PKK; Mehmet Faraç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PKK; Mehmet Faraç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Eylül 2015 Cuma

Şehir saldırılarında derin kuşkular!..


6 Eylül’de, 16 askerin şehit edildiği Dağlıca’daki saldırıda tam 3.2 ton patlayıcı kullanılmış!.. Uzman ellerde üretilen, tahribatı yükseltecek kadar donatılmış, dikkatle yerleştirilmiş ve ne yazık ki “profesyonelce” infilak ettirilmiş devasa bir bomba...

Türkiye; Silvan, Kızıltepe, Nusaybin, Yüksekova ve son olarak Cizre’de işgal -kuşatma- eylem taktiğinde, savaş stratejisinin kuralları çiğnenerek yürütülen şoke edici operasyonlarla karşı karşıya...

Dağda değil artık terör, tamamen şehirde!.. Şehir “gerilla”cılığı safsatasına sığınmış bir kanlı eylem planı tüm pervasızlığıyla adım adım uygulanırken her gün can alıyor...

“Özerklik”, “özyönetim” ya da “kanton” adı altında, sanki tüm altyapısı “sistemli” biçimde hazırlanmış bir sinsi plan devlete kafa tutularak sabırla sahneleniyor...

İşte PKK’nın şiddeti tamamen kentlerde sürdürme planının şimdilik açığa çıkabilen vahim ve ürkütücü aşamaları:

TSK’nın hava taarruzlarıyla son 2 ayda en az 2 bin militanını kaybeden örgüt, karargahının yüzde 70’i de kullanılamaz hale gelince, “B planı”nı devreye soktu... Yani tamamen şehir eylemciliği!..

Kandil dışında, kentlere yakın konuşlanan binlerce militan Hakkari, Şırnak, Mardin, Diyarbakır, Bingöl ve Tunceli kırsalından şehir merkezlerinin en yakınlarına kadar sızdı...

Terör grupları içinden yüzlerce militan aylar önce kentlerin varoşlarıyla yakın köy ve mezralarda konuşlandırıldı... Bu militanlar “PKK’nın gençlik yapılanması”nı oluşturan gruplarla yakın temas sağlayınca, eğittikleri grupları da “milis” olarak kullanılan hücrelerle buluşturdu...

Yani dağdan kırsala, köyden merkeze kadar şiddet zincirinin militan halkaları yerel unsurların desteğiyle dikkatlice birleştirildi!..

Devlete rağmen yığınak!..

Bu sırada “açılım bozulmasın” diye operasyonlar, arama- tarama faaliyetleriyle yol kontrolleri de durdurulduğundan, PKK kentlere inerken engelle karşılaşmadı!!!

Örgüt, son 2 yılda yani AKP ile PKK arasında “çözüm” iddiasıyla “açılım” planı uygulanırken kent merkezlerine binlerce silah yığdı ve milisler bunları evlerinde sakladı...

Bu durum Sabah gazetesinin geçtiğimiz aylarda yayımladığı “PKK şehirlere 80 bin silah yığdı” başlıklı manşetine de yansıdı... Belli ki devlet “İmralı kızmasın” diye silahların depolanmasına bile bile göz yumdu!..

Örgütün bazen tek eylemde “3 ton”u aşkın patlayıcı kullandığı mühimmatların kentlere depolandığını ise MİT bile biliyordu!.. Hem de yıllar önce!..

Unutmayınız ki, adına “açılım” denilen uyutma sürecinin başlarında, Oslo’da PKK’lılarla bir araya gelen MİT Başkan Yardımcısı Afet Güneş, örgüt sorumlusu Sabri Ok’a “Şehirlere patlayıcı yığdığınızı biliyoruz” demişti...

İşte böyle... Madem silah ve mühimmat yığılmıştı ve madem de PKK yol kontrolü ve kimlik sorgusu yapa yapa “düz ovaya” inmişti, o halde söyler misiniz, “örgüt nasıl bu kadar eylem yapabiliyor” sorusunu sormaya gerek var mı?..

Ne yazık ki yokkkkk!.. Çünkü sen terörün kentlere silah ve mühimmat yığdığını bildiğin halde seyretmekle yetinirsen, örgüt de pervasızlaşır, kan dökmeye devam eder!!!

İşte bu yüzden aklımızdaki asıl soru şu; “PKK, devleti uyutarak bomba ve mühimmatlarla şehirlere yerleşirken onu aslında kimler yönlendirdi...”
Yani, karşısında TSK gibi bir ordu ile yüz binlerce polisten oluşan bir güvenlik duvarı varken söyler misiniz, PKK “profesyonel” bir destek almadan dağdan inip şehirlere bu kadar entegre olabilir miydi?..

Belirsizlik ve kaos!..

Kuşkular büyük!!! Çünkü Türkiye’yi son iki ayda cehennem yerine çeviren terör belasının dağdan “düz ovaya” inerek, 2 ayda 130 güvenlik görevlisini şehit edebilmesinin ardında yalnızca PKK olamaz!.. PKK’nın yanında, iç ve dış destekli paralel bir PKK mı var acaba!..

Evet; ne yazık ki bilemiyoruz içinden nasıl çıkacağız bu kaosun?.. İnsanı bitirip tüketen, öfkeye tavan yaptıran, sinirleri altüst eden, uykuları kaçırtan ve toplumu gerdikçe geren bir yıkım süreciyle karşı karşıyayız!..

Tahmin edemiyoruz nereye kadar gidecek bu kargaşa; milyonları diken üstünde tutan, şaşırtan, şoke eden, sarsan, inciten, acıtan, ağlatan bu ihanet dönemi ülkeyi kahrediyor çünkü...

Söyleyemiyoruz bu vahim gidişin son noktasını; yaralayan, sakat eden, öldüren, anasız-babasız bırakan, hasret çektiren, yüreklere acı nakşeden ve sonunda neredeyse her kentte şehitlikler oluşturan bu kargaşa ortamını kim durduracak acaba?..


“Çözüm”, hem terör yorgunu olan Kürtlerimizin hem de tüm ulusun, elbirliğiyle şiddete karşı durmasındadır...

MEHMET FARAÇ / Aydınlık- 17.09.2015

‘Kanton’ yalanları ‘barış’ı vuruyor...

Toplum, 35 yıldır kan siyasetiyle “Türk-Kürt kavgası” çıkarmaya çalışan teröre ne yazık ki alıştırıldı!..

Televizyon kanalları bile artık farklı bölgelerde “şehit” olan asker ve polislerle ilgili sayıları toplu vermeye başladı!.. Ayrılıkçı terörün aldığı her can neredeyse trafik kazası kurbanı gibi yansıtılmaya başlandı!!!

Bakmayın siz, sokaklarda birkaç saat süren protestolara, toplum önce terör yorgunu haline getirildi sonra da acıları bir an önce unutmaya alıştırıldı...

Ve her acının üstüne “açılım” merhemi sürülürken, her bandaj açıldığında acılar, buz gibi yeniden çözüldü!..

Hiç kuşkunuz olmasın; bu vahim anlayış, “olur böyle şeyler” zihniyetinin Türkiye’yi sosyal ve siyasal açıdan kuşattığının da göstergesidir...

Ne yazık ki, AKP ile PKK’nın “açılım” ve “çözüm” iddiasıyla uyguladığı “kurbağa teorisi”yle, insanları acıya alıştırma ve olaylara karşı duyarsızlaştırma operasyonunun başarılı olduğunu da gösteriyor bu vahim gidişat...

Terörün AKP-PKK’nın elbirliğiyle sıradanlaşması artık anlaşılabiliyor ama, şiddetin gaflet ve ihanet örtüsüyle kamufle edilme çabalarına ne demeli?..

En vahimi de, bu ayrıştırıcı yaklaşım hem terörü cesaretlendiriyor, hem terörle mücadeleyi engelliyor hem de Türk-Kürt kavgasını körüklüyor...

İşte son örnek; “Cizre” üzerinde yürütülen tehlikeli algı ve dezenformasyondan akan gaflet!..

Özerklik, işgal, çatışma!..

Örgüt, özerklik, terörist, sevkıyat, stok, tünel, hendek, siper, bomba, saldırı, yasak, müdahale, çatışma, kayıp, çöküş ve dezenformasyon!.. Hepsinin adı; CİZRE!!!

Sivillerin zarar görmesine her insan direnmeli, faili meçhule her yurtsever tepki göstermeli, baskıya, faşizme her demokrat karşı durmalı...

Ancak unutmayın ki, Cizre durup dururken değil, PKK’nın kalkışma başlatmak için bölgeye yerleşmesi üzerine karıştı...

Evet; Cizre üzerine ahkam kesen siyasetçisinden ihanet medyasına kadar birçok kesimin çabası da ne yazık ki kan değirmenine su taşıyor...

Kimse “Kadıköy’de oturup köy romanı” yazmasın; herkes PKK’nın diğer 11 ilçeyi olduğu gibi Cizre’yi de “özyönetim” adı altında kuşattığını biliyor!.. Yani daha önce Nusaybin, Silvan, Yüksekova ve Kızıltepe gibi ilçelerde yapılanlar sahneleniyor Cizre’de...

PKK, dağ kadrolarını aylar önce Cizre’ye yerleştirdi, eğitilen milisler kışkırtma başlattı, siviller canlı kalkan yapıldı... Bölge kaynakları “en az 200 PKK”lının aylar önce ilçeye konuşlandığını ve gençleri örgütlediğini söylüyor...

Bölgedeki belediyenin katkısıyla tıpkı diğer ilçelerde olduğu gibi Cizre’de de sokaklarda hendekler, siperler kazıldı, militanlar evlere yerleştirildi, bombalı pusular kuruldu!..

Masum Kürtler hedefte!..

Sonuçta Cizre işgali, PKK’nın “kanton” ve “özyönetim” kapsamında ayaklanma çağrısı yaptığı karanlık plana hizmet etti... Ve devlet sonunda Cizre’ye müdahale etmek zorunda kaldı...

Dağ kadrosu ve milislerden oluşan en az 400 PKK’lı güvenlik güçleriyle çatıştı, birçoğu öldü ve ne yazık ki çatışma arasında kalan masum yurttaşlar da yaşamlarını yitirdi, yaralananlar oldu...

Görüntülerden izledik; Cizre’de 12 yaşındaki çocuk PKK’nın bıraktığı bombanın patlaması sonucu yaralandı, sokakta cesedi bulunan 75 yaşındaki yurttaşın son olarak iki PKK’lıyla görüşmesinin videosu da internette duruyor...

Oysa cemaat medyasıyla liboş kalemşorlara göre Cizre’ye sanki durup dururken müdahale edilmiş gibi bir algı yaratılıyor...

Cizre’de demokrasinin rafa kalktığını söyleyenler, ağır silahlar taşıyan teröristlerin bir ilçedeki kalkışmasını da legalleştirdiler... Oysa ilçelerdeki “kanton” isyanının adeta alkışlanması PKK’yı daha da pervasızlaştırıyor.

Dağda sıkışan PKK’nın, örgütü bir “halk hareketi” gibi göstermek için ilçeleri işgal etmeye çalışması ve sivilleri adeta canlı kalkan gibi kullanması masum Kürtleri hedef yapmaktan ileri gitmiyor... Yazıktır Kürdümüze...

PKK, 12 ilçedeki “özyönetim” başkaldırısına son vermedikçe yaratılan kaosta, çatışma arasında kalan siviller de zarar görecek...

En önemli uyarıya gelince... Evet; AKP’ye karşı olmak demokratik hak ama salt iktidar düşmanlığı uğruna terörün Cizre gibi ilçelerdeki kalkışmasını “demokrasi” gibi göstermek gaflettir, Türklere de Kürtlere de ihanettir...

Cumhuriyet’in ‘taraf’ı!..

Peki, İlhan Selçuk öldükten sonra iyice rotasından çıkan Cumhuriyet gazetesinin Cizre tavrına ne demeli?..

O gazetede artık ne yazık ki kinci cumhuriyetçiler cirit atıyor... Gazetenin başındaki zatın Atatürk’ü aşağılayan bir film çektiğini anımsayınız...

Bir tek o mu?.. 40 yıl boyunca Fethullahçılara, “din baronu” ve “gladyo” diye saldıran H.Ç’nin, cemaatçilerle kol kola girmesini unutmayınız...

Ve altındaki “cip”e bile sahip çıkamayarak gizemli (!) biçimde çaldıran Akın Atalay adlı zatın gazeteyi mahvedenlerden biri olduğunu göz ardı etmeyiniz...

Bu şahıslar yüzünden sosyal medyada gazeteye yönelik sürdürülen eleştiriler, eminim Nadir Nadi’nin kemiklerini sızlatıyordur... Nasıl sızlatmasın ki, yöneticileri Kandil’deki PKK karargahında ağırlanan gazete, cumhuriyet düşmanı “Taraf” olma yolunda hızla ilerliyor.

Gazetenin geçtiğimiz pazar günkü manşetinde yer alan Cizre haberi de tıpkı PKK gazetesi Özgür Gündem ile Atatürk düşmanı Taraf’ın yaklaşımıyla ele alınmıştı.

Cumhuriyet’i okuyanlar Cizre’deki tahribatın sanki PKK saldırısından değil de, depremden oluştuğu hissine kapıldılar!!!

Çünkü gazetenin birinci sayfasındaki haberde ne PKK vardı ne “özerlik” adı altındaki terör işgali ne de çatışma!!!

Geçmişte bir operanın adının yanlış yazılması nedeniyle gazeteyi topa tutan sevgili Cumhuriyet okurları sansür, tasfiye, yozlaşma ve ideolojik çöküşü daha ne kadar izleyecekler acaba?..

MEHMET FARAÇ / Aydınlık- 16.09.2015

Terörü kim durdurabilir?.. İşte yanıtı!..

Dünyanın neresinde böyle tuhaf, çaresiz ve demokrasisi adeta takiye ve zulüm için kullanılan bir başka ülke vardır acaba?..

1980 öncesindeki silahlar ve sonrasındaki tank seslerini bir tarafa bırakın, her gün en az 5 kişinin öldüğü bir ülkede, 12 Eylül’den itibaren kurşun sesleri bıçak gibi kesilmemiş miydi?..
Şiddetin bir anda muma döndüğü o yıllarda, 1970’ten 1980’e kadar süren “kardeş kavgası”nda binlerce kişinin ölmesi unutulmuş gibi, “içimize bu hançeri kim sapladı” sorusunu nedense soran olmadı!..

Yani ölen kesesinden gitti, acıları halen yürekleri yakmaya devam ediyor ve 1980’in acılarının üzerine yeni acılar ekleniyor...

Emperyalizmin ülkeye “sağ-sol” ayrımıyla “kardeş kavgası” yaşattığı o acı yetmemiş olacak ki, 1980’den dört yıl sonra PKK belası ülkenin başına yeni ayrıştırma gerekçeleriyle musallat edildi...

Bu kez planın gerekçesinde, Türk-Kürt ayrışması yaratmak vardı... Hem de dört koldan, ısrarla, pervasızca ve sinsice desteklenerek!..

Güneydoğu’da, kendileri dışında hiçbir sol gruba da yaşam hakkı tanımayan “Apocular” adlı örgütün önderleri, askeri darbeyi erken haber alınca (!) Suriye ve Avrupa’ya kaçtılar...

İşte onlar tam 4 yıl sonra (15 Ağustos 1984) Türkiye’nin karşısına Bekaa Vadisi’nde eğitilmiş, silahlandırılmış bir terör örgütü olarak çıkarıldılar...

Şemdinli ve Eruh ilçelerini basarak şiddet eylemlerine başladıklarını duyuran 200 kişilik timin, 10 yıl içinde bir terörist orduya dönüşmesinde şüphesiz Avrupa’ya kaçan Apocular’ın da büyük katkısı oldu... Ve tabi o dönemin Suriyesi ile Amerika ve Avrupa’nın gözetiminde...

Aramızdaki hainlerin rolü!..

Velhasıl, Avrupa’nın taşeronlarla sürdürdüğü düşmanlık oldukça eskidir... “Kürt” kozu da bunun son 40 yıldaki kanlı enstrümanıdır!..

Çünkü Kurtuluş Savaşı’nda, Atatürk’ün paçavra gibi dağıtarak sınır dışına attığı emperyalistlerin torunları da 1900’lerin başında yaşadıkları hezimetin intikamını almak için ülkeye düşman her grubu destekleyip durdular...

Liboşlar, dönekler, Alman ve ABD fonlarıyla beslenen kiralık kalemler, cemaatin kucağına oturan hikmeti kendinden menkul korkak soytarılar, Ermenistan sevdalıları, taşeron tetikçi örgütler vs... Hiç kuşkusuz PKK onların başında geldi...

Peki, bu organize düşmanlık neye mi yol açtı?.. 35 yılda en az 50 bin insanın kaybına... 10 bin kadar güvenlik görevlisi, bir o kadar sivil masum ve gerisi de PKK militanları...
Terörün mali kaybını ise artık kimse hesaplayamıyor; “1 milyar dolar” gibi rakamlardan da sözediliyor ki, vahamet kanımca çok daha büyüktür...

Bu bilgileri anımsatmamızın en büyük nedeni, toplumsal kaos ve travmaların yol açtığı sorunların, neredeyse kuşaktan kuşağa yansımaları ve gaflettekilerin de bir türlü uyanmaması...

35 yıllık terör kuşağı!..

Yazının başında dedik ya; 1980 öncesi ve sonrasının yolaçtığı travmaları bir tarafa bırakınız...

Peki, PKK’nın eylemlere başladığı 15 Ağustos 1984’ten bu yana dünyaya gelen bebeklerin bugün 35 yaşında olduklarının farkında mıyız acaba?.. 35 yıllık bir terör kuşağı dünyanın kaç ülkesinde vardır acaba?..

Son 35 yılda doğan milyonlarca çocuk, köy basmalar, sivilleri katletmeler, evleri ve işyerlerini yakmalar, kundaklama faaliyetleri, toplu katliamlar, mayınlı saldırılar, taciz ateşleri, pusular, çatışmalar, faili meçhuller, köy yakmalar, canlı bombalar ve intihar saldırılarının kanlı karanlığında büyümedi mi?..

Üstelik Türkiye’nin artık bir terör sözlüğü var ki, toplumun bilinçaltına her gün öfke, korku, kaos nakşediyor... Ve tabi ki Türkiye son yıllara neredeyse Avrupa’da en çok pskiyatri ilaçlarının kullanıldığı ülke haline geliyor... Toplum depresyonda velhasıl...

Unutmayınız ki, bunda siyasal ve sosyo-ekonomik sıkıntılardan çok, bu etkenleri tetikleyen terörün yol açtığı bütçe açığının da çok büyük payı var!..

Yani, PKK’yla mücadeleye harcanan 1 milyar dolarla mutlu toplum, sağlıklı şehirler ve güven içinde sosyal yaşamlar da sağlanabilirdi...

Baksanıza; yaşamımızda artık sıradanlaşan ve her gün yüzlerce televizyon kanalında gördüğümüz, gazetelerde okuduğumuz, sosyal medyada paylaştığımız ve mitinglerde artık zihnimize çivi gibi çakılan şu sözcükler ülkemizin her bireyini psikolojik olarak da vurmuyor mu;

“PKK, bomba, serok, TNT, C-4, intifada, serhildan, başkaldırı, pusu, mayın, biji, kışkırtma, saldırı, taarruz, suikast, keleş, şehit, Kandil, İmralı, Kuzey Irak, Yüksekova, Öcalan, YPG, HPG, serok, İmralı, Kürdistan, kanton ve hepsinden her gün hiç durmadan damlayan kan!..”

Kurtuluş Kürtlerimizde...

Tüm bunların kökeninde unutmayınız ki; gaflet, dalalet ve hıyanet de başı çekiyor...

Çünkü yalnızca millet değil; devlet de son yıllarda AKP’nin gafleti sayesinde tuzakta olmalı ki, dünyanın hiçbir yerinde “açılım” adı altında “çözüm” sürerken, bir terör örgütü sosyal, siyasal ve askeri olarak büyütülsün, silah, patlayıcı ve militan yığınağı yaparak, “intifada” adı altında başkaldırırken, devleti de bir güzel uyutuversin!!!

Evet; emperyalizm ülkeyi bölerek, Kürtlerle Türkler arasında düşmanlık yaratmaya çalışırken, terör ısrarla Kürtleri bahane ediyor...

Oysa Kürtler de her birey gibi bu ülkenin birinci sınıf yurttaşlarıdır...

O halde devlet; demokrasi ve insan hakları kapsamında, Doğulu yurttaşları kucaklayak terörle mücadele ederken, terör ve şiddet yorgunu olan Kürt yurttaşlarımızın da artık uyanması gerekmiyor mu?.. Aksi halde terör bitmez bu ülkede...

Üstelik söyler misiniz; Cemaat-AKP kavgasında istihbaratın sümenaltı, akil-yandaş hattında ihanetin hasıraltı, açılım-çözüm sarmalında gafletin masa altı ve sandıktan çıkan siyasetin bombayı asfat altı ettiği bir ülkede terör biter mi?..

MEHMET FARAÇ- Aydınlık/11.09.2015

12 Eylül 2015 Cumartesi

PKK niçin mi saldırıyor?..

Bazen öyle sarsıcı sorular vardır ki, yüreğinizde ve zihninizde ne kadar tahribat yaratırsa yaratsın yanıtı da içindedir!.. Başlıktaki sorunun yanıtını bulmak için de “terör uzmanı-stratejist” olmaya gerek yok... Çünkü bu sorunun can yakan yanıtlarının içinde o kadar çok suçlu var ki!..

Unutmayın ki, bu sorunun yanıtlarında yalnızca “gaflet ve dalalet” yok, düpedüz “ihanet” de var!.. ABD’nin dayattığı, Avrupa’nın desteklediği ve toplumun içindeki sahte “solcu”, liboş, satılmış, yandaş, dönek ve hainlerin de alkışladığı bir ihanettir bu!..

O halde tekrar soralım; “PKK nasıl saldırabiliyor?..”

Ne yazık ki bu sorunun içinde de, “Bu kadar rahat eylem ortamı hazırlanmışken, PKK niçin saldırmasın ki” şeklinde paradoks içeren bir soru da var!.. O halde söyler misiniz?

- PKK bitip tükenmek üzereyken, Habur Sınır Kapısı’ndan otobüslerle giren örgüt üyeleri davul zurnayla karşılanmadı mı?.. AKP iktidarınca sınırda kurulan çadır mahkemesince serbest bırakılan teröristler, şehir şehir dolaşarak şov yapmadılar mı?..

- Örgüt her sıkıştığında “ateşkes” başlatıp sonra bozmadı mı?.. Bu durum PKK’nın her defasında yeniden toparlanmasına yol açmadı mı?..

- Devletin yoğunlaştırdığı operasyonlar 4 yıl önce PKK’yı bozguna uğratmamış mıydı?.. Örgütten yüzlerce militan kaçmışken, terör timleri kırsalda iyice sıkışmışken morali bozulan PKK sınır dışına itilmemiş miydi?..

Sürekli savaş tehdidi!..

- PKK dört yıl önce dağılmaya yüz tutmuşken, örgüt askeri ve siyasi açıdan cendereye alınmışken, Öcalan bir anda devletin “muhatap”ı haline getirilmedi mi?..

- Sinsi bir elin başlattığı “açılım” denilen plan PKK’nın “şiddeti dayatarak kazanım” elde etme stratejisine hizmet etmeye başlamadı mı?..

- Ve “çözüm” iddiasıyla PKK’ya verilen tavizler örgütü hem siyasi hem de askeri olarak güçlendirmedi mi?.. “İmralı” ile toplantılar yapan devlet, HDP’li vekillerle Öcalan için sohbet ortamı yaratmadı mı?..

- “Açılım” adlı sinsi plan yürürken, Kandil’de üslenen Murat Karayılan ve Cemil Bayık gibi PKK yöneticileri taviz üstüne taviz koparmak için sürekli, “Savaş başlatırız haaa” diye tehditler savurmadı mı?..

- MİT Başkan Yardımcısı Afet Güneş, “açılım” tavizi sürerken Oslo’da PKK’lılarla buluşmadı mı?.. Ve bu sırada Güneş’in, Ok’a yönelik, “Şehirlere patlayıcı yığdığınızı biliyoruz” şeklindeki dehşet içeren itirafı medyaya manşet olmadı mı?..

- AKP ile PKK arasında siyasi ranta dayanan ve Kürt kökenli yurttaşların ağzına bir parmak bal çalmayı amaçlayan “açılım” tiyatrosu sürerken, teröristler saldırılarını sürdürmedi mi, devlet kayıp vermedi mi?..

- AKP’nin yandaş medyası ve cemaat, “açılım” tiyatrosunda alkış tutmak için, “Öcalan öldürmeyi değil, yaşatmayı tercih etti” şeklinde ikiyüzlü ihanet satırları yazmadı mı?..

- Yandaşlarla işbirlikçi, cumhuriyet düşmanı dönekler “açılım” tuzağını destekleme iddiasıyla PKK’yı ve Öcalan’ı neredeyse “kahraman” ilan etmediler mi?..

Akil’siz figüran artistler!..

- Memleketin anlı şanlı artistleri, üniversite hocaları ve kukla kalemşorları, “akil adam” pozunda, terörün legalleştirilmesi tuzağında figüran olarak şehir şehir dolaşmadılar mı?..
- PKK son dört yılda hem Kandil’de hem de Güneydoğu’da büyütülmedi mi?.. Örgüt askeri olarak 1990’lardaki gücüne ulaştırılmadı mı?..

- “Her evden bir militan kampanyası”yla binlerce çocuk terör örgütünce dağa kaçırılmadı mı?.. Örneğin, Urfa Valisi İzzettin Küçük, “Kentten 3 bin çocuk kaçırıldı” demedi mi?..
- PKK büyüdükçe Güneydoğu’da “asayiş birimi” adı altında polis ve istihbarat teşkilatını kurmadı mı?.. Bu gruplarca adresleri tespit edilen polis ve askerler, Diyarbakır ve Hakkari’de eşleri ve çocuklarının önünde, enselerinden vurularak şehit edilmedi mi?..

- PKK, karayolları ve kent girişlerinde kimlik kontrolü yaparken, AKP iktidarı “açılım”ı bahane ederek polisin ve askerin elini kolunu bağlamadı mı, operasyonları engellemedi mi?..

- IŞİD’in Suriye’deki vahşetini bahane eden PKK yandaşları tavizlerden cesaret alarak, geçen yıl 6-7 Eylül’de, sokaklarda terör estirmedi mi, Hizbullah yandaşlarını bile öldürmedi mi?..

- Örgütün ayaklanma başlattığı geçen yılın ortalarında yüzlerce Atatürk heykeli ve büstü parçalanmadı mı, yakılarak yerlerde sürüklenmedi mi, valiler, emniyet müdürleri ve savcılar bu ihaneti seyretmediler mi?..

Patlayıcı, silah; ayaklanma!..

- Ve nihayet AKP ile PKK arasında 4 yıldır süren “açılım” oyunu sırasında, örgüt devleti ve siyaseti uyutmadı mı?.. Bu sırada PKK yeniden toparlanarak 20 bin kişilik askeri güce ulaşmadı mı?..

- Örgüt devleti “açılım”la oyalarken, dağ kadrolarını kentlere sızdırmadı mı, Nusaybin, Cizre ve Silvan’ın da aralarında bulunduğu 12 ilçede “kanton” adı altında ayaklanma başlatmadı mı?.. HDP’li belediyeler teröristlere altyapı desteği vermedi mi?..

- Ve ne yazık ki PKK’nın legal partisi HDP, “barış” umuduyla 80 vekille Meclis’e sokulmuşken, örgüt durup dururken sokaklarda asker ve po-lisleri şehit etmedi mi, ilçelerde “serhildan” adı altında ayaklanma başlatmadı mı?..

- Kaos sürerken ancak geçen ay uyanabilen yandaş medyadan Sabah, “PKK şehirlere 80 bin silah yığdı” diye manşet atmadı mı?..

- Bu sırada AKP-cemaat kavgası patlak verince, Urfa’da plaka tanıma sistemini kapatarak, teröristlerin 2 polis memurunu evlerinde uyurken şehit etmesine yol açtıkları iddiasıyla 5 Fethullahçı polis açığa alınmadı mı?..

Peki; tüm bu soruların yanıtı ne yazık ki “EVET” olduğuna göre, üstelik AKP’nin “açılım”ıyla adeta eylem ortamı sağlanmışken; ey Türkiye, “PKK niçin saldırıyor”muş anladın mı?..

MEHMET FARAÇ- Aydınlık / 10.09.2015