Geçen yazımızda gericiliğin, Türkiye'nin Batı emperyalist sisteminden uzaklaştıkça zayıfladığını vurguladık. Gericiliğin can suyunu Batılı emperyalistlerin verdiğini temellendirdik. CHP yönetiminin gerçek dışı ve Batı'ya bağımlı laiklik-muhafazakarlık tezlerinin ise yanlışlığını ortaya koyduk. Şimdi kaldığımız yerden konuyu işlemeye devam edelim.
ERDOĞAN-GÜLEN KAVGASI
Türkiye on beş yıldır, Soğuk Savaş döneminin Amerikan güdümlü İslamcılık tedrisatından geçmiş bir ekibin öncülüğünü yürüttüğü parti tarafından yönetiliyor. Erdoğan öncülüğündeki AKP on beş yıllık süreç içerisinde Türkiye'nin neredeyse bütün politik kesimleriyle ittifak ilişkisi kurdu. Kendi içinde defalarca hesaplaşma yaşadı. Ancak bu kavga gürültüden her koşulda Erdoğan yengi ile çıktı. Erdoğan kısa vadede bu hengamelerden yengi ile çıksa da, neredeyse 2002'de yola çıktığı bütün dostlarıyla yollarını ayırdı ve gücünü niceliksel olarak korusa da politik olarak yalnızlaştı.
AKP yola çıktığında başta Fetullahçılar olmak üzere, muhtelif tarikatların desteğini aldı. Fetullahçılık, Soğuk Savaş döneminin İslamcılık tedrisatından geçen en etkili ve örgütlü yapıydı. Özellikle 1990'dan sonra ülkemizdeki gladyo örgütlenmesinin ana gövdesini oluşturan bir konuma yükseldi. Fetullahçılığı CIA bizzat eliyle büyüttü ve Fetullahçılık, ABD emperyalizminin müslüman halklara müdahale ettiği uluslararası araca dönüştü.
Erdoğan'ın 2012'de Gülen'e karşı başlattığı direnç bu bağlamda esas olarak gladyoya ve CIA'ya karşı başlatılmış fiili bir savaşın başlangıcıydı. Erdoğan iktidarda kalmak için, politik olarak kendini var eden güçlerle karşı karşıya gelmek durumunda kaldı. AKP 2002'de ABD'nin Irak'ı işgal arifesinde bir savaş hükümeti olarak, ABD tarafından hükümet yapılmıştı. Ancak ABD, Zarrab olayından sonra Erdoğan'ın üzerini çizdi. Zaten Erdoğan'ın Gülen'le kavgasının başlaması da bu olayın sonrasına denk gelir. Zaten kamuoyuna manipülatif bir şekilde "Erdoğan-Gülen kavgası" olarak sunulan olay esasen 4 Temmuz 2003'de ABD askerlerinin Türk askerlerine çuval geçirmesiyle başlayan Türk-Amerikan savaşının bir parçasıydı. 15 Temmuz'da darbe girişiminin püskürtülmesiyle Fetullahçılıkla savaş direnme aşamasından taaruz aşamasına dönüştü ve Fetullahçı çetenin beli böylelikle kırıldı.
FETÖ TEMİZLİĞİNİN ANLAMI
2011 yılında Konsensus araştırma şirketi Habertürk için "Türkiye Gündemi Mayıs 2011" başlıklı bir araştırma yaptı. Konsensus bu çalışma için 18-28 Mayıs tarihleri arasında seçmen nüfusunu temsil etme yeteneğine sahip, 18 yaş üstü 1528’i erkek, 1472’si kadın, toplam 3 bin kişiyle yüz yüze görüştü. Araştırma Türkiye genelindeki köy ve mahallelerden oluşan 375 yerleşim merkezinde yapıldı. Konsensus bu araştırma çerçevesinde yurttaşlara “Herhangi bir cemaate üye misiniz?’’ diye de sordu. Ankete katılanların yüzde 93.8’i “Hayır, değilim’’ derken, “Evet, üyeyim’’ diyenlerin oranı yüzde 6.2’de kaldı. Herhangi bir cemaate üye olduğunu söyleyenler arasında ilk sırayı Fetullahçılık aldı. Sıralamada ilk beş şöyle:
Fethullah Gülen Cemaati %61.8
Süleymancılar %16.3
Menzil Cemaati %16.3
Nakşıbendi Cemaati %15.2
İsmailağa Cemaati %7.3
(http://www.haberturk.com/gundem/haber/641873-turkiyenin-en-buyuk-cemaati-hangisi)
Görüldüğü üzere Fetullahçıların gücü diğer bütün tarikatların ve cemaatlerin toplam gücünden daha fazlaydı. Bu verileri sunmamızın sebebi, Türkiye'nin 15 Temmuz sonrasında nasıl bir yobaz çetesinden kurtulduğunun ve gericiliğin ana gövdesinin darma duman edildiğinin daha iyi anlaşılması içindir.
"MUHAFAZAKARLAŞMA"
Ülkemizdeki en tehlikeli ve kitlesel yobaz örgütlenmesi olan Fetullahçılığın dağıtılmasının yanında, gericiliğin zayıfladığını gösteren başka verilerde var.
Çokuluslu İletişim Pazarlama Hizmet Grubu Şirketi'nin(BBDO) 2012'deki araştırmasına göre Türkiye’de kendini “dindar” olarak tanımlayanların oranı yüzde 80'i aşıyor. Buna karşın, dini inancının hayatına yön verdiğini söyleyenlerin oranı yüzde 72'den yüzde 66’ya, düzenli namaz kıldığını belirtenlerin oranı yüzde 31,6'dan yüzde 29,3'e, düzenli oruç tuttuğunu söyleyenlerin yüzde 65'ten yüzde 50'ye geriledi. 2003'ten 2007'ye, yüzde 31,6 olan düzenli namaz kılma oranı yüzde 29,3'e, düzenli oruç tutma oranı ise yüzde 65'ten yüzde 50'ye gerilemiş durumda
(http://www.milliyet.com.tr/-dindarlik—artiyor-ibadet-azaliyor-gundem-1566252/).
Sonuçlar oldukça çarpıcı. Türk halkı ABD'nin Yeşil Kuşak projelerine rağmen laikliği kabullenmiş ve cumhuriyetin yurttaşı olma kimliğinden büyük ölçüde kopmamış.
İslamcı bir örgüt olan Fetullahçı çete bu araştırmadan dört(4) yıl sonra TBMM'yi bombalayarak ve halka kurşun sıkarak kanlı bir darbe girişiminde bulundu. AKP cenahı her ne kadar Fetullahçılığı "dinden sapmış" bir yapı olarak tanımlasa da, halkın gözünde diğer tarikatların da itibar kaybetmediğini söylemek mümkün mü? Ayrıca Fetullahçılık, İslamcı kesimlerin en kitlesel yapısı olmanın yanında, aynı zamanda İslamcıların en birikimli ve aydın kitlesini içinde barındırıyordu. Bu nedenle, aslında Fetullahçıların 15 Temmuz'daki yenilgisi, toplam olarak İslamcılığın da ciddi bir darbe almasına neden oldu. Bütün bunların yanında, yine İslamcı bir örgüt olan IŞİD'in, Türkiye düşmanı ve yurttaşlarımızı hedef alan eylemleri de İslamcılğın halk nazarında itibar kaybetmesini sağlayan bir başka veridir.
İÇ GERİCİLİK
Her ideolojinin olduğu gibi İslamcığın da dayandığı iç ve dış dinamikler var. Türkiye, Batı emperyalist kampından koparken İslamcılığın dayandığı dış dinamikler ortadan kalkıyor. Ancak bunun yanında gericiliğin diğer dayanağı olan iç dinamikler şimdilik gücünü göreceli olarak koruyor. Şimdilik diyoruz çünkü, dış dinamiklerle iç dinamikler birbirlerine eşit değil. Batılı emperyalistlerin kıskacındaki bir Türkiye'de, Soğuk Savaş'ın Yeşil Kuşak projesiyle gericiliğin nasıl palazlandığı bu eşitsizliğin en büyük kanıtı. Gericiliğin yerel varlığı ancak emperyalistlerin desteğiyle büyüyebiliyor ve kalıcı hale geliyor. Yaşadığımız son yetmiş(70) yılın gerçeği budur.
Peki gericilik için belirleyici olan emperyalist desteğin kırılması, gericiliğin topyekün tasfiyesi için yeterli mi? Elbette yeterli değil. Gericiliğin en önemli beslenme kaynağı kurumaya yüz tutsa da, gericilik güncel saldırılarını sürdürüyor.
AKP hükümeti eğitim sistemi üzerinden çok kapsamlı bir gerici saldırı düzenliyor.
Eğitim sisteminde 4+4+4 ile başlayan gerici saldırılar, yeni müfredattan evrim ve Atatük'ün de çıkarılmasıyla sürüyor. Yeni müfredatla şeriat kurallarının öğretilmesinin önü açılıyor. Okullarda FETÖ projesi olan "Kutlu Doğum" kutlanıyor. Okullara mescitler açılıyor. İmam-hatipler azmanca çoğaltılıyor, öğrencilerin İmam-hatiplere kayıt yaptırmaları için özel teşvikler yapılıyor. Milli Eğitim Bakanlığı tarikatların güdümündeki(tecavüzcü ENSAR'da var) vakıflarıyla ortak işler yapıyor.
Menzilciler Sağlık Bakanlığı'na ve İçişleri Bakanlığına dolduruluyor.
AKP, "FETÖ ile mücadeleyi" bahane ederek harp okullarını kapattı. GATA'yı kapatıp, GATA'nın yerine açtığı hastaneye hürriyet düşmanı Abdüldülhamit'in ismini verdi.
TSK'da ve emniyet teşkilatında türban takmayı serbest hale getirdi.
TÜRKİYE'NİN ZORUNLULUKLARI
AKP'nin halihazırdaki gerici uygulamaları, ABD'nin Yeşil Kuşak projesinin ideolojik birer artığıdır. Evet, bu gerici uygulamalar ve girişimler ideolojik yatağından kopmuş İslamcılığın sonuçsuz kalacak çabalarıdır.
AKP bugün Fetullahçılıkla, IŞİD'le ve PKK'yla savaşarak, ŞİÖ'ye dahil olma adımları atarak, Rusya ile S-400 anlaşmaları yaparak, kendi ideolojik/politik varoluşsal gerekçelerine taban tabana zıt işler yapıyor. Dün ABD'ye yalvararak iktidar olan AKP, bugün iktidarını korumak için dolaylı olarak ABD ile savaşıyor. Türkiye'nin bölgeye ilişkin önemli kararları, AKP'nin varoluşsal ideolojik tutumlarına göre değil, Türkiye'nin yaşamsal zorunluluklarına göre alınıyor. Zorunluluklarla alınan bu kararlar Türkiye'yi, İslamcılığı da bugüne kadar kucağında besleyen Batılı emperyalistlerden koparırken Kemalist Devrim'in ideolojik yatağı olan Avrasya'ya kaydırıyor. Gericiliğin ise devrim coğrafyası Avrasya'da ideolojik olarak yaşama şansı bulunmuyor.
Vatanseverliği esas alan ve Atatürk Türkiyesi'nin yerinin Avrasya olduğunun farkında olan bir Cumhuriyet cephesi inşa edilmelidir. Bu cephe, tarikat ve rant batağına saplanmış AKP yöneticileri dışandaki bütün AKP kitlesini de kucaklamalıdır. AKP'den ve gerici artıklardan kurtulmanın, yeniden cumhuriyet hükümeti kurmanın tek yolu budur. Türkiye'nin yaşamsal zorunlulukları ve ihtiyaçları bu cephenin de yakın bir gelecekte kurulmasını sağlayacaktır.
Kerem YILDIRIM
aydinlik.com.tr/30.08.2017