27 Şubat 2017 Pazartesi

'İran'ı İçten Karıştıralım'

“Yurtta sulh için Cihanda savaş” zihniyeti tekelci kapitalist sistemin oksijeni ve hayat sigortasıdır. ABD’nin Afrika CIA eski istasyon şefi John Stockwellin “ABD Düşman Arayışında” adlı kitapçığını tedarik edip okuyunuz. Savaşlar ve krizler olmadan ABD’nin varlığını sürdüremeyeceğini ve bundan dolayı kavga etmek için sürekli düşman yaratmak zorunda kaldığını verilerle anlatır. 
 
Altını çizerek yazıyorum; Türkiye’de sahibine göre kişneyen, evcil at misali varlık sürdüren ceride müsveddelerin İran düşmanlığı için kaygılanmayın. “Sünnici ligin” siyasi ve maddi rantına talipler. Körfezin tatlı Petro-dolar gazının suyu hürmetine ad edin. “Yurtta ve Cihanda savaş”  için mangal gibi yürek, büyük yumurtalı olmak ta yetmez. İran veya Suriye ordusu ile savaşın yıkım maliyetinin idrakindeler. 
 
DAHA ÇOK DOLAR ALMAK

Baldırı çıplak Yemen ile baş edemeyen trilyoner Suudi Hanedanlığı, Suriye ve Irak’ı dize getiremeyen Katar gazı, Lübnan Hizbullah’ı önünde diz çöken İsrail desteği, Rusya ve Çin kuvvetleri önünde ayak bağı çözülen tüccar President Trumplı ABD’nin savaş makinesi Türkiye için elini taşın altına koymaz. Türkiye’yi sadece Menderes misali ateşlemek için kullanır. AK Sulta da az kurnaz ve akılsız değil. Ehemmiyetli olduğunun idrakinde. Bunu da daha çok dolar koparsın diye iyi pazarlıyor. 
 
İran gibi önemli ve değerli bir komşu ülke ile rekabet halinde olmak, birçok yerde çıkarların örtüşmemesi gayet doğaldır. Hele ki, Suriye meselesine rağmen, AK Sultaya en büyük ekonomik ve siyasi hizmeti sunan ülkenin İran olduğu aşikar. Nükleer program, ambargo ve abluka döneminde, Türkiye’nin de İran’ın menfaatine uygun davrandığı biliniyor. Türkiye’nin Türk milliyetçiliği için çalışması, başka ülkelerde yaşayan Sünni ve akraba mezheplerle ilgilenmesi ne derece “fevkalade doğru” bir amel ise, İranlıların Farisi milliyetçiliği yapmaları, başka ülkelerde yaşayan Şii ve akraba mezheplerle ilgilenmeleri fevkalade normaldir. Hele ki Körfez ülkeleri ile haşır neşir olmaları kadar tabii bir şey olamaz. 
 
İRAN SEYRETMEZ

Binlerce kilometre uzakta olan ABD gelecek Katar’a, Bahreyn’e, Suudi’ye askeri üsler kuracak, Körfez ülkesi İran seyredecek. Binlerce kilometre uzakta olan Türkiye gelecek Körfez ekonomisine talip olacak birileri İran’dan, “biri yer ben bakarım buna rağmen kıyamet kopmaz” demesini isteyecek. Burnumuzdaki sümüğü görmeden, kendimize iğneyi batırmadan “Efendim Şii Emperyalizmi güdüyorlar” diyebiliyoruz.  Velev ki, öyle seni mezhep değiştirmeye zorlayın mı var? Mezhebine, itikadına sahip çık? Seni beğensinler, seni seçsinler senin arkanda namaza dursunlar, senin telkinlerinle cennete gitsinler diye ahlaken emsal ol.
 
İran, Irak, Kuveyt, Katar, Bahreyn, Arap Birleşik Emirlikleri (ABE) ve Umman “Arap veya Farisi”  Körfez’in ülkeleridir. İran nüfusu toplam diğer ülkelerden fazla. İran’ın Körfez ülkeleri ile sahip olduğu ticaret hacminden bihaber misiniz? En büyük yatırımların İran sermayesine mensup olduğunu bilmez misiniz?  Arap Birleşik Devletleri (Dubai dersek hangi ülkeden bahsettiğimiz daha iyi anlaşılır), Kuveyt ve Umman’da İran nüfuzunun ağırlığını biliyor musunuz? 
 
TAHRAN'IN ARAP ÜLKELERİNDEKİ AĞIRLIĞI

Körfez ülkelerin toplam nüfusunun en az yarısının Şii ve akraba mezheplerden ibaret olduğuna cahil misiniz? Bahreyn nüfusunun %70’inden Kuveyt nüfusunun %40’ından daha fazlasının Şii ve akraba mezheplerden oluştuğunu öğretmediler mi? Körfez ülkelerin İran ile bir savaşın yok olmak ve tarihte ilk kez yakaladıkları refahın bitmesi olduğunu bilmiyorlar mı?  Erdoğan Katar, Bahreyn ve Suudi’yi ziyaret ederken, Ruhani’nin aynı günlerde Kuveyt’te, Arap Birleşik devletlerinde, Umman’da nasıl karşılandığını seyretmiyorlar mı?  
 
Peki, İran ile cepheden savaşın mümkün olmadığını idrak edenler ne yapar?  Hükümet sözcüsü misali özgüvenle yazan “Gazeteci” İbrahim Karagül,  “İran tankları ve onun tedarik ettiği Yemen füzeleri Mekke’yi, Kâbe’yi vurmadan” farklı etnik ve mezheplerden oluşan İran toplumunun “içten karıştırılması” talebini önermektedir. Eh adam Suriye ve Irak’tan tecrübeli. Sultanın şefkatli kolları arasında o kadar güvende ve rahat ki savaş suçu işlediğinin farkında bile değil.  

Mehmet YUVA
Aydınlık/19.02.2017

Le Pen, AB ve NATO’dan Ayrılmayı Çok Kutuplu Bir Dünyayı Savunuyor

Birinci turu 23 Nisan tarihinde yapılacak Fransa cumhurbaşkanlığı seçimini ve adaylarını değerlendirmeye devam ediyoruz.

Geçen hafta Milli Cephe Partisi'nin adayı Marine Le Pen ile başlamıştık. Le Pen’in adaylar içinde birinci konumda olduğunu ve seçmeninin sosyolojik yapısı ile ilgili verdiğimiz bilgiler, bu hafta Paris Siyasal Bilimler Politik Araştırmalar Merkezi’(Cevipof) Ipsos-Sopra Steria’ya yaptırdığı anketin sonuçları bizi doğruladı.

Araştırma sonuçlarını Le Monde Gazetesi manşetine şöyle taşıdı : «Marine Le Pen her zamankinden daha güçlü» yüzde 26 ile birinci durumda. Gazete anket sonuçlarını ayrıntılı olarak vermiş : İşçilerin yüzde 44, memurların yüzde 35, çiftçilerin yüzde 35’i, esnaf ve zenaatkarların yüzde 29’u Marine Le Pen’e oy vermeyi düşünüyor. Bu oranlar sosyal demokrat Sosyalist Parti adayı Benoit Hamon için sırasıyla yüzde 16, 21, 20 ve 21. Benoit Hamon’nun alacağı oy oranı da yüzde 14 görünüyor.

LE PEN’İN PROGRAMI

Marine Le Pen, Şubat başında Lyon’da yaptığı mitingde (salon toplantısı) cumhurbaşkanlığı adaylığı için 144 maddelik bir program açıkladı. Programının girişinde, bu seçimin «ekononomik ve fiziksel sınırlarımızı ortadan kaldıran, ekonomik ve sosyal dengemizi bozan ve daha çok göçmenin ülkemize gelmesine neden olan ‘küreselleşmeciler» ile "bağımsızlığımızı, ulusal kimliğimizi, Fransızların birliğini, sosyal adaleti ve herkesin refahını savunan yurtseverler" arasında geçeceğini söyledi. Marine Le Pen kendisini yurtsever, diğer adayları ise «küreselleşmenin» programını savunduğunu iddia etti.

Bu programın tümünü ayrıntılarıyla burada incelemek olası değil. Bugün, Le Pen’in önceliklerini, AB, NATO ve dış politikasına ilişkin bölümleri sıralayacağız. Haftaya da ekonomik, sosyal ve göçmen politikalarını inceleyeceğiz.

ULUSAL EGEMENLİK

Programın birinci bölümünün başlığı « Özgür bir Fransa ». 1. maddesinin sihirli kelimesi ise «Egemenlik» ; egemenliğin halka teslim edilmesi. Hangi alanlarda? Parasal, yasama, ve ekonomik konularda ve de ülke toprakları üzerinde egemenliğin yeniden tesis edilmesi konusunda.

AB’DEN AYRILMA

Le Pen’e göre egemenliği tehdit eden güçler başta AB olmak üzere küresel güçler. Fransa’nın bağımsızlığına saygı gösteren bir AB olacak, olmayacaksa AB’de kalıp kalmama konusunda referandum düzenlenecek (Frexit). Le Pen, parti olarak AB’den çıkmayı savunuyor ve buna referandumda Fransız halkının karar vereceğine inandığını ifade ediyor.

İlginç olan seçim programında Euro’dan hiç bahsetmemiş olması. Yorumcular Frexit gerçekleşirse Euro’dan ayrılmanın da otomatik olarak gündeme geleceğini belirtiyorlar.

NATO’DAN AYRILMA

Programın « Güçlü bir Fransa » bölümünde Fransa’nın NATO’nun askeri kanadından ayrılacağı ifade ediliyor (118. madde). Böylece Fransa’nın kendilerinin olmayan savaşlara sürüklenmeyeceği belirtiliyor.

Aynı başlık altında, ikinci bir uçak gemisinin inşa edileceği, asker sayısının 50 bin artırılacağı, 3 aylık mecburi askerlik sisteminin yeniden getirileceği (121. madde) ifade ediliyor.

ÇOK KUTUPLU BİR DÜNYA

Ulusların hak ve eşitliği üzerine kurulu, sürekli görüşme içinde olan ve ulusların bağımsızlığına saygı gösterilen çok kutuplu bir dünyanın hizmetinde olmak. Fransa’nın dış politikasını bir dünya gücü olarak denge ve istikrar gerçekliği üzerine kurmak.

Milli Cephe Partisinin adayı Marine Le Pen’in programda yer almayan ama basına yaptığı bir çok açıklama var. Biz burada seçim programına bağlı kalmaya çalıştık.

Ekonomik, sosyal ve göçmen politikalarını ele alacağız. Dış politikada ve uluslararası saflaşmada doğru bir çizgi izleyen ve doğru safta yer alan Le Pen, ülkesinde yabancılara karşı ırkçılığa varan bir söyleme sahip. 

Ali Rıza TAŞDELEN
Aydınlık/20.02.2017

Fransa’da Birinci Parti Milli Cephe

Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri Fransa’da siyasi arenayı hareketlendirmiş durumda. Geçen haftaki yazımızda bu seçimlerin Fransa’da yeni bir dönemin kapısını açacağını, geleneksel partilerin geleneksel adaylarının bir ağırlık gösteremediğini ve yeni bir kuşağın siyaset sahnesine çıktığını yazmıştım. Bu hafta, Marine Le Pen’den başlayarak adayların programlarını yazacağımı belirtmiştim. Le Pen’e geçmeden seçim kampanyasına ilişkin bir-iki yeni bilgiyi vermem gerekecek.

Fransa’da seçim, bizde olduğu gibi öyle davullu zurnalı yapılmıyor. Adaylar kapalı salon toplantılarında seçmenlere hitap ediyor. Esas olan anketler ve medyanın yönlendirmesi. Kamuoyu araştırma kuruluşlarının rakamları havada uçuşuyor. Medya arı gibi çalışıyor. Ana akım medya adayını belirlemiş (Emenuel Macron) ve kollarını sıvamış durumda. 15 gün öncesine kadar François Fillon seçimin favorisiydi; kazanmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Anketlerde yerini Emenuel Macron’a bıraktı. Neden mi?

FİLLON’A HAYALİ MAAŞ SKANDALI!

Canard Enchaîné gazetesi, Fillon’nun eşine milletvekili iken yanında çalıştığını göstererek 8 yıl boyunca 500 bin Euro “hayali maaş” ödediği iddiasını patlatması büyük bir skandala yol açtı. Bu yetmedi arkasından, iki oğlunun daha öğrenciyken Senato’dan hukuk danışmanı olarak maaş aldığı açıklandı. 3 ay sonra cumhurbaşkanı olması beklenen Fillon anketlerde tepetaklak oldu ve adaylıktan çekilmesi gündemde. Kendisi ise savunmada ve şimdilik adaylığında direniyor. Atlantik kampına uzak duran, Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesini ve Suriye sorunun çözülmesinde bölge ülkeleriyle hareket etmeyi savunan Fillon’nun seçilmesi dünya dengeleri açısından önemliydi.

Programını daha sonraki haftalarda anlatacağım Emenuel Macron, Fillon’u geride bırakmış durumda ve Marine Le Pen ile birlikte ikinci tura kalabilecek aday olarak görünüyor. Kendisini partiler üstü gören, sosyalistlerin 2. Vals hükümetinde Ekonomi Bakanlığı yapan Macron’un arkasında Le Monde gazetesi ve Nouvelle Obs’un patronu Pierre Bergé bulunuyor.

MARİNE LE PEN

aydınlık.com.tr, Hürriyet gazetesinden Emre Özpeynirci’nin “Trump’a özendi Bursa’yı riske soktu” başlıklı haberini “Faşist Le Pen seçilirse Bursa zora girecek” başlığı ile vermiş (12.1.2017). Özpeynirci yazısında Marin Le Pen’den “aşırı sağcı lider” diye bahsederken Aydınlık.com.tr “faşist” diyor. Habere bu başlığı atan arkadaşın solculuğu tutmuş sanırım.

İşte bütün mesele de bu! Fransa’da “sol” ve aşırı “sol” parti taraftarları, bazen yöneticileri Marine Le Pen ve partisini “faşist” ve/veya “ırkçı” olarak niteliyor. Genel söylem ise “aşırı sağ” yönünde. Marine Le Pen’in seçim programına geçmeden önce, Fransa’nın en çok oy alan birinci partinin Milli Cephe olduğunun altını çizelim (Avrupa Parlamentosu seçimlerinde (2014) yüzde 24,95, Fransa Bölgesel seçimlerinde (2015) yüzde 27,73) Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de adayı Marine Le Pen, yapılan anketlerde yüzde 25 ile birinci görünüyor. Bu partinin seçmeninin sosyolojik yapısına bakmakta fayda var diye düşünüyorum. Peki bu partiye kim neden oy veriyor?

EMEKÇİLER LE PEN’E OY VERİYOR

Geleneksel sol partilerin potansiyel seçmenleri işçiler ve memurlardı. Yani içinde işsizler ve düşük gelirli emeklilerin de bulunduğu yoksul kesimler. Bugün toplumun bu katmanlarının çoğunluğu seçimlerde oyunu Marine Le Pen’in Milli Cephe partisine veriyor.

Elimizdeki en son veriler 2015 Bölge seçimleri sonrası Ipsos’un yaptığı kamuoyu araştırmalarının sonuçları: Milli Cephe partisine oy verenlerin yüzde 43’ü işçiler ve memurlar, yüzde 35’i esnaf ve çifçilerden oluşuyor. Oy verenlerin yüzde 35’i gençlerden oluşuyor. Yani emekçilerin ve yoksulların tercih ettiği parti konumunda.

Neden mi bu partiye oy veriyorlar? sıralama şöyle: 1) İşsizlik, 2) Güvenlik, 3) Göçmenler. 

Yabancı düşmanlığı ile öne çıkarılan bu partinin seçmenin de işsizlik ve güvenlik korkusu, göçmen sorununun önünde. Son seçimlerde 6 milyon oy alan bu partinin seçmeninde yabancı düşmanı ve ırkçı kesimler yok mudur? Vardır.

Bir partiyi elbetteki savunduğu program ve pratiği belirlediği gibi, ona destek veren kitlenin sosyolojik yapısıda bu belirlemede önemli bir yere sahiptir. Marine Le Pen, Baba Le Pen’nin geçmişte yaptığı ırkçı/faşist söylemden partiyi kurtarmak ve merkeze çekmek için için önemli bir çaba harcamış hatta babası Jean Marie Le Pen’i partiden atmıştır.

Ali Rıza TAŞDELEN
Aydınlık/13.02.2017

26 Şubat 2017 Pazar

“TARİHİN SİYAH GECESİ” HOCALI KATLİAMI

1. 25 Şubat 1992: 336. Motorize Alayı, Hocalı’yı üç taraftan kuşatıyor


SSCB’nin dağılma aşamasının hızla sürdüğü o dönemde, ordunun çoğu Ermeni askerlerden oluşuyordu. Ermenilerin dışında, Rus askerler de Alay’da görevliydi.
Dağlık Karabağ bölgesi için Azeri ve Ermeni halkı arasında 1988’de başlayan Karabağ Savaşı sürerken, Ermeniler bölgenin bir kasabası olan Hocalı’da hakimiyeti ele geçirmek amacıyla Hocalı’ya ilerlemeye başladı.

Tuzaklarla dolu koridor

Ermeniler, Hocalı kuşatmasıyla, sivil halkın kaçabileceği tek bir istikamet bırakmıştı: Doğu tarafı. Çok az sayıda kişinin kullandığı Kuzeydoğu hattını saymazsak, sivillerin bir kısmı doğu koridorunu kullanarak Hocalı’dan ayrılmak istedi. Ancak o yolda, Azerileri Ermeni askerler bekliyordu. Sivillerin yanındaki silahlı güçler karşılık vermeye çalışsa da, sivillerle birlikte tamamı açılan ateş sonucu öldü.
2. Geride kalanlarsa, yakın tarihin en insanlık dışı katliamlarından birini yaşadı 

Hocalı kuşatmasından kaçamayan Azeriler, belki de yakın tarihin gördüğü en acımasız, en vahşi katliamlardan birine maruz kaldılar…



3. Katliamın boyutları: 106’sı kadın, 83’ü çocuk olmak üzere toplam 613 Azeri vahşice öldürülmüştür.


İnsan Hakları örgütü’ne ölenlerin sayısını verilmediği için, kentin içindeki çatışmalarda ölenlerin sayısı bilinmemektedir. Hocalı`dan kaçarken koridorlarda Ermeniler tarafından öldürülenlerin sayısı ise olaydan sonra netleşmeye başladı.
Hocalı’da 63’ü çocuk, 106’sı kadın ve 70’i yaşlı 613 sivil insan öldürülmüştür. Sekiz aile tamamen yok olmuş, 487 kişi sakat kalmış ve 1275 kişi esir alınmıştır. Esir alınanlardan 68’i kadın ve 28’i çocuk toplam 150 kişinin yaşayıp yaşamadığı belli değildir.
4. Hocalı’daki katliamı organize eden isimse tanıdık: Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan


Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, Hocalı Katliamı’nın sorumlusu birliklerin başındaki iki liderden biriydi, ve bazı kaynaklara göre katliam emirlerinin sahibi.
Nitekim Sarkisyan, İngiliz araştırmacı Thomas de Wall’un yaptığı bir röportajda o günlerden şu şekilde bahsediyor;
"Azerbaycanlılar Ermenilerin sivil halka karşı katliam yapmayacağını düşünmekteydiler. Biz bunu azerbaycanlılara şaka yapmadığımızı göstermek amacıyla ibret olsun diye yaptık."

A President, an Interview, and a Tragic Anniversary

Thomas de Waal
  • Article
  • February 24, 2012
….I have been personally caught up in the Khojali story. In December 2000, while researching my book on the Karabakh conflict, Black Garden, I interviewed Serzh Sarkisian, the man who is now president of Armenia and was then Armenia’s minister of defense. When I asked him about Khojali, he said that “a lot was exaggerated” but he did not deny that Armenians had killed Azerbaijani civilians. He told me: “Before Khojalu, the Azerbaijanis thought that they were joking with us, they thought that the Armenians were people who could not raise their hand against the civilian population. We needed to put a stop to all that. And that’s what happened. And we should also take into account that amongst those boys were people who had fled from [the anti-Armenian pogroms in] Baku and Sumgait.”….

Makalenin tamamı için bkz.


5. Hocalı vahşetinin tanığı Ermeni gazeteci Daud Kheriyan’ın yazdığı kitaptan kan donduran satırlar.

Ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı’nın 1 kilometre batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar Haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler.
‘For The Sake of Cross’ – Haçın Hatırı İçin, Sayfa: 62-63

6. Dünya basını katliamı nasıl verdi?

“Ermeniler Hocalı’ya saldırdılar. Bütün dünya tanınmaz hale getirilmiş cesetlere tanıklık etti. Azerbaycanlılar çok sayıda insanın öldürüldüğünden haber vermekteler”.
“Krua l’Eveneman” dergisi (Paris), 29 Şubat 1992 yılında 
“Ermeni askerleri binlerce aileyi yok etmiştir”
Sunday Times gazetesi (Londra), 1 Mart 1992 yılında 
“Ermeniler Ağdam’a doğru giden orduyu kurşun yağmuruna tutmuştur. Azeriler 1200 kadar ceset saymış. Lübnanlı kameraman, ülkesinin zengin Ermeni Taşnak lobisinin Karabağ’a silah ve asker gönderdiğini onaylamıştır.”
Financial Times gazetesi (Londra), 9 Mart 1992 yılında 
“Birçok insan çirkin hale getirilmiş, masum kızın sadece kafası kalmış.
“Times gazetesi (Londra), 4 Mart 1992 yılında 
“Video kamera kulakları kesilmiş çocukları gösterdi. Bir kadının yüzünün yarısı kesilmişti. Erkeklerin kafa derisi soyulmuştu.”
“İzvestiya” gazetesi (Moskova), 4 Mart 1992 yılında 
“Ağdam’da bulunan yabancı gazeteciler  Hocalıda öldürülmüş kadın ve çocuklar arasında kafa derisi soyulmuş, tırnakları çıkarılmış 3 kişi görmüşlerdir.”
“Le Monde” gazetesi (Paris), 14 Mart 1992 yılında  
“Binbaşı Leonid Kravets: Ben şahsen tepede yüz civarında ceset gördüm. Bir erkek çocuğun kafası yok idi. Her tarafta acımasızca öldürülmüş kadın, çocuk ve ihtiyar vardı.”
“İzvestiya” (Moskova), 13 Mart 1992 yılında

7. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 2, 3, 5, 9 ve 17. maddelerinin ihlal edildiği Hocalı Katliamı’ndan ötürü kimse yargılanmadı



İnsan Hakları İzleme Örgütü, yaşanan olayı Dağlık Karabağ’ın işgalinin ardından, yaşanan en kapsamlı sivil katliam olarak nitelendirmiştir.
Azerbaycan’da ‘Hocalı Faciası’, ‘Hocalı Soykırımı’; Ermenistan’da ise ‘Hocalı Olayı’ olarak anılan katliamla ilgili, geride kalan 24 yılın ardından herhangi bir sorumlunun cezalandırılamadığını da belirtmek gerekir.
8. 24 yıl boyunca beklemek…
Hocalı katliamı sırasında eşleri, kardeşleri çatışırken çocuklarını ve yeğenlerini alıp kaçan üç kadın, yıllardır hep birlikte metruk bir evde yaşıyor. Esir düşen yakınlarının döneceğine inandıkları için şehit yardımını kabul etmiyorlar.


9. Türkiye ve Hocalı katliamı


Yaşananlar, dünyanın bazı ülkelerinde, teşkilatlarında soykırım, bazı ABD eyaletlerinde ise katliam olarak tanınmıştır. Türkiye ise, Hocalı’da yaşanan olayı soykırım olarak tanıyan ülkeler arasında yer almıyor.
‘Hocalı Soykırımı’ Azerbaycan, Meksika, Pakistan, Kolombiya, Çek Cumhuriyeti, Peru, Bosna Hersek, Sudan, Honduras ve İslam İşbirliği Teşkilatı Parlementolar Birliği tarafından tanınmaktadır.

Türkiye ‘soykırım’ı tanımıyor

Türkiye’de bazı şehirlerde, ‘Hocalı Katliamı’ anıtları yer almaktadır. Ancak ‘soykırım’ Türkiye tarafından tanınmamıştır.
MHP Iğdır Milletvekili Sinan Oğan tarafından, Hocalı Katliamı’nın 21. yıldönümüde TBMM’de sunulan, 26 Şubat 1992’de yaşananların ‘soykırım’ olarak tanınmasına yönelik kanun teklifi, MHP ve CHP tarafından kabul edilmiş, ancak AKP’li milletvekillerinin oyları ile reddedilmişti.

Türkiyeli Ermeniler

Kamuoyunun yakından tanıdığı bazı Ermeni asıllı isimlerin de Hocalı hakkındaki yorumları da dikkate değer.

Gazeteci Etyen Mahçupyan:

Bu olayın hukuksal tanımı üzerinde çok geniş bir tartışma yaşanmadı. Ancak öldürülenlerin hepsinin azeri olduğu, Bu kimliği taşıdıkları için böyle bir sonla karşılaştıkları, ateş edenlerin ise bunu bilerek ve bir karar doğrultusunda yaptıkları bellidir. Diğer bir deyişle Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi açısından bakıldığında karşımızda bir soykırım daha var.

Gazeteci Rober Koptaş:

Hatalarda ısrar etmek, onların üzerini örtmek, toplumları küçültür. Büyümek için, önce hatalarımızı kabullenmek gerekir. Böylece, düşman sandıklarımızdan çok da farklı olmadığımızı, nihayetinde hepimizin biçare faniler olduğumuzu görebiliriz. Gelecek, Hocalı’nın acısını yüreğinde duyan Ermenilerle, Sumgayit’ten ötürü üzülen Azerilerin ve onlar gibilerindir.
10. Hocalı’nın ardından…


Tarihin siyah gecesi’nde yaşamını kaybetmiş yüzlerce Azeriyi, yaşanan vahşetin 24. yıldönümünde rahmetle anıyoruz.
Alıntı Kaynağı: http://onedio.com
Thomas de Waal'ın Makalesinden Alıntı: IŞIK

23 Şubat 2017 Perşembe

PARİS’TE ULUSLARARASI “ TÜRKİYE İÇ SAVAŞIN EŞİĞİNDE” TEMALI PANEL





  Paris’te Uluslararası “Türkiye İç Savaşın Eşiğinde “ temalı bir kollokyum düzenlendi. Paris Kürt Enstitüsü tarafından düzenlenen kollokyum’da, konuşmacılar tarafından, dünden bugüne Türkiye’nin konumu ve Türkiye’deki mevcut rejim enine boyuna irdelendi. İki oturum halinde gerçekleşen kollokyum 5. saat sürdü. 



  İlk oturum ‘Türkiye’de Durum” moderatörülüğünü Le Monde gazetesi yazarı ve Türkiye uzmanı Marc Semo’nun yaptığı oturumda, Prof. Hamit Bozarslan, Le Monde Türkiye Muhabiri Marie Jego, Yazar Ahmet Nesin, Gazeteci Fehim Taştekin, Paris barosundan Martin Pradel ve Avrupa ırkçılığa karşı Hareket başkanı Benjamin Abtan, konuşmacı olarak katıldılar. İkinci oturumda ‘Batılı müttefikler Türkiye’de ne yapabilir?’ Moderatörlüğünü Paris Kürd Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan’ın yaptı. Otorumun konuşmacıları ise HDP Mardin Milletvekili Hukukçu Prof. Mithat Sancar, ABD Kolumbiya Üniversitesinden Hukuk profesörü David Phillips ile Yeşiller Milletvekili Sergio Coronado konuştu.

 Konuşmacılar genel olarak, Türkiye’nin bölgedeki konumu dolayısıyla, Suriye ve Irak’taki gelişmeleri ele alırken, bölgedeki terör örgütü DAEŞ’le yapılan mücadele çerçevesinde, Kürt gruplarının konumu ve Türkiye’nin ABD, Rusya ve İran ile ilişkileri, YPG ve PYD’nin bölgedeki rolü PKK’nın bunların arasındaki konumu ve Türkiye sınırında gelişen savaşın Türkiye’ye etkileri gibi konuları ele alan konuşmacılar, ortada gözle görülür net bir durumun olmadığını vurguladılar. Türkiye’nin Güney Doğu’sundaki PKK’nın kazdığı hendekler üzerine yapılan konuşmada, Türk ordusunun savaşmak için hazırlıklı olduğunu, AKP hükümetinin başlatmış olduğu Kürt açılımı konusunda, İmralı’da Öcalan ile yapılan görüşmelerin devam ettiği süreçte, Öcalan’a verilen bazı sözlerin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından engellendiği, örneğin İmralı’ya bir heyetin gitmesi bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından engellendiği ve daha sonra Dolmabahçe mutabakatının gerçekleşmediği belirtildi. 

 Kazılan hendeklerde bölge halkının çok zarar gördüğünü, bu girişimi Kandil’in engelleyemediği ve iş yaydan çıkmış bir hal oldu diyen bir konuşmacı 14 yaşındaki PKK’lı örgüt militanı yol kesip milletvekili’ne bile kimlik sorduğu günler yaşandığını söyledi. Diğer taraftan, konuşmacılar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısır konusunda yanılgıya düştüğünü, Müslüman kardeşler örgütü benzeri bir durumun Suriye’de gerçekleşeceği varsayımıyla haraket eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye,Mısır ve Suriye üçgeninde kendisini “Halife” ilan etme hayali güttüğünü ileri sürdüler. Öte yandan, bir konuşmacı ise, Erdoğan’ın güç kaybının İstanbul’daki Gezi olayları sırasında başladığını, bu gelişmelerden sonra Erdoğan’ın başkanlık konusunda israr ettiğine dikkat çekti.



 17-25 Aralık haraketiyle Fetullah Gülen ile Erdoğan’ın arasının açıldığına işaret eden konuşmacı, arkasından 15 Temmuz darbe girişimiyle her şeyin açıkça ortaya çıktığını belirtti. Fetullah Gülen’in ABD’den iadesiyle ilgili olarak ise, bunun mümkün olmayacağının altını çizen bir konuşmacı, Gülen’in itiraz hakkı olacağını ve bu itiraz hakkını kullandığı zaman sürenin uzayacağını ve yaşlı bir durumdaki Fetullah Gülen’in iade edilmeye ömrünün yetmiyeceğinini söyledi. Türkiye-ABD ilişkileri konusunda, ABD’nin YPG konusunda eski ABD Başkanı Obama’nın Türkiye’nin isteği doğrultusunda hareket ettiğini, yeni seçilen Trump’nda Obama’dan farkı olmaz diyen konuşmacı, öyle veya böyle ABD, Türkiye ile olan ilişkilerini sürdüreceğini söyledi.

 Türkiye-Fransa ilişkileri konusunde ise, her ne kadar Fransa 1915 Ermeni Soykırımı konusunda Türkiye’ye baskı uygulamaya kalkmış olsa da, perde arkasında ikili anlaşmalar yapıldığını söyledi ve, eski Cumhurbaşkanı Sarkozy, Ermenistan gezisinde Erivan’daki soykırım anıtına çelenk koyduğu sırada, Franas İçişleri bakanı, şimdiki başbakan Bernard Cazeneuve, Ankara’da terörizm konusunda iki ülke arasında bir anlaşma imzalandı ve terör konusunda mutabakata varıldı. Fransa, kendi ülkesindeki bazı Türkiye’deki rejim karşıtı örgütlere karşı operasyonlar düzenleyip örgüt militanlarını gözaltına aldı. Hatta bu anlaşma sonrasına denk gelen başka bir olay oldu. Paris’te öldürülen 3 PKk’lı kadının cinayete kurban gitti. Bütün bunlar olurken, Fransa Ulusal Meclisi’nde bazı Parlamenterler, Ermeni soykırımı inkar yasası konusunda teklif sunuyorlardı, ama bu ikili anlaşma neyin nesi demek akıllarına gelmedi mi demek gerekiyor. Dedi ve konuşmasını bu şekilde noktaladı. 

Paris (Tan-Sar) www.hodrimeydan.net
23.02.2017


22 Şubat 2017 Çarşamba

Derin Devlet:1 Trump:0

Trump seçildi ama henüz başkan olamadı! Etrafındaki çemberi yarıp dışarı çıkabilecek mi? Çember giderek daralıyor... Ya beyaz bayrak çekecek ya da ABD tarihinde ilk kez derin devlet sorgulanacak! Trump stratejisini açıkladı: “Önce Amerikan halkının refah ve mutluluğu, sonra ABD’nin küresel hegemonyası!” Bu keskin çıkışı nedeniyle seçildi...
TRUMP SAMİMİ Mİ?
Trump derin devlet ile didişirken, İsrail’in bir dediğini iki etmiyor... Atom için nötron ve proton ne ise ABD için derin devlet ve İsrail odur. Organik bir bağ var! İki ihtimal akla geliyor. Ya Hizbullah lideri Nasrallah’ın “ahmak” tanımlamasını ciddi ciddi düşüneceğiz ya da büyük bir strateji arayacağız. Bence Trump seçilmedi! Hillary Clinton kaybetti. Amerikan halkı derin devletin kuklası olan Clinton’ın Üçüncü Dünya Savaşı tetikçiliğini veto etti. Trump’ın yerine Kramp girse yine kazanacaktı!
DERİN DEVLETTEN TAM SAHA PRES!
Derin devlet, “başkan maşkan” dinlemiyor. Sustalı maymuna çevirdikleri Obama’ya, “35 Rus diplomatını istenmeyen adam (persona non grata)” ilan ettirdiler. Ukrayna ordusunu Rus ayrılıkçıların üzerine sürdüler. Denetim altında tuttukları kuruluşlar üst üste sahte raporlar verdi. Amnesty International (Uluslararası Af Örgütü), “Suriye cezaevlerindeki toplu infazları!” gündeme getirdi. Human Rights Watch (İnsan Hakları Kuruluşu), “Suriye’nin sistematik olarak klorin gazı” kullandığını yazıp çiziyor. Atlantic Council ( Atlantik Konseyi) düşünce kuruluşu, “Halep’teki savaş suçlarını!” dünyaya yayıyor...
Tam saha pres uygulayarak Trump’ın savunmasını bunaltan derin devlet, frikikten çatala gönderdiği gol ile üstünlüğü ele geçirdi. Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn’in nefes alışını bile izleyen derin devlet bombayı patlattı: “Flynn Rus Büyükelçi ile normal dışı görüşmeler yaptı!” Telefon görüşmesi yasa dışı olarak sızdırıldı. Mal bulmuş Mağribi gibi Amerikan basınının yüzde 95’i topa girdi. En çok okunan/izlenen medya organlarının sayfalarını/ekranlarını bu haberler süsledi. Olay Balyoz, Ergenekon günlerini anımsatıyordu. Flynn’in bir suçu (!) daha vardı. Emekli Korgeneral, Savunma İstihbarat Başkanlığı’ndan ayrıldıktan sonra El Cezire’ye deprem etkisi yaratan bir demeç vermişti: “Bu politikanın IŞİD’i her yönden güçlendireceğini bir raporla bildirmiştik!” Derin devletin kirli işlerini deşifre eden Flynn zaten hedefteydi.
TRUMP TAVIR ALAMADI!
Derin devlet kirli istihbarat ağlarını kullandı. Amerikan anayasasına aykırı olarak Başkan’a en yakın devlet görevlisini dinledi. Bununla da yetinmeyerek, konuşmayı basına servis etti. Peki, ne oldu? Trump bir yandan Flynn’i överken, diğer yandan onu görevden aldı. Böylece Trump ilk ciddi sınavında sınıfta kaldı. Gerçek bir lider gibi davranamadı! Psikolojik üstünlüğün derin devlete geçmesine dolaylı olarak izin vermiş oldu. Bunun “anayasal bir suç olduğunu, ABD devletini hedef aldığını” söylemeli ve büyük bir soruşturma açtırmalıydı. Ama o basına sızlanmayı yeğledi. Arkadaki kuklacıları görmezden gelerek, kukla gazetecilere saldırdı.
TÜRKİYE’YE NASIL YANSIR?
Bilindiği üzere Trump daha koltuğuna oturmadan derin devlet bir yasa çıkarttı. ABD’nin silahlı muhaliflere (terörist olarak okunmalı!) silah ve teçhizat vermesi yasal bir çerçeveye oturtuldu. Üstelik uçaklara karşı kullanılan stinger gibi kısa menzilli füzeler de bu kapsama alındı. Diğer bir ifade ile derin devlet kirli ve sinsi işlerinin faturasını Amerikan halkının sırtına yükledi. Bu kapsamda desteklenecek ilk silahlı muhalif grubun PYD ve silahlı kanadı YPG olacağı anlaşılıyor. Bu süreç başladı bile!
Irak’ta başlayan ve Suriye’de devam eden terör koridoruna ülkemizde verilen diğer isim, “ABD-İsrail Koridoru!” Bu nesnel olarak doğru bir tanımlama! Çünkü ABD’nin bölgemizdeki faaliyetleri daha çok İsrail’in çıkarlarına hizmet ediyor. Trump ise kendisini bütünüyle İsrail’e bağlamış görünüyor! ABD’nin geleneksel Filistin ve İran politikalarını bile çöpe atmaya hazır! ABD tarihinin en karanlık siyasetçisi Senatör John McCain 20 Şubat günü Ankara’daydı. Teröristlerle çekilen görüntüleri internet sayfalarını süslüyor... Suriye yıkımının baş sorumlusu! Ankara, Trump’a göz kırparak bölgedeki çıkarlarını savunamaz! Sadece İran düşmanlığı üzerinden ABD-İsrail çıkarlarının dolaylı destekçisi olur; kendini yakar!
Soner POLAT
Aydınlık/22.02.2017

Bahçeli, Perinçek’i Niye Hedef Seçti?.

Yakın tarihimiz...
Doğuşlar..
Yeniden doğuşlar...
Ve tükenişler tarihidir.
Derslerle doludur.
***
1980-90 dönemi...
Turgut Özal’lı yıllar.
ANAP dönemi de diyebiliriz.
10 yıl bile sürmedi.
Küreselleşmenin hem başlangıcı...
Hem de ilk iflasıdır bu.
***
1991-2002 dönemi...
Siyasetin değirmeni fazla mesai yaptı.
Eskisi yenisi... Sağcısı solcusu İslamcısı...
5 lideri birden öğüttü.
Süleyman Demirel.
Tansu Çiller.
Necmettin Erbakan.
Mesut Yılmaz.
Bülent Ecevit.
İktidarda 4 yıl bile dayanamadalar.
Partileri de silindi. Kendileri de.
***
“Ara” bir dönemdir bu.
Siyaset, bütün rezervlerini kullandı.
Sistem içi bütün birikimini harcadı. Hepsi tükendi.
Bu da: Küreselleşmenin ikinci iflasıdır.
(Not: “Ara” dönemler “farklı”nın hazırlık yaptığı yıllardır.)
***
Zaten: 2002 sonunda “farklı” bir dönem açıldı.
Sistemin “yedek”leri oyuna girdi.
Tayyip Erdoğan-Fethullah Gülen koalisyonu kuruldu.
İslamcı bir koalisyon.
Batının da desteğiyle.
Üç damar birleşmişti.
Bir: Tercüme İslamın birikimi (AKP).
İki: Tasavvuf İslamının söylem gücü (Cemaat).
Üç: NATO Gladyosunun operasyon yeteneği (FETÖ).
(Not: FETÖ, Cemaat’in çekirdeğidir.)
***
Şimdi de bir “ara” dönemdeyiz.
Yeni bir “farklı” dönemin başlangıcı.
17-25 Aralık’ta (2013) girdik.
İktidar koalisyonu parçalandı. Kavga başladı.
Zaten çatlamıştı (7.2.2012 MİT ifade kriziyle).
***
15 Temmuz 2016: Yine bir NATO darbesi.
Temel araç: FETÖ.
Dikkat: “Din”in ilk kez yeri değişti. “Av” değil “avcı”ydı.
Özel amaç: Erdoğan’ı devirmek.
Genel amaç: Türk devletine ve TSK’ya el koymak.
***
Erdoğan, “darbe”nin ardından iki tutum alır.
Önce: Geniş cephecidir.
Söylemi, FETÖ ve PKK’ya karşı “Yenikapı ruhu”dur.
Sonra: Kendi cephesini daraltır.
Formülü bellidir: AKP + MHP’nin muhafazakâr kanadı.
Türkiye, “başkanlık” referandumuna böyle gidiyor.
***
İslamcılıkla milliyetçi muhafazakârlığın ittifakı yeni değil.
1960’larda denendi.
O zamanki adı milliyetçi-mukaddesatçılıktı.
“Komünizmle mücadele” dernekleri böyledir.
Orta sağın şemsiyesi altındaydı hepsi.
***
Bu cephe kısa zamanda bileşenlerine ayrıldı.
Milliyetçilik: MHP ile kendi partisini örgütledi.
Mukaddesatçılık: Necmettin Erbakan kendi bayrağını açtı.
MNP (Milli Nizam Partisi) ve Milli Selamet Partisi ile.
***
1970’lerde Milliyetçi Cephe olarak toplumun karşısına çıktılar.
Bileşenleri tanıdıktı.
AP (Adalet Partisi). MSP ve MHP.
Yürümedi.
***
Turgut Özal, 12 Eylül’den sonra yeni bir deneme yaptı.
İddiası: Dört eğilimi birleştirmekti (Orta sağ, milliyetçilik, İslamcılık, orta sol).
Özal’ın ANAP’ında “orta sol” sadece kenar süsüydü.
Dördüncü ortak başkasıydı: Amerikancı liberaller.
Yukarıda yazdım: Özal tecrübesi kısa ömürlü oldu.
***
Erdoğan’ın yeni denemesi “iş” yapar mı?
Önceki tecrübelere bakılırsa: Uzun sürmez.
Zaten ortağı Devlet Bahçeli de bir “işaret” verdi.
Parti grubunda şaşırtan konuşmasını yaptı:
“Eğer Doğu Perinçek ve hayırcı yoldaşlarıyla Recep Tayyip Erdoğan arasında bir tercih hakkımız olursa, kesinlikle ve istisnasız Sayın Erdoğan’ı tercih edeceğimizi herkes bilmeli ve kafasına sokmalıdır” (7.2.2017).
***
Beklenirdi ki, Bahçeli hedefe FETÖ ve PKK’yı koysun.
Fakat o, “kutup” olarak Perinçek’i seçti.
Türk siyasetinde yeni mevzilenmeyi böyle okudu: Bir tarafta Erdoğan vardı, karşısında ise Perinçek.
***
Soru şu: Bahçeli niye böyle konuştu?
İslamcı bir dostum: Siyasette sismograf gibidir.
Sarsıntıları erken okur.
Bazen planlamacıdır. Türk siyasetinin bilinen isimleriyle.
Çoğu kez yorumcu.
***
O da Bahçeli gibi düşünüyor.
Hemen her buluşmamızda konuşuyoruz.
Özellikle 15 Temmuz’dan itibaren.
Bugüne kadar özellikle yazmadım.
“Kendi camiasını övüyor” demesinler diye.
***
15 Temmuz’dan hemen sonraki ilk değerlendirmesi.
“Siyasette iki parti kaldı:
Biri darbeyi halk önledi diyen (AKP).
Diğeri TSK’nın rolüne vurgu yapan (Perinçek).”
***
Sonraki günler.
Konu: Dış siyaset.
Görüşü: “Türkiye’nin dış siyasetini artık Vatan Partisi götürüyor.”
***
Genel durum.
Görüşü: “Karargahlar dağıldı. Erdoğan’ın da yok. Bir tek Vatan Partisi kaldı.”
***
Başkanlık.
Görüşü: “Erdoğan sezgileriyle götürüyor. Vatan Partisi siyaset yapıyor.”
***
Bahçeli’nin Perinçek çıkışı:
Görüşü: “Birinin bunu söylemesi lazımdı.
Bahçeli gerekeni söyledi.
Erdoğan da böyle düşünüyor.
Fakat o söyleyemezdi. “
***
Referandum sonrası öngörüsü: “Referandumdan sonra Erdoğan’a karşı olanların gideceği bir tek yer kaldı: Vatan Partisi.”
Hele “evet” çıkarsa.”
***
Uyarıları: “Bir potansiyele dikkat çekiyorum. Marifet, kuvvete çevirmek.”
“Vatan Partisi’nin sorunu şeffaf olmamak. Güven vermesi lazım.”
***
Son iki not:
Bir: Muhatabım, Vatan Partisi ve Perinçek’e sempatiyle bakmaz. Çoğu kez eleştirir.
İki: Bunlar olmuş bitmiş şeyler değil. Sadece tespittir. Bazı çevrelerde kuvvetle dile getirilen.
Rafet BALLI
Aydınlık/10.02.2017