Yalçın Küçük Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yalçın Küçük Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Haziran 2014 Cuma

YALÇIN KÜÇÜK/ Muhteşem Süleyman'dan kalma İstanbul'da bir Yahudi hanedan

yalcinkucuk
 
Bu zindanda mevcut "Who's who in Jewish history" Joseph Nasi girişine "statesman in Turkey" açıklamasıyla başlıyor. Kanuni döneminde, İstanbul'da ve Avrupa'da en mühim tüccar-devlet adamlarından biriydi diyebiliriz ve Muhteşem'in yerine Selim'i çıkaran da o'dur. Moise Franco'nun pek güvenilir çalışmasında, 1897, yer alıyor, sa présence aux séances du Divan imperial, Prens Nasi'nin, not edebilirim "Nasi", İbrani "prens" anlamındadır, Divan-ı Hümayun'a katıldığını haber veriyor ki bu, Fransa ile siyasi meseleler yaratmıştır, öğreniyoruz. Pek önemli olduğunu tekrar anlıyoruz ve ilaveten, Dursteler'in yeni yayımlanan kitabında da var, o tarihlerde Venedik'in gettolarını anlatan bir kitapçe, "Joao Miches, Giovanni Miguez, Joseph Nasi, Nakça Dükü, dört ad ve bir adamın sahip olduğu kimlikler" cümleciğine yer veriyor, şaşırmış haldedir. Şimdilerde olsa, kimliklere bakıp, terörist ya da ajan diyebiliriz ve pour quoi pas, neden olmasın demek durumundayız. İşte bu Nasi, Süleyman'ın de facto dış işleri nazırı ve şimdi adını pek ünlü bir eğlence yerine verdiğimiz eşi Reyna ile birlikte, bir modern mezar taşında karşımıza çıkıyorlar. El atmak zorunda hissediyorum.
 
Dinden dine
Artık kültürlü anglofonlar biliyorlar, New York Times'da, "I am Mizrahi" ibaresine rastlarsak şaşırmıyoruz, aslı İbrani olup, tam karşılığı "Doğulu" olmaktadır. "Kenani", Israel ülkesi anlamına da sahip, bu nedenle "Kenan Doğulu" üzerinden akılda tutabiliriz. "Iraklı" ve "Yahudi" anlamları da var. Bu durumda mezar taşında anlatılan ailenin "buralı" olduğundan kuşku duymuyoruz. "Nasi" de çok eski bir seferad adıdır, İberik Yarım Adası'ndan geldiler ve Yusuf Nasi ile çok güçlü ve zengin halası Dona Garcia Mendes, Portekiz'den göçtüler. Orada, önce marrano olmuşlardı, "yeni Hıristiyan", zorla katolikliğe geçenlere bu adı veriyoruz.
 
Nasi Hanedanı
Cecil Roth'u önemli bir marrano tarihçisi sayabiliyoruz, kitaplarından "The House of Nasi", Nasi Hanedanı, hatırlatılmaya değer; birincisi, 1947, "Dona Garcia" ve ikincisi, 1948, "Duke of Naxos" önemlidirler. Tabi Hanedan'ın önemine de işaret etmiş oluyoruz; yerli kaynaklarda "Nakşa Dükü" olarak geçmektedir. Güzel, Yusuf Besalel, "Osmanlı ve Türk Yahudileri" çalışmasında, Yusuf'u Selim'in dük yaptığını kaydediyor. Aslında "Sarı Selim" ya da "Yahudi Selim" lakapları da olan bu Selim, Kıbrıs'ı, Nasi'ye hediye etmek için zaptını buyurmuştu, zaptı olmasa da, ihsan edilmesini Sokullu Mehmet önlemiştir. Orası Yahudiler'e "yurt" olacaktı; Nakşa Dükalığı teselli hediyesidir. Topraklarımızın tarihinde hep Yahudiler'e yurt edilmeleri projeleri vardı, gizlidirler ve ben de zaman zaman ifşa ediyorum.
 
Büyük yalanlar
Bu vesile ile ve tekraren tarihimizin "büyük yalanlarını" not etmek istiyorum. Bir, İspanya'dan kovulan Yahudiler'e sadece bizlerin kapı açtığı uydurmadır. Her yere gittiler, biz de aldık, Süleyman hamileri oldu. Garcia, Venedik'te bir "Hıristiyan" idi, kız kardeşi gizlice Yahudi olduğunu duyurdu, hapse attılar, yakarlar. Süleyman imdatlarına yetişti, Dona Garcia İstanbul'da tekrar Yahudiliğe geçti. Süleyman'ın Yahudiler'in tarifince "muhteşem" sayılmasının sebepleri çoktur ve bu da önemlidir. Tarihimiz işte budur.
 
İki, Sokullu haklıdır, Kıbrıs'ın Venedikliler'den alınması hata idi, arkasından İnebahtı, Leoponte, geldi ve Osmanlı'da sonun başlangıcı sayabiliriz. Üç, bu sırada Kanuni'nin kapitülasyon ilanı ne tesadüf ve ne ihsan idi; Yahudiler'in dağılmasıyla marrano'lar merkantilizm dönemini açtılar, müthiş bir ticaret çarkı başladı. Nasi en büyükleridir, hem Türkiye'de varlar ve hem de gelip-gidiyorlar, Osmanlı bir tür ve sınırlı "serbest" bölge oluyordu. Biz istedik ve daha sonra Amsterdam'a kaçtılar. Peki Sabetay Sevi'yi buna karşı mı tertip ettik; tabii "şeytanca" bir düşüncedir.
 
Biraz Yahudi, biraz Müslüman
Ama kalanlar kaldılar ve burayı da "yurt" bildiler. Şimdi şunları söylüyoruz, "marrano'lar", dışarda Hıristiyan, evde Yahudi; böyle söylüyoruz, ancak pek de öyle değiller. Bunu sabetayistlerde de yapıyoruz, yolda Müslüman, evde Yahudi; bu şema da güzel, ancak pek gerçekçi olduğunu düşünemiyorum. İki düzeltme gerekebiliyor, birincisi, "biraz Yahudi, biraz Müslüman" olmaları daha güçlü bir ihtimaldir. İkincisi, hem marranizmde ve hem sabetayizmde güçlü bir laisizm damarı olmalıdır. Ve "vardı" diyebiliyoruz; peki, "neden kalmadı", burada bırakıyorum. Bu bilgiççe soru ile şimdi vakit kaybetmek istemiyorum.
***
Mezar taşı, çok saçılmış bir aileye işaret etmektedir. Peki, on altıncı yüzyıldan mı geliyorlar; muhtemel. Peki ve güzel, burada da iki ekleme yapabiliriz; birincisi, bu o kadar önemli değil ve ikincisi, ortaklık çağrıştıran isimlere yöneliş tespit ediyoruz ki normaldir.
 
Akepe & Likud
Hep tekrarladığım bir tespitimi hatırlatmak istiyorum; "sabetayistler olmasaydı biz bu ülkeyi kurtaramaz ve Cumhuriyet'i kuramazdık", tabii yapardık ancak zorlanırdık, bunu söylemek istiyorum. Devamı ise şudur; bugün yobazizm çukurunda isek, bunda sabetayistlerin sapmaları önemli olmuştur, saptılar. Ne demek, İshak Alaton'u "model" sayabiliriz, çok zengin, biliyoruz, yakın zamanlara kadar pek önde "sosyal demokrat" idi ve şimdi nerede ise islamik şeriatın bayrak taşıyıcısıdır. Peki, 1977 yılından itibaren Israel'de, adı İbrani "Ergun" olan, "Örgüt" veya "Teşkilat", Yahudi şeriatını savunan, "sosyal demokrasi" ile laisizmi reddeden, Menachem Begin'den Netanyahu'ya Likud Partisi'nin iktidarı var ve buna bağlayabiliyoruz.
 
Akepe, Likud modeline uygun kurulmuştur, Israel'in ikizidir. Erdoğan'ın çapuling Marmara Filosu'na kadar el ele idiler.
 
Tabii Alaton sabetayist değil, doğrudan Yahudi'dir, biliyorum ve model olarak alıyorum. Çekici görevine işaret etmek istiyorum ve dönmeler, döndüler.
 
31 Mart'ın ordusu
Topçu Kışlası'na, Taksim ve Gezi'ye gelmiş oluyorum. "31 Mart" nedir, işte budur; Erdoğan'ın burayı tekrar kışla yapmak istemesi semboliktir ve 31 Mart Gerici Ayaklanması'na bir işaret durumundadır. Çok açık not etmek zorundayız, benim kitaplarım dışında pek yoktur; bu gerici isyanda ordu vardır ve oradaki kışladan çıktılar. Peki sonra, Selanik'ten gelen Hareket Ordusu ile sokak sokak, tam teşkilatlı bir iç savaşla bastırıldılar. "Telef oldular" da diyoruz.
 
Gönüllü ordusu idi, hareket ordusuydu, tam sayıyı bilemiyoruz, 800-900, verilen rakamlardır, Yahudi vardı ve yobazları kırdılar. Sabetayistleri söylemiyorum, bilemeyiz ve çoktular. 31 Mart'ta gericileri kıranlar, Yahudiler ve sabetayistlerdi, tabii biz de oradaydık.
 
Arendt & Aren & Beren
Teşkilat sözcüğünden söz ettim, İbrani karşılığı da "Elif" ile başıyor ve "İ" veya "E" okuyabiliyoruz, "Irgun" ya da "Ergun" olmaktadır. İbrani, Irgun Zvai Leumi, Askeri Teşkilat anlamındadır ve İzel ve Ezel, şarkıcı ve rejisör biliyoruz, Yahudi değiller. Sabetayist olabilirler, bir sakıncasını göremiyoruz. Bir sakıncası var, "Ezel" biz Türkler'e karşı bir suikast ve casusluk örgütü idi; duygusal yanım ateşleniveriyor.
 
Mizrahi ismi üzerinde durmuştum. "Beren" adını da yanına koyabilirim, aslı "Berendt", daha çok Macar Yahudileri'nde görüyoruz, Hannah Arendt'in adını hatırlatıyorum, tanınmış filozof, ancak "dt" hoş değil, düşünüyoruz ve "Aren" oluyor, kullandığımız isimlerdendir. Beren'i de böyle buluyorum.
 
İsimle yükseliş
Dizilerde, sinemalarda, pop müzikte çokturlar; yetenek, ses ve güzellik artık aşağıdadır. İsme bakarak yükseltme kolay ve çok olmaktadır. Üniversitede ve diplomaside ise fazla, bunu da not etmiş oluyorum. Böylece, bir mezar taşından çıkarak açıldığım bilimsel serüvenin sonlarına yaklaşmış oluyorum. Bazı isimler, "Beren güzelliğinin beş para etmez, sende bu isim olmasa", anahtardır ve açarlar, yükseltirler. Sende bu isim varsa, bulurlar.
***
İşte "bittiii" ancak kulağımda çınlama, devr-i Recep'te, "Recep" islamda kutsaldır, "azaldı, değil mi", bu soru çınlıyor. Hayır hayır artmıştır, akepe'de çokturlar ve uçurulanlar ise mukayese dışındadır.
 
Dışişleri mi demiştim, "Davutoğlu", Davut'tur ve Yahudilik'te "Karay" kolunu kuran Davut bin Annan idi ve geçiyorum. Şunu söyleyebilirim, biz Vatikan'a "adı güzel" seçeriz, İbrani "Şem Tov" diyoruz ve devr-i akepe'de Kenan Gürsoy'u bulduk, gönderdik, şaşmayız. "Gur", Tevrat'ta vardır, "Kenan" yanımızdadır ve dedesi, Rüfai Tarikatı'nın kurucusu Kenan Rıfai olmakla maruftur. Ve Alyans Israelit Universal'de okumuştur, biz Alyans Israelit'te okuyanları İbrani sayıyoruz. Bilimimiz buna işaret etmektedir.
 
İsim yasaları
Pek güzel, şu anda Ahim'de temsilcimiz Işıl Eser Hanım olup, akepe sevkiyatındandır. Peki kimdir, Profesör Eser Karakaş'ın eşidirler, militan akepe övücüsü idi, değişiyor, işaret ettim. Ama kimdir, "Karakaş", sabetayizmin en ortodoks koludur ve adı "Aşer" idi, İbrani, biz "şalom" demeyiz, aynı sözcük, "selam" diyoruz, "Canaan" yazıyor, in English ve "Kenan" söylüyoruz, â için "aa" şarttır. İşte Ahim'deki yargıcımız budur ve çıkardığım yasalara pek uygundur.
 
Değişim işaretleri
Tamam ama diyemiyorum, itiraz sesleri duyuyorum, "kayırma, kayırma" diyorlar, ya önceki; itiraz ve soru yerindedir. Önceki yargıcımız da şeytani kanunlara uymaktadır, yalnız Rıza Türmen asıl "Aydın Doğan Partisi" mensubudur. Aydın Bey, hem yazar ve hem de milletvekili yaptı ve sözünden çıkmaz, öyle biliyoruz. Son yazıları da Aydın Doğan'dan mülhem, bizleri özellikle Sedat Ergin ve müteveffa Mehmet Ali Birand ile Silivri'ye gönderen Aydın Doğan bir patlamadan korkmaya başladılar. Seviniyorum ve Sulhi Dönmezer'i hatırlıyorum, "dönme, dönmez" demiyorum; Türmen Üstadımızın dönüşlerinden hayli memnun oluyorum. Devamını, tabii bir daha dönmeden, bekliyorum. Bu arada, "Selam Olsun Gezi Direnişi'ne" bağırmayı unutmuyorum.
 
Kutluyorum, tam zamanlıdır, Avrupa Birliği Komisyonu'nun son raporunda, Türmen gazetesi Milliyet'te, gazeteci B. Karakaş hanım, "Türk Ceza Kanunun silahlı örgüt üyeliği suçunu düzenleyen 314. maddesinde değişikliğe gidilmemesi eleştirilirken, bu madde nedeniyle çok sayıda akademisyen, öğrenci ve aktivistin cezaevinde bulunduğuna değinildi" demektedir. Pek güzel, Silivri ve KCK hapislilerine, tahliye hayalleri kurma zamanı gelmektedir; Türmen'de tam bir senkronizasyon teşhis edebiliyoruz. Ayrıca dönme zamanı mükemmeldir. Öyleyse, bu durumda, "dönme ise, bir dönme yeterlidir", diyorum.
 
Aydın Doğan Partisi
Güzel ve sonu gelmez son noktalardan birisi de şudur: "Aydın Doğan Partisi" demiştim, kastım, Kemal Kılıçdaroğlu'nun Aydın Doğan'ın taşeronu olduğudur. Milletvekillerinin bir kısmına ilaveten, İstanbul belediye başkanlığı adayı işine de el atmış bulunuyor. Yeni değil, bir süre önce, pek yakışıklı gazeteci arkadaşımız Merdan Yanardağ'ın Yurt'undan söz ederken haberini vermiştim. Şimdi vereceğim haber ise şudur; yakın zaman önce "Karabulut" olan taşeron parti başkanı Kılıçdaroğlu, "Karay" mı, "Seyit" mi, ben de buna el atıyorum. Yakında ve bakarız.
 
Nadir soyadı
Prens Nasi'nin ne kadar çok adı vardı, eşi ve Osmanlı Yahudileri'nin koruyucusu Reyna'nın da az değildir; ancak bir seçme yapabilirim. Catherina ile başlıyorum, Reyna, Reina, duruyorum. "Pure" demektir, "saf" ve ne tesadüf, Muhammed Peygamber'in eşlerinden birinin adı da "Safiye" idi, hep biliyoruz. Bilmediklerimiz ise Safiye'nin aslen Yahudi olduğudur, Yahudi adı "Zeynep" ve yine tesadüf, Medine'nin en büyük Yahudi Kabilesi Nadir'dendir. Esir aldık, pek güzeldi, cariye yaptık, annesini babasını öldürdük, kalanları sürdük. Karabulut Kemal'in damadının ve tabii sevgili torunu Duru'nun da soyadı Nadir'dir. Güzel, izindeyim ve takip ediyorum. Şimdi "Medine Savaşı" üzerindeyim. Nadir'ler Ankara'ya hangi yoldan geldiler, arkalarındayım. Bulurum.
 
Modernizm kapısı
Biz "Moiz" diyoruz, Fransızca "Moise", M. Franco, bir büyük lütuf olarak, qui était une grande faveur, Nasi'ye, Frangki Bey rütbesini verdiğini de açıklıyor, "Frenk", Avrupalı diyorduk. Ne günler, islami, yakasız, fistanı atmıştık, kemalist "Frenk" gömleği almıştık. Modernizme dönmüştük, şimdi bir daha döndük, henüz yakaları çıkartmadık, kıravatı fırlattık. Ama seziyorum, görüyorum, bir daha dönüyoruz, uçları var. Ve ne hoş, Karabulut Kemal kıravatsız olacak ve öyle "fırlatacağız" demek istiyorum.
 
AYDINLIK / Cumartesi, 26 Ekim 2013

YALÇIN KÜÇÜK/ Osmanlı Aydınlanması'nda iki okul

yalcinkucuk
 
l'Alliance Israèlite & El Tiempo
Erdoğan'ın bir yakını ölmüştü, göz yaşları sel olmuştu, bir üçlü var, gidecekler, ellerini kaldırıp dua edecekler. Hamza, Kemal, Tekin adlarındadırlar, hazırlandılar ve kravatlarını attılar. Kravatları atık, elleri havada ve duadadırlar. Birgün gelecek, kravatı takarız. Kuşku duymuyorum. Bizde kravat takma usul ve adeti var.
 
İsrailoğulları "Hasbelah", İngilizler "Enlightenment"; Fransızlar "Lumière" diyorlar ve bizde Aydınlanma'dır, geç Osmani'de isim olarak "enver" ve "münevver" biliyoruz. Bizde, 1850 yıllarından, 1840 yıllarında Tercüme Odası kurulmuştu, başlatabiliriz. Alyans okulları çok ciddi eğitim kurumlarıydı; Fransızca, El Tiempo, gazete ama ek dergileri de var, "El Amigo de la Familia" bunlardan birisi, dili Ladino, güçlü eğitim veriyorlardı. Hem Alyans ve hem El Tiempo, pek modernist ve laiktiler; Türkiye'de laik dalganın başlangıcını da buralarda arayabiliyoruz. Kısaca haber veriyorum.
 
Bir Jön-Mustafa Kemal
Moiz Franco, çalışmasını, sinagog arşivlerine ve çok güvenilir tanıklıklara dayandırmıştı ve şunu da okuyoruz: "Nous désirons que les Musulmans ne soient considérés comme tels que dans les mosquées, que les Chrétiens ne soient que les chrétiens que dans leurs églises et les israélites ne soient israélites que dans leurs synagogues." Bu sözler ikinci Mahmut'a ait, müslümanları sadece mescitte müslüman, Hıristiyaları sadece kilisede Hıristiyan ve İsrailoğlulları da yalnızca sinagoglarda oldukları gibi olmalıdırlar; onları oralarda görmek isteriz, anlamındadır. Müslümanlık, Hıristiyanlık, Yahudilik yeri mescit'tir, doğrusu "cami" değil budur, kilisedir ve sinagog'tur; büyük ilkeyi koymuş oluyor. Ekliyorum, Mahmut, bir Jön-Mustafa Kemal'dir.
 
II. Mahmut'un tasfiyeleri
İkinci Mahmut, Yunaniler "bize" isyan edince, Patrik Gregoire'ı İstanbul'un ortasında astırmıştı ve sonra Yeniçeri güruhunu, gerici ordu idi, tasfiye etti, biliyoruz. Sonra gerici ordu ile ekonomik işbirliği ve dayanışma içinde olan pek büyük Yahudileri ortadan kaldırdı; bunlar nerede ise dünyanın en zengin Yahudileriydiler, "Bağdatlı, Gabay, Mizrahi ve Acıman" ahfadı hâlâ aramızdalar, Karmona, adları ile yetiniyorum. Yahudi tarihinde pek önemlidir ve tarihimizde Mahmut'un kötülenmesini buna bağlayabiliyoruz. Demek ki şimdilerde çubuğu tersine büküyorum.
 
Alliance Israèlite Okulları
Alyans Okulları'nın kurulmasında inisiyatif Moses Montefiore ve Evelina de Rothschield'e aittir; çok zengin olan Montefiore, bir de "sir" olmuştu, Rothschield Hanedanı'na damat gitmişti ve okulları ilk önceleri Filistin de denilen, Israel'de açtılar. Daha sonra Fransa'da sistemleşti ve Fransa'dan yönetilen okullar oldular. Bütün Osmanlı illerine yayıldılar; Bursa, Selanik, İstanbul, Edirne, İskenderiye, Kahire, Halep ve Şam, Alliance Israèlite okullarıyla doldular.
 
Yobaz Yahudiler karşı çıktılar; kız-erkek öğrenciler okudular, kızların giysileri Cumhuriyet'in ilk günlerindeki bizim okullarımızı hatırlatıyor, kısa saç, cekete yakın bluz, beyaz gömlek ve eteklidirler. Erkekler kravat takıyorlar, tabii ceket pantalonlarıyla çok temizdirler.
 
Laisizme bağlı Yahudiler
İstanbul'da doğmuş, Alyans'tan mezun olmuş, Angèle Guéron, daha sonra çok büyük Edirne Alyans'ta müdirelik yapmış, binası şimdi lise; günlük tutmuş ve bunlardan, hahamlarla hep mücadele halinde olduğunu öğreniyoruz. Laisizme bağlılar, kendisine "Türk" demiyor ve "Osmanlı" tabir ediyor, çok bağlı, "yurt" biliyor, Osmanlı felaketlerinden acı duyduklarını anlıyoruz.
 
Öğrencileri ve yöneticileri Yahudi ve Yahudiler'in dinsel açıdan hiç sevmeseler de "dönme", artık "sabetayist" diyoruz, öğrencileri olduğunu da biliyoruz. Şunu da biliyorum, Alyans'ta okuyup da Türkiye Cumhuriyeti'nde en yüksek mevkilere çıkanlar mevcuttur; ileriye, mahsus kitaplarıma saklıyorum. Yalnız "filozof" ve meşhur hürriyet mücahidi, Rıza Tevfik Bölükbaşı bu okullardan mezundur ve buralarda öğretmenlik de yapmıştır; ansiklopedik bilgi olduğu için saklamıyorum, siyonist idi, bunu ekliyorum. Bir diğer ansiklopedik bilgi de, Talat Paşa'nın, Edirne Alliance Israèlite'de öğretmenlik yaptığıdır. Burada duruyorum; hepsi Fransızca biliyorlar ve Fransızcaları pek akıcıdır. Kültürlüdürler.
 
El Tiempo
İki dil var, "Yiddish", Eşkenaz Yahudileri konuşuyorlar, Alman Yahudicesi diyebiliriz; Rusya'dan Amerika'ya göçenler de Yiddish ve Ladino, bizim Yahudilerimiz ve tabii "dönme" ve sabetayistlerimiz, aslı İspanyolca, seferad ama İbrani ve Türkçe ile karışmış haldedir. Bizdeki gazete El Tiempo, 1872-1930, pek uzun ömürlü ve dergiler, El Amigo de La Familia, 1881-1896, Ladino yayın yaptılar. Bunlar için, El Tiempo'nun yavrusu pek çok dergi vardı; Sarah Abrevaya Stein, bir kültürel transformasyon, "cultural transformation" yaptıklarını söylüyor ve "and expanded the central goal of the Alliance Israèlite Univesalle", Alyans Okulları'nın temel hedefini yaydıklarını ekliyor ki çok doğru ve yerindedir. "Bizi" anlamamız için büyük bir işarettir, perdeleri kaldırıyorum.
 
Yahudilerin modernizasyonu
Sarah Abrevaya Stein'in, "Making Jews Modern" adlı çalışmasına unutulmuş diyemem, ama pek değerli diyebiliyorum; Rusya ve Osmanlı Yahudilerinin modernizasyonları üzerinedir. Hedef modernizasyondur ve bizimki bir tesadüf, Tanzimat'ta hemen sonra ve Islahat Fermanı arasında başlamaktadır. "The Franco-Jewish bourgeoisie" model alınıyor, "The way of life" veya "La mode" örnektir ve bir tür taklit yoluyla "Osmanlı Yahudi Burjuvazisi" yaratılacaktır. Nasıl ütü yapılır, "örgü işleri öğrenelim mi", bunlarla başlıyorlar. Sarah Abrevaya, sömürgeci planını saklamıyor ve ancak yaptıklarına bakıyor. Bir okuldur, gazete ve dergilerle gidiyor, sanki internet üzerinden üniversitelerin öncüsüdürler; didaktik bir dilleri var. Bunu, bilgiççe ve ağdalı-tumturaklı bir üslup olarak anlayabiliyoruz.
 
Kitap ampirik, pek çok coupure var, gazete reklamları çok güzel; ince belli, korselerinde hanımlar, pek şık erkekler, hepsi hepsi İstanbul'da büyük mağazalarda ve on dokuzuncu yüzyılın sonlarındayız. Çok hoş, gazete ve dergilerde, Yahudi şeriatının yasakladığı yemekler, tereyağı ve süt ile yan yana tanıtılıyor ve teşvik edilmektedir, pek laiktirler. Yahudi yobazları hoşlanmıyorlar. Hem Alyans ve hem de "El Amigo de Familia" karşıtıdırlar.
 
Birleşik kaplar yasası
Bunlara ekleyeceklerim şudur; birleşik kaplar yasası işlemektedir. Yahudileri sabetayistlerden ve sabetayistleri çıkmakta olan Türk burjuvazisinden ayırt edemeyiz. Daha ileri gidebilir miyim, dilimizdeki bazı söyleyişlerin Ladino'dan geçtiğini tespit edebiliyorum, ancak Ladino'yu henüz öğrenemediğim için açıklayamıyorum; şüphesiz kitabı var, Paris'ten bir türlü getirtemiyorum, yazan, bizim Sabetay Varol'un eşi ve Fransız Komünist Partisi yöneticisidir. Güzel, böylece şu noktaya gelmiş oluyorum, geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet modernitesinde, Alyans'ın ve El Tiempo'nun etkisi çok çok büyüktür. Gizlice haber ediyorum.
 
Romanlar arasında
Koğuş malumatımız şudur, Eşi Nurhan Hoca Hanım, Fatih Hoca'ya romanlar gönderiyor ve içlerinde Ayşe Kulin'inkiler de var; bu aileden Orhan Kulin'i pek severdim, hatırlıyorum. "Füreya", koğuşa yeni gelenlerden birisidir; "Aylin" romanını okumuş ve eksik bulduğumu yazmıştım. Belki bu nedenle olabilir, Fatih Hoca'ya, okurken, filmi daha önce görmüş bir çocuk misli, ne olması gerektiğini söylüyordum. Böylece bu aileleri tanıdığımı gösteriyordum. Fatih Bey, pek rahatsız olmuyordu ve sanki memnundu, ekliyorum. Söz konusu olan "Kabaağaç" Ailesi, sadrazamları ve paşaları mevcuttur, Şirin devrim, Cevat Şakir, nam-ı diğer "Halikarnas Balıkçısı", Bodrum'u Açan Adam, bu ailedendirler ve peki nereye koyacağız, asıl sorudur ve öyleyse ben bitiriyorum.
 
Aliya & Medina
Bir, "Füreya" değil ama güzel, aslı "Freya", Yahudi adıdır. İki, Cevat Şakir, nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı, solculuktan değil, babası ile kendi karısını aynı yatakta yakalayıp kurşunladığı için hapse atılmış ve Bodrum'a sürülmüştü, işbilmez birisi idi. Üç, Macar Yahudisi kemancı Berger ile evli Aliye'nin adı İbrani'dir, yükseğe çıkış ve "uçuş" anlamına geliyor. Yalnız ekliyorum, bu ara "Medina" uzmanı olmak üzereyim, Peygamber Muhammed, Medine'ye göçtüğünde "Aliya" denilen mahalle ev kurmuştu, yüksek yer demek olup aynı anlamdadır. "Kent" anlamında olup, Coca-Cola ceo'su Muhtar Kent'in de soyadıdır ve Muhtar, oraya İbrani asıllı olduğu için getirilmiştir. Epizoddan hisse çıkarıyorum. Necdet Kent'in oğludur, cenazesinde Erdoğan bulunmuştu, kafa makinamda kayıtlıdır.
 
Dört, ailede Yahudi adları çoktur ve "Sarah" adının birden fazla olduğunu görüyorum. Beş, Arap Prensi'ne gelin giden Kabaağaç için Ayşe Kulin, "Nissa" yazıyor ki memnun oldum; bende "Fakri" veya "Hayri" ön-eklerini atıyorum, geriye bir İbrani adı bırakıyorum. Altı, evde nerede ise hep Fransızca konuşuyorlar ve yedi, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e barışçıl bir geçiş görüyoruz. Aile Mustafa Kemal'i şahsen tanıyor ve yürekten destekliyorlar. Sevgileri yüksektir ve aynı yükseklikteyiz.
 
Asimilasyon & Acculturation
Nihayet, Yahudi demiyorum, sabetayist demiyorum, işte budur; bunu söylüyorum. Asimilasyon mu, acculturation mu, Sarah Abrevaya, zaman zaman bunu soruyor. Ben de Yahudi ve İslami şeriatı bir araya gelmişler, işte bu insana ve kültürüne düşman olmuşlar, bunu söylüyorum ve şimdi buradayız. Peki, bu kültüre düşman mı, misal mi; peki Daniel Oral'u nasıl bulursunuz; beğenmezseniz başkasını sürerim. Çok çokturlar, tür türler.
 
Kravatsız Kılıçdaroğlu
Şunlara bakınız, hiç unutmuyorum, Recep Erdoğan'ın bir yakını ölmüştü, çok üzgündü, göz yaşları sel olmuştu, bir üçlü var, gidecekler, ellerini kaldırıp dua edecekler, olur, ama hazırlandılar. Üçü de, Hamza, Kemal, Tekin adlarındadırlar, hazırlandılar ve kravatlarını attılar. Ve hiç unutmuyorum, kravatları atık, elleri havada ve duadadırlar. Bu resmi hiç unutmuyorum. Kravatları atık ve elleri havada. Ve fotoğraflarıdır.
 
Hiç unutmuyorum.
 
Birgün gelecek, kravatı takarız. Kuşku duymuyorum.
 
Bizde kravat takma usul ve adeti var.
 
AYDINLIK / Çarşamba, 06 Kasım 2013

YALÇIN KÜÇÜK/ İktisatçı heretik ve peki bizler- Hobson & Keynes & Marx (2)

yalcinkucuk
Peki, alfabeye dönebilir miyim, Marx'ın "The Critique Of Political Economy" çalışmasını ele alabiliriz. Burada bir yerde Marx, "Adam Smith himself occasionally relapses once more into the physiocratic system" diyor ki, buna işaret etmesini, çok dikkatli ve titiz olduğunun işareti kabul edebiliriz. Zaman zaman fizyokrasi'ye kayıyor, hayır, bir, hep fizyokrattır, diyebiliriz. İki, iktisadın her zaman bir maddi konusu olmak zorundadır ve açıyorum, Smith'te konu tarım; sahne feodaldir.
 
Ekonomi-politik
Şöyle devam edebiliyorum, hala "The Critique Of Political Economy" içindeyiz, Marx şunu da kaydediyor, "Political economy, however, is not technology"; Marx'ın Capital'i yazarken hep teknolojik gelişmelere baktığını dikkatlerden uzak tutamayız. Ancak, ekonomi-politik teknoloji değildir ve bundan fazlasıdır. Ne çıplak teknoloji, ne de matematiktir, bunu kabul etmek zorundayız. Ricardo'nun ortaya attığı ve Marx'ın hem geliştirdiği ve hem de parlattığı tarifteyiz; Korkut Boratav'ın "Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm" çalışmasının anlamı, ustalıkla ve kararlılıkla bunu göstermesidir. Israr ediyoruz.
 
Taner Berksoy'un büyük bir yanılsama ile İstanbul ve Ankara'da gördüğü iki odak, eninde-sonunda, ithal matematik ile şişirilip süslenmiş bir "production function" ve türevleridir. Profesör Boratav, yeterli yetkinlikle, bununla hiçbir yere gidilemeyeceğini söylüyor ki arkasındayız. Biz "production function" düzenlemelerine "ders işte" diyoruz ve "nokta" ekliyoruz.
 
Heretik iktisatçılar
İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti, eskilerde çok güzel ve yararlı toplantılar yapıyor ve konuşmacı olarak beni de çağırıyorlardı. Birinde kürsüde idim, Taner Berksoy da söz aldı, büyük sermayedarlar çoktular, Taner sermayedarlara döndü, "şu halinize bakın" dedi, "Yalçın Rusça öğrendi, hapislere attınız ve şimdi hepiniz Rusça öğrenmek istiyorsunuz" ekledi. Benim duyduğum ve bildiğim, Taner Berksoy'un en ekonomi politik sözü budur. Sermayeyi ve yapısını bilmeden iktisat yapamayız. Bütün "heretik", ayrı mezhep sahibi iktisatçılar, işletmeleri ve sermayedarı çalıştılar. İktisat için sine qua non diyoruz. Hem Hobson ve hem Veblen, buradadırlar. Yaptılar ve Keynes, Hobson'un çalışmalarına pek dayanıyor ve okuyoruz.
 
Hedonist Türk burjuvazisi
Türk sermayedarı mı, Marx'ın "kapitalist" kavramına ihanet halindedirler. Hiçbir inançları yoktur ve kimsenin inancı olabileceğine de inanmazlar. Pek hedonist, pek egoist ve gerçekten vatansızdırlar. Emekçiye acımasızdırlar ve daima "servet transferi" peşinde ve umudundadırlar. Bunun için her türlü komploya yatkındırlar; Polanyi, sanki bunlar için yazdı, bunları bilerek başlamak durumundayız. İşte tariflerini çıkarmış oluyorum.
 
Bilimsel yöntem
 
Fransa'da François Furet, önde gelen bir Komünist Parti üyesiydi, sonra döndü, insafsız bir komünizm karşıtı oldu, "Essai sur l'idée communiste au XXe siècle", bu pek hacimli çalışması böyle insafsızlıklarla doludur. Şu cümlesini aktarıyorum, Marx için, "il offre de quoi plaire aux esprits savants comme aux esprits simples selon qu'on lit Capital ou le Manifeste, dikkat çekicidir. Kimi memnun edeceğini biliyor, Kapital bilimsel kafalara, Manifesto basit düşünebilenlere münasiptir ve özetle bunu anlıyoruz. Ben de şunu söylüyorum, Kapital, hem zamanın ekonomi politiğinin mükemmel bir sentezi ve hiç kuşkusuz çok daha fazlası ve ilerisidir. Bir düşünce ve metod açıklaması diyebiliriz; ancak Manifesto'daki sermaye övgüsü ve kapitalizmi pek doktriner ve hatta dogmatik bulmayı kabul etmemiz imkansız görünüyor. Burada yirminci yüzyılın başındaki menşevik-bolşevik tartışmalarını hatırlamak zorundayız. Türk oligarkları, büyük sermayedarlar, en başta Koç, menşeviklerin yanındadırlar.
 
Bilgisiz iktisatçılar
Devamla, Anlatıyor'da, Sencer Divitçioğlu'nun, Sencer'e pek hayran ve daha sonra profesör, öğrencisi Ömer Gökay'ın da görüşlerini okuyoruz. Profesör Gökay, Sevgili Hocası Divitçioğlu için "marksist iktisadı öğretmedi, burjuva iktisadını öğretti" demektedir ve çok hoş bir sürpriz diyebiliriz. Peki ne demektedir ve herhalde benim de söyleyeceklerim olmalıdır; pek kısa not ediyorum.
 
Bir, bazı iktisatçılar varlar, Marx'ın olmayan problemlerini çözmek veya yanlışlarını çıkarmak için o kadar zaman ayırırlar ki, öğrenmeye vakit bulamazlar. İki, bilmediklerini öğretemezler ve öğretmiyorlar. Güzel, buraya gelmiş oluyoruz.
***
Gramsci ile Yalçın Küçük yan yanadır.
 
Somuttan soyuta
Ancak önemli olan yöntemdir ve Boratav da "maddecilik" diyerek yöntemde ısrar ediyor. Maddeye dayanıyor ve buradan soyutlamaya geçiyoruz. Soyutlama ancak maddenin çokluğunda, "somutun zenginliği" diyebiliriz, yapılmaktadır. Marx'ın yine Critique'de, Finike ve Kartaca'da ticari "sermaye" görmesi, ancak yüksek bir soyutlamaya dayanıyor. Madde çok ve aynı anlamda, zengin olacak ve bir karakter verecek ölçüde benzerlik ya da ortaklık görünecek; görebilirsek, soyutlamış oluyoruz. "Pure" saf veya purity saflık, işte soyutlama budur. Bilim burada başlamaktadır.
 
Barbar sermayedar
İki heretik iktisatçı da, Hobson ve Veblen, Marx'ı okumuşlar ve en kibar sözcükle, önemsemediklerini açıkça ifade ediyorlar. Veblen'in ünlü çalışmasını, 1899, ben "Sefa Sınıfı Teorisi" olarak anlıyor ve çeviriyorum. İlk cümlesini buraya alıyorum: "The institution of a leisure class is found in its best development at the higher stages of the barbarian culture; as, for instance, in feudal Europe or feudal Japan." Güzel, "sefa sınıfının" en gelişmiş türü, barbar kültürün daha yüksek aşamasında görülüyor, feodal Avrupa'da, feodal Japonya'da karşılaşıyoruz. Tekrar güzel, Veblen, "sefa sınıfı" kavramıyla, yirminci yüzyılın başında, en gelişmiş ülkede, Amerika'da, sermaye sınıfını anlatıyor. Amerikan sermayedarı barbardır.
Bu bir ve ikinci olarak şunu aktarıyorum: "Conspicuous consumption of valuable goods is a means of reputability to the gentleman of leisure". Burada geçen "conspicious consumption" kavramı, Veblen'den burjuva iktisadına geçmiştir, Duesenberry bunu, tüketim ve tasarruf ekonomisine yerleştirdi ve tabii, pek evcilleştirdi, biliyoruz. Sefa Efendileri, "gösteriş istihlakı" yaparlar, tükettikçe, tüketimlerini gösterdikçe, şöhretleri artmaktadır. Şöhret için birbirlerini taklit ederek tüketiyorlar. Akılcılık yoktur ve pek uzaktadır.
 
Gösteriş tüketimi
Protestan ülkede yaşıyorlar ama Veblen, sefa sınıfına, "katolik" demektedir. Katolizm'de her şey gösteriş içindir, on altıncı yüzyıl diyelim, İspanya'dan seferatlar İstanbul'a gelince, İstanbul zenginlerini giysileriyle pek şaşırttılar. Geldiler, katolik kimliklerini attılar ama katolik lüks ve görkemi birden atmadılar ve yerli zenginler ile lüks için yarıştılar. Demek, sefa efendileri, gösteriş yarışındadırlar. Rasyonalizm'den uzaktırlar. Tekrarlıyorum.
 
Üç, kumar düşkünüdürler ve oynarlar. Ve Veblen'in bu işareti, şimdi yüksek kapitalizmin temeli olmuştur, borsa artık bir kumardır. Üzerinde durmak ihtiyacı dahi duymuyorum. İhtimaliyet oynuyorlar ve körüklüyorlar. İyi körükleyen, çok kazanandır.
 
Wall Street Simyacıları
Ah ne yazık bitiremiyorum ve tabii devam ederim. Bir gün mutlaka bitirmeyi umuyorum. Ama ne tesadüf ve çok ilginç, şimdi koğuşta, önümde, Amerikan Time Dergisi var, 9 Eylül 2013 tarihli, biraz geç, yalnız burası hapishanedir, normal sayıyoruz. Önemli bir yazar, "The curious capitalist", bunu yazmış, "tuhaf sermayedar"; yazan Rana Foroohar, uygun, bir kadın adı, "hayranlık uyandıran güzel", İran asıllı olabilir ve o kadın güzel görünmüyor. "The Alchemist of Wall Street", şimdi "iktisat" işinin simyacılara kaldığını yazıyor. Yazısının başlığı "Wall Street Simyacıları", artık simyacıları bulmuş durumdayız.
 
Şunları öğreniyoruz, finansal karlar artıyor ve ekonomik büyüme iniyor, Amerika'nın bütünü için konuşuyoruz. Apple'dan söz ediyoruz, bu bir, Amerika'nın en büyüğüdür, deniz aşırı ülkelerdeki karlarını getirmiyor ve bunu vergi kaçırmak, kibarca, vergi vermemek için yapmaktadır. İkincisi budur ve üçüncüsü, yatırım ve gelişme işleri, Mr. Einhorn ve Mr. Icahn adındaki adamlara verilmiştir. Bunlara "alchemist" ya da "simyacı" diyorlar ve "tam isabet" vuruyoruz. Yalnız doğruda kalmak istiyorum, Mr. Einhorn ve Mr. Icahn erkektirler, simyacıların seksinde yanıldım, kabul ediyorum. Fakat bunlar simyacı, işleridir ve aynı zamanda mazeretim budur.
 
AYDINLIK / Çarşamba, 23 Ekim 2013

YALÇIN KÜÇÜK/ Hobson & Keynes & Marx (I)

yalcinkucukApparatçik, aparat, bir vida olabilir, "kullanan adam" anlamında olsa da, artık kendisi bir "aparat", bir vida olmuş insan yerine kullanıyoruz. Dilde sıçrama yapıyoruz ve insandan çıkışa işaret etmiş oluyoruz. Şimdi, bu tekeliyet mengenesinde, öbek öbek kadınları insanlıktan çıkarıyoruz, bir kolay yolunu bulmuş haldeyiz. Bir iş veriyoruz, hep o işi ve hep kadınlara; bu ezme ve eze eze apparatçik, giderek aparat yapma yolumuzdur, yığın yığın kadınları insanlıktan çıkarıyoruz. En son bir de süslüyoruz, muhtemelen çok para veriyoruz, bütün "yatırım" firmalarının, bütün tahvil şirketlerinin "baş" ekonomistleri artık kadınlardır. Haberleri yok, ben onları artık kadın görmüyorum. Hiçbirini yanıma yaklaştırmam, hiçbirinin yatırımına bakmam ve hiçbirinin yatağına yatmam çünkü kadın değiller. Ne mi, sadece "acaip", bunu diyebiliyorum.
 
İnsanlıktan çıkış
Önce telefon operatörleri ile başladık. Baktık ezme yoludur, posa yapıyoruz, eskiden telefon santralleri manueldi, hep kadın yaptık. Sonra ilaçları fabrikasyona tabi tuttuk ama yine üniversite mezunlarına sattırıyorduk, satıcıları kadınlardan tuttuk, onlar da "eczahane" yazılı bakkal dükkanlarının önüne oturup yün ördüler, artık evlerinde, kocalarının yatağına girince de, aldığımız bilgilere göre, koca denilen adamlarına sadece yün örüyorlar. İnsanlıktan çıkmışlar.
 
Tekstil işçileri
Kız, Ayazağa'da yaşıyor, mahallenin eski halini bilirim, on dört yaşında imiş, tekstil işi yapıyormuş, spiker sormuştu, "denize giriyor musun", Ayazağa İstanbul'dadır, tekstilci kız cevap vermişti, "hiç görmedim." İstanbul'da doğmuş, beş yıllık tekstil emekçisi kız ve hep "kız kalacak", denizi görmeden yaşayacaktır. Bütün tekstil işçileri artık kadındırlar ve onlara "kadın" diyemeyeceğiz, ütüdürler, makas da olabilirler. Hep makinenin pedalına basarlar.
Sık sık yanarlar. "Kadınlar Günü", New York'ta çok sayıda "T-işçisi" yanarak öldüğü için kondu, nerede ise çoğu Yahudi idiler, böylece Gün'lü oldular. Yakında Le Monde Diplomatique bir felaket olarak yazmıştı, Bangladeş'te de yandılar. Çok yandılar. İçlerinde yanan erkek yoktu, yazılanlardan insan olduğunu da çıkaramadım, yandılar. Ancak tavsiye ediyorum, Paris'ten, New York'tan, en lüks avm'den, en güzel tekstil ürününü alırsanız, bakın, içinde bir yerde Bangladeş işareti olmalıdır. En iyisi orada yapılıyor ve bizimkilerden daha iyidirler. Bangladeş, T-işçileri birincidirler.
 
İktisat profesörleri var, hepsi yatırımcıların "baş" ekonomist kızlarına benziyorlar, hiç "bi-şi" bilmiyorlar, sektörlerden anlamazlar, ben meslekten plancıyım, bir "TİT" sektörü icat ettim, aydınlarımızı bir zamanlar vuran "TİT" ile isim benzerliklerine işaret ediyorum. Habersizdirler. Bu, Tekstil-İnşaat-Turizm mesleklerinden meydana geliyor, Türkiye şimdi TİT boynuzları üzerindedir. Boynuzlu sektör de diyebiliriz, bir, düşük ücret buradadır, iki, sendika yoktur, üç, sigortasız çalışma esastır, dört, müfettişler uğramazlar ve iş kazaları yüksektir, beş, mankenler TİT'e bağlıdırlar, altı, reklamları TİT yaşatır, yedi, orospu ve fahişeler, sektörün by-product'larıdır, sekiz, TİT gerilerse, ahlaksızlık azalacaktır. Bir, corollary, TİT yobazizme muhtaçtır. TİT yüksekte olmak zorundadır. Hediyesi orospu sektörüdür.
Bozulma imalathanesi: TİT
 
Ey Türk emekçileri, birinci düşmanınız TİT'tir.
 
Ve biz ilk plancılar, Birinci Beş Yıllık Plan'dan beri tekstili, inşaatı, turizmi teşvik etmeyiz. Üçü, bir bozulma imalathanesidir. İstemeyiz ve karşıyız. Biz kalkınmacı ve dolayısıyla sanayiciyiz.
 
Ekonomi politik
Profesör Korkut Boratav, "Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm" kitabında, Ricardo'dan bu yana iktisadın konusu burada yazılıdır, şu özeti veriyor: "1980'li yıllarda Türkiye burjuvazisi, Türkiye'yi 'düşük ücretli' bir ekonomiye dönüştürerek dünya kapitalist sistemi ile bu konumda bütünleşmeye dönük bir strateji izledi." Güzel, hepsi budur ve önce başladı, ama eylülizm'in esası budur. Ekonomi politik de bu değilse, nedir; "baş" aşağı yatan yatırımcı kızlardır.
 
İktisadın aparatçikleri
İlkokul öğretmenleri, banka çalışanları, önce kadın oldular ve sonra insanlıktan ve kadınlıktan çıktılar. İktisatta tersinden gittiler, olmayan bir mesleği önce kadınlara verdiler, sonra verdiklerini son derece edilgen yaptılar, "baş" ekonomist kadınlar, haminne misli konuşuyorlar, "duruma bakmak gerek", "fed'in ne yapacağını bilmiyoruz", "havalar biraz bulutlu", "temkin gerekir", "ama risk de alınabilir", ve bütün bunları süzülerek söylemek uygundur. Öyle yapıyorlar. Karşılarında pek süslü erkek var, Fatih Ürek tarzı konuşuyorlar.
Apparatçik edilgendir.
Edilgen, insanlıktan çıkış sürecinden bir hayvandır.
 
Sovyetoloji yolu
Çok iş yaptım, birisi de "sovyetoloji" oldu, herhalde bu memlekete bir "sovyetolog" gerek yollu düşünmüşümdür, Rusça öğrendim. Başladım. Ben bu işe girdiğimde, dünyanın en büyük sovyetologları Harvard'ta idiler, hep kitaplarını okuyordum. Ancak bir ara öğreniverdim, öğlen yemeklerinde refectory'de buluşuyorlarmış, sonra fark etmişler, bu meşhur sovyetologlar birbirlerine bir tek söz dahi söylemiyorlar. Küs değiller amma birbirlerine söyleyecek bir tek sözleri dahi yoktur. Hepsi böyledirler.
***
Birisi Sovyetler'de maşinostroeniye, machine building ve diğeri Sovyet ineklerinin memeleri üzerinde, nipple diyebiliriz, çalışıyor, diğeri hakkında hiçbir bilgisi yok ve ilgi de duymuyor. "Sovyet" sözcüğü pek boğucu bir etki yapıyor, duymak dahi istememektedir. Boğuluyorlar. Birbirlerine değil, hayatlarına küsmüş halleri var.
 
İktisada giriş dersleri
İktisada yeniden giriş dersimde, ilk önce elime Divitçioğlu'nun "Anlatıyor" kitabı geldi; çok özensiz anlatılmış ve çok beceriksizce yazılmış, hepimizin talihsizliğidir. Ancak çok katkı var ve devam ediyorum.
 
Asaf Savaş Akat ile başlıyor, sevdiğim bir insandır, bende hep pembe bir balon etkisi yapmıştır, çocuk yanıma hitap ediyor; kadınlar da çocukturlar ve pembe balona kapılıyorlar. Herhalde bu yüzden hemen evleniyor ve hemen boşanıyorlar; balonu patlattıklarını düşünebiliriz. Güzel, anlatılanlardan öğreniyoruz, Barış Manço ile saksafon çalıyormuş; bırakması, hem iktisat ve hem de müzik dünyası için kötü olmuştur. İktisat kazanmamış ve müzik kaybetmiştir; ancak sevgim bakidir.
 
Oligark eğlencesi
David Frost, İngilizler'in tele-vizyon-tartışma yıldızı, Amerika'ya transfer olunca, İngilizler hem güldüler ve hem de yandılar, "biter" dediklerini hatırlıyorum. Bitti ve yakında bu dünyadan da ayrıldı ve ben de Taner Berksoy, Ankara'dan İstanbul'a hicret edince aynı düşüncelere kapılmıştım. Televizyonlarda, Asaf ile beraber oligarkları rahatlattılar ve eğlendirdiler. Fakat, Anlatıyor'da kendisini de rahatlattığını sanıyorsa, yanılıyor ve sadece saçmalamaktadır. İstanbul'da ve Ankara'da müthiş iki iktisat merkezi varmış ve "her iki odağı da 80 darbesi" dağıtmış, söylediği bunlardır. 80 Darbesi'nin dağıttığı, daha çok, bazı kafalardır.
 
İstanbul'u gördük, Ankara'da ise yoktular ve isimlerini sayıyor, bunlara girmiyorum, hiçbirini iktisatçı sayamayız ve şimdi tele-vizyonlardaki "baş ekonomist" kızlardan hiçbir farkları yoktu ve yokturlar. Ve Harvard'taki sovyetologlar misli birbirlerine söyleyecek sözleri dahi yoktur; bir, sonradan edinme matematikle iktisat olmuyor ve iki, matematik eve gelip ev sahibini kovan misafirdir. İktisat öğrenmediler ve bilmediklerini anlatmaları imkansızdır. Emekliliklerine doğru eşlerine ve çocuklarına da sözleri tükenmiştir, tüketici bir yoldan geldiler.
 
İktisatçı Boratav
Eylülist Darbe Profesör Korkut Boratav'ı da üniversiteden "attı", ama Korkut iktisatçıdır, "Türkiye'de Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm" mükemmel iktisattır. Divitçioğlu'nun ve Ankara'daki Berksoy yıldızlarına tam ve inandırıcı bir darbedir, tavsiye ediyorum. Şunu da ekliyorum, Korkut, günlük ve konjonktürel iktisat üzerinde de konuşabiliyor ve görüşler bildiriyor; her zaman müdahale etmektedir. İktisatçı Korkut'tur. Vardır, az ama yeterlidir.
 
AYDINLIK / Salı, 22 Ekim 2013

12 Haziran 2012 Salı

YALÇIN KÜÇÜK/ Hürriyet satıldı Berberoğlu atıldı Çekirge sıçratıldı

YALÇIN KÜÇÜK/ Hürriyet satıldı Berberoğlu atıldı Çekirge sıçratıldı
Cuma, 08 Haziran 2012, AYDINLIK

Aydın Doğan’ın Fatih Çekirge’yi Hürriyet’in başına getirmesi imkansızdır, Doğan’a en ağır sözler Cem Uzan’dan gelmişti; Doğan bunları “küfür” sayıyordu, Çekirge ol tarihte, Cem Uzan gazetesinin, Star, başındadır. Doğan, Çekirge’yi gazeteye de sokmak istemiyordu, Ertuğrul Özkök’ün ısrarı üzerine aldı, önce sadece internet işlerine verildi, önemsizdir. Oradan Hürriyet’in başına sıçratıldı, Hürriyet’in satıldığının kanıtıdır. Ve ben Hürriyet’in satıldığında ısrar ettim, artık ayan beyan ortadadır. Sevindim mi, hayır; Kant iyiyi istemenin bizatihi iyi olduğunu yazıyordu ve ben, daha kötüyü istemenin de kötü olduğunu ekliyorum.



Akepe’nin gazetesi: Hürriyet


Kim aldı, 28 Mayıs 2012 tarihli Hürriyet’te, başlıkta Fatih Çekirge’nin yazısı şudur: “Başbakan ve eşi stattakilere karanfil atıyordu. Bir delege sordu: ‘Acaba kaç kişi var?’ Manzarayı gösterip cevap verdim: Baksanıza şu sevgi seline... Bu sevgi zorla olur mu? Görkemin, sevginin, sayısı, kaçı olur mu?” Bir sosyalist kongre için yazılabilecek coşkulu bir şiirdir, pek güzeldir. Ve ben bu edebiyatı okur okumaz, “Bizim Fatih’i yine sıçrattılar” dedim, yazacaktım, geciktim ve şimdi tamamlıyorum. Artık Hürriyet, akepe’nindir ve ben bunu, yakın zamanlarda “atılan manşetlerden ve müthiş Erdoğan reklamlarından çıkarıyordum. Hürriyet, Menderes döneminin iktidar gazetesi “Zafer” olmuştur ve başına bir Çekirge kondurulmuştur. Güzel ve bu Çekirge, son demlerde bütün gecelerini, Erdoğan’ın yüksek “danışmanları” ile, Mücahit Aslan başta, geçiriyordu. Pek güzel ve şimdi Cem Uzan’ın gazetece yöneticiliğinden, Erdoğan’ın yayın yönetmenliğine geçiyordu. Yaşama bir sosyalist olarak başlayan Fatih’e “bravo” diyorum. Ayrıca ekliyorum, “iyi yetişmiştir”; çok meşhur bir hocası vardı, yakinen biliyorum.


Erdoğan’ın yayın direktörü


Tanıtımını bizim Sabancılar’ın gelini Vuslat yapmış, Sabancılar’ı tanırım, Adana’ya, Erozanlar’a gelin giden Teyzem, Hacı Ömer’i, epinyme, omzunda iple hamallık yaparken hatırlıyordu. Biz de Hacı Ömer, mahdumu Sakıp’la, Kemal’le, Soğukoluk’ta poker oynardık, maşallah hızlı zenginleştiler, Kayseri’den geldiler.


Seromoni için birinci sayfaya değil, on üçüncü sayfaya bakılmasını tavsiye ediyorum, Vuslat Sabancı, Çekirge ile Doğan Hızlan’ı kollarından tutuyor, yakalamış, artık ne de olsa Adana sıcaklığını duymuştur.


Enis ise ötelenmiştir. Ne kadar üzgün ve kırgın bir hali var, göz yaşlarımı tutuyorum. Fikret Ercan sessizdir, idari işleri seviyordu; Fatih Çekirge, yeni adıyla Yayın Direktörü’dür. Bir kolunu Sabancı ve diğerini İslamcı sermaye tutmaktadır. Ve Erdoğan’ı kutluyorum, daha münasibini bulabileceğini sanmıyorum. Yalnız çabuk batırabilir; dualarını eksik etmemesi yerindedir. Demek ki iyilik istiyorum.


Ben yayın yönetmenlerinin eskisini severim


Satış-alış, à la manière Aydın Doğan, söz etmiştim, ve “satacaksınız”, kızınızı vereceksiniz, ama eliniz içinde kalacaktır, ne kadar kalır, bilemiyorum. Ancak kıymet-i harbiyesini görmüyorum ve kamuflaj için de gereklidir. Ve Enis Dostum artık bir Yalova Kaymakamı olarak oradadır. Ama üzülmemeli, güzel lokantalar bizi bekliyor ve ben yayın yönetmenlerinin eskisini seviyorum, güzel şarap tadı veriyorlar.


Tahsil dönemi

İzmirli’dir, Ertuğrul’un Hürriyet’e sızdırmasında “İzmirli” etkisi büyüktür. Çekirge de, Nuray Başaran ile İsmail Küçükkaya’nın elinden tutmuştu, elim sende oynadılar, İzmir Oyunu, diyoruz. Sonra Küçük Fatih benim elime geldi, Türkiye İşçi Partisi’nde, Ankara’da, Yalçın Küçük’ün rahle-i tedrisinden geçti. Behice Boran - Yalçın Küçük ayrımında ise, bu aslında Türkiye Komünist Partisi - “Millici” Sosyalistler bölünmesiydi, Yalçın Küçük ile birlikte kaldı ve Türkiye Komünist Partisi’ni reddetti. Herhalde hayatındaki tek red budur. Reddi sevmiyor.
**
Okumayı-yazmayı orada öğrendi, “Sosyalist İktidar” Dergisi’ni kurduk, Fatih yazı işlerindedir. Yetiştiriyorduk. Şimdi yazılarında ayrıntıya düşkünlük görülüyor, ben “aşk, devrim ve bilim ayrıntıdadır” diyordum, ayrıntıyı görmesini öğrendiler. Yalnız sadece ayrıntıyı değil, aşkı da tahsil etti, Nur’u severdim, güzel kızdır, Türkiye İşçi Partisi ve Sosyalist İktidar’da bizimle beraberdi ve evlendiler. Nur ve Fatih’in bir çocukları var; ikinci red mi, bilmiyorum, Nur’dan gelmiş olabilir ve Nur’un şimdi en lüks mağazalardan birinin yöneticisi olduğunu duyuyorum. Yalnız herhalde fakir ve mücadele dolu günlerini arıyordur. Hep oradayım.


İmambayıldı & Patlıcan


Bilimsel olarak ve modellerle bakıyorum. Satılmış olduğunu görmüştüm ve doğru çıkmıştır. Bundan sonrası ayrıntıdır ve Hürriyet’imiz artık islami sermayenin elindedir. Doğru, Tayyip Erdoğan başbakanlık sonra en çok bunu istiyordu, tebrik ediyorum. yalnız imambayıldı aldığını düşünebilir ve patlıcan çıkabilir, “dikkat dikkat” diyorum.


Yedikat iniş


İlk gidecek olan Sedat Ergin’dir ve Sedat da bunu hissetmiş görünüyor, güzel yazılar çıkarıyor. Bir yer buluruz, ilk gazetesi Cumhuriyet şimdi çok geride, Sedat’ın da sağında, amma olabilir, “why not” veya “pourquoi pas”, lafımızdır. Çok ilginç, her ikisini de aynı dönemden tanıyorum, emeğim var. Yükseliyorlar ve iniyorlar; ancak biz gelinceye kadar indikleri yer yine de yüksektir. Bizde iniş yedi kattır ama korkmasınlar, sevgimiz daimidir. Bir iyilik yaparım.
**
Böylece bitirmiş oluyorum.

Ama maalesef bütün yazılarımı bitiriyorum.

8 Haziran 2012 Cuma

YALÇIN KÜÇÜK/ Basın masın & Nokta mokta

YALÇIN KÜÇÜK/ Basın masın & Nokta mokta
Çarşamba, 06 Haziran 2012 AYDINLIK

Genç gazeteci iken sanki sempatizanımızdı, ciddi sayardım, 12 Mart Günleri idi, geçti. Sonra 12 Eylül Zamanı’nda Büyükelçi Strauss-Hupe, pek yaşlı Amerikan büyükelçisi, matbuatta kadrolaşmaya başladı. Hasan Cemal ilktir, Yasemin Çongar, Ufuk Güldemir, Sedat Ergin ilk paket oldular. Zamanla Sedat en öne geçti; artık Washington’ın derin-devlet görüşü olarak okuyordum, Milliyet’in başına gelmişti. Taraf’ın tanıtım ve propagandasını üstlendi, “bakın ne var” deyip, Taraf’tan bir gün sonra Milliyet’te Taraf’ı veriyordu, Washington “öyle istiyor” diyor ve öyle düşünüyordum. Mehmet Ali Birand ile birlikte Ergenekon’un müddei umumii oldular, Ordu’ya ve bize düşmanlık yaydılar.



Milliyet’i öyle kullandı, o kadar öyle ki, çok başarılı gazetecileri bozdu, adliye muhabiri Gökçen, polis muhabiri Tolga, müthiş araştırmaları ile İlhan Selçuk’un o bombaları önce Danıştay’a ve sonra kendi başına attığını ispatladılar; Sedat Ergin’i kestim. Yakın zamanda içime doğdu, baktım, Washington derin-devleti değişiyordu ve Sedat dönüyordu, şimdi okuyorum. Arkadaşlarıma haber verdim, anladım ki bir tek okuyucusu yokmuş ve artık Sedat’ın dağıtımını yapıyorum. Son zamanlarda sürekli bugün Sedat’ta “bakın ne var” diyorum. Sedat artık aslına dönmüş ve yine bir Türkiye İşçi Partisi sempatizanı olmuştur. Sedat’ı ve kendimi kutluyorum.


Bölünen Türkiye ile Erdoğan


Bir, Council of Foreign Relations tarafından yazılan raporu tanıttı; güçlü ve politika çizen Dış İlişkiler Konseyi, Erdoğan’ın iyi başlamakla birlikte çok kötü götürdüğünü tespit ediyordu, Sedat bunu netlikle aktardı. Washington’da, modern sözcükle, derin-devlet, Erdoğan’ın önünün kapandığını duyuyordu, Sedat duyurdu. Dünya dönüyordu.


İki, Erdoğan’ın, sanatçı ve “yarım porsiyon aydın” kelamı nedeniyle başına bela olurlar yazısını döşüyordu, güzel. Üç, 1 Mayıs ve 19 Mayıs yığınsal hareketlerinden etkilenmişe benziyor ve “büyüyerek devam edecektir”, haber ediyor, ağırdır. Dört “bayram açılımı” ile “Türkiye’yi ikiye bölüyorsun”, bunu yazmaktan geri kalmıyor. Sedat, akepe ve Erdoğan’ın ülkeyi bölmekte olduğu inancındadır. Bunları düşünecek çapı var, ama bunları yazması yenidir.


Sular ısınırken


Aydınlık’ta Deniz Hakan’ın “CFR” üzerine denemeleri, “essay”, tam bir uyum içindedir. Bir tesadüf, aynı gündedir; Washington şu anda Ordu’nun tabanının çok hareketli olduğunu görüyor ve bir ısınmadan çekiniyor. Erdoğan’ın yolu, Time kapağı ile “Erdoğan’s Way” daha da ısındırmaya mahkumdur. Amerikan derin-devleti buradadır. Sedat da bunları uçurmaktan çekinmemektedir.


Satılmış gazetenin gazetecisi


Bir yeni kavram önerebilir miyim, alış-veriş à la Aydın Doğan, kızı veriyor ancak evde tutuyor; Sözcü’yü Erdoğan’ın bir filial’i olarak görüyorum. Holding’in kızlarından birisidir.


Bir, Hürriyet’in satılmış olduğuna hiçbir kuşkum yok, şu anda en çok akepe yanlısı gazetedir. Enis’e acıyorum, Washington’da Ahu’ya, “bundan sonra gazetecilik yapmam” demiş ve hâlâ neden duruyor, anlamıyorum. Hürriyet mi, satılmıştır, ancak Aydın Doğan’ın bağı sürmektedir. Berberoğlu göbek bağını kesmemekle kendi kendini kötülemektedir.


Gül’lü reklam ajansı


İki, Milliyet ve Vatan, Aydın Doğan’ın filial’ıdırlar, her iki gazetede de kapıcılar dahi değiştirilmedi, böyle satış bilmiyoruz. Sedat ve Ertuğrul yönetimlerinde manşetler ortak planla “atılırdı”, çeşitleme yaparlardı. Şimdi de Milliyet ve Hürriyet haberleri merkezi planla veriliyor; çeşitlemeleri var. Okuyoruz. Hayır, yanlış oldu, okumuyoruz.


Üç, Amerikan derin-devleti, henüz akepe’den vazgeçmiyor, ancak Gülcü’dür. Milliyet de şehevi Gülcü’dür. 23 Mayıs tarihli birinci sayfayı tavsiye ediyorum, artık sürmanşet magazine ayrılmıştır. Gül’ü güllemişler, saçları simini, gümüşi, yüzü Gül’e çok az benziyor, maşallahı var, “Gül yeni dünya liderleriyle”, müthiş pi-ar diyebiliriz. Twitter’ı, facebook’u, vesair yerleri görecekmiş, Silikon Vadisi’ne gidermiş; çok üzücüdür. Eskiden Walt Disney’e götürüyorlardı. Şimdi Silikon Vadisi’ne götürüyorlar, binaları ve güzel sekreter kızları var. Yazan çocuk da Milliyet’te müdürmüş, Türkçe yazmıyor, telgraf çekiyor.


Ciner, Mübariz, Kalkavan, Gülen


Hürriyet de Gülcü, ancak Erdoğan’dan çok çekiniyor; bir İslamcı-akepe holdinge satılmış olduğunu tekrarlıyorum. Hürriyet hâlâ iddianameleri tefrika ediyor, gizli tanıkları “yiyoruz”, cevapların zerresini bile yazamıyor. Yaptıkları bize düşmanlıktır, kayıt düşüyorum.


a- Güzel, şimdiki zamanda Türk matbuatı yeni bir devrim yapmıştır. Sürmanşet, “başlık üstü” daha doğrudur, magazin oldu, artık başlarının üstünde dedikodu satıyorlar. 23 Mayıs’ta Hürriyet’in dedikodusu Haber-Türk’ün sahibi Ciner’in Kasımpaşa’yı satın aldığıdır. “Beşiktaş” yapacakmış, İhsan Kalkavan ile Mübariz Mansimov yönetime girmişler. Güzel, bundan sonra iş bana düşüyor.


b- Benim “Haberci” kitabımda, sürpriz değil, Mübariz de yer alıyor; Mübariz, Deniz Akkaya için kavga edince, polisten kurtarmaya gelenlerin başında İhsan Kalkavan vardı. “Bir yerde İhsan Kalkavan varsa, Fethullah Gülen de vardır” ifadesi işte burada geçmektedir. Mübariz de Gülen’i sevenler arasındadır ve Ciner, Gülen’e kulüp olmaktadır. Başkanı “yeni bir taraftar kitlesi” yaratmak istediklerini açıklıyor. Fenerbahçe’de bozguna uğradılar.


c - Mübariz, Rusya’da büyük Yahudi sermayesinin adamıdır, İbrani asıllı olmasını yüksek ihtimal sayabiliriz. Bir süre önce, 50 milyon koyup Beşiktaş’ı almak istedi, arkadaşı Aziz Yıldırım tavsiye etmedi, Süleyman Seba ve Yıldırım Demirören karşı çıktılar. Gülen’i Beşiktaş’ta da püskürtmüşlerdi; Kasımpaşa ikinci hamle olmalıdır.


d- Haber-Türk, en Fethullahi televizyondur. Samanyolu geride kalıyor. Ciner, Efendisi’ne kulüp alıyor, kayda geçiriyorum.


Tarikatlar ile magazin el ele


Marx, din için yığınların afyonu demişti, istemeyi kaldırması ve iradeyi yok etmesi anlamındadır. Yalnız, kitabi dinlerde mantık vardır ve tarikatlar, know-nothing getirmektedir, beterdir. O halde ve tabii, oligarşi-tüsiad, tarikat istemektedir. Ama gelir dengesizliğine, işsizliğe, köleliğe artık yetmiyor, kütleler ısınıyor; magazin, hazzı, sevişen zenginleri seyretmeye bağlamaktadır. Röntgenci sürüleri üretiyorlar; geniş yığınlar, aşklarını, “bir gecelik birlikte” olanlarda yaşıyorlar. Az geldi, dozajı yükseltiyorlar, başlarının üstüne aldılar. Şöyle de söyleyebilirim, artık magazin orji’dir; OECD, magazin olmazsa Türkiye patlar, demişti. Raporu var ve şimdi tarikatlar ile magazin el eledir ve yoksul yığınlar asıl afyonu buldular.


Yok hükmünde gazeteler


Efendim, Sovyetler’den kalma milli bayram törenlerini kaldırdık, çok güzel. Peki, Türkiye’de bir tek “köşeci” yok mu; törenler Roma’dan, Bizans’tan, Katolisizm’den ve Fransa’dan gelmedir ve artık Türkiye’de bir tek gazeteci yaşamamaktadır. Fransız milli bayramı 14 Temmuz’da, Champs-Elysées Bulvarı’ndaki geçitler, uçaklar, eski muharipler; neler yok ki, hepsi var. Biz, bayramları Avrupa’dan alırız; yazık yazık, bunları yazacak bir gazeteci, bir köşeci çıkmamaktadır. Ya bilgisiz ya yüreksizdirler, bana göre hem bilgisiz ve hem yüreksizdirler. Ve bittiler.


**
Bana göre nokta mokta ve boktadırlar.


Parazit de diyebiliriz. Çünkü artık okuyanları da yoktur; ama para alıyorlar. Bunu, hak edilmemiş gelir tarif ediyorum.


Kıyam kokusu


Amerikan derin-devleti ise, Türkiye’den bir kıyam kokusu almış görünüyor ve Sedat Ergin bize de koklatıyor. Yalnız kıyam, bir, kalkışma anlamındadır ve bir de ölümden sonra dirilişi ifade ediyor; bu daha çok kıyamet’tedir. Güzel, ben de bu bilgileri Sedat için veriyorum; ne de olsa eski sempatizanlarımız arasındadır. Kitabımıza göre kıyamette dirilirler.

4 Haziran 2012 Pazartesi

YALÇIN KÜÇÜK/ Likidasyon: Baykal & Gülen & Kılıçdaroğlu

YALÇIN KÜÇÜK/ Likidasyon: Baykal & Gülen & Kılıçdaroğlu
AYDINLIK- Çarşamba, 16 Mayıs 2012

Politika’nın iki dili var, Fransızca ve Rusça’dır; sosyalizm, parti, devrim kavramlarını buradan alıyoruz. “İhtilal-i Kebir” diyorduk, “Büyük Devrim”, Fransız siyasetine ve en çok Robespierre’e bağlanıyor. Yalnız “Robespierre” bir insan değil, daha fazlasıdır, bir kavramdır, bir Jakoben, Jacobin, ve “ben Jakoben’im” dediğimizde, hem Robespierre’i ve hem Jakobenizm’i anlıyoruz. Peki, Jacobin mi, l’oeil de la révolution, l’oeil pour surveiller, la voix pour accuser, le bras pour frapper, Devrim’in gözetleyen gözü, suçlayan dili ve vuran koludur; küçük burjuvazinin alt tabakalarından çıkıyorlar. Sonra, sonra mı, bazen düşüyorlar, düştükleri de oluyor; düşürmeyi “likidasyon” tabir ediyorlar, tasfiyeciler varlar. En çok “parti” için kullanıyoruz; Ruslar bunlara “likidatör” dediler, ancak Zinovyev’in Rusçası’na “otzovizm” dediğini Barış Zeren’in mükemmel çevirisinden öğreniyoruz, Barış “tasfiyeciler” karşılığını seçmiş; güzel, dili öğrendik, geçiyoruz. Şimdi, Cumhuriyet’in kurucu partisi, cehepe, tasfiye halindedir. Baykal, Gülen ve Kılıçdaroğlu’nu önümüzde likidatörler veya üç tasfiye memuru olarak buluyoruz. Başlıyorum.

Cehepe’ye ihanetin girişi
Likidasyon, tabii bir süreçtir, tarihi var, ancak bunlara girmiyorum, 2002 sonu veya 2003 başı olabilir, seçim kazanmış ancak milletvekili dahi olamayan Tayyip Erdoğan ile Baykal’ın Beylerbeyi’nde, bir balıkçıda buluşması başlangıçtır. Cehepe’ye ihanetin girişi diyebiliriz. Erdoğan’ı kuyudan çıkardı ve kasetlerle mükafatını aldı. Anayasa’yı değiştirdi, seçim sistemini bozdu, Siirt’i peşkeş çekti -aslı “pişkeş”, öne çekmek- önerdi, “seçim kazanmış insana kıyamam” diyordu, Ekmekçi yaşasaydı “yok yav” derdi, ayrıca yüzde 34 idi. Peki, 2006 yılına ait, Haslet’in karikatürü var, Tayyip Bey’in kolundadır ve ben, 2007 yılında seçimlere girmediğini, cehepe’de başkandı, Sky-Tv’de her hafta bağırıyordum. Bu kadar açık ve sürdürüyorum.

Washington’ın marifetleri
Deniz’i tanırım, en kibar sözcüğü seçiyorum, bir büyük güçten işaret ve vaat almadan böyle çok riskli ve çocuklarına kalacak büyük sorumluluğu olan bir işe girmez ve girmiştir. Diğer yandan, Gülen ve akepe, Washington’ın marifetidir; ikisinin de bir Washington senaryosu olduğunu biliyoruz. İlaveten, Erdoğan’a gelince, bir model değil, pek çok uygulamadan birisidir. Araplar’a “model” olma işi ise sadece bir metafordur, Araplar’ı Amerikan islamına çekmek istediler. İşe yaramadı ve model çökmüştür. Tersine tepiyor. Buradayız.

Bozulmuş bir Said-i Nursi
Fethullah Gülen’i nasıl tarif edebiliriz, bir tarikat sahibi diyebilir miyiz; çok zor, Said-i Nursi’nin çok bozulmuş ve çok basite indirilmiş halidir. Ecevit’in Gülen’le buluştuğu zamanlarda “felsefe yapıyorduk” demesini ciddiye alabiliriz; Ecevit pek çok bahiste pek dilitant idi, başı sonu olmayan sohbetlerdir. İlkokul çocuklarının doktorculuk oynamasına benzetebiliriz, çok sığdır ve kaldı ki, Fethullahi partisinin tarikatına inançla bağlı bir tek kimseyi göremeyiz. Evleri var, doktrinleri yoktur.

Tekstil-İnşaat-Turizm
Peki, parti mi, “partimsi” tarifini tercih ediyorum; bir “TİT”, bu isabetlidir; tekstil-inşaat-turizm, bu işi yapıp zengin olmak isteyenlerin kulübüdür, öyle görebiliriz. İç Asya ve Afrika menzil oldu; yayıldıkları zamanlar, Türkiye’de hem sola, sosyalistlere, komünistlere büyük düşmanlık vardı ve hem de dünyada petrol krizi çıkmıştı. Petro-dolarların biriktiği yıllardır, yetmişli yılların ikinci yarısından başlatıyoruz. Turgut Özal’ın yirmi birinci yüzyılı “Türk yüzyılı” ve Süleyman Demirel’in de “Adriyatik’ten Çin’e kadar Türkler var” dedikleri demlere denk düşüyor. “Emperyalizme” oynuyorduk, Fethullahi tarikat pek desteklidir.

Ordu’nun hediyeleri
Yüksek Komutanlar memnundular. Sadece Fethullahi astsubay görmek istemiyorlardı ve bunlara likidasyon uygulayarak “Kemalist” oluyorlardı. Genelkurmay’ın kalbura dönmesinden bir rahatsızlıkları yoktu; 12 Eylül’de, başka yerler de var, mit’e daha çok hakimdiler, güvenlik kağıdı alamayanları asistan yapamıyorduk, bir tek Kemalist’i üniversitelere almamıza izin vermediler. Bugün, çatalları alınlarında yök başkanları, Fethullahi profesörler, Ordumuz’un hediyesidir. Tekraren yazıyorum.

Turizmci parti: Mehepe
Devlet Bahçeli’nin durumu zordur, hem dost ve hem “düşman”, aynı TİT’e bağlıdırlar ven en turizmci parti mehepe’dir. Fransa’da Le Pen en çok Nice’te, Bahçeli en çok Antalya’da güçlüdür, görüyoruz. Sefahat ile mafya yan yana ve günah ile papaz el eledir; biliyorum, Bahçeli, Gülen’den korkusundan, Ankara Emniyet Müdür Cevdet Saral’ın adaylık başvurusu için, “gözümün önünden çekin” demek zorunluluğunu duymuştu. Birbirine yakın, dost ve düşmandırlar. TİT’ten, pkk karşıtlığı ile körüklenen islamizasyondan beslendiler ve besleniyorlar.

Trinite: Baykal, Kılıçdaroğlu, Tekin
Olcay’ı da bilirim, dört yıl Mekteb-i Mülkiye’de aynı ve tek sınıfta okuduk, pek sevdiğimiz, pek hanım arkadaşımızdır. Deniz, Olcay’ı Taraf’a mülakat verdirtti ve saçmaladı, Fethullah Gülen’e bağlılığını gösterdi; Gürsel Tekin’i il başkanı yapan da Baykal’dır. Birlikte Kuran Kursu ve Çarşaf Açılımı başlattılar; işte o tarihte “çarşafa karşı çıkmam arkadaş” hitabesi Deniz’e aittir. Ecevit’in artığı Kılıçdaroğlu’nu alıp önce parti’de ve sonra İstanbul’da show’lara çıkarmıştı, Gürsel Tekin-Kılıçdaroğlu-Baykal üçlü oldular. Trinite de diyebilirim.

Oligarşinin tasfiye memuru
Hangi sözüne güvenebiliriz, İstanbul’da belediye başkan adayı olunca, kenar mahallelerde ev tutmuştu, televizyonlarda görmüştük, basit bir katta oturacaktı; hiç uğramamış sadece film çevirmiş, böyle bir adamdır. Referandum’da oy vermedi, vermemek için Gülen’e söz vermişti; “yanlışlıkla olmuş”, olmaz, kaydı yoktu, bir telefonluk iştir. Bedelli askerlik için, “oğlum yararlanmayacak” buyurdu, oğlunun böyle bir hakkı yokmuş; Erdoğan dahil hiçbir politikacı matbuat tarafından bu kadar desteklenmemiş ve övülmemiştir. Çünkü bir likidatör’dür; oligarşi, cehepe’nin cesedinden dahi rahatsızdır ve şimdi burada bir tasfiye memuru var. Destekliyoruz.

Hem cahil, hem güvenilmez
Hangi sözüne güveneceğiz, Fethullahiler’in polisi ve tabii yargıyı ele geçirdikleri konusunda belge yok, diyor ve ben “olamaz” diyorum. Bir, Cevdet Saral’ın Ankara Emniyet Müdür olduğu sırada hazırlamış olduğu, 1999, dört başı bayındır rapor var, pek resmidir. Cevdet Bey mütedeyyin’dir, bana sohbete geldiğinde, belli saatlerde namazını ihmal etmezdi, bir seccade isterdi, kılar ve devam ederdik. İki, Adil Serdar Saçan’ın mahkemelerde açıklamaları var, müdürdü, belgelidir, tarikatlaşmanın Ramazan Akyürek ile başladığını açıklıyor ve ispat ediyor. Üç, İstanbul Valisi Erol Çakır, “cemaatten” diyerek siciline yazmış, ortadadır. Dört, 2006 yılında da bir resmi rapora sahibiz. Beş, demek bu Mılıçdar, gazete de okumuyor, yargıtay’daki seçimde, hsyk tarafından gönderilenlerin “cemaatçi” ve “akepeci” olarak ayrıldıklarını hep okuyoruz. Bir de Erdoğan’a cahil diyor, İsmet Paşa’nın bu durumlarda repliği, “beni güldürmeyin” olmuştur. Tekrarlıyorum.

Mılıçdar köy kahvesinde
Bu tür Mılıçdar köylerde oluyor, sözü anlıktır ve söylüyor, yüzü yüzdür; söylemiş oluyor. Sonra yeni söz söylüyor; Mılıçdar’ın işi budur. Yalnız, merhale var, son zamanlarda yüzü “azıcık” kızarmaktadır.
***
Saral’ın raporunda Fethullah Gülen’in kardeşinin adı “Mehdi” değil ve Mesih’tir. Resmi belge budur, bunu doğru kabul ediyoruz. Mılıçdar’a ders veriyoruz.
***
Geldiler, Cevdet Saral’ı “bankamatik” müdür yaptılar, maaşını button’a basıp alıyordu. Şimdi ne yapıyor bilemiyorum ve sevgilerimi not ediyorum.

Tasfiyeciler partisi
Bosna’nın islami zaptına Fethullahi tertiple gitmişti, Gürsel Tekin’i almamıştı, halbuki sadece tuvalete giderken ayrılıyorlardı. Gürsel Tekin Fethullahi’dir, yerine gelen Erdoğan Toprak da öyledir, bir değişiklik görmüyoruz. Ancak çok yıpranmış, cehepe’de hiç kimse sevmiyor ve Toprak tazedir. Üstelik, cehepe’nin milliciler ile bağını kesip kalan cehepelileri tasfiye işinde daha hevesli görünüyor. Tasfiyeciler partisi kuvvetlenmektedir. Buna kısmi ve Marx’a göre “negasyonun negasyonu” diyoruz. Şimdi sırada biz varız; süpürürüz, demek istiyorum.
***
Türkiye ve Cumhuriyet, Tayyip Erdoğan için bir dar-ül harp’tir.

Cumhuriyet ve cehepe, Kılıçdaroğlu için bir dar-ül harp’tir.
***
Likidatörün tasfiyesi
Gürsel Tekin içinden “bu adamı lider yaptım” diyor ve yanıyordur; dışında, “Parti’yi yabanlara verdi Kemal Bey” cümlesini telaffuz etmekle yetindiğini öğreniyoruz. Kılıçdaroğlu basının “arkadaşımız çok hassas” şarkısını söylüyor, müthiş lider, üç ayda bir kendisini yukarı çıkaranları yemekle meşguldür. Biz de, Gürsel Tekin’in başladığı yere döndüğünü büyük üzüntülerle görüyoruz. Üzüntüm, bir likidatörün likide edilmesinden kaynaklanmıyor; bunda rolüm var. Bir likvidatsiya işinde rolüm olmasından hoşlanmıyorum; bu nedenle üzülüyorum. Ve böylece bitiriyorum.
***
Cumartesi, 5 Mayıs, 6 Mayıs, bir sabah, Yalçın Cerit ile altı saat hiç durmadan yürümüştük. O sabah Deniz, Yusuf ve İnan’ı astılar. Kalanlar adlarını “Üç Fidan” koydular. Ve bir Mayıs’ta çok yükseldiler.

Onomastique dersleri
Cumartesi ve Pazar mapusta çok sessizdir. Bu sessizlikte Millyet’in Ek’ini gördüm, Ek’te, Brüksel’de selah adlı bir şarkıcı kızın resmine rastladım. Heyecanlandım, İbrani asıllıdır. Bilirim, bir dil’dir.
***
Bir Barzani muhibbi idi, Washington’a çok bağlıdır, Kılıçdaroğlu birden milletvekili tayin etmişti; dedesi, son Osmanlı’da mebus Selah Cimcoz’dur. Kızı Fahri Korutürk ile evlenmişti, Osman Korutürk’ün dedesidir; kardeşinin adı da Selah olmakla Zergun Hanım le evlidir. İbrani asıllı, diyebiliyoruz.
***
Kayası Kırım’da selah-ı cıfıt mevkii var, “Yahudi Kayası” diyebiliriz, Kale de uygundur; bize göç ediyorlar. Selah’ı İngilizler “sıla” okurlar, biz ayrıca “Sıla” adını uydurduk, hızla üretiyoruz. Yeni İsimlerdir, daha çok Kırım’dan gelen aileler kızlarına koyuyorlar.

Arabi, İrani ve İbrani’de sadece konsonlara ilgi duyuyoruz, benim geliştirdiğim disipline göre, “Sıla” ile “Aslı”, “sl” benim açımdan aynıdırlar. “Aslı” isimlerini de “Sıla” okuyorum.

Aslı veya Sıla’nın kızının adı ise “Duru”, Kemal Bey’in torunudur, yalnız biz Türkler’de “duru” isim olmuyor, güzel sabunlarımız var. Şimdi çıkmaya başladı, Duru’nun ilk “u” sesini ı’ya yakın okuyabiliriz; Rusya’da ve Polonya’da var. özel sözlüklerimde buluyorum. İbrani kökünden bu adı “dost” olarak çevirebiliriz.

İsim isim tarih
Hazret-i Peygamber Medine’ye hicret edince, karşısına çok güçlü Yahudi aşireti “Nadir” çıktı ve tabii Yahudiler yenildiler, bir kısmı yok oldular. Kalanlarını Peygamber, Yemen’e ve Filistin’e sürdü; “bizden” oldular, Türkiye’ye gelenler de var, biliyoruz. “Nadir” soyadını seviyorlar; bebek Duru’nun soyadı Nadir’dir. Çok güzel bir takım yapıyorum.
***
Soner ile Kemal bey çok dostturlar. Çok sağlam, Kemal Bey, bir sene sonra Soner Yalçın’ı tekrar hatırladı, “kaya gibidir” dedi, “sıla” demedi ve çok sevindim. Soner de, Dostu Kemal Bey’in asıl soyadının “Karabulut” olduğunu açıklayarak beni çok sevindirmişti. Sevincim sürüyor ve “sevinç sevince karşı”, kaleden kaleye uçuruyorum.

İsimlerin izini sürmek
Kırım’da bir Karaylar var, İbrani “Karaim” diyoruz. Çok mühim bir tarikat ve hatta dindir. Kurucusu “Annan Bin Davut” idi, “Davutoğlu Annan” diyoruz, Davutoğlu’ndan hatırlıyoruz, ben, “Karay” olduğunu mütalaa ve telif etmiştim. Karaylar, “Kara”, İbrani’de “okumak” demektir, Eminönü’nde mukimdiler, oraya Yeni Cami yapılırken, Haliç’in bu yanına aldık, çoktular ve oturdukları yere “Karaköy” dedik. Kara’dan ve Karay’dan geliyor, ben de buraya gelmiş oluyorum.

Bir nokta kaldı, tarikat veya dinin kurucusunun “Annan Bin Davut” olduğunu söylemiştim, Kofi Annan’ı hatırlıyoruz, ancak Kofi Yahudi değil, babası Yahudiler’in yanında çalışıyormuş, bizim bu disiplinde iz sürmek çok önemlidir, sürmüştüm. Güzel, tabii, artık çok merak var, “Annan” kelimesi islami olup tamı tamına “bulut” demektir. Hepsi bu kadar, böylece “Karabulut” soyadına ulaşmış oluyorum. Kırım’a bir yol tuttum; yoksa Cemil Çiçek’e mi rastlıyorum, bilmiyorum. Bakarım.

Likidatörlere dersler
Soner işte bunu yapmayacaktın, diyorum. “Kaya” bizde biseksüel ve ekliyorum.
***
Böylece, Fransızca ve Rusça’dan gayrı bir üçüncü dili de ben bulmuş oluyorum. Pek hoş ve Kemal Bey’den ricamdır, Tayyip Bey’in, Bay Dinçer’in yakınıdırlar, isterse kırmazlar, benimkinin de ilkokullarda seçmeli ders olmasını istiyorum. Hoş değil mi, hoştur.
***
Likidatörlere derstir, seçme seçme ilkokullara veririm. Ve bitiriyorum.