28 Şubat 2014 Cuma

SEMİH KORAY/ Kıbrıs Sorunu’nun ardında ne var?

Bayram değil, seyran değilken, Kıbrıs görüşmelerini kim ve neden yeniden başlattı? Obama, uzun süredir muhatap almadığı Erdoğan’la bu konuda neden telefon görüşmesi yaptı? Bu soruların yanıtı, ABD’nin “Ulusal Güvenlik Programı” çerçevesinde Morton Abramowitz ve Eric S. Edelman’ın eşbaşkanlığını yaptıkları çalışma grubunun “Retorikten Gerçekliğe: ABD’nin Türkiye Siyasetinin Yeniden Şekillendirilmesi” başlıklı raporunun “Tavsiyeler” bölümünden aşağıda yapılan alıntıda verilmektedir (“From Rhetoric to Reality: Reframing U.S. Turkey Policy”, Bipartisan Policy Center, Ekim 2013). Raporun tarihine bakıldığında, ABD’nin bu “tavsiye”ye uymakta hiç zaman kaybetmediği anlaşılıyor.
 
“Kıbrıs’ta diyalogu yeniden başlatmak”
 
“AKP’nin iktidara gelmesiyle umut veren bazı gelişmeler olmasına karşın, 2004’ten bu yana Kıbrıs sorununun çözümünde çok az ilerleme kaydedildi. Mevcut koşullar, uzun zamandır sürüncemede kalan bu sorunun çözümüne yönelik görüşmelerin yeniden başlatılması için elverişlidir. Kıbrıs açıklarında önemli doğalgaz rezervlerinin bulunmuş olmasından, Türkiye’nin bu rezervlerden yararlanabilmek için daha uzlaşıcı bir tutum takınmasını sağlamada yararlanılabilir. İsrail’in Doğu Akdeniz enerji haritasındaki rolü göz önüne alındığında, bu durum, aynı zamanda Türkiye - İsrail ilişkilerinin onarılmasına da katkıda bulunabilir. ABD, benzer biçimde Atina ve Lefkoşa’nın mali krizini, bugüne kadar görüşmelerin yeniden başlatılıp sonuca ulaştırılmasının önündeki esas engeli oluşturmuş olan Yunanlı ve Kıbrıs Rumlarının bu muhalefetinin üstesinden gelmede bir manivela olarak kullanabilir.
 
“ABD’nin her iki tarafla birden çalışacak yüksek düzeyde bir delegasyon oluşturarak bu fırsattan yararlanması ve Birleşmiş Milletler’in de görüşmeleri yeniden başlatarak, referandumda Kıbrıslı Türklerce kabul edilip Rumlar tarafından reddedilmiş olan 2004 Annan Planı doğrultusunda bu soruna bir çözüm araması gerekir.”
 
Türkiye’yi “kıyısı olup denizi olmayan” bir ülke haline getirmek
 
Kıbrıs’ın ABD ve AB tarafından “yeniden birleştirilmesi”nin temel hedefi, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin varlığına son vermektir. Böylece adadaki Türk askeri varlığı son bulacak, KKTC “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin “kurucu unsur”larından biri haline gelmekle, Türkiye ile askeri, siyasal ya da ekonomik herhangi bir alanda işbirliği yapma olanağından yoksun bırakılacaktır. Çünkü uluslararası düzlemde bağımsız davranma hakkı elinden alınacaktır. Bir yandan ülke içinde kurulan “kumpas”larla Türk Deniz Kuvvetleri’nin Doğu Akdeniz’de ülkemizin haklarını koruma olanakları ortadan kaldırılmışken, diğer yandan Kıbrıs Rum Yönetimi’nin İsrail, Lübnan ve Mısır’la yapmış olduğu münhasır ekonomik bölge anlaşmaları ülkemiz nezdinde de geçerli hale gelecektir. Kıbrıs’ın bütünüyle bir ABD-AB üssüne dönüşmesi, Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki etkisini de kısıtlayacaktır.
 
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin iki önemli sorunu
 
Bölgede önemli miktarda doğalgaz rezervleri bulunmuş olmasına karşın, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi açısından iki önemli sorun bulunmaktadır. Birincisi, mülkiyet ve işletme hakları açısından uluslararası bir anlaşmazlığın yol açtığı belirsizlik, uluslararası sermayenin bu alana yatırım yapmasında caydırıcı bir rol oynamaktadır. İkinci sorun, doğalgazın esas alıcısını oluşturacak olan Avrupa’ya nakline ilişkindir. Doğalgazın karadan naklinin tek yolu, Türkiye üzerindendir. Bunun dışındaki seçenek, doğalgazı sıvılaştırılmış olarak deniz yoluyla taşımaktır. Bu ise maliyetlerin yükselmesi ve nakledilecek miktarın ciddi biçimde kısıtlanması anlamına gelmektedir.
 
‘Kıbrıs’ı verme’nin karşılığı
 
“Kıbrıs’ı verme” konusunda Türkiye’yi “uzlaşmacı” tutuma yönelteceği düşünülen etken, doğalgazın Türkiye üstünden naklidir. Beklenen, Erdoğan Yönetimi’nin aynen Barzani Yönetimi’yle olan ilişkisindeki gibi, “nakil hakkı”na fit olmasıdır; Erdoğan Yönetimi’nin Kuzey Irak’taki Türkmenlerin hakları konusundaki suskunluğunun Kıbrıs Türklerini de kapsamasıdır. Abramowitz-Edelman Raporu’nda “mevcut koşulların uygunluğu”ndan söz edilirken söylenmeyen, Erdoğan’ın iktidarda kalma uğruna her şeye razı olacağıdır.
Ülkemiz yine Kuzey Irak - Kıbrıs hattından sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Suriye’ye karşı yürütülen saldırıyla, bu ülkenin kuzeyinde planlanan “Kürt koridoru” da aynı hatta dahil edilmiştir. Ama Annan Planı günlerine göre en önemli fark, o günlerin güçlü ABD’sinin yerinde bugün yeller esmesidir.
 
AYDINLIK; 28,02,2014

SABAHATTİN ÖNKİBAR/ Bir ay içinde bunlar olacak!

 
Ankara’nın öbür yakasındaki fısıltılara göre Mart ayında bunlar olacak:
 
1) Kaset servisleri aralıksız sürecek. Son Tayyip-Bilal görüşmesinin gerçekliği görüntü ve telefon kayıtları sızdırılarak desteklenecek.
 
2) Apo’ya verilen sözleri belgeleyen dinlemeler sızdırılacak.
 
3) Suriye ve El Kaide konularında vehameti resmeden konuşmalar servis edilecek.
 
4) 15 Mart’tan sonra kıyamet kopartacak görüntülü kayıtlar servise konacak ve kamuoyu tepkisi ayyuka çıkacak.
 
5) İsviçre ve diğer yabancı ülke bankalarında büyük parası olan AKP’liler uluslararası medyaya da haber olacak.
 
6) Tam bu süreçte AKP’den kopmalar başlayacak ve merkez sağ’da yeni oluşum için harekete geçilecek.
 
7) Kadir Topbaş, Melih Gökçek ve Binali Yıldırım’la alakalı dinlemeler sızacak. Keza Yıldırım’ın oğlu ile alakalı sızmalar olacak.8) Bu süreçte Tayyip Erdoğan da boş durmayacak ve Fethullah Gülen ile F tipi örgüt için dava açtırıp gözaltılar yaptırarak korku salmaya başlayacak.
 
9) Devletteki kaos iklimi sokağı hareketlendirecek ve kitleler toplumsal feveranı haykıracak.
 
10) Türkiye’de 25 Mart itibarı ile tam anlamı ile kaos hakim olacak ve seçimi erteleme ve iç savaş ihtimali gibi şeyler terennüm edilmeye başlanacak.
 
11) Apo bu tabloyu fırsat bilip Erdoğan’dan tehditle yeni yazılı taahhütler talep edecek.
 
GÜL’DEN ŞİKAYET ETMEYE HAKKI OLMAYANLAR?
 
Vay efendim Abdullah Gül internet yasasını nasıl imzalarmış!
 
Vay efendim HSYK’yı nasıl onaylarmış.
 
Tekrar edip yazacağım, buna feveran etmeye herkesin hakkı olabilir ama Devlet Bahçeli’nin olamaz.
 
Öyle çünkü Abdullah Gül onun sayesinde Cumhurbaşkanıdır.
 
O Meclis’e gireceğiz demese Gül aday bile dahi olamayacaktı.
 
Dolayısı ile bugünkü Türkiye tablosunda Devlet Bahçeli birinci derecede sorumluluk sahibidir.
 
Sakın böyle yapacağını nereden bilecekti demeyin!
 
Abdullah Gül’ün Türklük kavramına meydan okuması 1990’lı yıllarda başlamıştı yani kimliği netti!
 
Sadece Bahçeli değil, Gül’ü güya demokrat gören ve ona methiyeler düzen sözde liberaller de aynı derecede sorumludurlar.
 
AYDINLIK; 28,02,2014

DOĞU PERİNÇEK/ Çırpınmaktan vazgeçmenin zamanıdır



Tayyip Erdoğan yönetimi, Fethullah Gladyosuna karşı son bir hamle yaparak 24 Şubat 2014 Pazartesi günü, Pensilvanya merkezli Büyük Kulağı toplumun önüne getirdi. Hesaplaşmanın artık kanlı bıçaklı son perdesi açıldı.
 
F Örgütü, anında cevap verdi. Ancak bu cevabın Sistemin Merkezinden geldiği üç beş saat içinde ortaya döküldü. İşaret alınmıştı. CHP, MHP ve PKK/BDP hemen Atlantik Cephesinde buluştular.
 
Kuşkusuz bu kavga, millet ile ABD kuvvetleri arasındaki cepheleşmenin sonucudur ve o bağlamda anlaşılabiliyor. Son iki yılda yükselen halk hareketi, sistemin güçlerini bölmekte ve dağıtmaktadır.
 
Tayyip Erdoğan Karanlıklar Tarihindeki yerini aldı
 
Aydınlık’ın 26 Şubat 2014 günlü büyük başlığı durumu özetliyor: “Artık Türkiye’yi yönetemezler.”
 
Türkiye’nin geleceğinde bundan böyle Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Fethullah Gülen yoktur.
 
Tayyip Erdoğan’ı, 2013 Haziran Ayaklanması deliğe süpürmüştü.
 
Washington yönetimi de gitgellerden sonra, Türkiye’yi Tayyip Erdoğan eliyle denetim altında tutamayacağını anlamış olmalı. Tayyip Bey, artık BOP Eşbaşkanlığı da yapamaz. BOP ile birlikte Eşbaşkanın esamesi de bundan sonra Karanlıklar Tarihinde okunacaktır.
 
CHP ve MHP yönetimleri AKP Hükümetini aynı anda gayri meşru ilan ettiler
 
Haziran Ayaklanmasının “Hükümet İstifa” talebinden hoşnut olmayan CHP ve MHP dahi, ABD’den işareti alınca AKP iktidarını “gayri meşru” ilan ettiler.
 
İşçi Partisi, 2002 Kasım seçimlerinin bir Atlantik darbesiyle yapıldığını daha o zaman vurgulamıştı. AKP hükümetinin yasadışı olduğunu saptamış ve halka ilan etmiştik.
 
Yasadışılığı belirleyen hırsızlık gibi adli suçlar değil, iktidarın kaynağı ve anayasal zemindeki uygulamalarıdır.
 
Abdullah Gül’ün 2 Nisan 2003 günü Ankara’da ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ile yaptığı “2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşma”, yasadışı iktidarın yasadışı icraatı idi. Arkasından 2004 yılı 15 Şubat akşamı Tayyip Erdoğan’ın BOP Eşbaşkanlığı itirafları başladı. Hükümetin yasadışılığı ABD sistemi içinde kurumlaşmıştı.
 
CHP ve MHP, Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül yönetiminin Okyanus ötesinden atandığı konusunda bir tavır almadılar; dahası hükümetin yasadışılığının gündeme gelmesinden rahatsız oldular. Çünkü onlar da sistemin içindeler.
 
Ancak şimdi Atlantik sistemi, Tayyip Erdoğan’dan vazgeçmektedir. Tayyip Erdoğan, artık yalnız Türk milleti açısından değil, Atlantik sistemi açısından da yasadışı konuma düşmüştür. Tayyip Erdoğan bundan sonra ne Çankaya’ya çıkabilir, ne de başbakan olarak kalabilir. Onun bundan sonraki makamı, Yüce Divan sandalyesidir.
Sistem, Tayyip Erdoğan’a ilişkin hükmünü CHP ve MHP aracılığıyla aynı gün aynı saatlerde ilan etmiş bulunmaktadır.
 
PKK/BDP 24 saatte kamp değiştirdi
 
Sistemin kararı, 24 saat içinde PKK/BDP’nin tavrına da yansıdı. 25 Şubat 2014 Salı gününe kadar AKP’nin fedaisi konumunda olan PKK/BDP, birdenbire kamp değiştirdi ve Fethullah Gülen eşgüdümündeki cepheye katıldı. Düğmesine basıldı demek daha gerçekçi. PKK gibi taşeronluğu karakter olarak benimsemiş örgütlerde bu hallere rastlanabiliyor. Böylece CHP ve MHP’ye bir kardeş daha geldi. Atlantik Üçüzleri idiler, aynı zamanda Cemaatin Üçüzü oldular.
 
BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın 25 Şubat 2014 günü yaptığı açıklamaya, acaba MİT Müsteşarı Hakan Fidan ne diyecektir, Abdullah Öcalan’dan öğreneceğiz.
 
AKP’deki bölünme kopuşa dönüşür
 
Tayyip Erdoğan’ın ipinin çekilmesinin AKP içindeki yansımalarını kuşkusuz herkes şimdiden kestirebilir. Abdullah Gül’ün ortaklığa ihaneti artık kamuoyu önünde cepheleşmeye dönüşecektir. Son günlerde “ikisi anlaştılar” türünden tahliller yapılıyordu. Bu değerlendirmelerin geçersizliğine tanık olacağız. Artık AKP’yi bir arada tutacak bir eksen bulunmadığı gibi, dış bir etken de kalmamıştır. Parçalanma ve kaçış yakın gündemdedir.
 
Derinleşen kriz ve iktidar sorunu
 
Gladyo-Mafya-Tarikat rejimi, ekonomisi, toplumu ve devletiyle topyekûn bir kriz içine girmiştir.
 
1980 sonrasında yaşadığımız Cumhuriyetin yıkım sürecinin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Atlantik rejiminin iktidarı ve yandaş muhalefeti toptan kriz içindedir. Artık Türkiye, Atatürk Devrimini tasfiye eden karşıdevrimi sorgulayacaktır ve karşıdevrimle hesaplaşacaktır.
 
İktidar sorunu gündemin merkezine oturmuştur. Tayyip Erdoğan hükümeti, sistem tarafından yasadışı ilan edilmiştir. Ancak şu anda bir iktidar seçeneği gözükmüyor.
 
Gül-Gülen-Kılıçdaroğlu ortaklığı gündeme getirildi, fakat tutmadı. Çünkü CHP’nin bu seçeneğe bütün olarak teslim alınması olanaklı değildi. CHP tabanı, Fethullah Cemaati ile aynı hükümet formülünde bir araya getirilemezdi. Getirilemedi.
 
Darbeleri hazırlayan uygulamalar
 
Bu koşullarda köşe yazılarında da rastlıyoruz, darbe söylentileri var.
 
Bu yıl kapıya dayanmış olan 225 milyar dolar dış borç koşullarına bir de Güneydoğu’da “özerklik” tezgâhı eklenirse, “Askerî yönetim kaçınılmaz olur” diyenler var, fısıltılar buralara kadar geliyor.
 
Her zorbalık rejimi, adım adım bir dizi zorbalık önlemiyle gelir. Tayyip Erdoğan hükümetinin biber gazlı, plastik mermili “asayiş” uygulamalarını tamamlayan MİT Yasası ve internet düzenlemeleri, aslında yeni bir rejim denemesinin adımlarıdır ve önü kesilmezse devamını Amerikancı bir darbe getirir. O açıdan Özgürlük Hareketi tarihsel bir görev olarak önümüzdedir.
 
12 Mart ve 12 Eylül darbeleri de böyle adım adım hazırlanmıştır. Ve en önemlisi, hükümetlerin çok yıprandığı koşullarda alkışlarla karşılanmıştır. O açıdan bugünün öncelikli meselesi artık, yıkılanları yıkmak değil, önümüzdeki iktidar seçeneğini yaratmaktır. Yıktığımızın yerine neyi koyacağımızı bilmeli ve hazırlamalıyız.
 
Çözümsüzlük sistemin kendisinde
 
ABD’nin önündeki soru yakıcıdır: Türkiye’deki denetimini kiminle ve nasıl sürdürecek?
 
Daha anlamlı soru ise şudur: ABD, Türkiye üzerindeki denetimini sürdürebilecek mi?
 
Atlantik sisteminin Türkiye’de iktidar seçeneği üretemediği bir tarihsel döneme girmiş bulunuyoruz. ABD’nin Suriye, Irak ve İran’daki yenilgisi, Türkiye’deki yenilgisini gündeme getirmektedir.
 
Çözümsüzlük, sistemin kendisindedir. Turgut Özal ekonomisi çıkmaza girmiştir.
 
Borç batağındaki ekonominin, mafyalaşan siyasetin, tarikat ağındaki toplumun, dağılan devletin seçeneği, millî devrimdir. O nedenle sistemin kısa süreli çareleri ne olursa olsun, süregelen çaresizlik asıl gündemleridir.
 
Bugün yıkılmakta olan yalnız Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül-Fethullah Gülen iktidarı değil, Gladyo-Mafya-Tarikat rejiminin kendisidir.
 
O enerji Büyük Çözüm için gerekli
Sistem içi çözümlerin peşinde koşanlar, çok yakında çırpındıklarını anlayacaklardır.
Biz İşçi Partisi olarak çırpınmıyoruz. Arslanlı Yol’da ayağa kalkan öncü kitlelerin başındayız ve büyük çözüm için kuvvet topluyoruz.
 
Buradan bir kez daha çırpınanlara sesleniyoruz: Enerjinizi çıkmaz yollarda tüketmeyin, çünkü o enerji Atatürk’ün Büyük Çözümü için gereklidir.
 
Bugün çırpınmaktan vazgeçmenin somut ifadesi, İşçi Partisi’nde görev almaktır.
 
AYDINLIK; 28,02,2014

MUSTAFA MUTLU/ Kimin hırsızını kimden kaçırıyorsun Kemal Bey?

Evinize hırsız girse... Adamı iş üstünde yakalasanız... “Çaldıkların senin olsun, çek git” der misiniz?
Bunu diyenin bir “derdi” olduğunu düşünmez misiniz?
 
***
Türkiye günlerdir Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan arasında geçtiği iddia edilen telefon konuşmalarıyla çalkalanıyor.
Başbakan bu kasetlerin önce “dublaj”, sonra “montaj”olduğunu söyledi ama hangisi olduğuna henüz bir karar veremedi...
Bunu yapamadığı gibi, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın, 17-18 Aralık günleri yapılan telefon görüşmelerini açıklamasını da isteyemedi.
Beni ilgilendiren, Başbakan’ın ne yapıp ne yapmadığı değil zaten...
Çünkü kendisi ve iktidarı bu saatten sonra benim için “yok hükmünde...”
Önce aklanacak; sonra karşımıza çıkacak...
 
***
Peki; muhalefet ne yaptı bu süreçte?
Her zamanki gibi yine koca bir hiç!
Kemal Bey grup toplantısında kayıtların Ağrı Dağı kadar gerçek olduğunu söyledikten sonra Erdoğan’a çok ilginç bir öneride bulundu:
“Ya helikopterine binip yurtdışına kaç ya da istifa et!”
Karşımızda Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük yolsuzluk skandalı olmaya aday bir olay var, ana muhalefet lideri bunun faili olduğu öne sürülen Başbakan’a, “Kaç kurtul” diyor...
Tam, “Canım öyle demek istememiştir” diyordum ki; bir gün sonra CHP Sözcüsü Haluk Koç da aynı cümleyi kurdu:
“Başbakan Erdoğan ya istifa etmeli ya da ülkeyi terk etmelidir!”
 
***
Yazının başına dönelim:
Evinize hırsız girse... Adamı iş üstünde yakalasanız... “Çaldıkların senin olsun, çek git” der misiniz?
Demezsiniz!
Peki; bunu diyenin bir “derdi” olduğunu düşünmez misiniz?
Düşünürsünüz...
İşte; CHPaçık açık “Ya istifa et ya da bin helikopterine ülkeyi terk et” çağrısında bulunuyor!
Bu nasıl iş arkadaş?
Sen kimin hırsızını nereye kaçırıyorsun?
Kimden alıyorsun bu yetkiyi?
Neden siyaseten bu adamların gırtlaklarına yapışacağına yol gösterip yardım ve yataklık yapıyorsun?
Başbakan, suç işlediyse yapılacak şey belli:
Önce iktidardan indireceksin...
Sonra sanık sandalyesine oturtacaksın...
Malına mülküne el koyacaksın...
Yurt içindekileri toplamakla kalmayacak; yurtdışındaki servetini de ülkeye getireceksin...
Sonra bunları nereden, ne zaman, nasıl kazandığının hesabını tek tek soracaksın?
Gizli işlerini, suç ortaklarını tek tek ortaya çıkaracaksın...
Eğer suçlu olduğuna kanaat getirirsen de bir zamanlar yapmakla övündüğü “cezaevleri”ne tıkacaksın...
Yediği her haram lokmanın hesabını burnundan getireceksin!
 
***
Sen ise aklına hesap sormayı bile getirmeyip, “İstifa et ya da kaç” diyorsun Kemal Bey...
Oh ne güzel memleket!
Bir de yanına yolluk koyup, arkasından su dök istersen!
Dök ki çabuk dönsün!
Hayır Kemal Bey, hayır...
Niyetiniz nedir bilmiyorum ama namuslu aydınları yıllardır cezaevinde çürütenleri “kaçırıp kurtarmanıza” seyirci kalmayacağız!
 
AYDINLIK, 28,02,2014

21 Şubat 2014 Cuma

BORA GÖZEN’LERİ ŞEHİT OLUŞLARININ 25. YILDÖNÜMÜNDE SAYGIYLA ANIYORUZ



 
VATANLARINDAN UZAKTA, FİLİSTİNLİ KARDEŞLERİYLE AYNI ŞEHİTLİKTE YATIYORLAR

İsrail saldırganları, Lübnan’daki Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşı 21 Şubat 1973 günü düzenledikleri saldırı Trablus yakınlarındaki Nahr el Bared (Soğuk Nehir) ile Beddavi mahallelerine yönelmişti. Bu mahalleler, Filistinli mültecilerin yoğun olarak bulundukları yerlerdi. İsrailli komandolar gemilerle yaklaştıkları Lübnan kıyılarından helikopterle karaya çıktılar. Saldırıda ilk hayatını kaybeden nöbetçi Ali Kiraz oldu. Bora Gözen mermileri bitince süngülenerek şehit edildi. Kerim, Cafer, Gürol, Şükrü, Ahmet ve Yücel silahsızdılar. Silahları bir gün önce toplanmıştı. Kapılarının önünde yalnızca MC tipi bir makineli tüfek duruyordu. Ancak İsrail komandolarının yoğun ateşi altında onu da kullanamadılar, üstlerine atılan el bombalarıyla öldürüldüler. Faik Bulut esir olarak İsrail’e götürüldü, 7,5 yıl hapiste kaldı. Bu baskından yalnızca Ali Ergun ve Hüseyin Tüysüz yaralı olarak kurtuldular. Yanlarında gazeteci Cengiz Çandar da vardı. Olay öncesi kamptan kuşkulu bir şekilde ortadan kayboldu. Bora Gözen ve arkadaşları, vatanlarından uzakta bir şehitlikte,Filistinli kardeşleriyle birlikte yan yana yatıyorlar.
 
MİT SAPTADI, MOSSAD’A BİLDİRDİ

Yerleri MİT tarafından saptandı ve MOSSAD’a bildirildi. İsrail Deniz Kuvvetleri’ne bağlı komandoların düzenlediği operasyon sonucu öldürüldüler. Katliam Türkiye basınında hemen hiç yer almadı, yaşadıkları gibi sessiz sedasız can verdiler. Sabahattin Savaşman MİT’in “Üçüncü Adamı”ydı. Aralık 1977’de “CIA’ya bilgi verirken” Hiram Abas ekibi tarafından yakalandı. Ekipte Mehmet Eymür de bulunuyordu. Savaşman casuslukla suçlandı, mahkûm oldu. Savaşman’ın cezaevinde kaleme aldığı anılarını, Aydınlık gazetesi “CIA’nın Ortadoğu zinciri, Teşkilat, Üçüncü Adam’ın not defteri” başlığıyla 30 Temmuz 1979’dan başlayarak yayımladı. Ayrıca “3. Adam Anlatıyor/ MİT CIA İlişkisi” adıyla Kaynak Yayınları tarafından 1991 yılında kitap olarak basıldı.
 
Savaşman, o dönemde MİT’te Kontrespiyonaj yani Casusluğa Karşı Koruma Dairesi Başkanı olan Hiram Abas’ın Bora Gözen ve arkadaşlarının katledilmesinde oynadığı rolü şöyle anlatıyor:

“... MOSSAD’ın memleketimizde hayli geniş imkânları bulunmaktadır. Şahsi ve politik menfaatlerine engel olduğum için benim ekarte edilmem operasyonuna katılan karşı-casusluk ekibindeki şahıs Beyrut’ta böyle temaslarda çok bulunmuştu. Lübnan’da CIA’yla beraber operasyonlara katılan, onlardan yüklü ücret ve ikramiyeler temin eden, Filistin kamplarındaki bir kısım solcu genci hedef alan faaliyetlerde gösterdiği başarı sonucu mükâfatlandırılan bu kişinin şimdi kendisini benden daha temiz olarak göstermesini de şayanı hayret buluyorum.”
 
MİT eski Kontr-Terör Merkezi Başkanı Mehmet Eymür, 8 Türk Devrimcisinin Filistin kamplarında nasıl katledildiğini, ABD'de kurduğu "atin.org" adlı web sitesinde 2010 yılında açıkladı. Eymür operasyonun "MİT ile ABD ve İsrail Servisleri" işbirliğiyle yapıldığını anlattı. (Hikmet Çiçek)
 

şehit düştü dokuz yiğit
dağdan bir çığ kopmuş gibi
uzak toprakta kanları
gelincikler açmış gibi

anadolu'dan armağan
özgür filistin'e kurban
göğüslerden dökülen kan
gözlerde kor yakmış gibi

başlarında bora gözen
kinimizi taşa yazan
boynunda süngü yarası
kızıl bayrak açmış gibi

şu dünyada bir nesneye
yanar içim göynür özüm
yiğit iken ölenlere
gök ekini biçmiş gibi

cafer yapı ustasıydı
köylülerin salman'ıydı
devrimin sadık evladı
yüreklerden taşmış gibi

yedi kilitten de geçti
kerim mamak'lardan kaçtı
gençlik birliği bayrağı
ondan rüzgar almış gibi

sımsıkı tutuyor ali
kabzasından mavzerini
dövüştü son kurşuna dek
bir destan yazarmış gibi

geçip yurdundan ahmet'in
köpüğünden selam taşır
acısından ol yiğidin
fırat suyu susmuş gibi

devrimin hamalı şükrü
yorulmayan yürüyüşçü
omuzlarında şafağı
sonsuza taşımış gibi

yücel devrim savaşında
korku bilmez yiğit idi
palandöken'in başında
bir kartal vurulmuş gibi

gürol'un kalbinde yıldız
nasıl kıpkızıl yanarmış
marks ve lenin mao zedung
kafaya mıhlanmış gibi

bizim yolun erenleri
ekinlere benzer gider
kimi yiter kimi biter
yere tohum saçmış gibi

şehitlerin kanlarıyla
yoğruluyor dostluk harcı
kardeş filistin halkıyla
yürekler birleşmiş gibi

14 Şubat 2014 Cuma

SEMİH KORAY/ Kürt sorununda devrimci çözüm



AYDINLIK, 14.02.2014
Cumhuriyet Devrimi, egemenlik kaynağı olarak dinin yerine milleti, dogmanın yerine de akıl ve bilimi koyma devrimidir. Emperyalizm Çağı’nda hem milletin oluşum süreci, hem de Aydınlanma, ancak milli devletin etkin müdahalesiyle gerçekleştirilebilir. Tarihle insanlık arasında, tarihe keyfi siparişler verilmesini olanaklı kılan bir sözleşme mevcut değildir. Toplumsal olarak neyin ileri, neyin geri olduğu seçimle değil, tarihin nesnel ölçütüyle belirlenir. Atatürk Devrimi’nin “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” formülü, yalnızca tarihin dayattığı bir zorunluluğun doğru okunuşundan ibaret değildir. Bu formül, Türk milletini, halkın farklı kökenlerden gelen bütün unsurlarını kucaklayıp onlara dayanarak gönüllülük temelinde oluşturma iradesini yansıtmaktadır.
 






11 Şubat 2014 Salı

DOĞU PERİNÇEK/ Enstrümanın itibarı


"Bebek katili" diye söylevler verirlerdi, manşetler atarlardı. O söylevlerin, o başlıkların sahipleri şimdilerde "Apo itibarsızlaştırılıyor" diye feryat halindeler.
 
Ancak Öcalan'ın sorgulanmasında hakaret yok, aşağılama yok! Yalın gerçek var. Mustafa Kemal subayının vakarı var, özgüveni var, ciddiyeti var, sorumluluk duygusu var, vatan ve halk sevgisi var.

Atlantik enstrümanları sisteminde rahatsızlık ve telaş
 
Enstrüman gerçeğinin ortaya çıkması, Atlantik enstrümanları sistemini rahatsız eti. Niçin? Bu sorunun yanıtında aslında Kürt sorununun çözümü bulunuyor.
 
Atlantik sisteminin tepesindeki güçlerin rahatsız olmaları normal. Çünkü enstrümanlarını kaybediyorlar. İstemedikleri oluyor: Kürt sorunu üzerindeki Atlantik denetimi ağır yaralar alıyor; halk bilgileniyor ve kelepçesinden kurtuluyor.

Atlantik devleti için enstrümansız kalmak çözümsüz kalmaktır
 
Olaya Atlantik sistemine bağlı olan devletin bulunduğu yerden bakarsanız, enstrümansız kalmak çözümsüz kalmaktır.
 
Halkın bulunduğu yerden bakarsanız, çözümün başlangıcı, enstrüman kullanımının bittiği yerdir.
 
Bugün yaşanan olayın özü budur: Enstrümanla çözüme paydos diyoruz, halkla çözümü, halkın çözümünü hayata geçiriyoruz!

Enstrümancılar halktan korkar
 
Halkla çözümün başladığı yerde, "Bebek katili" söylevcilerini bulamazsınız. Çünkü halktan korkarlar, Kürt yurttaşlarımızdan ayrıca korkarlar. Onların halkla ilişkilerinin özü, zincire vurmaktır, bileklere kelepçe takmaktır.
 
İşte şimdi prangalar kırılıyor, kelepçeler çözülüyor.
 
Ve o anda "Apo'yu itibarsızlaştırıyorlar" feryadı yükseliyor.
 
Kimler var bu koroda iyi tanıyınız!
 
PKK, BDP, AKP, F Cemaati, PKK kuyruğundaki vatansız ve ipsizler, hep bir ağızdan konuşuyorlar.

Atlantik siyasetçilerinin paylaştığı korku
 
Atlantik devletinin enstrümansız kalması, CHP ve MHP'yi de çok rahatsız etti.
 
Enstrümanın itibarlı olması gerekiyor. Olayın özü bu. İtibarsız enstrüman, artık enstrüman değildir.
 
AKP'nin Açılımı, hatırlayacaksınız Öcalan'ın parlatılmasıyla başladı. Enstrümanın parlaklığı halkın gözünü kamaştırmalıydı. O zaman halk göremez! Halk gerçeği görmemelidir ve enstrümanlı çözüme bağlanmalıdır.

Apo'nun ne çok muhafızı varmış!
 
Abdullah Öcalan'ın ne kadar çok muhafızı varmış! Şaşırmışsınızdır. Oysa şaşıracak bir şey yok.
Sistemin enstrümanı olursanız sizin de muhafızlarınız olur.
 
Sistemin bekası, enstrümanlarının itibarına bağlıdır. Sömürücü sınıfların hâkimiyet sistemleri, enstrümanları kadar güçlüdür. Azınlıkların diktatörlükleri, ancak enstrümanlarla sürdürülebilir. Enstrümansız kalan bir sistem yürüyemez. Onların bütün çözümleri, en sonunda maşa kullanarak uygulanır. Kürt sorunundaki çözümleri de iki yüzyıldır böyledir.

Hamidiye Alayları sistemi
 
Hamidiye Alayları deneyimini hatırlayınız. Abdülhamit'in çözümü buydu. İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yıldırım Koç arkadaşımız sık sık dile getirir, "Osmanlı'nın oyunu çoktur" diye. O oyunların özü, en sonunda enstrüman kullanmaktır. Abdullah Öcalan deneyimini inceleyiniz, en sonunda Hamidiye Alayları çözümüdür. Öcalan da o deneyimi çok iyi biliyor. Ama kendisini sunuşu, Aşiret reislerinden çok farklıdır.

İtibarı korunacak farklı kültür
 
Ağaların vazgeçemeyecekleri şanları ve itibarları vardı. Öcalan ise, farklı bir kültürü yansıtıyor.
 
Önerilerinde görüyoruz bu gerçeği.
 
- "Beni taşeron olarak dünyanın yedi ikliminde kullanabilirsiniz" diyor.
- "Siz elinizi kirletmeyin" demeye getiriyor, "Her işi yaptırabilirsiniz" diyor. Üstü kapalı belirttiği o "işlere" cinayet, sabotaj vb. dahildir. Çünkü taşeron işleri, yasadışı işlerdir, diplomatik yoldan yapılamayacak işlerdir.
- "Örgüt kurmanıza, tek kuruş masrafa gerek yok" diyor. Taşeron, ancak örgütlenmesi ve işi yapacak sermayesi ve ekipleri varsa taşeron olabilir. Öcalan'ın özel örgütü bu konuda dünyanın sayılı örgütlerindendir. Denenmiştir, enstrümanlıkta üzerine yoktur.
- "40 milyon Kürdü size bağlarım" güvencesi veriyor. İşte en önemlisi budur. Öyle bir iki kişiyi değil, 40 milyon diye saymış, işte o kadar Kürdü Atlantik sistemine bağlayacak örgüt ve olanaklara sahip olduğunu belirtiyor. Kelepçe görevini değerlendirmeye sunuyor.
 
Enstrüman olmak kolay değil!
Enstrüman bulmak da kolay değil!
Bütün bunları anlatırken, Abdullah Öcalan'ın ikna çabaları dikkatinizi çekti mi?
Kendisini sorgulayan Jnd. Alb. Atilla Uğur'u kandırmak umuduyla hangi usavurmaları, hangi kanıtları kullanıyor, hangi birikim ve yeteneklerini masanın üzerine koyuyor, sesini ve vücudunu ikna amacıyla nasıl devreye sokuyor?
 
Her enstrüman o kadar kabiliyetli olmaz.
Enstrüman olmak kolay değildir.
Enstrüman bulmak da kolay değildir.
O nedenle enstrümanın itibarı, bütün sistem için ayakta kalma sorunudur.

'Enstrümanımıza dokunamazsınız!'
 
Atlantik sisteminin partileri, kurumları ve diğer enstrümanları bas bas bağırıyor:
 
- Enstrümanımıza dokunamazsınız.
- Enstrüman kardeşimizi itibarsızlaştıramazsınız!
CHP, MHP, Vatansız ve İpsizler ve Sözcü, Cumhuriyet, Yurt, Yeni Çağ gibi gazeteler, susarak bu koroya katılıyorlar. ABD, AKP, F Cemaati, PKK ve BDP ile yürek titreşimleri aynı dalga boyundaymış. Korkular paylaşılıyor:
- Şu İşçi Partisi'nin yaptığı işe bak, Atlantik sistemini enstrümansızlaştırıyor!
- Enstrümansız kalırsak n'oluruz?
- Kürde takılabilecek başka kelepçe bulabilir miyiz?
- Barzani bu işi Apo kadar yapamaz, ne de olsa o ağadır.
- Bir enstrüman yaratmak, öyle kolay mı sanıyorsunuz?
- MİT Müsteşarı Hakan Fidan n'apacak şimdi, yedekte enstrümanı var mı acaba? Ya yoksa, işte o zaman felâketimiz olur!
 
Televizyonlardaki gevezelikleri, basında çıkan yazıları özetledim burada.
Enstrümanlarla birlikte sistem de itibarsızlaşmıştır
Enstrümanın itibarı, Atlantik sisteminin her şeyidir. Bunu da öğrendik.
Sistem, Ortadoğu'da zangır zangır sallanıyor.
Bölünme süreci artık arkada kalmıştır. Birleşme süreci yürürlüğe girmiştir.
Ülkeler savaşa savaşa bütünleşiyor, halklar direne direne özgürleşiyor.
Enstrümanlar itibarsızlaşıyor.
Artık itibar bağımsızlığadır, özgürlüğedir.
 
Enstrümansız, kelepçesiz halkla çözüm
 
Enstrümanın itibarı dibe vururken, yalnız AKP'yi ve PKK/BDP'yi değil, CHP ve MHP'yi de bir telaş almıştır.
 
Enstrümansızlaşan Atlantik sisteminin Türkiye'deki çöküşü başlamıştır.
İşçi Partisi, Türküyle ve Kürdüyle Türk milletinin başına geçerek, Türkiye'yi bütünleştirme mücadelesinde büyük atılımın başına geçmiştir.
Hamidiye Alayları yolundan bu bölünme noktasına geldik.
Artık enstrümansız çözüm dönemine giriyoruz.
Kelepçesiz çözüm!
Bilgilenen ve özgürleşen halkla çözüm!
 
AYDINLIK; 11.02.2014