30 Eylül 2017 Cumartesi

Milli Devlet Hamaset Değil Bir Örgüttür


Milliyetçiliği aşağılamanın ilk cümlesi; milliyetçilikle inanç ve hamaseti eşdeğer tutmaktır. Sanki milliyetçilik duygusallıktan ibaret ve hiçbir gerçekçi temeli olmayan bir şeymiş gibi algılatılmaya çalışılır.

Oysa milli devlet veya ulus devletin bilimsel ve haklı temelleri vardır.

Sanayi devrimleri, halkları din veya inanış temelinde değil, sanayi devriminin gerekleri çerçevesinde örgütlemiştir.

Milli devlet çağdaş bir örgüttür. Milli devletlerin sonu gibi ifadeler, emperyalizmin milli devletleri talan stratejisinde kullandığı ifadelerdir.

Mili devlet büyük bir örgütlenme modelidir. Bir örgütlenme biçimidir. Öyle emperyalizmin ağababalarının dediği gibi, modası falan geçmemiştir. Çin ulus devlettir. Rusya ulus devlettir.

Milli değerler bu örgütlenmenin bağlayıcı unsurlarıdır. Geçmişin yenilgileri (travmalar) veya zaferleri halkı bir arada tutan bağlardır. Birlik inancının destekleyicileridir.

Esas olan bu bağlardan ziyade milli çıkarlardır.

Milli çıkarlar dediğimizde; toplumun milli devlet aracılığıyla çıkarlarının korunup kollanmasıdır. Güvenliğidir.

Güvenlik ürettiğimizin güvenliğidir. Milli devlet, bu güvenliği, kurduğu organizasyonlarla, koruyup güçlendirmekle görevlidir.

Üretimin güvenliği milli pazarın güvenliğidir. Siz milli pazarların güvenliğini sağlayamazsanız, ürettiğiniz ürünün güvenliğini sağlayamazsınız.

Bu günlerde, milli devletin zaafı, ulusal pazarların yaban ellere kolayca kullanılmasına açılmasındandır.

Ürettiğimizin pazarını koruyamayınca, milli devletin ulus devletin güvenliğini sağlamada güçlük çekiyoruz.

Küreselleşme saldırılarında ilk hedefe konulanın milli devlet olması bundandır.

Milli devlet dağıldığında, örgüt dağıldığında örgütün üyelerinin çıkarları da dağılır.

Milli pazarların güvenliğinin sağlanması, milli güvenliktir. Bir inancın veya ideolojinin güvenliği değildir.

Güvenlik birçok unsuru bünyesinde örgütler. Başta ordudur. Emperyalizmin Balyoz ve Ergenekon saldırılarıyla, ulus devletin ordusuna saldırmış olması bundandır.

Sanayi toplumlarında, halkların birliğini sağlayan ortak çıkarlarıdır.

Milli devletin içinde yaşayan tüm insanların çıkarıdır. Güvenlik denilen şey; o insanların çıkarlarının güvenliğidir.

Bu sebepten ortak çıkarlar din veya bir ideoloji değil, halkın tümünün çıkarlarıdır.

Milli devlete karşı herkes, ulusal pazarların korunup kollanmasından sorumludur.

Güvenlik bir inancın veya bir ideolojinin güvenliği değildir. 

Küreselleşme ile ulus devlete yapılan ilk saldırıların “milli çıkarlar” üzerinden yürütülmesi bundandır.

Özelleştirmeler yoluyla milli çıkarların belli bir egemen çevrenin çıkarları şekline dönüştürülmesi; milli çıkarlar dendiğinde, halkın çıkarlarından ziyade egemen çevrelerin çıkarlarının anlaşılması, halkımızda birlik fikrini zayıflatmıştır.

Geçen süre zarfında anlaşıldığı gibi milli devleti yıkmak isteyenler, özelleştirmeleri ve kuralsızlaştırmaları bir araç olarak kullanmışlardır.

Özelleştirmelerle devşirilen işbirlikçiler, milli devleti savunmak yerine yabancı ortağını savunur konuma gelmiştir.

İşbirlikçi devşirme faaliyeti sadece maddi çıkarla sürdürülecek bir faaliyet değildir.  Siyasal alanla bu faaliyetlerin bütünleştirilmesi gerekir.

Tarikatlar, dini örgütlenmeler kullanılıp, halkı bir arada tutan laiklik bertaraf edilince, emperyalizm toptan saldırıya geçmiştir.

Bugün Suriye’nin kuzeyinden ve Irak’ın kuzeyinden yeni saldırıların baş göstermesi, emperyalizmin milli devleti büyük ölçüde zaafa uğratmasındandır.

Başka bir deyişle, birliği sağlayan ordu ve laiklik gibi unsurlar zaaf içinde olduğundan, milli devletin çıkarları yeterince güvence altında olamıyor.

Yusuf Kaplan’ın dediği gibi zafiyetin sebebi, milli devlet ve laiklik değil, bilhassa milli devlet ve laiklik yaralı olduğundandır.

Bülent Esinoğlu
ulusal.com.tr /24.09.2017

29 Eylül 2017 Cuma

ŞERİF MARDİN'İN ARDINDAN 3

Şerif Mardin ve Nurculara Kanat Germenin Anlamı

Sosyolog Şerif Mardin öteki dünyaya göçtü. Bu dünyada kalanlara esaslı bir görev düşüyor; Şerif Mardin odaklı bir muhasebe yapmak. Gazeteci Taha Akyol’un bizde sosyal bilimlerin en büyük birkaç isminden biridir. Dünyada sosyal bilim çevrelerinde onun kadar tanınmış ve onun kadar referans yapılan başka bir sosyal bilimcimiz yoktur” ( Hürriyet, 9.2017) diye tanıttığı Şerif Mardin, Akyol’un iddiasından farklı nedenlerle de olsa, sosyal bilimler alanında, özel bir yer işgal ediyor. 1980’li yıllardan itibaren “sosyal bilimler” dünyamızı Prof. Şerif Mardin kadar derinden etkileyen bir başka akademisyen-yazar bulmak zordur. O nedenle, bu muhasebe önemlidir.

Aslında sorgulama , “Türkiye bu günlere nasıl geldi?” “Üniversite neden bu kadar suskun ve şaşkın?” sorularının yanıtlarını da içinde barındırıyor.

Binlerce insanın FETÖ soruşturmalarında yargılandığı koşullarda Nurcuların Akamediya’daki başlıca hamisinin devlet katında saygınlığını koruması ülkemize özgü ilginç bir paradokstur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2016 yılında TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) ödülünü Külliye’de Mardin’e takdim etmesi ancak ölümünde sessiz kalışı ile Davutoğlu’nun cenazeyi omuzlayanlar arasında ilk sıraya yerleşmesi üzerinde ayrıca durulmalıdır. Şerif Mardin’le ilgili her şey, akademik kisveli olsa, da özünde siyasal-ideolojiktir.

PROF. ŞERİF MARDİN KİM?

Sağcısıyla-solcusuyla sosyal bilimcilerin yakından tanıdığı Prof. Mardin’i dergi okurları için kısaca tanıtalım.

1927’de İstanbul'da doğan orta öğrenimini ABD’de tamamlayan Mardin akademik yaşamının büyük bölümünü de ABD’nin iddialı üniversitelerinde geçirdi; Stanford Üniversitesi Siyasal Bilimler Bölümü mezuniyetinin ardından lisansüstü eğitimini Johns Hopkins Üniversitesinde tamamladı. Zaten bir ayağı hep ABD’de oldu.

Doktorasını Stanford Üniversitesi'nde Hoover Institute'de “The Young Ottoman movement: a Study in the Evolution of Turkish Political Thought in the Nineteenth century” ( Genç Osmanlı Hareketi) başlıklı tezle savundu. Aynı tezin genişletilmiş halini 1962 yılında Princeton University Press'ten "The Genesis of The Young Ottoman Thought" adıyla bastırdı. Konu üzerindeki çalışmalarını 1964 yılında çıkan diğer eseri "Jön Türklerin Siyasi Fikirleri: 1895-1908" ile taçlandırdı. Bu iki çalışma sonraki çalışma alanını tayin etti ve Türk Modernleşmesi sorunsalını genişleten makale çalışmalarını sürdürdü.

1954-1966 yılları arasında dönemin liberal dergisi Forum'da yazarlık yaptı.

Ankara Üniversitesi SBF’de 13 yıl ders verdikten sonra Boğaziçi Üniversitesi' nde İktisadi İdari Bilimler Fakültesi'nin Dekanlığını ve Sosyoloji Bölümü Başkanlığı yaptı (1973). Daha sonra yaklaşık 13 sene Washington'daki American University'de İslam Araştırmaları Merkezi Başkanlığını yürüttü. Sonra Türkiye'ye Sabancı Üniversitesi'ne Tanzimat Dönemi Türk Düşüncesi hakkındaki çalışmalarını geliştirecek bir programın başına döndü. Son görev yeri Şehir Üniversitesi imiş. Öz geçmişinde bunlar yazıyor. Bu öz geçmişe 1994’de Cem Boyner ve arkadaşlarının oluşturduğu Yeni Demokrasi Hareketi içindeki girişimi de eklenmelidir. YDH girişimi, Şerif Mardin’in açıkça taraf olduğu tek siyasal etkinlik olarak anımsanacaktır.

Uzun yıllardan beri siyaset ve düşün dünyamızın içinde yer alan Şerif Mardin gençliğinde fazla ilgi görmedi. Esas yükselişi 1980’ler yani Türkiye’nin düşün hayatının Evren-Özal öncülüğünde muhafazakarlaştırıldığı yıllardır.

Mardin islam-islamcılık-Nurculuk-Cumhuriyet vb. gibi 20. yüzyıl Türkiye’sinin fay hattının üzerinde hem ABD’de hem de Türkiye’de kamp kurdu. O yılları yaşayanlar bilir: Muhafazakarların en büyük düşünsel eylemlerinden biri Bediüzzaman adı ile tanınan Said-i Nursi’nin meşrulaştırılması çabalarıdır. Nurcular çeşitli etkinlikler düzenleyerek Bediüzzaman’ın ne kadar büyük bir düşünür olduğunu anlatmaya çalışıyorlar, Cumhuriyet’in oldukça marjinalleştirdiği Nurcular dertlerini anlatacak meraklı arıyordu.

Nurcular, devletin çeşitli kademelerine sızarak ardından Belediyelere yönelerek Bediüzzaman toplantıları düzenlediler. Bunları Üniversitelerdeki toplantılar izledi. Şaşkın liberal medya bu eylemleri sürekli yüceltti. Çünkü Nurcularla-liberaller Kemalist devlete yani Cumhuriyet’e karşı mücadelede el birliği içindeydiler. Şu kadarını hemen belirteyim: Şerif Mardin’in Bediüzzaman kitabı ( İletişim Yayınları) son yıllarda İdris Küçükömer’in “Düzenin Yabancılaşması” kitabına benzer biçimde sosyal bilimler alanında en çok öne çıkartılan belli çevrelerce bilerek yüceltilen başlıca kaynaktır.

Nurcular Şerif Mardin’i kalkan olarak kullandılar, Mardin’in yüceltilmesi kaçınılmaz olarak Nurculuğun yüceltilmesi anlamına gelecekti.

Şerif Mardin’in “Bediüzzaman Said Nursi Olayı” adlı kitabı, Nurcular için hem bir kalkan hem bir can simidiydi. Amerika görmüş, üstelik medyanın pohpohladığı modern Batılı görünümlü koskoca sosyoloji profesörü Bediüzzaman’ın üzerine eğildiğine göre, Nurculurın mesajları önemsenmeliydi.

Mardin kalkanı Nurcuların çok işine yaradı. Şerif Mardin’in tam üç kez reddedilen TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) üyeliği sonunda gerçekleşti.

Mardin ve Nurcular o noktaya da adım adım ulaştılar. 1993’de ODTÜ Prof. Dr. Mustafa Parlar Eğitim ve Araştırma Vakfı Yılın Bilim Adamı Ödülünü alması önünü iyice açtı. Arkası geldi. Uzun yıllar içine sokulmadığı TÜBA :ilim Ödülü’nü 2016’da Cumhurbaşkan Erdoğan’ın elinden Külliye’de aldı.

Şerif Mardin’in ABD ve Türkiye ayaklı siyasal-düşünsel etkinlikleri böylece özetlenebilir.

MAHALLE BASKISI MI, KEMALİZM - DEVRİM DÜŞMANLIĞI MI?

Mardin’in ölümünün ardından gazetelerde çıkan yazılarda ve haberlerde Mardin’in geliştirdiği “Mahalle baskısı” kavramı öne çıkartıldı. “Mahalle baskısı” kavramı Mardin’den geriye kalan şeylerin en masumudur.

Şerif Mardin kaleme aldığı “Bediuzzaman Sait Nursi Olayı”, “Türk Modernleşmesi”, “Türkiye, İslam ve Sekülerleşme”, “Türkiye’de Din ve Siyaset “ vb kitaplarında Cumhuriyet’in laiklik anlayışına karşı çıkarak,“Tarikatlara ve cemaatlere özgürlük” fikrini işlemiş, onları toplumsal sistemin içine, tepesine taşımaya çalışmıştır. 

Türk toplumunu Merkez-çevre ilişkisi içinde değerlendirerek, çevreyi kollamaya çalışmıştır. Bu yaklaşım içinde merkez yöneten, şekillendiren güç, çevre ise yönetilen kitlelerdir. Mardin’e göre daha demokratik bir toplum için merkezi zayıflatmak, çevreyi güçlendirmek gerekir. Bu liberal-batıcı aydının Prens Sabahattin’den beri önünüze koyduğu reçetedir. 

Oysa en basit bir gözlem bile, Türk toplumunun Ortaçağın tasfiyesi ve çağdaşlaşma çabalarında merkezin ne kadar can alıcı bir rol oynadığını ortay koyar.

Bu anlamda Şerif Mardin’i 90’lı yıllara ve sonrasına damgasını vuran “II. Cumhuriyetçilik” dalgasının başlıca teorisyeni olarak görmek gerekir. Sıkça halk lafını eden, aslında halktan tümüyle kopuk, aristokrat kökenli Şerif Mardin’in Nurcuların- liberallerin dört elle sarıldığı düşünce sisteminin temel unsurları şunlardır.

Şerif Mardin, Said Nursi'yi abartılı tanımlamalarla güzelleştirmekte ve akıllara durgunluk veren bir Said Nursi portresi ortaya çıkartmaktadır.

Şerif Mardin'e göre, Nursi önemli bir entelektüeldir.

Şerif Mardin'e göre, Nurculuk örgüt/tarikat değildir; İslami sivil toplum kuruluşudur.

Şerif Mardin'e göre, Nurculuk İslam bağnazlığının hantallığını yok etmek istemektedir, yani bir modernleşme hareketidir. Mardin Nurculara yeni yükümlülüklerini” ısrarla hatırlatır: “Manevi canlanışla ilgili bir dizi hareket, modernleşme ile paralel yerel kökenlerini aşıp dünya sahnesine adım atıyor, Nurculuğun modern akımlardan birini oluşturduğu söylenebilir.”

Şerif Mardin’e göre laikliğin tartışılmasından korkmamak gerekir.

Şerif Mardin’e göre Kemalizm sığ/kuru bir ideolojidir. Bu ideoloji topluma iyi, güzel, doğru hakkında hiçbir şey vermemiştir. ( 23 Mayıs 2008 günü, İstanbul Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda SORAR 'Sosyal Sorunları Araştırma ve Çözüm Derneği' tarafından düzenlenen gazeteci Ruşen Çakır’ın yönettiği “Prof. Şerif Mardin: Mahalle Baskısı, Ne Demek “ konulu toplantıdan; rusen@rusencakir.com )

NURCULUK FETÖCÜLÜK

Şerif Mardin hakkında bir hesaplaşma/sorgulama gerçekçi olmak durumundadır.

Bu açıdan Mardin’in “Bediüzzaman” tahlilinin özellikle muhafazakar ve liberal çevrelerde büyük bir fikri kargaşa yarattığını, büyük bir ideolojik kargaşaya yol açtığı teslim etmek gerekir. Mardin Cumhuriyet karşıtlığının fikir babasıdır.

Yarım yüzyıla yakın devlet içinde gizli örgütlendikten sonra 15 Temmuz 2016’da Cumhuriyet’e karşı silahlı bir kalkışma girişiminde bulunan Fethullah Gülen’in tarikatının kaynağında Nurculuk olduğunu sağır sultan bile duydu. Soru şu; Şerif Mardin bu yükselişin neresindeydi?

Araştırmacı gazeteci Soner Yalçın’a göre Mardin’in Nurculuk’la ilgili görüşleri esas FETÖ ile ilgilidir. Yalçın’a göre “Şerif Mardin, Said Nursi'ye methiye dizdi; ama okuyan bunun gündemdeki Fethullah Gülen ve Cemaat övgüsü olduğunu bal gibi biliyordu. “Kızım sana diyorum gelinim sen anla!”

Şerif Mardin'in alt metni Gülen'e meşruiyet yaratma çabasıydı. (Mardin’in kitabıyla) Türkiye fikir hayatında modernizm ve sivil toplumculuk gibi benzer kavramlar FETÖ'yü merkeze alarak “moda” yapıldı. Amaç; salt kimi köşe yazarlarını etkilemek değil, cumhuriyet rejimini ikna etmekti!

Sonuçta, ABD patentli bu fikir kırıntısıyla (ve Abant Toplantıları ile) FETÖ'ye teorik zemin yaratıldı. Şerif Mardin'in alt metni Gülen'e meşruiyet yaratma çabasıydı.” (ODATV, 2.2.2017)

Mardin’in kafadarları da yazarın kimliği hakkında ipuçları veriyor. Yukarıda belirtildi, Davutoğlu’nun cenazeye koşması bir küçük rastlantı mıdır?

Nur Cemaati’nin yayın organı Yeni Asya gazetesinin Prof. Dr. Şerif Mardin’ i “Bediüzzaman için bedel ödedi” manşetiyle uğurlaması (Yeni Asya, 8.9.2017) da bir küçük rastlantı mıdır? Hala Ergenekon tertibi öncesindeki havasını sürdüren , her taşın altında bir “darbeci” bulan Yeni Asya aklımızla alay mı ediyor? Cumhurbaşkanının elinden ödül almak mıdır bedel ödemek?

Taha Akyol Sabancı Üniversitesi’nin Mardin’in bütün yazılarını bir araya getirip yayımlamasını öneriyor. ( Hürriyet, 9 Eylül 2017) Aynı sıralarda Alman İstihbarat Örgütleriyle iç içe Berlin’de “Ermeni Soykırımı” sempozyumlarına katılmayı planlayan, YÖK’ün baskısı üzerine geri adam atan Sabancı Üniversitesi’nin Şerif Mardin’e yakınlığı üzerinde de durulmalıdır.

Sonuç: Yukarıda belirtildi. Şerif Mardin’in “Nurcuların önünü açan Bediüzzaman kitabı" , ne yazık ki, Akademiya’da, düşün hayatımızda son 30 yılda özel bir yere kondu, orada korundu. “Cumhuriyet’in aşırılıklarına karşı mücadele”, “halktan kopukluk laiklik” vb. argümanlarına sarılanlar için Şerif Mardin büyük bir kalkan oldu.

Sonuç ortada: İslam gibi büyük alimler, mutasavvuflar yetiştirmiş bir dinin “modernleşme” bahanesi altında FETÖ gibi “kanaat önderleri” ne, siyasal önderlerin yönlendirmesine teslim edilmesinin sonuçları ortadadır. Papa’nın Vatikan’da kabul ettiği, sığındığı Pennsylvania’daki gecekondu görünümlü odasından sağa sola beddualar yağdıran, TC ile ABD arasındaki ilişkilerde kilit rol oynamaya çalışan kişiyi/kişileri toplumun içine salan, tepesini taşıyan aydınları Türk toplumu iyi tanımak zorundadır.

Akademiya’nın kafa karışıklığının temellerini de burada aramak gerekir. Mardin’in TÜBA’ya üyeliğini 3 kez engelleyen değerli hocalarımızın önü kesilirse, meydan Mardin’lere, Mardincilere kalır. TSK’yı “Ergenekonculardan temizleyelim” diyenlerle Üniversiteyi “Kemalistlerden temizleyelim” diyenler, aynı değişmene su taşıyorlar.

Akademiya Cumhuriyet’e sarılmak için Şerif Mardin’le, Mardinlerle hesaplaşmak zorundadır.

Cüneyt AKALIN
aydinlik.com.tr/17.09.2017

Fetullah'ın Arşivcisi Anlattı: Gülen Gizli Mesajlarını Böyle Veriyor!



Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve bazı MHP'li milletvekillerine yönelik "Kaset kumpası"na ilişkin hazırlanan iddianame tamamlandı. 171 şüpheli hakkında hazırlanan iddianamede "kaset kumpası"nın nasıl kurulduğunun yanı sıra FETÖ'nün gizli haberleşme taktiklerine ilişkin de önemli bilgilere yer verildi. 30 yıl boyunca FETÖ'nün içinde bulunan, Gülen'in vaazlarını deşifre ederek örgüte yayan ve Altunizade FEM dersanesinde kaset arşivi oluşturan Hasan Polat'ın çarpıcı itirafları iddianameye girdi.

ESKİ TAKTİK: RÛBERÛ

"Fetullah Gülen'in, örgüt mesuplarına, en güvenli ve eskiden beri kullanılan "rûberû" denilen yüz yüze görüşerek talimatlar verdiği gibi Samanyolu Televizyonundan yayınlanan dizilerle, gazete ve dergilerle yayınlanan yazıları ya da internettte yayınlanan konuşmaları ile de bu talimatları vermektedir" denilen iddianamede, örgüt terminolojisi ile yıllarca yetiştirilen yetkin örgüt mensuplarının Fetullah Gülen'in yazılarında ve konuşmalarında yer alan örgütsel talimat şeklindeki sübliminal mesajları kolayca anladığını ve ilgili örgüt birimine ilettikleri belirtildi.

FETULLAH ARŞİVCİSİNİN İTİRAFLARI

Tanık Hasan Polat'ın, örgüt içerindeki görevi nedeniyle Gülen'in verdiği sübliminal mesajları iyi bildiği ifade edilen iddianamede, Polat'ın 17 Ocak 2017'de verdiği ifade şöyle yer aldı:

"15 Temmuz'dan önce ve örgütün medya organları kapandığı tarihe kadar Gülen’in mesajları Samanyolu TV'de diziler, gazete ve Aksiyon dergileri gibi medya organlarında köşe yazıları veya yazı dizileri tarzında işlenerek toplumsal algı oluşturulmuştur. Örgütün operasyonel birimleri oluşturmak ve yönetmek istedikleri bir süreci Gülen'den aldıkları talimat doğrultusunda fikir alt yapısını oluştururlar. Sonra Ergenekon-Tevhidi Selam- MİT TIR'ları ve kaset davalarında olduğu gibi örgütün bütün birimleri devreye girerek kendi alanlarında çalışmalar yaparlar. Emniyet birimleri delil toplar, yargı birimleri dava açar, medya organları diziler, yazılar ve kendilerinden olmayan köşe yazarları da dahil algı operasyonu yaparlar. Toplum nezdinde iyice kanaat oluşturduktan sonra da operasyonlara girişirler.

İşte bütün bu çalışmaların üzerine örgüt tabanına yönelik mesajlar Gülen’in sohbetlerindeki sübliminal mesajlar ile gelir. STV'de Kollama dizisinde Karanlık Kurul'da alınan kararlar işlenirken aynı hafta gülen haftalık sohbetinde Karanlık Kurullar kelimesini kullanır. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde olduğu gibi Ekmeleddin İhsanoğlu'nu desteklemek amacıyla söylemlerinde 'İman-ı Ekmel, İhlas-ı Ekmel, İslam-ı Ekmel' diyerek Ekmel kelimesi ile kimi desteklediğini ve tabanın kimi desteklemesi gerektiği mesajını verir.

TÜRKİYE YAPILANAMSI UYUYAN HÜCRE MODUNA GEÇTİ

15 Temmuz'dan sonra örgütün yurt dışı yapılanması ve haber ağı aynı şekilde çalışmaya devam etmiş, yurt içi mesajlar ancak haftalık sohbetler ile verilebilmiştir. Türkiye yapılanmasındaki bütün kıdemler ve konumlar iptal edilmiş ve Türkiye yapılanması uyuyan hücre moduna geçmiştir.

Bu mesajların çözümlenmesi konusunda İslami Literatürün (Kuranı Kerim, Hadisler ve Risalei Nur ) çok iyi bilinmesi gerekir. Çünkü sosyal müçtehid seviyesinde bilgiye sahip olan Fetullah Gülen mesajlarını tamamen dini terminoloji üzerinden vermektedir. Örgüt terminolojisi ile yıllarca yetiştirilen örgüt mensupları verilen sübliminal mesajları kolayca anlamakta ve hayata geçirebilmektedir. Şu anda ABD'de Pensilvanya'da her hafta Gülen'in yapmış olduğu sohbetlerde vermiş olduğu mesajları çözümleyebilecek uzman seviyesinde birkaç isim vardır. Bu kişiler: Ahmet Keleş, Selim Çoraklı, Latif Erdoğan gibi isimlerdir. Bu mesajları örgüt yapılanması içerisinde bölge imamı, bölge talebe sorumlusu ve onların üzerinde görev yapan birim sorumluları rahatlıkla çözebilirler. Fetullah Gülen’in 17-25 Aralık sürecinden sonra mesajlarını öncelikli olarak 'İrşat ekibi' denilen eski imamlardan altmış yaş civarında yüz kişiye yakın insanla şifahi olarak dünya geneline ulaştırmaktadır. Birim sorumlularına il ve ülke sorumlularına ulaşan bu mesajlar her ülkenin kendi şartları doğrultusunda yorumlanarak kendi tabanına indirilmektedir. 15 Temmuz'a kadar Türkiye yapılanmasına da bu şekilde iletilen mesajlar darbe sonrası tamamen kesilmiş Türkiye'deki yapı uyuyan hücreler haline dönüşmüştür.

KİŞİLERİN KODLARI

Gülen’in 21 Temmuz 2016 tarihinde başlayıp darbe sonrası her hafta bir kere yaptığı sohbetlerde verilen sübliminal mesajlar ise talimattan daha ziyade tabanı bir arada tutabilmek, tutuklanan örgüt mensuplarına bazen moral vererek bazen de tehdit ederek çözülmelerini engellemek hedefine yöneliktedir.... Genel anlamda Gülen bu mesajlarda kendisini peygamberle, cemaati sahabeler ile özdeşleştirerek hem cemaatin kendisine olan bağlığını devam ettirmek ister hem de cemaatle uğraşan devlet yetkililerinin sahabe ile uğraşan Ebu Cehil'ler olduğunun mesajını vermiş olur. 

Sohbetlerde sıkça geçen yalı, villa, saray, filo, makam arzusu, istikbal sevdası, alkışlanma arzusu gibi terimler ve Firavun, Nemrut, Yezit, Saddam, Kaddafi, Hitler, Romler, Führer gibi kavramların tamamını Recep Tayyip Erdoğan için kullanır. 

'Mezopotamya' halkları derken Kürtleri, 'Kapadokya sakinleri' derken askerleri, 'beyindeki nöronların uyandırılması' derken uyuyan hücreleri, 'fedailer', 'adanmış ruhlar', 'dava adamları' derken de kendisine bağlı olanları kasteder. 

Türkiye ve Dünyadaki siyasal gelişmeleri olmuş olayları veya bazen de olmasını bekledikleri süreçleri sübliminal mesajlar şeklinde dini motifler üzerinden sohbetlerinde anlatır. Sohbetlerin yüzde sekseni dini sohbetler tarzında olup ana mesajlar genelde yüzde yirmi içerisindedir. Mesela bir sohbette 'topal arkadaş' derken örgüt tabanının tanıdığı bir ayağı topal olan Latif Erdoğan’ı kast eder. Mesela 'bir villaya satılan adam' derken Ahmet Taşgetiren’i, 'paraya makama satılan adam' derken Hüseyin Gülerce’yi, 'zayıf fıtratlar' ve 'kalleşler' derken de itirafçıları kast eder."

aydınlık/29.09.2017

2002 yılında FETÖ ile ilişkisini kestiğini belirten Hasan Polat, TBMM 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu'nda da açıklamalarda bulunmuştu.

"Okyanus Ötesinden Söylenen Sözü İnandırıcı Buluyorum" diyen Baykal'ın Kaseti Bylock'tan Çıktı




Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) elebaşı Fetullah Gülen'in de aralarında bulunduğu 171 şüpheli hakkında 8 ayrı suçtan hazırlanan iddianamede, şüphelilerin örgütün kriptolu haberleşme programı ByLock kullanımına ilişkin bilgiler de yer aldı.

Şüphelilerden 118'inin ByLock kullandığı belirtilen iddianamede, Baykal'a ait olduğu iddia edilen görüntüleri, yazarlık yaptığı haber sitesinden yayımlamasını sağladığı ifade edilen Yener Dönmez'in de ByLock'u aktif şekilde kullandığı belirtildi.

Dönmez'in, 11 Ağustos 2014 tarihinden itibaren telefonunda FETÖ'nün kriptolu haberleşme programı ByLock'u kullandığı ve "mithatsari", kullanıcı adıyla 98 kez ByLock programına giriş yaptığı kaydedildi. Bu program üzerinden Dönmez'in 155 mesaj aldığı, 250 mesaj gönderdiği, 52 mail hareketinin bulunduğu, gelen arama sayısının 3, giden arama sayısının da 7 adet olduğu belirlendi.

Ayrıca ByLock kullanıcıları Ayşegül Yurt, Cevheri Güven, Refik Palanga, Mustafa Sağlam ile ortak grup üzerinden irtibat kuran Dönmez'in, FETÖ'nün üst düzey yöneticilerinden firari sanık Hamdullah Bayram Öztürk ile 2010'da 5 kez telefon görüşmesi yaptığı bilgisi yer aldı.

Dönmez'i ByLock'ta ekleyenlerin, "soner", "sonerr" ve "soner bey" gibi farklı isimlerle kaydettikleri belirtilen iddianamede, Dönmez'in örgüt içinde "Soner" kod ismini kullandığı ifade edildi.

İddianamede, Ankara İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli şüpheliler Kaan Özyiğit, Özgür Türker, Mustafa Koparan, Selim Yasdıbaş ve Rüstem Atik'in usulsüz bir şekilde elde ettikleri özel görüntüleri FETÖ'nün amaçları doğrultusunda kullanılmak üzere şüpheli Cevheri Güven'e ulaştırdıkları belirtildi.


Baykal'ın görüntülerini yayınlayan Yener Dönmez


Güven'in de görüntüleri yayımlaması için birçok haber portalına ulaştırdığı ancak haber siteleri görüntüleri yayımlamayı reddettiği, bunun üzerine Dönmez'in yazarlık yaptığı habervaktim.com isimli sitesinin ihbar hattına söz konusu görüntüleri gönderdiği ve görüntülerin Dönmez'in katkılarıyla yayımlandığı vurgulandı.

İddianamede, "Şüpheli Yener Dönmez'in Eylemleri" başlığı altında şu ifadelere yer verildi: 

"Şüpheli Yener Dönmez'in Fetullahçı Terör Örgütü yapılanması içerisinde "Soner" kod ismini kullandığına ilişkin değerlendirme, şüphelinin Fetullahçı Terör Örgütü faaliyeti kapsamında müşteki Deniz Baykal'a ait görüntülerin internet ortamında yayılmasını sağladığı birlikte değerlendirildiğinde, şüpheli Yener Dönmez'in Fetullahçı Terör Örgütü mensubu olduğu, şüphelinin soruşturmaya konu eylemlerinin silahlı Terör Örgütüne üye olmak, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek suçlarını oluşturduğu anlaşılmıştır."

"CEVHERİ GÜVEN LİNK GÖNDERDİ"

Şüphelilerden F.A, görüntülerin yayımlanmasına ilişkin iddianamedeki beyanında, olay tarihinde Akit Gazetesi Ankara Haber Müdürü ve bu gazetenin bünyesindeki "habervaktim.com" internet sitesinin genel yayın yönetmeni olduğunu bildirdi.

F.A, Dönmez'in o dönem gazetenin Ankara temsilcisi görevini yürüttüğünü belirterek, Cevheri Güven'in kendisini arayıp, metacafe.com adlı video sitesinde Baykal'a ait bir videonun yayımlandığını ifade ettiğini aktardı.

Güven'in bu videonun gazetenin yayın politikasına uygun olacağını ve ses getireceğini söylediğini bildiren F.A, şöyle devam etti:

"Güven, videonun linkini habervaktim.com internet sitesinin ihbar hattına gönderdiğini söyledi. Ben de kendisine 'bakarım' dedim ve telefonu kapattım. Kısa bir süre sonra bu konuda tek başıma karar verebilecek konumda olmadığım için Dönmez'i aradım. Ona konu hakkında bilgi verdim. Yener bey de bana bu konunun önemli olduğunu, patronla görüşmemiz gerektiğini söyledi. Sonrasında Yener bey patronla görüşüp konuyu detaylı bir şekilde iletti diye biliyorum. Habervaktim.com internet sitesinde 'Deniz Baykal'la ilgili bir video' başlığı ile ekinde metacafe.com internet sitesinden alınan link eklenerek haberler bölümünde duyuruldu. Sonrasında tam hatırlamıyorum ya ben Yener beyi ya da o beni aradı. Ve konuşmamızda patronun bunun yayımlanmasına onay verdiğini ve yayımlandığını söyledi."

Aydınlık/29.09.2017

Bir Gece Ansızın Gidebilir miyiz?

Evet Irak, Barzani ve yasadışı referandumdan bahsediyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan Barzani’nin geri adım atmaması durumunda askeri güç kullanılabileceğini ima ederek “Bir gece ansızın gelebiliriz” uyarısında bulunmuştu.

Barzani’nin referandum yapacağını açıklamasından itibaren daha önce pek çok olayda da olduğu gibi iyi bir “kriz yönetimi” sergilemeyen iktidar, zamana bağlı olarak kullanması gereken pek çok kozunu kullanamamıştır. Silahsız çözüm fırsatları kaçmış, kurşun namludan çıkmıştır.

Habur’u kapatmanın bir yönü ile Barzani’den ziyade orada yaşayan masum Kürt, Türk ve Arapları cezalandırmak olacağını düşünen Türk hükumeti biraz da insancıl açıdan gerekeni yapmamış da olabilir. Ancak, petrol boru hattı vanalarının kısılması gibi kademeli yaptırımlar uygulanabilirdi.

Hepimiz biliyoruz ki Barzani kendini sıfırlayacak bu çılgınlığa tek başına kalkışmamıştır. Suriye’de istediğini elde edemeyen ABD ve İsrail son kozlarını sahneye koymuşlardır. Tutarsa tutar, tutmaz ise Barzani bitermiş onların umurunda değil. Sular durulunca bir başka Barzani bulurlar.

Gelelim şu ansızın gidebilme meselesine

Irak merkezi hükümetinin Barzani’ye elindeki sınır kapıları ve hava alanlarının kontrolünü kendilerine devretmesi için verilen süre bugün dolmuştur. Barzani de bunları devretmeyeceğini açıklamıştır. Gelinen nokta; Barzani’nin geri adımlar atmadığı ve askeri çözümden başka yol kalmadığıdır.

Aylardır internette, bazı köşe yazılarında; 1926 tarihli Ankara Anlaşması ile Lozan’ın 30, 31,32, 33 maddeleri ve daha sonra Irak hükumeti ile yapılan sınır güvenliği sözleşmelerinin Türkiye’ye müdahale hakkı verdiği iddia edilmektedir. Bu anlaşmalar incelendiğinde Türkiye’ye Irak topraklarında askeri bir harekata yetki vermediği ortadadır. Verilen yetki sınırdan 75 km derinliğe kadarki bölgede sınır güvenliği sağlama konusundadır. Erbil bu mesafenin çok çok ötesindedir. Kısacası Türkiye, uluslar arası hukuk açısından kendi başına bir gece ansızın Barzani’ye gidemez.

Bunun için ya BM Güvenlik Konseyi’nin bir kararı, ya Barzani cephesinden Türkiye’ye bir saldırı olmalı ya da Irak merkezi hükumetinin talebi olmalı. Türkiye Barzani’ye karşı bir harekatı ancak Irak merkezi hükumetinin daveti üzerine Irak merkezi kuvvetleri ile beraber yapabilir.

Ansızın gitmek Irak’ın da kararlılığı ile mümkün olabilir. Irak hükümeti şu ana kadarki kararlı tutumunu emperyalist baskıları, tehditleri dikkate almadan sürdürmek zorundadır. Bugün itibariyle bölge ülkeleri ve dünya kamuoyu Irak’ın yanındadır. Irak hükumeti bunu iyi değerlendirmelidir.

Irak ve Türk Genelkurmay Başkanları ile İran Genelkurmay başkanı son zamanlarda tarihte hiç olmadığı kadar bir araya gelmektedirler.

Sembolik de olsa Türk askeri ile beraber 30-40 Irak askeri Habur sınırında 8-10 zırhlı araçla tatbikat yapmaktadır. Bu küçük tatbikat; Irak hükumetinin Türk askerini uluslar arası hukuka uygun olarak topraklarında harekat yapmaya davet edeceğinin ve birlikte bir harekat yapmaya hazırlandıklarının işaretidir. Muhtemelen İran’ın da bu harekata katkısı olacaktır.

Barzani’ye karşı yapılacak harekat çok hassas planlanmalı, bölge halkının zarar görmemesi birinci öncelik olmalıdır. Fincancı dükkanına fil sokulmamalı, oluşturulacak özel bir birleşik/müşterek harekat birliği ile tereyağından kıl çekercesine icra edilmeli.

Bir gece ansızın gidip Barzani ve tayfası derdest edilip Irak Merkezi hükumetine teslim edilmelidir.

İhsan SEFA
aydinlik.com.tr/29.09.2017

28 Eylül 2017 Perşembe

Putin ve Erdoğan Arasında Yapıcı Görüşme: Görüş Ayrılığı Yok



İki lider, Erdoğan'ın 3 Mayıs 2017'de Rusya'ya yaptığı ziyaret sonrası bu sene ikinci kez bir araya geldi. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde heyetlerarası görüşmelere başkanlık eden liderler, ikili bir görüşme de gerçekleştirdi.

Başbaşa yapılan görüşmenin ardından ortak bir basın toplantısı düzenleyen Erdoğan ve Putin, Suriye ile Irak konusunda hemfikir olduklarını belirtti. 

İki ülke arasındaki ekonomik ilişkilere de değinen liderler, ilerleyen dönemlerde ilişkilerin daha da iyi olacağını belirtti.

Ortak basın toplantısında gazetecilerden soru alınmadı.

  • Erdoğan'ın açıklamasından satırbaşları şöyle:
  • "Bu yıl içerisinde değerli dostumla beşinci kez bir araya geliyoruz.
  • Bakanlarımızla Rus mevkidaşları sürekli ilişkilerini sürdürüyorlar. İnşallah önümüzdeki dönemde ilişkilerimizi çok daha geliştirerek devam ettireceğiz, bu kararlılık iki tarafta da var.
  • İki ülke olarak konsey toplantılarımıza büyük önem veriyoruz. Önümüzdeki konsey toplantısı vesilesiyle İnşallah Sayın Putin'i tekrar ülkemizde ağırlayacağız.
  • İkili ilişkilerimizde önemli alanlara sahip alanlardan birisi de enerji. Türk Akımı ve Nükleer Akkuyu Santrali projeleri devam ediyor.
  • Türkiye ve Rusya olarak, Suriye ihtilafının siyasi yoldan çözümüne yönelik ortak irade ve yakın işbirliğimizi sürdürme konusundaki kararlılığımızı bir kez daha teyit ettik.
  • Son dönemde maalesef bölgemiz çok daha kırılgan hale geliyor. Referandumun Irak Anayasası ve uluslararası hukuk bakımından hiçbir meşruiyeti yoktur. Maalesef bölgesel yönetim, tüm dostça ikazlara rağmen referandumu düzenlemekle çok büyük bir yanlış yapmıştır. Her zaman ifade ettiğimiz gibi kişisel, kısa vadeli çıkarlar uğruna hiç kimsenin bölgemizi ateşe atmaya, gerilimi tırmandırmaya hakkı yoktur.
  • Irak ve Suriye dahil bölgesel konuları da mütalaa ettik. Gerek Irak'ın gerekse Suriye'nin toprak bütünlüğü konusunda hemfikiriz.
  • Uluslararası toplumun Irak'ın toprak bütünlüğü konusunda tavır alması büyük önem arz ediyor.
  • Değerli dostum Putin ile yaptığımız görüşmelerin her açıdan verimli geçtiğine inanıyorum."

  • Putin'in açıklamasından satırbaşları şöyle:
  • Samimi ve yapıcı bir şekilde gerekse ikili konuları gerekse de Suriye krizinin çözülmesi konusunda atılacak adımların koordine edilmesini değerlendirdik.
  • IKBY'de yapılan bağımsızlık referandumunu da değerlendirdik. Bizim ilkesel tutumumuz Rusya Dışişleri Bakanlığı'nın açıklamasında yer almıştır.
  • İkili ticari ilişkilerimizi değerlendirdik. Bu sene, 7 ay içerisinde yüzde 30 ticaret hacmimiz arttı. Geçen seneki kaybı bu sene telafi ettik.
  • Çatışmasızlık bölgeleriyle önemli bir başarıya imza attık.
  • Bu sene Rusya'dan Türkiye'ye gelen turist sayısı 11 kat arttı.
  • Astana'da yapılmış 6. Toplantısında varılan mutabakat konusunda ortak çalışma yapmaya anlaştık.
  • Bu senenin ilk yarısında Türkiye'den Rusya'ya tarım ihracatı yüzde 50 civarında artmıştır.
  • Enerji alanındaki ortak stratejik projeleri ayrıntılarıyla inceledik. Türk Akımı doğalgaz boru hattı ile Akkuyu nükleer santralin inşaatını kastediyorum.
  • Erdoğan ile yaptığımız görüşmelerden dolayı çok teşekkür ediyorum, toplantının çok verimli olduğunu düşünüyorum."
  • Putin, ayrıca Suriye'de çatışmasızlık bölgeleri oluşturulmasının zor olduğunu ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın girişimleri ve iradesiyle önemli bir başarıya imza attıklarını belirtti ve Cenevre sürecinin söz konusu bölgelerin oluşturulmasına önemli ivme kazandırdığını söyledi.
  • Geçtiğimiz haziran ayında Erdoğan ile birlikte Türk Akımı’nın su altı kısmının yapımını başlattıklarını hatırlatan Putin, “En kısa sürede nükleer elektrik santralinin ilk enerji ünitesini inşa ederek işletmeye açmayı umuyoruz” diye ekledi. Bunun Rusya ve Türkiye tarafından koordineli eylemleri gerektirdiğini kaydeden Putin, buna gereken tüm belge ve izinlerin zamanında alınmasının da dahil olduğunu vurguladı.
  • Suriye’de varılan anlaşmaların Rusya ve Türkiye’nin ortak başarısı olduğunu kaydeden Putin, bu ülkede kardeş savaşının bitmesi için gereken koşulların oluşturulduğunu belirtti.
  • "Tüm zorluklara rağmen olumlu sonuç elde etmeyi başardık. Varılan anlaşmaları ortak ve çok önemli başarımız olduğunu düşünüyorum. Bu dostumuz sayın Erdoğan’ın da başarısı” ifadelerini kullanan Rus lider sözlerini şöyle sürdürdü: “Teröristlerin tamamen yok edilmesi ve Suriyelilerin barışçıl hayata, evlerine dönmesi, kesinlikle en önemli şey. Bu, sadece Suriye halkı için değil, sadece bu bölge için değil, tüm dünya için önemli. Sığınmacıların evlerine dönmesi için koşullar oluşturuyoruz, bu da BM nezdinde Cenevre’de uzun vadeli siyasi çözümü arama sürecinin etkinleştirilmesi için son derece önemli."
  • Rusya ve Türkiye’nin Suriye krizinin çözümü için dışişleri bakanlıkları, askerler ve istihbarat teşkilatları arasındaki temasları sürdüreceğini belirten Putin, “Sayın Cumhurbaşkanı ile Suriye’deki krizin ve diğer bölgesel sorunların çözümü için ortak eylemlerin koordinasyonunu derinleştirme amacıyla dışişleri bakanlıkları, askerler ve özel servisler arasındaki yakın temasları sürdürme kararını aldık” dedi.
  • Türkiye’yle ilişkilerde ticari ve yatırım engellerinin kalkmasını umduklarını belirten Putin, Türk tarım ürünlerinin Rusya’ya teslimatıyla ilgili neredeyse tüm kısıtlamaların kalktığını kaydetti. Rus lider, "Karşılıklı temelde, ticari ve yatırım işbirliğinin gelişimi önündeki engellerin yok edilmesi ortak adımlar atmaya devam edeceğiz" dedi.
sputniknews/28.09.2017

AKP’nin Stratejisi Nedir?

Kısaca belirtmek gerekirse, AKP’nin stratejisi yoktur. Devlet stratejisi Saray’da oturan danışmanların tavsiyesiyle oluşturulmaz. Stratejik konularda çalışan bütün resmî ve sivil kurumların topladıkları veriler ve yaptıkları analizler temelinde dışişleri bakanlığının uzmanları ve kurmay sınıfından askerler tarafından hazırlanır ve ülkenin yasama organında karara bağlanır. Bu süreçte ülkenin ekonomik potansiyeli, askeri gücü, teknoloji yenileme kapasitesi vs. hep birlikte ve gerek bölge gerekse dünya ülkeleriyle kıyaslamalı olarak değerlendirilir.

Sonuçta ortaya bir “Devlet Stratejisi” çıkar. Ülkenin sanayi kuruluşları, sendikaları, üniversiteleri bundan haberdar edilir ve halk belirlenen strateji doğrultusunda medya organlarının da katkısıyla bilgilendirilir. Özellikle savaş ihtimali ya da savaş hâli durumlarında haberdar etme ve bilgilendirme önem kazanır.

Bu strateji belgesi kırmızı ciltle kaplanıp, her yeni iktidara şöyle bir gösterildikten sonra devletin derin kasalarında ya da kozmik odalarında saklanmaz. Günümüzde böyle şeyler komiktir. Elbette, devletin casusluk faaliyetleri ve seferberlik planları gibi gizli tutulması, sürekli güncellenmesi gereken taktik faaliyetlerini ana stratejiden ayrı tutuyorum.

STRATEJİDEN GÜNLÜK SİYASETE

AKP’nin 15 Temmuz’a kadar bir stratejisi vardı. Bu stratejinin “kırmızı kitap”ı Davutoğlu’nun yazdığı “Stratejik Derinlik” adlı kitaptı. Bu kitap özetle Türkiye’nin Yankee emperyalizminin taşeronu olarak güney istikametinde bir nüfuz alanı elde etmesini önerir ve bu öneri doğrultusunda kapsamlı (hiç de küçümsenmeyecek) bir analiz geliştirir.

“Çözüm süreci”ni, Barzani’nin AKP kongresinin “onur konuğu” olarak alkışlanmasını, Diyarbakır meydanında gözyaşları içinde topluca “megri megri” diye şarkılar söylenmesini, PKK’nin Habur’dan girip çadır mahkemelerinde aklanmasını vs. hep bu analiz çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Yani bunlar AKP’yle ilgili perhiz ve lahana turşusu muhabbetlerine konu olan tutarsızlıklar değil, belirlenmiş bir stratejinin gereğini yerine getiren gösterilerdi. Kendi içinde tutarlıydı.

Bu strateji 15 Temmuz’da çöktü. Öncesinde, 17/25 Aralık’ta iktidar bloku kendi içinde çatlamıştı. Saray, iktidarın Fethullahçı kanadının parasal kaynaklarını kesmeye başlamıştı. BOP Eşbaşkanlığı’nın sınırlarını zorlayarak bölgedeki Sünnî âlemin halifesi gibi bir şey olmaya çalışan Reis’i CIA adına denetleyen Fethullah ekibi devletten tasfiye edilince, AKP stratejisiz kaldı. Saray, kullanım süresinin dolduğunu, kendisini devirmek, hatta öldürmek istediklerini anlamıştı. Olayların etkisine göre tepki vererek günlük siyasetlerle durumu idare etmeye başladı.

ÇOK KUTUPLU DIŞ POLİTİKA’(!)

O sırada Rusya Doğu Akdeniz’de askerî bir köprübaşı tutmuştu. Ardından Suriye, Rusya sayesinde topraklarının önemli bir bölümünü geri aldı ve İran onlarca generalini savaş meydanlarında feda ederek Haşdi Şaabi Ordusu’yla Irak üzerinde büyük bir güç oluşturdu. ABD’nin ve AB’nin niyetlerini iyice anlamış olan Saray, varlığını sürdürmek için kendisini bölgesel dinamiklere bırakmak zorunda kaldı. Fakat bunu yaparken NATO’dan fazla uzaklaşmamaya da özen gösterdi. İktidara yakın bazı geri insanlar buna “çok kutuplu dış politika” (aynen böyle!) diyorlar.

Bölgede zemin kaybeden ABD, Irak’ı ve Suriye’yi parçalamak, İran’ı durdurmak ve Türkiye’yi baskı altına almak için son bir hamle yaparak iki Kürt kartını masaya sürdü: PKK’nın silahlandırılması ve Barzani referandumu. Bu hamle çok cepheli savaş ve İsrail’in bu savaşa dolaysız müdahale ihtimalini artırdı. Siyasi iktidar, ansızın iki gün içinde Türkmenleri ve 1926 öncesi statükoyu hatırladı. Habur’u kapatsa ekonomik kayba uğrayacak, Musul’a dalsa bütün dünya ayağa kalkacak. Bölgesel satrançta bir sonraki hamleyi bile düşünemiyor ve hem Batı’nın hem de Doğu’nun hamlelerini idrak edemiyor; birine yaklaşsa, diğerinin hışmından korkuyor ve tam ortada duruyor. Çünkü stratejisi yok!

Bizim üzerinde bulunduğumuz vatan toprakları her türlü emperyalistin stratejisinde çok önemli bir yer tutuyor. İçinde bulunduğumuz durum I. Savaş öncesini andırıyor. Siyasi iktidarın strateji yoksunu günübirlik pazarlıkçı siyasetleri (mevzubahis olan para ve iktidarsa gerisi teferruattır) yakın tarihimizin en büyük ve en tehlikeli beka sorunudur.

Yavuz ALOGAN
Aydınlık/26.09.2017

Kürdistan: Ya Benimsin ya Toprağın

30’lu yıllarda Kral Gazi Bin Faysal Bin Hüseyin’nin verdiği bursla Bağdat’ta okuyan Hataylı hukukçu, araştırmacı yazar ve gazeteci Muhammed Ali Zarka röportaj yaptığı Mustafa Barzani’ye kendisini sıkça ziyaret eden MOSAD ajanları ile ilişkisini sorar. Mustafa Barzani elini uzatmış ve ne görüyorsun demiş. Muhammed Ali kendisine doğru uzatılmış bir el gördüğünü söylemiş. Mustafa, “Bu sadece bir el değil. Bu bir boş el. Bu boş eli doldurana bu el hizmet eder” demiş.

BARZANİ'NİN FELSEFESİ

Bu prensip Barzani hanedanlığın hayat felsefesi olmuş. Bir zamanlar boş olan bu elin sahipleri milyarlarca dolar servetin sahibi. Sadece Türkiye’de büyük bir bölümü Mersin serbest ticaret bölgesinde yer alan 178 firması var. Şeyh Google efendiye “800 bin dolarlık Ferrari arabaları Barzani” diye yazın alacağınız cevaplar sizi çok şaşırtacak. Saddam’ın oğlu Udey ile Türkiye’de Barzani şirketlerini yöneten Serdar Barzani arasındaki ticari ilişkileri görmek mümkün. Mesud Barzani’nin kardeşi Dilşad, KDP’nin Avrupa sorumlusu, bir diğer kardeş Sedat ise Mesut Barzani’nin Özel Kalem Müdürü. Yeğen Seyvan Barzani örgütün Fransa temsilcisi. “Laik” KDP’nin de “Dinci” Kürt Hizbullah Partisi’nin liderleri Barzaniler. Ayrıca Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari ve KDP’nin dış ilişkiler sorumlusu Fadıl Mirani de Mesut Barzani’nin anne tarafından kuzenleri.

VERGİDEN 300 MİLYON DOLAR

8 Ağustos 2012’de Hatice İkinci’nin Sol gazetesinde neşredilen bir yazısı var. Birçok araştırmacı tarafından kaleme alınmış Barzani Hanedanlığın ticaret, askeri, istihbarat ve siyasi şeceresini gösteren çalışmaları özetlemiş; “Kuzey Irak’taki ithal içki, sigara, çay ve şeker pazarı yeğen Neçirvan Barzani’nin elinde. Ülker’in Irak’taki genel distribütörü Mesut Barzani’nin bir diğer kardeşi Nihat Barzani. Aynı şekilde bu ülkedeki Beko distribütörlüğü de Barzani ailesinin elinde. Barzani’nin en büyük gelirlerinden birini ise Türkiye’den geçen kamyon ve tırlardan alınan vergiler oluşturuyor. Bu vergilerden elde edilen yıllık gelirin 300 milyon doları bulduğu belirtiliyor.”

Irak hükümetinin tahsis ettiği bütçe, petrolden alınan okkalı pay ve daha nice gelir var. Ama Barzanistan yönetimi memurların maaşını vermekte zorlanıyor. Olsun önemli olan halkların kaderini tayin hakkı. Şaşalı sloganlar, ütopik hülyalar ve doğalgazla şişen kitle yeni bir devletin temelini attığını, özgürlük şelalesini yaktığını ve “en nihayet tarihin en mazlum halkı Kürtlerin” bağımsızlık şerbetinden içeceğini sanıyor. Dubai misali gökdelenlerle süslenen Barzanistan’ın o küme binaların arkasında ağlayan milyonların görülmesini sol soslu konuşmalar örtüyor.

HANEDANLIK SULTASI

Barzani ailesi “hanedanlık sultası” tabirini hak ediyor. Bundan gocunsalar da bölge sultasının kontrolünün tamamen bu ailenin denetiminde olduğu rakamlar ve isimlerle aşikâr. Getirimi ve nüfuzu en yüksek olan kurumlar baba Barzani ve anne Zibari’nin (Zebari, Zobari, Zubari) birinci dereceden yakın aile üyelerinin tekelinde. Mutlak hegemonya ile özerk bölgeyi yöneten Kürdistan Demokratik Partisi (KDP)’nin en yetkili organları aynı aile üyelerin ve yakın akrabalarının denetimindedir. Böyle olması da henüz millet olma sürecini tamamlayamamış aşiret-kabile mefhumu, ilişkileri ve standartlarına uygundur.

KAK MESUD ARTIK YAŞLI KURT

Kak (Abi) Mesud kurt politikacı ama o artık yaşlı bir kurt ve hanedanlığın başına kim gelirse gelsin bu yaşlı kurt ve babası Mele Mustafa Barzani’nin karizması ve nüfuzuna sahip olmayacak. Ayrıca Aile hanedanlığın sahip olduğu para ve sulta çok cazibeli. Aile içi rekabetin henüz açık rekabet, kavga ve hatta çatışmaya dönüşmemesi Mesut Barzani’nin hayatta olmasına bağlı. Ancak her nefis bir gün ölümü kesin tadacak. Ve işte o gün Mesut’un abisi İdris’in Oğlu Neçirvan Barzani ile Mesut’un oğlu Mansur Barzani arasında zuhur edecek olan rekabet ateşi şiddetli olabilir. Bizatihi Mesut’un oğulları ve kuzenleri arasında tüm hanedanlığın sonunu getirecek hırs ve tamah çatışması hâsıl olabilir.

Bunun idrakinde olan Mesut hem tarihi misyonunu tamamlamak hem de bir an önce bağımsız Barzanistan (Kürdistan) devletini kurup tercihen İsrail’e hami ve ağabey sıfatıyla teslim etmek istiyor. Bu sayede Barzani aşiretinin en azından varlığı ve devamlılığını garanti altına almak istiyor. Ancak evdeki hesap Mesut’un pazar hesabına uymayabilir ve Dimyat’a giderken sadece evdeki bulgurdan değil tüm Barzanistan’dan da olabilir.

Mehmet YUVA
Aydınlık/28.09.2017

27 Eylül 2017 Çarşamba

ABD Neden PKK'ya Sarıldı?

ABD Irak ve Suriye’de yeni hamleler yapsa da işler istediği gibi gitmiyor. Suriye’deki planları tutar gibi görünse de tutmuyor. Bu hamurun daha çok su çekeceği ortada.

Irak’ta yaptığı hesaplar da karıştı. İsrail’le iyi polis, kötü polis oynasalar da kimseyi kandıramıyorlar. Bölge yeni bir döneme hazırlanıyor.

ABD DEVRE DIŞI

Yıllardır bölgedeki esas oyuncu Amerika’ydı. Bütün aktörler Amerika’ya yaslanarak gücünü arttırmaya çalışıyorlardı. Şimdi tam tersi bir durum var. Astana’da başlayan süreç Amerika’yı devre dışı bıraktı.

Bölge ülkeleri, Rusya, İran, Irak, Suriye olaya el koydu. Bölge ülkeleri bir araya gelince Amerika da ancak “gözlemci” olabildi.

EMEVİ CAMİ

ABD 2011 yılında Suriye operasyonunu başlatırken bayramda “Emevi Camisinde namaz kılmaktan” söz ediliyordu. Ama köprülerin altından çok su aktı. “Esed” yeniden “Esat” oldu.

Emevi Camisinde namaz kılınmasına kılınacak. Ama bu namaz “işgal namazı”değil, “dostluk namazı” olacak. Amerika’yı delirten de bu!

PKK’YA SİLAH SEVKİYATI

ABD gelişmelerin farkında. Bölge ülkeleri arasındaki işbirliğinin kendisini nasıl kenara ittiğini görüyor. Durumu yeniden kontrol altına almak için PKK’ya sarılmış durumda. Irak’ta yeni dönem için PKK’yı hazırlıyor.

Telafer’deki askeri üs PKK’ya silah taşımakla meşgul. Havaalanına gelen kargo uçaklarından indirilen silahlar, Suriye, Irak, Türkiye ve İran’daki PKK’lılara gönderiliyor. Önemli bir kısmı da Barzani-Talabani bölgesindeki PKK’lılarda kalıyor.

Telafer Üssü Sincar’a çok yakın. Sincar’daki kamplar da ABD korumasında. Her şey çok açık değil mi?

SİLAHLAR IŞİD İÇİN DEĞİL

ABD kongresinden alınan izinle yapılan sevkiyattan başka sevkiyatlar da var. Eski Doğu Bloğu ülkelerinin envanterindeki Rus yapımı silahlar da PKK’ya aktarılıyor. Milyarlarca dolarlık silahtan söz ediliyor. PKK’ya verilen silahların IŞİD için verildiği iddiası gerçeği yansıtmıyor. IŞİD zaten direnmeden çekiliyor. Yani yapılan silah yardımı ile ihtiyaç orantısız. 

Bunu bizzat Bushun Irak Temsilcisi Zalmay Halilzat da doğruluyor. Halilzat’ın özel sohbetlerde, “PKK’ya verilen silahlarla Rakka’nın 30 kez kurtarılacağını”söylemesi de her şeyi anlatıyor. PKK’ya verilen silahlar IŞİD için değil!

PROJENİN SAHİBİ

Zalmay Halilzat Irak işgali sonrasında Irak’taydı. Barzani ve Talabani ile yakın ilişkisi vardı. Onlarla teması sürdürürken PKK’yı da ihmal etmemişti. Washington’u “PKK’nın bölgede esas oğlan olması” konusunda ikna eden ekibin de başındaydı. Petrolü çok sever. Görevi bitince, bölgeye gözünü diken petrol şirketinin elemanı olmuştu. Şimdi yeniden Beyaz Saray’da göreve başlamış.

ABD BÜYÜKELÇİLİĞİNDE YEMEKLER

ABD PKK’yı önce “kara gücü” yaptı. Şimdi “asıl güç” yapma derdinde.

Bu durum Amerika’yı bölgede yalnızlaştırdı. Bölgede yaşanan yalnızlık, Ankara’ya da yansımış durumda. Eskiden ABD Büyükelçiliğinin öğle ve akşam yemekleri meşhurdu. Katılımcıların seviyesi yüksekti (!) Son günlerde herkes uzak duruyormuş. Tirajı 3-5 bin olan, PKK’ya yakın gazetelerin elemanları ile idare ediyorlarmış. Gelen akademisyen takımının durumunun da aynı olduğu konuşuluyor.

Eskiden ABD Büyükelçiliğindeki yemeklerin müdavimlerinden birine durumu sordum. Kendisi de bir süredir gitmiyormuş. “Eski hava yok, ilişkiler kopuk, davetliler bahane uydurup gitmiyor” dedi.

ABD Büyükelçiliğine giren çıkanlar takip altında olduğu için “iliştirilmiş”lerin orada görünmek istemedikleri anlaşılıyor.

Hani ne derler. Batan gemiyi ilk fareler terk edermiş. ABD eski ABD olmayınca sonuç da böyle oluyor işte!