4 Eylül 2017 Pazartesi

Türkiye Batı'dan Koparken Muhafazakarlaşıyor mu?

Son dönemde Türkiye-Batı ilişkileri oldukça gerildi. ABD'nin Gülen konusundaki samimiyetsiz tutumları ve PYD/PKK'ye ağır silah yardımı yapması, Avrupalı ülkelerin Türkiye karşıtı terör çetelerini desteklemesi ve yine Avrupalı ülkelerin Erdoğan üzerinden yürüttükleri Türkiye düşmanı küstahlıklar, NATO'nun TSK içerisindeki Fetullahçıların temizlenmesinden duyduğu rahatsızlığı açıkça dile getirmesi Türkiye-Batı ilişkilerinin nasıl bu denli gerildiğini izah edilmesini sağlıyor.

Türkiye 1945'ten (2.Dünya Savaşı sonrası) bu yana Batı kampının bir parçasıydı. Batılı emperyalistler Türkiye'ye, Sovyetler Birliği'ne karşı ileri karakol olma rolü biçtiler. Türkiye bütün Soğuk Savaş dönemi boyunca Batı'nın biçtiği bu rolü oynadı.

Türkiye şimdilerde yarım asrı aşkındır içinde olduğu Batı kampından kopuyor. Rusya ile S-400 anlaşması yapıyor, NATO'dan kurtuluyor.

Gladyonun ana omurgasını ve vurucu gücünü oluşturan Fetullahçı çete temizleniyor.

Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Enerji Kulübü'nün 2017 dönem başkanlığını yapıyor.

TSK, İran'la terör çetelerine ve ABD'nin 2. İsrail planına karşı ortak harekata hazırlanıyor.

Astana'da bütün bölge ülkeleriyle birlikte güvenlik anlaşmaları imzalıyor.

Bütün bu gelişmeler yaşanırken başını CHP yönetiminin çektiği, kendisini "laik-cumhuriyetçi" olarak tanımlayan bir kesim, Türkiye'nin Batı kampından kopuşundan rahatsız oluyor ve bu iddiasını "Türkiye Batı'dan koptukça muhafazakarlaşıyor" tezine dayandırıyor.

Peki CHP yönetiminin bu iddiası doğru mu?

Şimdi bazı basit sorularla meseleyi açalım.

Muhafazakarlığın ya da gericiliğin beslendiği yer neresi?

Rusya mı, Çin mi, İran mı ya da Suudi Arabistan mı? Türkiye'deki İslamcıların politik, askeri ve mali örgütlenmelerinin arkasında hangi ülkeler var?

Her şeyden önce hurafelerle değil, olgularla siyaset yapacağız.Tarihsel gelişmeleri emperyalist manipülasyonlarla değil, bilimle, olgularla açıklayacağız.

Cumhuriyet Devrimi'nin yaklaşık bir asır önce ezdiği tarikatlar ve cemaatler ne zaman yeniden ortaya çıkma fırsatı buldu? Yine tarikat ve cemaatler hangi süreçte büyüdü ve palazlandı? Şimdi bu soruların izlerini sürelim.

***
İkinci Dünya Savaşı sonrası (1945) emperyalist Batı kampının başına ABD geçti. Bu savaşın bitimi Sovyetler Birliği'nin dağılma sürecine kadar sürecek olan Soğuk Savaş'ın da başlangıcıydı.

ABD için Sovyetler Birliği(SB)’den gelen “komünizm tehdidine” karşı, Türkiye jeopolitik konumu dolayısıyla önemli bir ülkeydi. Bu nedenle SB'ye karşı mücadelede Türkiye bir üs haline getirilmeli ve "komünizme teslim edilmemeli"ydi.

1917’den 1945’e kadar Türkiye ile SB ilişkileri ziyadesiyle iyiydi. Ekonomik, politik ve askeri alanda iki ülke arasında uyum ve dayanışma vardı. Türkiye siyasetinin 1945’ten itibaren bütünlüklü olarak kıblesini ABD’ye çevirmesiyle, Sovyetler Birliği ya da “komünizm” bir devlet politikası olarak dönemin hükümetlerince düşman ilan edildi.

1952’de Türkiye NATO’ya girdi. Türkiye artık NATO’nun ileri karakoluydu. NATO’ya üye ülkelerin, pakta katılması için olmazsa olmaz bir kural vardı, bu kural üye ülke içerisinde Süper NATO’nun kurulmasıydı. Süper NATO, NATO üyesi ülkelerin içindeki, bugünkü popüler ifadesiyle “paralel” yapıydı. Daha sonra Süper NATO’ya, gladyo ya da kontrgerilla da dendi. Bu yapı devletin içindeki iç devletti. İstihbarattan, askeriyeye; eğitimden ekonomiye ve hatta iktidar belirlemeye kadar her gelişmede parmağı vardı.

Süper NATO Türkiye’de “komünizm tehdidine” karşı toplum içinde destekleyeceği ve besleyeceği bir panzehir arıyordu. İşte bu panzehir İslamcılıktı.

Cumhuriyet’in ezdiği irtica, cumhuriyet sonrası ilk kez Demokrat Parti(DP) içerisinde siyasete dahil oldu. Said-i Nursi’ ve tarikatı Nurculuk DP’ye katıldı. Keza süreç içerisinde “komünizmle mücadele dernekleri” ve “ilim yayma cemiyetleri” gladyo güdümlü İslamcılar eliyle açıldı.

ABD "komünist tehdide" karşı Türkiye'deki İslamcıları öne sürerek "Yeşil Kuşak" projesini başlattı. Proje, Soğuk Savaş dönemince sürdü(Nurcu bir cemaat olan Fetullahçılar da zaten bu sürecin en belirgin ürünüdür).

Nurcular, Süleymancılar, Kadiriler ve Nakşibendiler gibi bugün hacim sahibi olan tarikatlar bu dönemde ortaya çıktı.

Bugünlerde sıklaşan Atatürk anıtlarına yapılan saldırılar, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa 25 Şubat 1951'de yapıldı.

Milliyetçilik; Halkçılıktan, Devrimcilikten, Cumhuriyetçilikten ve Laiklikten bu süreçte koparılarak, Amerikan güdümlü İslamcılığın ideolojik yatağına bu süreçte sokuldu.

12 Mart 1971'de darbe oldu. Ardında NATO vardı. Sonrasında İslamcılar palazlandı.

12 Eylül 1980'de darbe oldu. ABD "bizim oğlanlar işi bitirdi" dedi. Türk-İslam sentezi devlet ideolojisi oldu ve tarikatlar palazlandı. 12 Eylül sonrası kurulan bütün hükümetler sonrasında tarikatların politik, mali ve örgütsel hacmi istikrarlı olarak arttı.

***
Türkiye'nin 1945 sonrası yaşadığı Batılılaşma ya da "Küçük Amerika olma" süreci, aynı zamanda Türkiye'de gericiliği iktidara taşıma sürecidir. Gericilik Batılı istihbarat örgütlerine ve gladyoya dayanarak bu denli güçlendi. Gericilik ABD öncülüğündeki emperyalist Batı'nın Türkiye'de yarattığı ideolojik/politik iklimde yaşama olanağı buldu ve serpildi.

Belirtmekte fayda var. CHP'nin Batıcılaşma süreci de 1945 tarihi sonrasında başladı. CHP'nin kurucu ideolojisi olan Devrimci Milliyetçiliği(Kemalizm'i) terk edip, Sosyal Demokrat bir partiye dönüşmesi de yine bu döneme denk geliyor. Ancak CHP'den Kemalizm'in tasfiyesi Kılıçdaroğlu döneminde tamamlandı. Bunun altını çizelim.

CHP'nin Sosyal Demokrat bir partiye dönüşümü laiklik tanımını da değiştirmesine yol açtı. CHP için artık Batıcılık ile laiklik birbirinden ayrılmaz iki kavramdı. Sosyal Demokrat CHP'nin tezi, Türkiye Batı'ya yanaştıkça çağdaşlaşacak ve özgürleşecekti. Ancak böyle olmadı. 1950'ler de başlayan Avrupa Birliği macerası her dönemde hüsranla sonuçlandı. ABD, AB aracılığıyla Türkiye'yi kapısına bağlamıştı. Ne içeri alıyordu, ne gitmesine izin veriyordu. Türkiye bu süreçte ne aydınlanma ne de demokrasi atılımı yapmadı. Tam tersine tarikatlar istikrarlı olarak büyümeye devam etti. Avrupalı devletler vakıflar ve düşünce kuruluşları üzerinden bu tarikatları desleklediler.

İdeolojik dönüşüm yaşayan CHP için artık Avrupalı ülkeler emperyalist devletler değil, demokrasi merkezleriydi. CHP yönetimleri bu gerçek dışı düşünceyi yıllarca Türkiye'deki laik kesimler üzerinde işlediler. CHP yönetimleri bu düşünceyi işlerken, gericiliğin kıblesi olarak da yanlış adres verdiler.

Türkiye'deki laik kesimlerin gericilik denilince akıllarına ilk önce İran gelmesini sağladılar. CHP'nin bu iddiası da geçersizdi. Çünkü; İran'ın Türk devletine müdahale ettiği bir tarikat örgüsü yok. İran devleti istihbarat örgütleri aracılığıyla Türk devletini tarikat ağlarıyla kuşatmadı. Ama bütün bu gerçekliğe rağmen Kemalist gazeteci Uğur Mumcu öldürüldüğünde cenaze töreninde "mollalar İran'a" sloganlarıyla, Mumcu'nun faili İran olarak gösterildi. Ancak Mumcu 7 Ocak 1993 tarihinde Cumhuriyet’te yayınlanan “Mossad ve Barzani” yazısının ardından CIA-MOSSAD işbirliği ile öldürülmüştü. Türk devleti içinde tarikat ağları aracılığıyla yarım asrı aşkın bir süre boyunca yuvalanan İran değil, ABD ve İsrail'di.

***
Türkiye'de İslamcılığın tarihi Batı emperyalizmiyle işbirliği tarihidir. Bu yüzden İslamcıların kıblesi emperyalist Batı'dır. Her ideolojik/politik hareket bir yatakta büyür. Türkiye Batılı emperyalistlerin pençesinden kurtulurken İslamcılığın da yarım asrı aşkındır beslendiği kaynak kuruyor. Yaşanan budur. CHP yönetimi hem kendisini hem de kitleleri kandırıyor.

Kerem YILDIRIM
aydinlik.com.tr/26.08.2017