28 Şubat 2018 Çarşamba

"ESAD DÜŞMANI" Batı Ana Akım Medyanın Türkiye Şubesi Hürriyet Gazetesi mi ?


Ana Akım Medya’da Propaganda. Yerleştirilmiş Teröristler

Suriye’deki savaş üzerinden ticaret yapan tüm ana akım medya batı haber kaynaklarına kuşkuyla bakılmaktadır. Bu durum, ana akım haber öykülerinin neden canice savaş propagandasıyla eş anlamlı olduğunu açıklamaya yardımcı oluyor.

Bugün Suriye’de bir savaş var; çünkü Batı ve müttefikleri, ülkede bir “rejim değişikliği” için kirli savaşı sürdürmektedirler. Bunların tümü, şu ana kadar yeterince belgelenmiştir. Bu, bir “organik” savaş değildir. Savaş, Batı ve onun müttefiklerine rağmen değil, onlar yüzünden süregitmektedir. Kanada hükümetinin [1] de içinde olduğu Batılı hükümetler, demokratik olarak seçilmiş Suriye Devlet Başkanı’nı iktidardan uzaklaştırma niyetlerini açıkça ilan etmiş bulunuyorlar.

Ana akım haber kaynaklarına, tümüyle, Batı’nın vekilleri olan teröristler yerleşmiş durumda. “Beyaz Miğferler” [2], El-Kaide ve onunla ilişkili terörist yapıları kollamak amacıyla, halkla ilişkiler işlevi görmek üzere Batı ve müttefikleri tarafından giderleri karşılanan istihbari bir yapıdır. Bu, makul bir şüphenin ötesinde kanıtlanmıştır. Benzer şekilde, “Uluslararası Af Örgütü”, “İnsan Hakları İzleme Örgütü”, “Suriye İnsan Hakları Gözlemevi” [3] ve diğerleri gibi haber kaynakları tümüyle taraflı, Batı tarafından desteklenen yapılardır ve  propaganda öykülerinin kaynağını oluştururlar. Bu kaynaklar, Suriye ve halklarına karşı daha fazla savaş suçu işlemek yönünde bir çeşit “rıza mühendisliği” olan hybrid savaş kompleksinin bir parçasıdırlar ve dolayısıyla Nuremburg ilkelerine göre suçludurlar. Savaş propagandası bir suçtur.

Batı, Suriye’ye karşı saldırılarını tırmandırmak istiyor ve bu nedenle, savaş propagandası da tırmandırılıyor. Ana akım medya haber tüketicileri, Suriye yönetimi aleyhindeki iddiaların tümünün düzmece olduğunu bilmeliler. İddia edilen gaz saldırılarının tümü sahte bayrak operasyonlarıdır. Esad’ın kendi halkına zulüm yaptığını iddia eden Caesar fotoğrafı [4]  belgesi sahtedir. Saydnaya askeri hapishanesi [5]  öyküleri düzmecedir.

Batı, çeşitli hikayeler uyduruyor ve yanıltma harekatları düzenliyor. Bu nedenle, onun bu korkunç katliam üreten saldırıları, hatalı biçimde, “insancıl” ya da “koruma sorumluluğu”nun bir sonucu olarak görüleblir. Sadece son birkaç hafta içinde, Batı-destekli teröristler Şam’da oturan vatandaşların üzerine binden fazla bomba fırlattı. Teröristler, kasıtlı olarak okulları, hastaneleri ve alışveriş merkezlerini hedef alıyor. Bu havan atışları, son birkaç hafta içinde yaklaşık 11 sivilin ölümüne yol açtı. Aşağıdaki resimlerde, teröristlerin kurbanlarından bazıları görülüyor:




Son üç haftadır, 1000 havan mermisinin kurbanlarının bazılarının kanı milyonlarca kişinin yaşadığı şehir olan Şam’da döküldü. Bu nedenle, Suriye Arap Ordusu Doğu Guta’da, NATO+Suudi destekli cihatçıların üzerine sert gidiyor. Bunlar, ateşkes anlaşmalarını ihlal ettiler. Fakat, sömürgeci medyadan duyacağınız tek şey ‘çocukların ve sivillerin’ ‘rejim’ tarafından saldırıya uğradıklarıdır.


Havan mermileri, Şam bölgesinde Doğu Guta’dan geliyor ve burası, Suriyelilerin rahatlaması için meşru Suriye ordusu’nun üzerine gideceği sonraki hedefdir. Suriye ordusu her hakka sahiptir ve aslında,  vatandaşlarını korumak, teröristleri yok etmek ve/veya etkisiz hale getirmek ile yükümlüdür.

Tom Duggan birkaç yıldır Suriye’de yaşıyor. Aşağıda doğrudan gelen günlük bir rapor mevcut. Duggan'ın analizi 7 yıllık kanıta dayalı gözlemlerle uyumludur ve güvenilir bir rapordur.


Bazen “sömürge medyası” olarak da adlandırılan ana akım medyadan gelen haberler savaş propagandasından başka bir şey değildir.
Kendimizi, ana akım savaş propagandasının yanlış yönlendirmesine izin veren bizler, paralarımız ve örtük onayımızla gerçekleşen halihazırdaki denizaşırı katliamın sorumluluğunu bir parça paylaşmalıyız.
*
Mark TALIANO
22.02.2018 / Global Research
ÇEVİRİ: IŞIK

Notes
[1] Mark Taliano, “Canada rejects the rule of international law and embraces international barbarity.” American Herald Tribune. 18 March, 2016.(https://ahtribune.com/opinion/695-canada-international-law.html) Accessed 21 February, 2018.
[2] Video: “White Helmets – The Mask of Terror/ Aleppo, January 2016.” LiveLeak/Anna News 1 December, 2017. (https://orbisnjus.com/2017/12/01/video-die-white-helmets-die-maske-des-terrors-sehenswert/) Accessed 2 February, 2018.
[3] Vanessa Beeley, “Syria’s White Helmets, NGO “Soft Power” and War Propaganda. The “Moderate Terrorists” Myth Exposed.  Part II “ 21st Century Wire, 28 October, 2015. (https://www.globalresearch.ca/syrias-white-helmets-ngo-soft-power-and-war-propaganda-the-moderate-terrorists-myth-exposed/5485128) Accessed 2 February, 2018.
[4] Rick Sterling, “The Caesar Photo Fraud that Undermined Syrian Negotiations.” Dissident Voice. 3 March, 2016. (https://dissidentvoice.org/2016/03/the-caesar-photo-fraud-that-undermined-syrian-negotiations/) Accessed 21 February, 2018.
[5] Tony Cartalucci, “Amnesty International Admits Syrian “Saydnaya” Report Fabricated Entirely in UK.” Off Guardian/Land Destroyer. 10 February, 2017. (https://off-guardian.org/2017/02/10/amnesty-international-admits-syrian-saydnaya-report-fabricated-entirely-in-uk/) Accessed21 February, 2018.

Mark TALIANO
Taliano, Suriye halkıyla konuşuyor ve onları dinliyor. 6 yıldan fazla süren ABD-NATO destekli terörizmden ve ABD’nin 3 yıldır sürdürdüğü “barış yapıcı” hava saldırılarından sonra, bir ulusun ve onun halkının cesaretini ve direncini ortaya koyuyor.
Mark Taliano, Suriye'de ana akım medya anlatılarını yalanlayan, iyi bilgilendirilmiş ve iyi belgelendirilmiş bir analiz sunmak için yıllar süren araştırmaları yerinde gözlemlerle birleştiriyor.






IŞIK’IN NOTU:
Mark Taliano’nun makalesinde sözünü etiği, “öykü uyduran” “insancıl”! batı kaynaklı ana akım medya’nın ülkemizdeki başlıca uzantılarından birinin de “Hürriyet” Gazetesi’nin olduğu gün gibi ortada. 23.02.2018 tarihli nüshasının manşeti de bunu doğrular nitelikte çünkü!

23.02.2018 Hürriyet Gazetesi Manşeti




21 Şubat 2018 Çarşamba

’YPG-PKK ve Rejim Anlaştı’ Masalı

“YPG, Suriye Ordusu’nu Afrin’i TSK-ÖSO saldırılarına karşı savunmak için davet etti”, “YPG rejim ile anlaştı”, "YPG ve rejim birlikte hareket edecek. Afrin’i birlikte yönetecek”, "Esad ile PKK ilişkileri derin ve uzun bir geçmişe dayanır”, “Esad, YPGPKK teröristlerin kaçması için yol veriyor” haberleri külli ve tafsile (toptan ve detaylı) kavlen ve kalben (sözel ve şeklen) palavradır. Bu okkalı yalanları piyasaya sürenler YPG ve AKP hükümeti yandaşı görünen matbuat ve trolleridir. Suriye ordusu ve Esad muhibbi sanatı üzerinden nemalanan müflis siyasi tüccarlardır. TSK-SSK işbirliğinden ödleri kopan taifedir.

Mahalli ve yabancı on binlerce profesyonel lejyonerin saldırısı, BM, AB, Arap Ligi, NATO, yalan makinesi medya ve Türkiye’nin direkt müdahalesine maruz kalan Şam tüm savunma hatlarını her şehirde dar bir alana çeken ve bu merkezi halkaları adım adım genişleten askeri stratejini uygulamaya koymak zorunda kaldı. Bu esnada çekildiği bölgelerde ortaya çıkan boşluğu önce mahalli milis güçleri doldurdu. Afrin bu bölgelerden birisiydi. Başta bu milis güçleri Suriye devlet kurumlarını oldukları gibi korudu. Suriye egemenliğini temsil eden bayrağı yere indirmedi. Kendisine bırakılan silahla mahallesini ve bölgesini savundu.

PKK NASIL AFRİN’E HAKİM OLDU?

Ardından PYD-YPG-PKK örgütü Afrin şehri ve bölgesine musallat oldu. Bu örgütün hâkimiyet kurabilmesinin ve diğer örgütleri tasfiye edebilmesinin iki ana sebebi vardı. 1980 sonrasında Suriye’ye sığınan PKK, Suriye ve Lübnan’da “Kürtler arasında siyasi doktrinlerini neşretme ve örgütlenmeyi rahat yapabildi. “Suriye rejimi düşmanı” İhvan Hareketi (Müslüman Kardeşler Örgütü şimdiki ÖSO’nun siyasi kanadı) Türkiye’de “selefi Sünni” kesimleri içinde rahat çalışıp koruma alırken, “Türk rejimi düşmanı” PKK şimdiki PYDYPG Suriye ve Lübnan’da keyfince örgütlendi, silahlı eğitim imkânı buldu ve “Kürtçüler” arasında en etkili örgüt konumuna geldi. Suriye’de kriz patlak verdiğinde Kürtlerin yoğun yaşadığı Afrin bölgesinde ortaya çıkan boşluğu hemen ve en etkili dolduran hareket PKK-PYD-YPG oldu.

Zaman kaybetmeden devlet kurumlarını işgal etti. Polis karakolları ve askeri kışlalara el koydu. Suriye bayrağını yere indirdi. Devlet Başkanı ve Suriye tarihinin sembol isimlerinin heykel ve fotoğraflarını kaldırdı. “Diktatör ve katil Esed” mitingleri organize edildi. “Kürtlere zulüm eden, kimlik dahi vermeyen Suriye devleti” seminerleri tanzim edildi. Hükümet kurdu ve bakanlar tayin etti. Asayiş örtüsü altında polis gücü, istihbarat birimleri ve askerlik şubeleri kurdu. Asker ve vergi topladı. Kendi bayrağını, Öcalan posterlerini ve Kürdistan haritalarını astı. Okullara kendi ideolojik terbiyesini dayattı.

YPG’NİN İSTİSMARI

Suriye Ordusu başta Türkiye, Katar, Suudi hanedanlığı ve ABD’nin desteği ile birçok bölgede silahlı ayaklanma başlatan “Sünnici” ÖSO ile mücadeleyi öncelikli görev kabul etti. PKK-YPG bu durumu iyi istismar etti. ABD’nin “iti ite kırdırma” taktikleri ile Türkiye ve örgütleri Suriye ve örgütleri ile savaşırken PKKYPG, IŞİD ile savaşan örgütler sınıfına yükseldi. Suriye devletini ortadan kaldırma, Esad’dan kurtulma ve ülkeyi Kürdistan ve Sünnistan bölgelerine ayırma çalışmaları hız kazandı. Kobani zaferi için Barzanistan, ABD, İsrail, Davutoğlu ve hatta Suudi Hanedanlık her türlü desteği sundu.

En nihayet Sünnistan’ın araç Kürdistan’ın ise esas amaç olduğunu en nihayet gören Erdoğan ABD İsrail Kürdistan’ına çomak soktu. Buna mukabil zımnen ÖSO öncülüğünde Suriye’de Sünnistan’dan halen vazgeçmediği iddia ediliyor. Suriye devletinde bazı yetkililer, medyası ve “TSK-ÖSO-Erdoğan” düşmanlığı minvalinde olanlar Afrin operasyonunun Sünnistan ve Erdoğan’ın siyasi tamahları için yapıldığını propaganda ediyorlar. TSK’nın ÖSO’yu kullandığı ve birlikte hareket ettiği gibi Suriye ordusunun da büyük çoğunluğu kendi vatandaşlarından oluşan YPG ile birlikte hareket edip TSK-ÖSO “işgaline” karşı savaşmayı talep ediyor. Bu sebeple “YPG, Suriye Ordusu’nu Afrin’i TSK-ÖSO saldırılarına karşı savunmak için davet etti, YPG ve Rejim anlaştı. Afrin’i birlikte yönetecekler” yalanlarına sarılıyor.

TESLİM OLMAK DIŞINDA ÇARELERİ YOK

Afrin bölgesi altı senedir YPG PKK-ABD işgali altındadır. TSK’nın Afrin’e yönelik operasyonu Rusya ve İran’ın bilgisi ve onayı dâhilinde oldu. Suriye de bilgilendirildi. Bu operasyon, isteyerek veya istemeyerek, TSK’nın bayrağı yere indirilen, devlet kurumları işgal edilen, merkezi devletten koparılan ve ABD hegemonyasında bağımsız Kürdistan’ın önemli bir ayağını teşkil eden Afrin’e Suriye devleti ve ordusunun yeniden hakimiyet kurmasını sağladı. Yok olmak ve iki ordu arasında ezilmek durumunda kalan, Rusya’nın tüm ikaz ve önerilerini ret eden, ABD’yi yanında bulacağını sanan PKKYPG Afrin’de Barzani hezimetini yaşadı.

Şimdi ilk iki toplantısı Lazkiye, Hmeymim Rus askeri üssünde en sonuncusu da Halep’te yapılan görüşmelerde kayıtsız şartsız teslim olma dışında başka alternatifi olmayan YPG-PKK’nın “davet ettik, birlikte hareket edeceğiz” hezeyanlarına Suriye ordusunun itibar etmesi mümkün müdür?

Mehmet YUVA
Aydınlık/21.02.2018

18 Şubat 2018 Pazar

Osmanlı Tokadı

Petrol, Silah ve Terör Rejiminin Bakanı, Dünya Vampiri Exxon Mobil Petrol şirketin CEO’su Teksaslı Rex Tillerson Türkiye ziyareti öncesinde Beyrut’a uğradı. Burada soğuk bir duşun tadına vardı. Beyrut ziyaretinden önce İran ve Hizbullah “tehdidine” vurgu yapmıştı. İsrail’in Lübnan karasularında doğal gaz rezervlerine müdahale ve talancı iştahlarına ise dilsiz kalmıştı. İsrail’in hava saldırıları, Suriyeli ve yabancı terör odaklarıyla Suriye toprakları üzerinde güvenli bölge inşa etmesine basiretsiz (kör) kalmıştı. Lübnan hava sahasını daim ihlal eden İsrail’in tüm kanunsuzluklarını “meşru müdafaa” olarak telakki etmişti. Petrol, silah ve terör rejiminin Bakanı Tillerson ziyaret ettiği ülkenin hükümetinde en büyük siyasi kuvvet olarak temsil edilen Hizbullah Partisini “terörist” olarak kabul ediyor.

Lübnan Hükümeti’nin ve Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin en etkili ve en önemli ortağı Şii Hizbullah Partisi’nin müttefiki Hristiyan Maruni Cumhurbaşkanı Mishel Aun, kibir abidesi Exxon CEO’su Bakana ders veriyor. Görüşmeye birkaç dakika erken (!) geldi gerekçesiyle protokol müdürü tarafından bekletiliyor. Refakat eden heyetle birlikte görüşmenin yapılacağı salona Protokol Müdürü eşliğinde alınıyor. Koltuğa oturtuluyor ve beklemek zorunda kalıyor. Devlet Başkanı Mişel Aun’un önüne bir su bardağı konulurken Exxon CEO’su Bakan şaşkın ördek misali etrafa boş gözlerle bakıyor ve kameralara sırıtıyor.

Soğuk Beyrut geride kalıyor. Esas durağı Türkiye’de sıcak karşılanıyor. İki gün misafir ediliyor. Çavuşoğlu normalleşmeden, mutabakattan bahsediyor. Ortak komisyonlar kurulacak, Suriye sahasında birlikte hareket edilecekmiş falan. Stratejik ortaklık, müttefiklik ifadeleri havada uçuşuyor falan. YPG’ye artık nitelikli silah verilmeyecek, teröre karşı ortak mücadele edilecek, Türkiye’nin kaygılarını anlıyoruz falan. Kandil’e operasyon izni verilmiş, YPG PKK unsurlarından arındırılmış, pimi çekilmiş Öcalan bombası misali Türkiye’nin kırmızı listesinde yer alan birkaç PKK başı da Türkiye’nin kucağına bırakılırmış falan.

Afrin ve hatta Münbiç Türkiye için kurban edilirmiş, bu askeri zafer sayesinde AK Sulta “Şehitlerimiz boşuna ölmedi, Afrin ve Münbiç’ten terörü temizledik” propagandası yapar siyasi hanesine getirim yazarmış falan. Oluşturacağı güvenli bölgelere sahada itimat ettiği, meşruiyet kazandırmak istediği ÖSO’ya teslim edermiş, kalabalık mültecilerden bir bölümünü buraya taşır, bölgeyi asli sahiplerine bırakırmış falan. Buradakiler uzaylı olduğu için gelenlerde asli oldukları için çok ta sorun çıkmazmış falan. Bunlara karşılık Türkiye dostluğundan gayri başka bir talepleri de yokmuş falan. Bir de Türkiye Fırat’ın doğusuna burnunu sokmasın isteniyormuş falan.

Soner Yalçın, Tillerson’un petrol işlerini anlatan önemli bir yazı kaleme aldı. Ancak araştırmasında eksik bıraktığı Tillerson’un Rusya ayağı var. 2011’de Exxon Mobile CEO’su sıfatıyla Rusya’nın ahtapot petrol devi Rosneft (Ros Rusya Neft Arapça kökenli Petrol demektir) arasında milyarlarca dolar kıymetinde ortak petrol arama ve işleme anlaşması imzalanmış. Karadeniz, Sibirya ve Arctic Okyanusu’nda birlikte derinliklerdeki petrolü çıkaracaklar. Arctic bölgesi Rusya’yı Kuzey Kutbu’ndan ABD’ye komşu yapan buzlarla kaplı bir okyanus. Rusya muhibbi Petrolcü Tillerson sadece nadir yabancı vatandaşlara verilen Rus Dostluk Nişanı sahibi. Putin tarafından kendisine 2013’te şahsen sunulmuş. Türkiye dostu ve stratejik müttefiki Tillerson’a Türk Dostluk Nişanı verildi mi bilemiyoruz falan.

ABD basını Tillerson’ın değineceği konulara ve Dışişleri yetkililerinin açıklamalarına yer veriyor. “Bu sıralar Türkiye ile iş yapmak çok zor. Türkiye retoriği (söz veya ifade sanatı) çok ateşli” diyor. Erdoğan, Tillerson ziyareti öncesi muhtarlara hitaben ardından partisinin en son grup toplantısında ABD’ye adeta savaş açıyor. Ege’de Yunanistan’ı “mütecaviz”, Doğu Akdeniz’de, isim vermeden, İsrail ve Kıbrıs Rum Yönetimini doğal gaz hırsızı olmakla suçluyor.

Kıssadan hisse tarihe not düşelim. Petrol, Silah ve Terör Rejiminin bakanı ve devleti sadece yalan söylemeye devam ediyor. Verilen hiçbir söz tutulmayacak. Erdoğan’ın ABD’li generale tattırmak istediği meşhur Osmanlı Tokadı var. Fırat’ın Doğusuna karşılık ABD ile anlaşılır ve malum şantajlar sayesinde Türkiye Astana ve Soçi ruhuna uygun davranmaya devam etmez ve acilen TSK-SSK arasında ortak operasyon merkezi tesis edilmez ise Çok Ateşli Türkiye’nin Osmanlı Tokadı ABD ile iş tutanın, stratejik ortak ve müttefik diyenin suratında patlar iflahını keser.

Ha bir de şu gururumuz YPG filan diyen HDP’lilere, YPG terör örgütü değil Kobani devrimcisi falan diyenlere, kucağında yol aldığınız ABD’nin masada satılan, bozuk para gibi harcanan fırında odun gibi yakılan piyonları olmaktan utanmayın gurur duymaya devam edin.

Mehmet YUVA
Aydınlık/18.02.2018

Kapıları Tutun!.. Kaçıyor!..



Yetenekli bir çevirmen olduğunu kabul etmeliyiz. William Faulkner’ın Ağustos Işığı ve Döşeğimde Ölürken gibi romanlarını bilinç akışı tekniğini Türkçe’ye uyarlayarak çevirmek yaratıcılık ister.

Hayatı boyunca emperyalizme hizmet ettiği de doğru değildir. Ne de olsa 68’li; devrimci düşünce ve eylemlerin ülkemizin düşünsel hayatı üzerinde güçlü bir etki yarattığı, solcu olmayana cahil gözüyle bakıldığı bir dönemin ürünü. THKPC’ye sempati duyduğuna göre emperyalizme de karşıydı herhalde.

1975’te Birikim dergisini çıkardı. Bence faydalı bir dergiydi. Avrupa sosyalist solundaki tartışmaları aktarıyor; Gramsci, Poulantzas, Laclau, Althusser, Benjamin gibi sol düşünürleri tanıtıyordu. 

Hiçbir parti ve gruba bağlanmadı. Sosyalist sola “Sosyalizm bildiğiniz gibi değil, bir başka derûn sosyalizm var sosyalizmden içerü” şeklinde bir mesaj veriyor, özellikle Dev Yol ve Kurtuluş gibi “merkezci” (“orta yolcu” da denirdi) hareketleri, yavru akademisyenleri etkiliyordu. “Sivil toplumcular” terimi de sanırım o sıralarda ortaya çıktı. Marx’ın “sivil toplum-devlet dikotomisi” (ikileşmesi) analizinden hareketle geliştirilen bir düşünceyi temel alıyordu.

Bu “sivil toplum”un zamanla dehşet verici bir evrim geçirerek tarikatlara ve hizmet cemaatlerine nasıl indirgendiğini anlatmak çok uzun sürer. Türkiye’nin “sivil toplum”u maalesef bunlardı. O halde yapılacak bir şey yoktu. Kemalist Jakoben devlet “withering away” olurken, yani sönümlenirken, farklı etnik ve dini grupların solcularla “konsensus”u, yani mutabakatı, sivil toplumu tarih sahnesine taşıyacak ve yeni bir demokrasinin temelleri atılacaktı. Nitekim AKP Ergenekoncuları tasfiye ediyor, böylece sivil toplumun, dolayısıyla gerçek demokrasinin (“yetmez ama evet”) önünü açıyordu. Yeni bir sivil topluma gebe olan eski toplumun ebesi Sayın Reis ve onun müttefiki Hocaefendi’den başka kim olabilirdi?

Fakat bundan önce, 12 Eylül sonrası dönemde aynı ekibin çıkardığı haftalık Yeni Gündem dergisi vardı. Bizim çıkardığımız aylık Saçak dergisi ile Birikim dergisi, haftalık 2000’e Doğru dergisi ile de Yeni Gündem rekabet hâlindeydi. Aydınlıkçıların bütün solu birleştirmek için kurmaya çalıştıkları Sosyalist Parti’ye katılmak üzere olan Aybar, Uğur Cankoçak, Cenan Bıçakçı gibi şahsiyetlerin aklını çelmeye, Boran-Sargın ikilisinin TBKP’sine sempati yaratmaya çalıştıklarını hatırlıyorum. Bunu açıktan değil lafı dolandırarak, fotoğraflarla, imalarla yapıyorlardı. Hiçbir zaman açık sözlü ve doğrudan olmadılar; hep fazla yaklaşmadan çevrede dolanarak, hep uzaktan, anlaşılmaz bir dille akıl vererek çalıştılar.

Şimdilerde kimse hatırlamaz, o dönemde “Avrupa Komünizmi” (Avrokomünizm) diye bir şey vardı ve 80’lerde hâlâ etkiliydi. Zamanla Avrupa’daki komünist partiler Moskova’dan koptular ve kendi siyasî toplumlarında bir uzlaşma aradılar. Süreci başlatan, İtalyan KP’sinin başındaki Enrico Berlinguer ile İtalyan Hıristiyan Demokratlar’ın lideri Aldo Moro idi. Birikim tayfası “Tarihsel Uzlaşma” denilen bu şeyi sevmişti. Bizde de siyasallaşmış İslam ile sol fikirler yeni dünya düzeni içinde ve “demokrasi” temelinde neden buluşmasınlardı? Kemalizm’le ve her türlü jakobenlikle hesaplaşmayı gerektiren bu “Tarihsel Uzlaşma”nın getirdiği laçkalık ve gevşeklik, Doğu Perinçek arkadaşın tarihsel tanımlamasıyla “demokrasi budalalığı” olarak solun üzerine çöktüğünde, 90’lı yılların ortasına gelmiştik.

Konuyu dağıtmadan toparlamak gerekirse, Murat Belge’nin önderliğindeki Birikim tayfası İslamcı düşüncede bir demokrasi imkânı keşfetmişti. Kemalizm tutmamıştı; solcuların da dahil olduğu sivil toplum küreselleşme şartlarında demokratik bir topluma evrilebilir, Devlet’i de kendi suretinde yeniden yaratabilirdi (Şerif Mardin’in yanı sıra İmparatorluk kitabının yazarları Negri ve Hardt’ın bazı erken ve tuhaf görüşlerinin de etkisi olsa gerek).

Bu sivil toplum anlayışının Kürt (“Kürt aydınlanması”) ayağı da vardı. Şimdilerde, “Lan bizi mayın eşşeği olarak kullanmışlar” diye feryat eden bazı Âkil Adamlar “azınlık hakları ve kültürel haklar”ı o sırada coşkuyla savunuyorlardı. Althusser’le kol kola girmiş Ali Bulaç, Gramsci’yle sarmaş dolaş yürüyen Abdurrahman Dilipak, Laclau ve Mouffe’yle devlet teorisi paralayan Yasin Atay... Entel olmak isteyen henüz tüyü bitmemiş masum ve çömez akademisyenler... Bütün bunlar, hep birlikte Birikim dergisinin sayfalarında gittikçe derinleşen yazılarıyla “duruş” gösteriyorlardı.

Efendimiz’in Medine Vesikası, Marx ve Engels’in Komünist Manifestosu gibi anlatılmıştır. Fethullah Hocaefendi’nin bereketli sofrasındaki kaburga dolması, bumbar, kadınbudu köfte, çeşitli et yemekleri, dolmalar, yağlı pideler, kaymaklı şerbetli tatlılar işte bu fikrî zemin üzerinde hayata geçirildi... Abant toplantılarının çıkışında cebine hakkı huzur dolarını muhtevî zarf konuldu mu bilemem. İftira etmek istemem.

Her yolculuğun bir güzergâhı, ara durakları vardır. Şimdiki durak, son durak... Ülkeyi terk ediyor. Yurtdışına göç eden 6 Türk milyarderine “risk altındaki akademisyen” (!) olarak iştirak ediyor. Alçaklara kar yağıyor. Oxford’da onu mutsuz bir “anglaise” hayat bekliyor. Keşke hiç gelmeseydi. Bu kadar tantanaya ne gerek vardı?

Bu yazının başlığı elbette bir şaka... Kapıları kimse tutmaz, kaçanı durdurmaz. Gideceğini duyduğum zaman nedense aklıma Pontecorvo’nun yönettiği “İsyan” (1969) filminin son sahnesi geldi. O sahnede Marlon Brando’nun canlandırdığı İngiliz ajanı Sir William Walker ülkeyi terk etmek için gemiye binmek üzereyken, isyancı halkın önderi Jose Dolores’in intikamını almak isteyen bir hamal tarafından rıhtımda bıçaklanır ve seyirci ferahlar. İnsanın kafası karışık olunca böyle tuhaf çağrışımlar oluyor nedense.

Fazla uzatmadan, Murat Belge’nin bizde iyi bir izlenim bırakmadığını söylemekle yetinelim. Türküde denildiği gibi hissediyor olmalı: “Kalenin bedenleri, koyverin gidenleri / Kaleden iniyorum, çağırsan geliyorum / Üfürsen yanıyorum.”

Yavuz ALOGAN
Aydınlık/17.02.2018

17 Şubat 2018 Cumartesi

Suriye’ye Kurulan Kumpas TSK’ya Kuruluyor

Uzak diyarlardan, guatanamolardan, uygar Batı başkentlerinden, hapishanelerden, kamplardan, ölüm lejyonerleri pazarlayan şirketlerden on binlerce yerli ve yabancı psikopat Suriye’ye Şam’ın Şah’ını mat etmek için seferber edildi. Maalesef, bu güruh medyamızda yıllarca hürriyet ve din uğruna savaşan kahramanlar olarak takdim edildi. Katliamlarına, tecavüzlerine, talanlarına, bomba yüklü araçlarla paramparça ettikleri canlara, okul öğrencilerin arasında kendilerini patlatan canilere tek laf etmediler.

Yağmalan tarihi eserler, çarşılar, camiler, kiliseler, havaya uçurulan sahabe makamları, türbeler, talan edilen fabrikalar, yağmalanan tarlalar, bankalar, iş yerleri, kaçırılan çocuklar, şantaj ve para için rehin alınan siviller, kurşunlanan din adamları, suikastlara kurban giden bilim adamları için gözyaşı dökmediler. Çünkü onlar Şam’ın adamlarıydı ve her zulme müstahaktı.

Bugün bile halen medyada, “Esed’in uçakları Doğu Guta’da sivil katliama devam ediyor” haberleri okuyoruz. Bu haberler yazılırken, Doğu Guta’dan atılan füzeler ve havan topları Şam’ın en kadim tarihi mekânı Emevi Camii’ne, Meryem Kilisesi’ne, Sultan Abdülhamit dönemin eseri olan Hamidiye Çarşısı’na ölüm kusuyor. Medyamız ibadet edenlerin, çarşıda rızıklanmak isteyen esnafın, evine eşya satın almaya çıkan kadınların ve sokakta oyun oynayan çocukların, onlarca sivilin katledildiğini anlatmıyor.

Kilis, Reyhanlı veya herhangi bir mekâna atılan havan topları ve füzeler canlarımızı parçalarken hangi öfke ve tepkiyi gösteriyorsak, terör örgütlerin sivilleri kalkan yaptığını yazıyorsak ama buna rağmen sivillerin zarar görmemesi için azami dikkati gösteriyorsak, Suriye halkının ordusu olan SSK’nın da aynı hassasiyetle davrandığına neden inanmak istemiyoruz? Terör örgütlerin sivilleri yıllardır kalkan olarak kullandıklarını, demir kafesler içinde sokakta, evlerin çatılarında tutulduklarını gösteren kanıtları sağır sultanlar bile duydu. TSK personeli girdiği mekânlarda sivil halk tarafından muhabbet ve sevinçle karşılaşıyor derken aynı şekilde SSK’nın girdiği her mekanda sivil halkın onu bağrına bastığını neden görmek istemiyoruz?

ÖSO tarafından yakalanan YPG’linin “Beni Türk askerine teslim ediniz” yalvarışlarını ve dinci bir örgütten kurtulmaya çalışıp Türk askerinin kollarına nasıl tutunduğunu gösteren videoyu seyrettik. Aynı sahneleri terör örgütlerin mekânından kaçabilen ve SSK subaylarına anasına babasına kavuşmuş gibi sarılan Suriyelilerde de gördük. Irak’ta ordunun girdiği tüm mekânlarda yaşanan saadete şahit olduk. Milli bir ordunun halkın tüm fertlerinden müteşekkil olduğunu herkesi temsil ettiğini ve bu doğrunun Suriye için de geçerli olduğunu bilmiyorlar mı? Çok vicdanlı, dindar ve duyarlı medyamız, İdlib’te, Deraa’da, Doğu Guta’da, Kunaytra’da sivillerin artık yeter dedikleri ve “Teröristler dışarı ordu içeri” sloganları atan sivilleri muhalif sitelerde seyretmiyor mu?

SSK’nın yüzlerce kumpasa, kirli medya operasyonlarına maruz kaldığına neden ihtimal vermiyoruz? Suriye askeri kıyafeti giyerek esirleri infaz eden görüntüler, kimyasal saldırıda ölen siviller, hapishanelerde topluca infaz edilenlere ait olduğu iddia edilen fotoğrafların kirli bir medya operasyonuna hizmet ettiğini, bunlar üzerinden Suriye’ye saldırı ve işgalin hedeflendiğini, film stüdyolarında çekilen görüntüleri neden yazmadık?

Şimdi aynı operasyonların TSK’ya karşı yapıldığını, piyasada Türk askerinin kelle kesen, kestiği başlarla, kulaklarla fotoğraf çektiren, tarihi mekanları havaya uçuran, yağmalayan, Kürt kadınlarına tecavüz eden, özellikle Alevi avına çıkmış caniler olarak gösteren, Irak ve Suriye’de çekilmiş ama yeni ve TSK’nın eseri olarak tedavüle sokulan görüntülerin aynısına SSK’nın yıllarca maruz kaldığını ne zaman idrak edeceğiz? Benzer şeyler başımıza gelmeden empati kuramıyor muyuz?

Hükümete yakın Yeni Şafak gazetesinden Mehmet Acet diyor ki; “Esad ile görüşmeye gerek yok. O zaten Moskova’nın kuklası. Ankara, Moskova ile görüşerek Suriye için istediğini zaten alıyor”. Bu anlayış maalesef hükümetin birçok kesiminde de hâkim. Bunlara, PYD onursal başkanı eski kankaları Salih Müslim’in sözünü hatırlatalım; “Ankara-Moskova yakınlaşması bizi rahatsız etmez. Ancak Ankara-Şam yakınlaşması kırmızı çizgimizdir” demişti. Bu ifadenin sizin için bir önemi ve anlamı var mı?

Bölgenin Milli orduları bir araya gelmeden, bölge devletleri ile yekvücut olmadan, Washington-Moskova arasında mekik dokumanın orta ve uzun vadede sadece bölgenin milli olan her şeyi tahrip edeceğini bu çokbilmiş yazarlarımız ne zaman idrak edecek? FETÖ tarafından kirletilen Hero (İngilizce’de kahraman) kelimesine hassas olanlar bunun Surice’de ‘Hür’ olduğunu ve kahraman olunması için önce hür olunması gerektiğini cüzdanı vicdana tercih etmişler ne zaman kavrayacak? Moskova’ya mahkûm Şam ile Washington’a bel bağlayan Ankara’nın hür yaşamış Türk’ü ve Suri’yi derinden yaraladığını bu tarih cühelası kesim ne zaman öğrenecek?

Mehmet YUVA
Aydınlık/08.02.2018

HDP’nin Kış Uykusu

Ülkemizdeki ayrılıkçı Kürt terör hareketinin legal (yasal) kanadı olan HDP bazı özellikleriyle geçmişteki benzerlerinden ayrılır. Haziran Ayaklanması’ndan dört ay sonra MİT ile Öcalan’ın İmralı’da yaptıkları görüşmelerden doğan konjonktürel (o sıradaki ihtiyaçlara cevap veren) bir partidir ve ÖDP’nin “demokrasi budalası” liberal sol söylemini örnek almıştır. Partinin MİT ve Öcalan tarafından belirlenen işlevi, Haziran Ayaklanması’na katılan sol grupları görünüşte gevşek bir yapı içinde etkisizleştirmek ve çözüm sürecinde siyasi iktidara destek sağlayacak bir ortam yaratmaktır.

PKK VE SOSYALİST SOL

PKK’nin legal unsurları 1988’den itibaren sosyalist solun kurduğu her partiye musallat olmuş, bağımsız bir sosyalist hareketi engellemek için elinden geleni yapmıştır. HDP’nin içinden çıktığı Halkların Demokratik Kongresi de kurulduğu andan itibaren bütün sol parti ve çevreleri ele geçirmeye çalışmış, ancak DSİP, ESP, LGBT, EMEP, Partizan gibi marjinal “bileşen”lerle yetinmek zorunda kalmıştır.

Her ne kadar sosyalist solun bazı kesimleri PKK’nin yasal uzantılarına sempati duymuş, Kobane’yi Stalingrad’a benzetmiş, “İnadına HDP, inadına barış!” gibi içi boş yalan sloganlarda devrimci bir hikmet bulmuşsa da örgütsel birleşme gerçekleşmemiş, bunun üzerine Kandil’in savaş ağaları bir “engel” olarak gördükleri sosyalist solu alenen tehdit etmiş, bir tür ara-çözüm olarak kurulan Haziran Hareketi de “AKP faşizmi”ne karşı HDP ve CHP’yle cephe kurmaya çalışmış ancak bu hedef kendisine fazla gelmiştir.

İFLAS ETMİŞ PARTİ

PKK sosyalist solu örgütleyememiş, sosyalist grupların en geniş tabanını etkileyememiştir. Bugün solcu gibi duran sendikaların, partilerin ve dergi çevrelerinin işbirlikçiliğe yatkın merkez kurullarını kazıyın, altından yurtseverlik, devrimcilik, istiklal-i tam ilkesi, yani Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş çıkacaktır. Önümüzdeki dönemde, “Hasan almaz basan alır” tavrıyla oluşan bu merkez kurulların, taban politikleştikçe zorlandığını ve nihayet dağıldığını göreceğiz.

PKK’nin Amerikan ordusuna yazılmasıyla, HDP’nin İmralı-Kandil-MİT anaforuna kapılarak kitlesini kaybetmesiyle birlikte bir dönem kapanmıştır. Seçimlerde halkın önüne çıkıp dağa taşa çiçeğe böceğe, 36 etnik gruba, cinsel tercihi farklı olanlara özgürlük isteyen, öte yandan “Demokratik İslam Kongresi” örgütleyen ve fakat seçimlerden sonra eşbaşkanının ağzından sırtını PKK’ye, YPG’ye, YPJ’ye dayadığını ilan eden HDP, kanlı ve ağır bir bedel ödetilen masum Kürt yurttaşlarımız dahil olmak üzere halk nezdinde iflas etmiş bir partidir.

‘MUTABAKAT’

Geçen Pazar günü yapılan HDP kongresi bu iflasın tescilidir. Bunların “parti içi mutabakat” dedikleri şey, Kandil ve/ya da İmralı’dan gelen emirlerin parti içindeki farklı fraksiyonlara dayatılmasından ibarettir. HDP tabanı bunu “demokratik” bulmadı, “mutabakat” komisyonundan eşbaşkan adayı olarak çıkan Sezai Temelli ve Pervin Buldan’a isyan ederek oy verdi.

Bendeniz biraz saf olduğum için, “Herhalde” dedim kendi kendime, “Selo Can’ı özlüyorlar, çiçeğe böceğe ota, 36 etnik gruba rengârenk demokrasi istiyorlar”. Fakat sosyal medya paylaşımlarına bakınca dehşete kapıldım. Temelli’ye “Ermeni asıllı Türk,” Buldan’a da “Aşiret kızı Arap” olduğu için itiraz ediyorlar ve ırk temelinde parti içi demokrasi (!) talep ediyorlarmış. Kendilerine saf Kürt ırkından (aryen!) bir lider istiyorlar. HDP vs bir yana, siyasi partilerin içten içe Türk, Kürt, Alevi, Sünni diye anılması büyük bir felaketin hazırlayıcısıdır. Bu felaket hepimizin üstüne gelir.

UYUYAN GÜZEL

Bir dönem bitti ancak sorun bitmedi, sadece askıya alındı. Bu kongreyle HDP kış uykusuna yatırılmıştır. “Uyuyan Güzel” masalını hatırlayalım. Masalda Prenses derin bir uykuya dalar ve sonunda bir Prens çıkagelir, onu öperek uyandırır. Siyasî iktidarın Batı Asya’da ABD-Avrupa çizgisine demirlemesini bekleyecekler. HDP savaş ağalarının talimatı, Sezai ve Pervin’in ninnileriyle o zamana kadar uyutulacak. Peki onu kim öperek uyandıracak? Belki Gül-Davutoğlu ikilisi, belki yeni bir “çözüm süreci”yle Sayın Reis’in kendisi, belki Meral Hanım ya da henüz ufukta görülmeyen bir başka Prens!... Kılıçdaroğlu’nu saymıyorum. O zaten öpüyor. Fakat zamanlaması yanlış. Uzunca bir süre uyanmaz. Bana tuhaf gelen şey, her gün şehit cenazeleri gelirken düşmanla (PKK ve Yankee emperyalizmi) aynı safta yer alan bir siyasi partinin başkentin göbeğinde kongre yapabilmesidir. TBB’nin “Türk”üyle uğraşan Saray, raf ömrünü uzatarak “uyuyan güzel”i yedekte bekletiyor herhalde!

Yavuz ALOGAN
Aydınlık/13.02.2018

16 Şubat 2018 Cuma

Eşit Yurttaşlık Denen Siyasal Program

Kendilerine özgürlükçü demokrat diyenlerin siyasal programı, “eşit yurttaşlık ve ortak vatan” diye özetlendi. Eşit yurttaşlık, çözümcü AKP ile özgürlükçü demokrasi devrimi yapıyoruz diyen yeni CHP’nin de resmi parti belgelerine girdi.

***
Ülkemizde bu siyasal program, 2000’li yıllarda örülmeye başlanmıştı.

2003’te, PKK-Öcalan ‘demokratik konfederalizm’ başlıklı bir broşüründe, demokratik uluslardan söz ediyordu. Özgür vatandaşlar lafını kullanıyordu. Demokratik ulus, elbette siyasal-anayasal olarak tanımlanmış olan, çok-milliyetli bir toplumdu. Yazdıklarına göre Cumhuriyetin ulus tanımı, yani Türk Milleti tanımı, anti-demokratik idi. Demokratik ulus tanımına geçmekten dem vuruyordu. O yazıda dünyada da ülkesinde pek kimsenin değer biçmediği Bookchin adlı bir Amerikalıya göndermeler yapıyor, taraftarlarına “siz derinleştirin şunu” görevi vererek muğlak sözlerini politikaya dönüştürmeye çalışıyordu. O muğlak sözler politikaya dönüştü. Hatta iki slogan haline dahi geldi. Bunlardan biri “eşit yurttaşlık”, öbürü “ortak vatan” oldu. HDP’nin resmi metinlerine yerleşti. 2016’da partinin kongresinde Öcalan fotoğrafıyla birlikte sahnenin tam ortasına yerleştirilip ilan edildi.

***
Öcalan patentli HDP programı eşit vatandaşlık, eski bir azınlıkçılık teorisi.

Bunun meşhur teorisyeni Otto Bauer. Avusturyalı. 1900’lü yılların daha başlarında etnik topluluklara ayrı bir devlet değil, her devletteki “milliyetlere kültürel özerklik” istiyordu. Tek-ulusun değil çok-milliyetli toplumun siyasal düzeni kurulsun önerisinde bulunuyordu. Bu Avusturya Marksisti, Rusya’da Menşeviklerin bir bölümü üzerinden etkili olmuştu. 1910’lu yıllarda Rusya’daki Menşevik - Bolşevik mücadelesinde yenilgiye uğradı. Demokratik toplum, demokratik iktidar, demokratik siyaset diyen Menşeviklere, Bolşevikler tarafından söylenen bir söz çok etkiliydi. Bolşevikler demişlerdi ki, “kültürel özerklik kültürel değil, dört başı mamur siyasal bir taleptir; dürüst olun kültürel’lik arkasına saklanmayın, alemi aptal yerine koymayın!”. Sonra da, talebin bir ya da birkaç etnik-dini topluluğun iktidarlarını garanti ederken, toplumun bütünü için mutlak bir dağılmaya yol açacağını göstermişlerdi. Otto Bauerci öneriler 1918’de toz olup dağıldı.

***
Bu fikir, 1970’li yıllarda bir Avrupa Birliği kurma uğruna düşünen Alman vatandaşı Jurgen Habermas tarafından işlendi. Ondan ortaya “ulusal vatandaşlık” yerine “anayasal vatandaşlık” önerisi geldi.

1990’ların post-modernizmi bunu aldı; çeşitlilik, farklılık, öteki, çoğulculuk, katılımcılık, vb... kavramlarla birlikte yüceltti.

1990’larda sosyalist sistem dağılınca, profesyonel anayasa yazıcılar yakaladıkları ülkelere mozaik anayasalar biçmeye giriştiler. Ulus’suz, örneğin Irak’ta “Iraklı insanlar”dan söz eden 2005 tarihli işgal anayasası gibi anayasalar bunlar tarafından yazıldı. Her etnik topluluk, her inanç grubu anayasal-siyasal kimlik sahibi oldu. Her yerel ve bölgesel parçaya, istiyorsa başka bir dili de resmi dil olarak kabul etme yetkisi verildi. Hem siyasal hem toplumsal yaşam etnik - dinsel - mezhepsel daracık elbiselere sokuşturuldu. Ortak zeminleri, diğer canlılar gibi yalnızca toprak idi. Ulus olamayacak bu insanlar için biricik ortak zemin, vatan olma niteliği zinhar olmayan bir dünya parselinden ibaret oldu.

***
Şimdi, PKK/HDP siyasal programı nefes alamıyor. Çözümcü AKP, Davutoğlu döneminden kalma bu “siyasal program yerleştirmeleri”ne sırtını dönmüş görünüyor. Ortada tek sahip, CHP’deki, özgürlükçü yani neoliberal demokratlar kaldılar. Kurultay ve Parti Meclisi bildirgelerine müdahaleleriyle ses veriyorlar. Bildirgelerde, hem Cumhuriyetin temel değerlerine (yani ulus bilincine) dayanmaktan hem de ulus bilincinin ve ulusal vatandaşlığın reddi anlamına gelen “eşit vatandaşlık”tan söz ederek ayıplanacak bir kandırma oyunu oynuyorlar.

Onlar yıllardır söylüyorlar, biz de öyle:

Evet, eşitlik! Eşit vatandaşlık değil. Etnik toplulukların eşitliği değil. Yurttaşların Eşitliği, etniği dini inancı mezhebi ne olursa olsun ulusun bireylerinin eşitliği.

Birgül Ayman Güler

Aydınlık Gazetesi, 14.02.2018 


14 Şubat 2018 Çarşamba

ABD'nin İstihbarat Raporunda YPG İtirafı

ABD kongresine sunulan istihbarat raporunda terör örgütü PKK'nın Suriye uzantısı YPG'nin 'PKK ile ilişkili olduğu ve otonom bir bölge arayışında olduğu' ifade edildi. Raporda YPG için 'PKK'nın Suriye'deki milisleri' ifadeleri kullanıldı. ABD Kongresi'ne sunulan rapor hakkında hükümet adına konuşan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, "ABD’deki bazı kurumlarda bu bilgi zaten mevcut. Esasen bu bilinmeyen bir şey değildir. Tüm bu konular ABD dışişleri bakanı geldiğinde de görüşülecektir. Her türlü bilgi belge muhataplarına verilmiştir" yorumunda bulundu. 


CIA, NSA ve FBI direktörlerinin de hazır bulunduğu oturumda Ulusal İstihbarat Direktörü Daniel Coats, komiteye ‘ABD İstihbarat Topluluğunun Dünya Genelinde Tehditler Değerlendirmesi’ başlıklı raporu sundu. Raporun Türkiye açısından en çarpıcı bölümü Suriye başlığı altında tek bir satır olarak yer verilen terör örgütü PKK’nın Suriye kolu YPG’ye ilişkin tespit.

İlk kez bir istihbarat raporunda YPG için açıkça ‘PKK’nın Suriye’deki milisleri’ ifadesi kullanıldı. YPG’nin Suriye’de muhtemelen bir çeşit özerklik arayışına gireceği ancak bu girişimin Türkiye, Rusya ve İran’ın direnciyle karşılaşacağı vurgulandı.

ABD'NİN RAPORUNA HÜKÜMETTEN İLK TEPKİ

ABD Kongresi'nde yayımlanan rapora hükümetten ilk tepki Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'den geldi.

Gül, "ABD’deki bazı kurumlarda bu bilgi zaten mevcut. Esasen bu bilinmeyen bir şey değildir. Tüm bu konular ABD dışişleri bakanı geldiğinde de görüşülecektir. Her türlü bilgi belge muhataplarına verilmiştir" dedi. 

"TÜRKİYE'NİN ÖNCELİĞİ..."

Raporda, Türkiye’nin ABD ile DEAŞ kaynaklı terörle mücadeledeki işbirliğinin sürmesi muhtemel olduğu ancak YPG'nin heveslerini engellemenin Türkiye için bir dış politika önceliği haline geleceği ifade edildi. Öte yandan, raporda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ikili ilişkileri zorlayan bir dil kullanmasının muhtemel olduğu ifade edildi. 

İşte raporda yer alan ifadeler:

SURİYE MUHALEFETİ ARTIK ESAD’I DÜŞÜRMEYE MUKTEDİR DEĞİL

- Suriye’de çatışma rejimin lehine Rusya ve İran’ın kendilerini ülkeye yerleştirmesinin önünü açacak şekilde yön değiştirdi. Şam yönetimi kent arazisinin büyük bölümünü yeniden ele geçirmiş ve şiddet seviyesi azalmış olsa da Suriye 2018 boyunca dönemsel olarak çatışmalar yaşayacak.

- Suriye muhalefetinin 7 yıllık başkaldırısı muhtemelen artık Devlet Başkanı Beşar Esad’ı düşürmeye muktedir değil. İsyancılar muhtemelen çatışmayı önümüzdeki sene de sürdürecek kadar kaynak bulacaktır.

- DEAŞ Suriye’de düşüşte ancak alan kaybına rağmen muhtemelen 2018’de isyan operasyonları düzenleyecek  yeterli kaynaklara ve yeraltı ağına sahip.

ESAD BARIŞ GÖRÜŞMELERİNE KATILABİLİR

- Moskova, muhtemelen Cumhurbaşkanı Esad’ı kendisini zayıflatacak bir siyasi çözüme zorlayamaz, tabii eğer Esad’ı güç kullanarak indirmeyi istemiyorsa. Esad barış görüşmelerine katılabilir ancak muhalefetle kendisinin iktidardan inmesinin ya da başka anlamlı tavizlerin pazarlığını yapma ihtimali düşük.

İRAN LÜBNAN’A KORİDOR ARAYIŞINDA

- Rusya ve İran Suriye’de uzun vadeli olarak varlık göstermeyi planlıyor; askeri üs haklarının yanı sıra petrol ve gaz arama kontratlarını garanti altına almaya çalışacaklar.

- İran Suriye üzerinden Lübnan’a bir kara koridoru oluşturma arayışında.

YPG’NİN ÖZERKLİK ARAYIŞI ÜÇ ÜLKEDEN DİRENÇLE KARŞILAŞACAK

- YPG - PKK’nın Suriye’deki milisleri – muhtemelen bir çeşit özerlik arayışına girecek ancak Rusya, İran ve Türkiye’den dirençle karşılaşacaklar.

- Ekim 2017 itibarıyla komşu ülkelerde 5 milyondan fazla Suriyeli mülteci ve Suriye içinde de yaklaşık 6.3 milyon yerlerinden edilmiş insan var. Yeniden yapılandırma en az 100 milyar dolara mal olabilir ve en az 10 yıl alabilir. Esad darbe almış ekonomisini muhtemelen İran ve Suriye’den sübvansiyonlarla yürütecek ve temel harcamalarını bu şekilde karşılayacak.

IRAK’TA BAHAR SEÇİMİ KRİTİK

- Irak’ta Eylül 2017’deki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumunun ardından Başbakan Haydar Al Abadi’nin güç kullanarak Bağdat’ın otoritesini yeniden sağlamış olması ülkenin geleceği konusunda Iraklı liderler arasında var olan bölünmeyi ortaya koyuyor. Kürtlerin özerkliğini sınırlamaya yönelik hareket Şii ve Sünni Araplar arasında popüler oldu ve bu bahardaki seçimler öncesinde Iraklı liderleri tavizsiz siyasi görüşmelere yönlendirebilir.

DEAŞ ÜYELERİNİ ‘KENDİ ÜLKELERİNİZE SALDIRIN’ DİYE TEŞVİK EDECEK

- DEAŞ’ın Irak ve Suriye’de yeniden gruplaşmaya başlamasını, küresel varlığını güçlendirmesini, uluslararası eylemler planlamasını ve hem üyelerini hem de sempatizanlarını kendi ülkelerine saldırma yönünde teşvik etmesini bekliyoruz.

- DEAŞ liderliği muhtemelen şu değerlendirmeyi yapıyor; eğer eylemleri kamuoyunu meşgul etmeyi sürdürürse küresel koalisyonun kendileri yenilgiye uğratılmış göstermesi zorlaşacak ve dolayısıyla da koalisyonun mücadelesi zayıflamış olacak.

ABD’YE EN BÜYÜK İSTİHBARAT TEHDİDİ RUSYA VE ÇİN

- ABD 2018 yılında karmaşık yabancı istihbarat tehditleriyle karşı karşıya olacak. ABD’nin çıkarlarına yönelik en büyük istihbarat tehdidin Rusya ve Çin’den gelmesini bekliyoruz.

- Rus istihbarat servisleri devlet kontrolündeki Rus medyasını ve örtülü sosyal medya hesaplarını ABD hakkında yanlış bilgilerin yayılması ve ABD karşıtı görüşlerin güçlendirilmesi için kullanmaya devam edecek.

- Moskova, ülkemizdeki demokratik süreçlere yönelik güveni sarsmayı, ABD ile Avrupa arasındaki ortaklığı zayıflatma arayışında. Ülkemizdeki 2018 ara seçimleri Rusya’nın etki operasyonlarının potansiyel hedefidir.

KUZEY KORE REJİMİ FÜZELERİNİ MÜZAKERE ETMEZ

- Kuzey Kore 2018’de nükleer füze denemelerine devem edecek. Bu ülkenin Dışişleri Bakanı Kim Yong Un’ın Pasifik Okyanusu üzerinde atmosferik bir nükleer deneme yapmayı gündemine alabileceğini söyledi. Pyongyang’ın uzun menzilli nükleer silahları rejimin devamının temeli, dolayısıyla da rejim bu konuda müzakere niyetinin olmadığının göstergesi.

Hürriyet / 14.02.2018