süren Arınç, konu hakkında şu ifadeleri kullandı: “Bu görüşmeye olağanüstülük yüklememek gerekir. Çünkü ben Başbakan Vekili’yim, bütün yetkilerimi ve sorumluluklarımı biliyorum. Esasen bildiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımız ile Başbakanımız haftalık mutat, olağan görüşmeler yapmaktadır. Bunu onlardan biri sayabilirsiniz.”

“Aşırı tedbir tepki topladı”

Polisin ilk zamanlarda ortaya koyduğu aşırı tepkinin haklı olarak tepki topladığını ve konuyla ilgili incelemelerin idari yoldan başlatıldığını belirten Arınç, hükümet olarak farklılıklara ilk baştan beri saygı gösterdiklerini dile getirdi. Başbakan Yardımcısı, AKP’ye oy vermeyenleri de anlamaya çalıştıklarını şu sözlerle ifade etti: “Yaşam tarzları bizim için son derece değerlidir, önemlidir ve hassastır. Yaşam tarzlarımız nedeniyle ağır baskılar yaşamış bir kadro olarak kendi yaşadıklarımızı başkalarına yaşatmamak için büyük bir duyarlılık içinde olduk. Biz empati kurmak suretiyle bize oy vermeyen vatandaşlarımızı her zaman anlamaya çalıştık. Kendi yaşam tarzlarımızı, kendi hassasiyetlerimizi öne çıkarmak yerine ortak noktalarda buluşmayı, ortak yolu bulmayı her zaman öncelikli vazifemiz olarak gördük. Toplumla inatlaşacak bir anlayışın içerisinde olmadık, olamayız.”

300 kişi yaralandı

Gösterilerde 244’ü polis, 64’ü gösterici, 300’ün üzerinde kişinin yaralandığını ifade eden Arınç, Hatay’daki gösteriler sırasında Abdullah Cömert adlı vatandaşın yaşamını yitirdiğini belirtti. “Abdullah Cömert’in ilk yapılan otopsi işlemleri neticesinde ateşli silaha ait giriş-çıkış deliği ve beyin dokusunda traje oluşturmuş herhangi bir lezyon bulunmadığı tesbit edilmiştir. Belki bir sert cisimle başı zedelenmiş ve ölüme sebebiyet vermiş olabilir” diyen Arınç, şunları söyledi: “Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kesin ölüm sebebinin yapılacak araştırma ve inceleme sonucu, Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulunca düzenlenecek raporla anlaşılacak.”

“Özeleştiri yaparız”

Sandıktan çıkan sonuçları doğru okumak için hassas davrandıklarına temas eden Arınç, “Bugüne kadar sandıktan çıkan sonuçları doğru okumak için ne kadar büyük bir hassasiyet içinde olduysak, bu gösterileri de doğru okumak için o kadar büyük bir hassasiyet içindeyiz. Biz kendimizi hesaba çekeriz ve çekiyoruz. Öz eleştirimizi yaparız, bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın” dedi.

Arınç, Gezi Parkı olaylarının faturası hakkında ise şu açıklamayı yaptı: “Gezi Parkı olaylarında şu ana kadar 110 polis aracı tahrip edildi, 207 sivil araç yakıldı, AK Parti’nin İzmir’deki Karşıyaka ve Çiğli ilçe binalarına saldırıda bulunuldu.”


“Yürütmeyi durdurma kararı olumlu”

MHP ve BDP’nin olayın başından beri takındığı tavrı takdir ettiklerini söyleyen Arınç, her iki partiye de teşekkür etti. “CHP’nin Sayın Genel Başkanı’nın ‘kamu malına zarar verilmesini tasvip etmediğini, bu olayların şahsında parti olarak değil bireysel olarak bulunduğunu ve Taksim’e bu amaçla gittiğini’ ifade eden cümleleri için teşekkür ederiz” diyen Arınç, vatandaşlardan ve medyadan da sağduyu beklediklerini belirtti.

Başta sendikalar olmak üzere, sivil toplum örgütlerinin gerginliği artıracak değil düşürecek tavır içerisinde olmalarını isteyen Arınç, “Özellikle, dünden bugüne KESK ve DİSK gibi güçlü sendikalarımızın bu olaylar karşısındaki tutumlarının, Türkiye’nin iç barışını, toplumsal barışını bozmayacak noktada olacağını, ben şahsen ümit ediyorum” dedi.

“Üslup çok önemli”

Arınç, bir gazetecinin Başbakan Erdoğan’ı kastederek “Üslup daha farklı olsaydı olaylar bu noktaya gelir miydi” yönündeki sorusu üzerine ise şunları ifade etti: “Bu olayların bize hatırlattığı bir gerçek varsa herhalde bunun hepsinden ayrı ayrı istifade edeceğiz. Ama ona takılarak, bugün geldiğimiz noktayı meşru göstermek herhalde mümkün değil.”

İdare Mahkemesi’nin Topçu Kışlası’nın yapımı konusunda yürütmeyi durdurma kararı vermesini de olumlu bulduğunu tekrar eden Arınç, şu sözlerle polisin orantısız şiddetine maruz kalan çevrecilerden özür diledi: “O ilk olayda, çevre duyarlılığıyla hareket edenlere karşı yapılan aşırı şiddet gösterisi yanlıştır, haksızdır. O yurttaşlarımdan özür diliyorum. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim ama sokaklarda tahribat yapanlar, sokaklarda insanların özgürlüklerine engel olmaya çalışanlara bir özür borcumuz olduğunu düşünmüyorum.”

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


Çankaya’dan talimatları aldık                          
Taraf - 05.06.2013                            

3 Haziran 2013 Pazartesi

YASEMİN DEVRİMİ

TUNUS, Yasemin Devrimi

Yasemin Devrimi, Halkın ayaklanması üzerine 23 yıldır ülkeyi yöneten Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeden kaçmasıyla sonuçlanan durumun genel adıdır.

Yasemin Devrimi, Tunus'un birçok şehrinde gerçekleşen protestolardır. Protestocuların hedef aldığı başlıca konular işsizlik, gıda enflasyonu, siyasi yozlaşma,  ifade özgürlüğü  ve kötü yaşam koşulları olmakla beraber, 23 yıldır ülkeyi yöneten Zeynel Abidin Bin Ali'nin başkanlığı bırakıp 14 Ocak 2011'de ülkeden kaçmasıyla sonuçlanan olaylar bütünüdür.  Kasım 2010'da, meyve sebze satıcısı olan işsiz bir üniversite mezununun, satış arabasına polisin el koymasından sonra kendini ateşe vermesi ile başlayan protestolar  Tunus'ta son 30 yıldır yaşanan sosyal ve siyasal olayların en dramatik dalgalarından biriydi  ve yaralanmalar ve hayat kayıpları ile sonuçlandı. Ben Ali'nin ayrılmasından sonra, yeni bir seçim 60 gün içinde yapılacaktı.
 
Renkli Devrimlerin jeopolitik terminolojisi ile paralel olarak,  Protestolar batılı medyada Yasemin Devrimi olarak da adlandırılır.Medyanın bu yöndeki etkisinden dolayı, diğerleri protestoları ve Başkan Ben Ali'nin bu çıkışını Twitter Devrimi veya  Wikileaks Devrimi olarak adlandırırlar.


GÖSTERİCİLER

FRANSA'DA DESTEK GÖSTERİLERİ

 
 ASKERİN MÜDAHALESİ


 BİN ALİ DEFOL !


ZEYNELABİDİN BİN ALİ
 
Facebook ve YouTube gibi sosyal medya sitelerinde arabalara ve mağaza camlarına saldıran gençleri dağıtan polisin görüntüleri anında yayınlanmış olmasına rağmen, 18 Aralık'taki Sidi Bu Zeyd isyanları büyük ölçüde fark edilmeden devam etti. Bir protestocu, Muhammed Buazizi sebze meyve arabasına el koyulmasına karşın yaptığı protestoda kendini yakarak kurban etti.Sonuç olarak sevk edildiği Tunus'taki hastanede 4 Ocak'ta hayatını kaybetti. El Cezire ve CBS gibi medya ağlarında da dikkat çekildiği üzere, Tunus'taki isyanlar sıra dışı ve önemliydi, çünkü özellikle bölgedeki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Tunus, zengin ve stabil bir bölge olarak görülüyordu.
 
Ayrıca El Cezire İngilizce Tunuslu aktivistlerin, Buazizi için Twitter'da yayınlanan destek mesajlarıyla dünyanın bazı bölgelerinde sesleri en çok çıkan gruplardan biri haline geldiğini belirtti.
 
Aynı ağdaki bir op-ed makale bu eylemin "Tunuslu gençler tarafından umutsuzluğun intihar protestosu" olduğunu söylemiştir. Devlet elindeki Ulusal Dayanışma Fonu ve Ulusal İş Fonu'nun geleneksel olarak ülkeye birçok yardım ve servislerde bulunduğu ancak "bu yükü devletten topluma", zengin şehir ve kasabaların etrafındaki köyler ve gecekondu kasabalarına kaydırmaya başladığına dikkat çekti. Ayrıca "merkezi tarımsal ve kurak alanların güney bölgelerinin sürekli bir şekilde marjinalleştirilmesi" ni de aktarmıştır.
 
Protestolar ayrıca "fakirlik, işsizlik ve siyasi baskının ölümcül bir kombinasyonu: birçok Arap toplumunun üç karakteristik özelliği"nden dolayı da bir "başkaldırı" olarak adlandırılmaktadır.
 
2010 Kasım ortalarında, polisin Sidi Bu Zeyd'teki protestocuları engellediği ve yüzlerce genç üstünde biber gazı kullandığına dair haberler vardı. Protestocular, sokaklarda sebze meyve satmaya çalıştığı el arabası polis tarafından kundaklanan Muhammed Buazizi'ye yapılan muameleye karşı eylem yapmak için bölgesel hükûmet başkanlarının etrafında toplanmışlardı. Olaylarla ilgili haberlerin yayınlanması Tunus medyası tarafından kısıtlanmıştır. 19 Aralık'ta, şehrin sokaklarında çok daha fazla polis bulunuyordu.

22 Aralık'ta bir protestocu, Lahsin Naci, bir elektrik direğine tırmandı ve kendini elektriğe verip öldürerek "açlık ve işsizliğe" karşılık verdi. Remzi el Abbudi de ülkenin mikro kredi birlik programından kaynaklanan bir iş borcu sonucu yaşadığı maddi sıkıntılar nedeniyle kendini öldürdü.
 24 Aralık'ta Bouziane'de Muhammed Ammari polis tarafından vurularak göğsünden ağır yaralandı. 30 Aralık'ta hayatını kaybeden Şevki El Hadri'nin de içlerinde bulunduğu diğer protestoculardan da yaralananlar oldu.

Polis, göstericileri "nefsi müdafaa" olarak vurduklarını iddia etti. Daha sonra şehirde polis tarafından sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
 
Tunus otoriteleri ve Sidi Bu Zeyd hükûmetinde yaşayanlar karşı karşıya geldiklerinde şiddet olayları tekrardan arttı. 27 Aralık'ta birlik çağrısı yapan yaklaşık 1.000 vatandaşla birlikte,protestolar başkent Tunus'a ulaştı, ve Sidi Bu Zeyd'de yaşayanlar ile beraber iş çağrısında bulundular. Bağımsız ticaret birliği aktivistlerince düzenlenen ralli güvenlik güçleri tarafından durduruldu. Protestolar ayrıca Sus, Safakes ve Meknasi şehirlerine de yayıldı. Bir sonraki gün, Tunus İşçiler Birliği Federasyonu Kafsa'da başka bir gösteri düzenledi ve bu da güvenlik güçleri tarafından engellendi. Aynı zamanlarda yaklaşık 300 avukat, Tunus'ta hükûmet sarayına yakın bir bölgede bir gösteri düzenlediler. Protestolar 29 Aralık'ta tekrardan devam etti.
 
Polis, güç kullanarak Sbikha ve Şebba'da olabilecek daha fazla protestoyu engellemeye çalışırken; 30 Aralık'ta Monastır'da bir protestoyu sessiz sakin engelledi. 31 Aralık'taki protestolarla, sonrasındaki gösterilerle, Tunus'taki ve Tunus Ulusal Avukatlar Grubu'nun çağrısı üstüne diğer şehirlerdeki avukatların öncülüğünde gerçekleşen halk toplantıları ile birlikte dengeler korunmaya devam edildi. Tunus İnsan Hakları Birliği başkanı Muhtar Trifi, Tunus'taki avukatların "vahşice dövüldüğünü" kaydetmiştir. Ayrıca El Hamma'da bir adamın da intihar eylemi yaptığına dair doğrulanmamış raporlar da bulunmaktaydı.3 Ocak 2011'de, Tala'daki işsizlik ve ihtiyaçların çok pahalı olması hakkındaki protestolar şiddetle sonuçlandı. Birçoğu öğrenci 250 kişinin bulunduğu Sidi Bu Zeyd'deki protestocuları destekleyen bir gösteride, polis göz yaşartıcı gaz kullandı ve bir kutusu yerel bir camiiye atıldı. Bunun karşılığında protestocular tekerlekleri ateşe verdiler ve Anayasal Demokratik Ralli ofisine saldırdılar. Bazı daha genel protestolar, birçok medya araçlarının yayınlandığı hükümetin online yayın ve sansüründe değişiklikler aradı. Tunus otoriteleri ayrıca kullanıcı şifrelerinin kontrolünü ele alarak online eleştrileri denetlemek için yemleme operasyonları gerçekleştirdi. Hem devlet elindeki hem de sivil internet siteleri hacklendi.
 
Ulusal baro kuruluşunun başkanından alınan bilgilere göre 6 Ocak'ta Tunus'lu 8.000 avukatın %95'i greve gitti. Ayrıca "Grev, avukatlara haksız yere saldırılmasını kabul etmediğimiz hakkında açık bir mesaj taşıyor. Birkaç gün içinde olan avukatların dövülmesi olayını ciddi şekilde protesto etmek istiyoruz." diye ekledi. It was reported on the following day that teachers had also joined the strike.[ Binalara saldıran, tekerlekler yakan, otobüsleri ve Tunus'ta Ettadhamen-Mnihla'daki çalışan sınıf kasabasından iki otomobili yakan protestocuları dağıtmak için 11 Ocak saldırılarına karşı polis isyan dişlileri kullandı. Protestocuların "Korkmuyoruz, korkmuyoruz, biz sadece Tanrı'dan korkarız" diye sloganlar attığı da kaydedildi. Ülkenin birçok şehrine de askeri personel yerleştirildi. 12 Ocak'ta, bir İtalyan televizyon kanalı RAI Tunus merkezinde çıkan bir isyanda onun ve kameramanının polis tarafından sopalarla dövüldüğünü ve daha sonra polislerin kamerayı kundakladığını aktardı. Protestolardan ve polisle çatışmalardan sonra Tunus'ta yine bir gece sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
 
İslami halifelik'in yeniden yürürlüğe girmesi için, 14 Ocak'ta cuma namazı ndan sonra Hizb ut-Tahrir de bir protesto düzenledi. Bir gün sonra, özgür siyasi tutuklular için başka bir protesto daha düzenledi. Bin Ali'nin gidişinden sonra şiddet ve yağmalama devam etti ve ulusal ordunun neredeyse Tunus'un her yerine yerleştirildiği rapor edildi.
 
Bu olayların faillerinin kimlikleri tespit edilemedi. Ancak, Tunus ordusunun yüksek askerlerinden biri de,eski Başkan Bin Ali'ye sadık olan askerlerin ülke genelinde dağıtıldığını belirtmişti. Başkentin ana tren istasyonu da asker tarafından ışıklandırıldı. Madhia'da bir hapishane müdürü, 5 kişinin öldüğü vahşi bir hapishane isyanından sonra yaklaşık 1.000 tutukluyu serbest bıraktı.
 
Birçok farklı hapishanede de kaçkınlar ile bazılarının gardiyanlar tarafından desteklendiği düşünülen, ve serbest bırakmayı dayatan dış grup isyanları yaşandı. Tunus'taki genel karışıklıkların, aşırı yiyecek sıkıntısı çeken bir grup kişinin silahlanıp evlerine barikat kurması ve hatta çevrelerinde silahlı gözetleme noktaları kurmalarından kaynaklandığı söylendi. El Cezire muhabirleri orada açıkça görülen üç farklı silahlı grup bulunduğunu aktardı: Polis, (sözümona ülke nüfusunun 250.000'i polis güçlerinin bir parçasıydı), İçişleri Bakanlığından güvenlik güçleri ve kontrolü ele alma yarışında olan Bin Ali destekçisi düzensiz halk orduları. Tunus ordusunun kontrolü sağlamaya çalıştığı bildirildi.
16 Ocak'ta, Bin Ali'nin eşinin yeğeni olan İmed Trabelsi, 2 gün önce aldığı bir bıçak yarasından hayatını kaybetti. Bin Ali'nin geniş ailesinin protestolardaki ilk kurbanıydı.

14 Ocak'ta, Bin Ali hükümetini dağıttı ve acil durum ilan etti. Yetkililer acil durumun nedeninin, Tunusluları ve mal mülklerini korumak olduğunu söylediler. Ayrıca insanların üç kişiden fazla gruplar halinde dolaşmasına izin verilmedi ve aksi olursa tutuklamalar oldu, koşmaya ya da kaçmaya çalışanlara ise ateş açıldı. Ayrıca onu düşürmeyi amaçlayan gösterileri etkisiz hale getirmek için altı ay içinde yeni bir seçim yapılmasını istedi.France24 askeri güçlerin havaalanlarının kontrolünü ele geçirdiğini ve ülkenin hava sahasını da kapattıklarını bildirdi. Aynı gün, bölgesine indirebileceği bir uçak isteğini Fransa'nın reddetmesi üzerine Bin Ali ülkeden kaçtı ve Cidde'ye gitti. Başbakan Muhammed Gannuşi vekaleten cumhurbaşkanının yetkilerini devraldı.

Suudi Arabistan sığınma sağlamadaki niyetlerinin Tunus'taki gerilimleri dağıtmak olduğunu -Tunus'ta İslamcılarla uzun süre mücadele eden- Bin Ali'ye karşı bir sempati duymadıklarını belirtti. 15 Ocak sabahı, Tunus devlet televizyonu Bin Ali'nin resmi olarak istifa ettiğini ve Gannuşi'nin gücü bir parlamento sözcüsü Fuad el-Mubazza'ya devrettiğini açıkladı. Bu olay Tunus Anayasa Mahkemesi Başkanı Fethi Abdennahder, Bin Ali'nin ayrılmasının iyi olduğunu, Ganuşi'nin bu gücü elinde tutmaya hakkı olmadığını ve Mebazaa'ya yeni Tunus parlamento seçimlerini organize etmesi için 60 gün verileceğini söylemesinden sonra gerçekleşti. Mebazaa, ülke için en iyi olanın bir Ulusal Birlik Hükümeti kurulması olduğunu belirtti.
 
Tunus'ta başlayan devrim hareketleri giderek Kuzey Afrika ülkelerinde ve Orta Doğu'da başlayan Arap diktatörlerine karşı bir protesto hareketinin başlamasına neden oldu. Üniversite okumuş ve genç nüfusun fazla olduğu ülkeler Yasemin Devrimi'nden sonra bilinçlenerek kendi ülkelerinde de benzer bir şeylerin yapılabileceğini düşünmeye başladılar. Protestoların en belirgin sonuçlarından biri de gitgide artan internet özgürlüğüydü.
 
Youtube ve Flickr gibi web sitelerinin yasakları kaldırıldı. Yorumcular internetin Ben Ali'nin düşürülmesine katkıda bulunduğu konusunda ikiye bölünmüşken, Facebook, kriz boyunca nüfusun yaklaşık %20 si tarafından ulaşılabilir olarak kaldı) ve Tor anonim ağı Tunus'tan bir trafik dalgası kabardığını rapor etti.

Uluslararası ve sivil tepkiler

Tunuslu gazeteci Souhayr Belhassen başkanlığında Uluslarası İnsan Hakları Örgütü "Tunus güvenlik güçleri tarafından silah kullanımını" kınadı ve "güvenli protesto hakkını garanti altına almak,sorumluların kim olduğunu bulup ona göre hareket etmek ve bu olaylara ışık tutmak için bağımsız bir soruşturma açılması" çağrısında bulundu. 2 Ocak'ta "hacktivist" anonim grup Tunus'un devlet eliyle yönetilen birkaç websitesini hackleme protestosuyla birlik içerisinde 'Tunus Operasyonu' ilan etti.
 
Bir bildiride "Anonim" şöyle seslendi: "Tunus Hükümeti, gerçekleri kendi vatandaşlarından gizli tutarak geleceği empoze etmek için, şimdiyi hatalar ve yanlış bilgilerle kontrol etmek istiyor.Bunlar olurken biz sessiz kalmayacağız."Anonim" Tunus halkının özgürlük çağrısını duymuştur."Anonim", Tunus halkına bu baskılara karşı savaşmada yardımcı etmek istiyor."
 
Bu bildiriden sonra 24 saat içerisinde, Tunus Borsası, Tunus ulusal stok exchange, Dışişleri Bakanlığı ,Endüstri Bakanlığı, Tunus Hükümet Ticaret, Carthage Sarayı (ki başkanın evidir), Başkanlık seçim kurulu siteleri ve birçok başka bakanlıklara portal halinde kurulmuş bir devlet sitesi daha kullanılamaz hale geldi.
 
13 Ocak 2011'de yayınlanan bir videoda, İslami Mağrip el-Kaide Örgütü hem Tunus hem de Cezayir hükümetlerine karşı yapılan protestolara desteklerini gösterdi.Tunus hükümetine karşı "misilleme" için, el-Kaide "bozulmuş,suçlu ve acımasız" rejimi yıkmaya davet etti ve göstericilere askeri yardım ve eğitim imkanı sundu. Ayrıca İslami Mağrip el-Kaide Örgütü lideri Ebu Musab Abdülvadud Tunus'ta şeriat hukukunun kurulması çağrısında bulundu.
 
YASEMİN DEVRİMİNİN ARDINDAN BUGÜN İKTİDARDA KİM VAR ?
 
Mayıs 2011'de Nahda (İSLAMİ HAREKET)  Genel Sekreteri Hammadi Cibali İslam ve Demokrasi Çalışmaları Merkezinin davetiyle Washington'a gitti. ABD Senatörleri John McCain ve Joe Lieberman ile görüştü.

 24 Ekim 2011'de
Tunus Kurucu Meclisi seçimlerinde, ülke tarihinin ilk şeffaf seçimini diğer partilerin açık ara önünde % 40 oy oranı ile 217 sandalyenin 89'unu alarak kazanmıştır.
 
 
ALİ EL_UREYD
 
Ali el-Ureyd, 1981'den 1990 yılında tutuklanmasından kadar Nahda Hareketi sözcüsü oldu. Cumhurbaşkanı Bin Ali devrildikten sonra 20 Aralık 2011 tarihinde, İçişleri Bakanı olarak Jebali'nin Kabinesine katıldı. Dini aşırılık, kabilecilik, bölgecilik ve Tunus'ta barışı desteklemek için söz verdi. Hamadi Jebali görevinden istifa etiikten sonra 22 Şubat 2013 tarihinde Başbakan olarak atandı.
 

The Quiet American, GENE SHARP

Passive voice Gene Sharp, photographed in June 2012, in his office at the Albert Einstein Institution in Boston.

 

 
 

 

The Quiet American

 
GENE SHARP
 
 
ARAP ÜLKELERİNDEKİ HALK HAREKETLERİ VE GENE SHARP- I
 
Erol Bilbilik -07 Nisan 2011
 
Tunus, Mısır, Cezayir, Libya, Bahreyn, Yemen ve Suriye’de başlayan ve hızla gelişen halk hareketlerinin arkasındaki beyni araştırdığımızda karşımıza Gene Sharp çıkıyor. Hemen söyleyelim: Sharp, dünyada “şiddet içermeyen aktivizm hareketlerinin Makyavel”i olarak tanınıyor.
Sharp, Ohio Devlet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde Lisans ve Yüksek Lisans dereceleri aldıktan sonra İngiltere’deki Oxford Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi Doktorası’nı aldı. 1960’larda Amerika’ya dönen Sharp, Harvard Üniversitesi’nde başladığı öğretim üyeliğini 30 yıl boyunca sürdürdü. Ohio Üniversitesi yıllarında ilgilenmeye başladığı Mahatma Gandhi ve sivil itaatsizlik konusunu incelemeyi 60 yıl boyunca sürdürdü. Kore Savaşı’na katılmayı reddetti ve 9 ay hapis yattı. 928 sayfalık, şiddet içermeyen hareketler politikası konulu ilk kitabı 1973 yılında yayınlandı.
Sharp’ın yanı sıra, uzun yıllar CIA’ya bağlı Rand Corporation’ın başında bulunduktan sonra 1980’lerin sonunda ABD Savunma Bakanlığı’nın Özel Stratejik Bölümü’nün direktörlüğüne getirilen Andrew Marshall da aynı yıllarda “şiddet içermeyen aktivizm hareketleri” doktrini ve uygulamaları konusunda yoğun çalışmalarda bulunuyordu. Marshall’ı 1980’lerin başından itibaren destekleyen Dick Cheney, Donald Rumsfeld ve Paul Wolfowitz; Sharp’ı da sahiplendi. Sharp, Marshall ile temasta olmasına rağmen günümüze kadar geri planda kalmayı başarmıştır.
Sharp, 1983’te ABD Askeri Ataşesi emekli Albay Robert Helvey ile gizlice Burma’ya gitti, ve gerillalara sivil itaatsizlik eğitimi verdi. Bu yoğun uygulamalarla ilgili olarak 1993’te “Diktatörlükten Demokrasiye” adlı kitabı yayınlandı. 1997 yılına gelindiğinde bu kitap devrimcilerin başucu kitabı olmuştu. Sharp bu kitabında; özgürlüğün kavramsal çerçevesini çizen 198 yöntemi anlatıyor ve baskıcı polis devletlerini çökertmek için en etkili yolun şiddet içermeyen mücadeleden geçtiğini vurguluyordu. Sharp’ın öğrencisi Albay Helvey, uzun yıllar boyunca gerçekleştirdiği kirli operasyonlardan çıkardığı derslerden yararlanarak Sharp’ın 198 yöntemini, aşağıdaki 5 ana yönteme indirgedi:
1. Muhalifleri bir liderin etrafında birleştirin. Bunun, en popüler kişi olması gerekmiyor ama en seçilebilir kişi olmasına dikkat edin.
2. Sözde bağımsız (yani muhalefet yanlısı) medyayı teşvik edin. Medya sizlerin mesajlarınızı dışarıya göndermenizi sağlayacaktır. Bu nedenle ulusal bazda erişimi olan, ve araştırmacı gazetecilik yanı ağır basan bir televizyon kanalı en uygun seçim olacaktır.
3. Seçim meseleleri ile ilgili bilinci arttıracak sivil toplum örgütlerine para akıtın.
4. Seçimlerde yapılan sahtekarlıkları, ve demokratik muhalefet adayının; göreve yapışıp kalan diktatörden daha popüler olduğunu gösterecek sandık gözlemcilerine ve seçim anketçilerine bol para harcamaktan kaçınmayın.
5. Muhalif lider çağırdığı zaman, sokak gösterilerinde en ön cephede rol almaya hazır militan bir gençlik grubunuz olsun. Çocuklar eğlenceli, şiddete karşı, ve eğer iş o noktaya gelecek olursa; dava için tutuklanmaya veya yenilgiye hazır gençlerden oluşsun.
 
ARAP ÜLKELERİNDEKİ HALK HAREKETLERİ VE GENE SHARP(2)
 
14 Nisan 2011
Sharp’ın, 20 Ocak 2011 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde “CIA ile bağım yok. George Soros ile tanışmıyoruz.” şeklinde bir açıklaması yayınlandı. Halbuki Sharp CIA ile doğrudan bağlantılıdır, Soros’u tanımaktadır, ve Sharp’ın kurduğu ‘Gene Sharp Enstitüsü’ ve ‘Albert Einstein Enstitüsü’ ile Soros’un kurduğu ‘Çin’de Reform ve Açılım Vakfı’ birlikte hareket etmektedirler. Sharp’ın ‘Albert Einstein Enstitüsü’ eski Varşova Paktı ülkeleri ve Asya’daki gençlik ayaklanmalarının eğitim ve uygulamalarında kilit rolü oynadı. ‘Gene Sharp Enstitüsü’ kendi internet sitesinde; Burma, Tayland, Tibet, Letonya, Litvanya, Estonya, Beyaz Rusya ve Sırbistan’ın içinde bulunduğu bir grup ülkede “demokrasi taraftarı” muhalif gruplarla çalıştıklarını kabul etti. Soros; Tiananmen Meydanı’ndaki şiddet içermeyen öğrenci ayaklanması patlak vermeden kısa bir süre önce Pekin’de olduğunu kabul etti. Dönemin Çin Hükümeti; ‘Çin’de Reform ve Açılım Vakfı’nı CIA bağlantılı olmakla açıkça suçlayarak, Soros’un ve vakfının Çin’i terk etmesini sağladı. ‘Gene Sharp Enstitüsü’ ve ‘Çin’de Reform ve Açılım Vakfı’, ABD Hükümeti’nin Ulusal Demokrasi Vakfı (NED) ve başka örgütleri tarafından finanse ediliyordu.
ABD’nin Yugoslayva’yı yıkmakla görevlendirdiği Büyükelçisi William Montgomery; Haziran 2000’da “Otpor” (Direniş) aktivistleri için Budapeşte Hilton Oteli’nde, Albay Helvey’in yönettiği bir seminer düzenledi. Helvey; seminere katılan ve hareketin ideolojik beyni olan Srda Popoviç’in başkanlık ettiği 12 Otpor üyesine, Slobodan Miloseviç rejiminin dayandığı medya, polis, asker, kilise ve kamu görevlilerini nasıl etkisiz hale getireceklerini, ve bunların, kriz patladığında muhalefet tarafında yeralmalarını nasıl sağlayacaklarını öğretti.
2000 yazının sonuna gelindiğinde Popoviç liderliğindeki Sırp aktivistler Helvey’in “5 Yöntemi”nin beşini de yerine getirmişlerdi. Otpor, katılımcı seçmen sayısını arttırmaya yönelik yaklaşık 2.5 milyon Dolar maliyetli “Gotov Je” (O artık bitti), ve bunun devamı olan “Vremya” (Tam zamanıdır) kampanyalarını yürüttü. Kampanyaları, ABD’nin eski Dışilişkiler Bakanı Madeleine Albright’ın yönettiği Demokrat Parti’nin Uluslararası kanadı olan Ulusal Demokrasi Enstitüsü (NDI), Ulusal Demokrasi Vakfı (NED) ve Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü (IRI) CIA’nın üzerinden finanse etti.
Sonuçta, Arap ülkelerinde gelişen halk hareketlerini; kendi dünya egemenliği için bu tür hareketlerin yayılmasını bir yol olarak gören Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR), bu faaliyetlerden sorumlu kıldığı CIA’nın denetimindeki Süper NATO’nun Özel Sektör Savaşçıları aracılığıyla tezgahlandığına şahit oluyoruz.