21 Ağustos 2014 Perşembe

To Aid Kurdistan, Look Beyond Iraq




WASHINGTON — The Islamic State in Iraq and Syria has forced America to return to the battlefield in Iraq. Earlier this month, President Barack Obama ordered airstrikes against ISIS fighters nearing Erbil, the capital of Iraq’s Kurdish region, while insisting that he wouldn’t allow the United States to be “dragged” back into Iraq. If Mr. Obama really wants to ensure no boots on the ground, he will have to rethink America’s policy toward Kurdish nationalism, and recognize the Kurds, and not only Iraqi ones, are his main ally against ISIS.
 
Mr. Obama, like previous presidents, has divided Kurdish interests by borders and subsumed Kurdish needs to the demands of states in the region. That policy is now out of date. Kurdish fighters are ignoring national borders to join the fight against ISIS. They are not doing this to defend Iraq — or Syria, where Kurds have been battling ISIS for over a year — but to defend this part of Kurdistan and its people.
 
In the past week, Syrian Kurdish fighters have saved thousands of Yazidis, a Kurdish religious minority, by helping them to escape ISIS attacks in Iraq. At the same time, Turkish Kurdish fighters have deployed their forces to protect the oil-rich Iraqi Kurdish city of Kirkuk and have helped defeat ISIS near the town of Makhmur.
 
Syrian and Turkish Kurdish fighters are motivated by the threat ISIS poses to the only internationally recognized Kurdish entity in the region, the Kurdistan Regional Government in northern Iraq. Their arrival, however, was necessitated by the weakness of the K.R.G., which lacks a unified army.
 
America’s only partner in the Kurdish region is unlikely to deliver victory against ISIS on its own, even with American military aid. To stop ISIS, Washington needs to engage politically with all Kurdish forces, not just the Iraqi ones.
 
Indeed, Syrian and Turkish Kurdish fighters are gaining influence and a stronger foothold. America can no longer ignore them. Consideration of other assistance — whether financial or military — should depend on political developments and the urgency of the situation.
Although Washington has long been wary of Kurdish nationalism, it is a powerful mobilizing force. It also converges with America’s strategic interests. The Kurdish groups from Syria and Turkey reject radical Islamism. They are secular nationalists and natural American allies.
 
Washington’s hesitancy has largely been due to its relations with Turkey. The Syrian Kurdish fighters are from the Democratic Union Party, or P.Y.D., which has carved out autonomous zones in northern Syria and has been battling ISIS for more than a year. The P.Y.D. is affiliated with the Turkish Kurdish Kurdistan Workers’ Party, or P.K.K., the militant group that has been fighting for self-rule inside Turkey for almost 30 years and is on the United States terrorist list.
 
Turkey has long opposed Kurdish nationalist demands on its own territory and hasn’t wanted America to do anything that might boost the P.K.K.’s standing. But Turkey has held its own talks with the P.Y.D., and last year it embarked on a tentative cease-fire with the P.K.K.
There is no reason for Washington to lag behind. America should directly engage with the P.Y.D. and reconsider its approach toward the P.K.K., especially since Turkey’s attitude is changing. Although peace negotiations between Turkey and the P.K.K. haven’t officially started, the Turkish Parliament passed a law in July that protects government officials from prosecution if such talks are held.
 
Engagement with the main Kurdish fighters on the ground in Iraq will help defeat ISIS and give Washington much-needed new influence by making clear its commitment to Kurdistan, while maintaining respect for national borders. The United States will also be better positioned to ensure that intermittent tensions among the Kurdish parties do not turn violent.
Ironically, American support for the Kurds could also help keep Iraq intact as a state. A few weeks ago the central Iraqi government was in a state of political paralysis and the K.R.G. president, Massoud Barzani, had announced plans to hold a referendum on independence. The ISIS offensive has forced re-evaluations all around.
 
Iraq is starting to understand that it needs a strong Kurdistan to defeat ISIS and survive. Mr. Barzani, who has since dropped talk of a referendum, sees that he needs partners inside Iraq and allies outside to ensure stability and protect Kurdish territory from assault.
 
The compromise that Iraqi Kurds accepted in 2005 — autonomy within a federal Iraq instead of holding out for independence — may prove more durable than expected. A new American approach to all of Kurdistan would help strengthen that compromise by strengthening the Kurds. It is an opportunity that should not be missed.
 
Aliza Marcus is the author of “Blood and Belief: The P.K.K. and the Kurdish Fight for Independence.” Andrew Apostolou is the former head of Iran human rights programs at Freedom House.

İSMAİL HAKKI PEKİN/ ABD Irak'ta hedef mi değiştirdi yoksa şartların gereği mi?

ismailhakkipekin
 
Irak’ta, Suriye’de, Gazze ve Batı Şeria’da insanlık dramı yaşanıyor. Katliamlar yapılıyor, insanlar korku içinde ülkelerinden kaçıyor, açlık sefalet kol geziyor. Türkiye’nin de yaratılmasına katkıda bulunduğu canavarlar bölgeyi adeta kan denizine çevirdi. Bu insanlık dramı, ABD, AB  ve İsrail’in bölgede yerleştirmek istedikleri yeni düzenin oluşturulması için gelinen noktada uygulamaya soktukları stratejinin bir sonucu. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katarı da kendilerine bu stratejinin uygulanmasında verilen görevleri yerine getiren sadık ABD müttefikleri olarak  belirtmeden geçmek olmaz. Tam da ABD‘nin istediği gibi.

Bölgemizde cereyan eden bütün bu faaliyetler açık ve net olarak ABD  ve müttefiklerinin Ortadoğu’da tesis etmek istedikleri yeni düzenle ilgili stratejinin uygulanmasının bir sonucudur. Zaman zaman IŞİD vb. taşeronlar çizmeyi aşarak sahiplerinin çizdiği sınırın dışına çıksalar da bir şekilde ipleri çekilerek hizaya getiriliyorlar. Bu arada iki taraftan da zayiat verilmiş, katliamlar olmuş, insanlar yerlerinden edilmiş ne gam. O kadarı kabul edilebilir, feda edilebilir bir durumdur! Önemli olan istenilen düzenin tesisidir.

IŞİD’in Irak’taki taarruzları bir taraftan ülkede üç parçalı bir federasyonu fiilen yaratırken- zaten anayasa buna imkan veriyordu- diğer taraftan uzun süredir görevden alınması istenen Başbakan Maliki’nin de başbakanlıktan ayrılmasını sağladı. Her ne kadar yeni Başbakan Abadi Şii ittifakından olsa da Maliki’nin daha güçlü bir merkezi hükümet yaratma çabalarıyla karşısına aldığı, Sünni ve Kürt liderlerin kabul edebileceği bir isim. Tabii bu değişimin İran’ın müsaadesiyle olduğunun altını çizmenin gerekli olduğunu değerlendiriyorum. Böylece Irak Federasyonu üç federe devletli bir federal devlet olarak hayata geçiriliyor.

IŞİD’in ele geçirdiği bölgelerle  Sünni Federe devletin  sınırları da kabaca çizilmiş oldu. Bu arada devam eden taarruzları, zaman zaman kendilerine verilen görevin dışına çıksa da bölgede etnik, dinsel ve mezhepsel bir temizliğe işaret ediyor. Tam da böyle bir temizlik söz konusu ve IŞİD’in taarruzları aynı zaman da buna hizmet ediyor.

Suudi Arabistan ve Katar için önemli konulardan biri de Irak üzerindeki İran kontrolünün azaltılmasıydı, Sünni federe devletinin fiilen ortaya çıkmasıyla  bu sorun önemli ölçüde çözüldü. Ayrıca Barzani’nin bağımsızlığı ilan etme isteği ve Kerkük’ün ilhakı Suudiler açısından önemli bir tehditti. Bu tehdit de kısa dönem için ortadan kalkmış oldu.

IŞİD’in kürt bölgelerine taarruzları ve bazı bölgeleri ele geçirmesi, çatışma esnasında peşmerge birliklerinin etkisiz kalması Barzani’ye büyük bir ikazdı. Barzani’ye bu bölgede yaşamak ve elde ettiklerin muhafaza edebilmek için kendi gücünün yeterli olmadığını, hem kendi bölgesindeki güçlerle- PKK,KYP, diğer Kürt aşiretleri-  hem de Irak Merkezi hükümetiyle ittifak tesis etmesi gerektiği, ABD ve AB’nin yardımına da muhtaç olduğu kendisine hatırlatıldı. Dolayısıyla bağımsızlık ve Kerkük’ün ilhakı bir başka bahara kaldı. Bu işin kolay olmadığını, sadece kendi gücünün buna yetmeyeceğini, sahiplerinin sözünden çıkmaması gerektiğini bir defa daha yaşayarak öğrendi.

Açılım sürecinden çok faydalanan-belki de açılım sürecinde tek kazananı PKK diyebiliriz, kısa vade için AKP olabilir ama tek kaybedeni Türkiye maalesef- PKK doğu ve güneydoğuda büyük ölçüde siyasallaşmış, silahlı güçlerini örgütlemiş ve silahlı mücadele için hazırlıklarını artırmıştır. Açılım sürecinde bölge halkını devlet güçlerinin gözü önünde örgütleyen PKK, Kuzey Irak’ta peşmerge güçleri, ABD ve İngiliz birlikleri ile IŞİD terör örgütüne karşı savaşarak, dünyaya ve  bölgeye terörle mücadele eden bir örgüt olarak yansıtılmıştır. PKK hem Barzani’nin hem de batının yeni kankası ve müttefiki durumuna getirilmiştir. Daha önce de öyleydi ama illegal bir ittifak söz konusuydu. Şimdi verilen resim PKK’nın legalleştirilmesine hizmet etmekte  ve PKK’nin bölgede önemli bir güç unsuru olarak resmen denkleme dahil edildiğini göstermektedir. 

    Peki Türkiye’de yaşananlar, cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrasında olanlar, olacaklar, Irak ve Suriye’de  ya da bölgede olanlarla ne kadar ilgili. Edindiğim bilgiler ve değerlendirmelerim çok yakından ilgili olduğunu ve olanların/olacakların tesadüf olmadığını göstermektedir. ABD, AB ve İsrail’in bölgenin dizaynı için kısa vadede Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ihtiyaçları olduğu ve Sayın Erdoğan’ın bir takım taahhütlerde bulunduğu söz konusudur. Batı şimdi bu taahhütlerin yerine getirilmesini bekleyecektir. Seçim, seçim öncesi ve sonrası CHP,MHP liderleri ve yönetimlerinin durumu da bunu açıkça ortaya koymaktadır. Dışarıdan ve onların içimizdeki işbirlikçileri tarafından fısıldananlarla muhalefet liderleri yönlendirilmiştir. Onlara bekleyin bir görelim denmiştir.

Irak konusunda Türkiye’ye verilen görev açıktır. Irak’ta üç bölgeli ve zayıf merkezi hükümetten oluşan bir federasyonun oluşmasına yardımcı olmak  ve bu konuda verilen görevleri yerine getirmek. Özellikle de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin bekasına yardımcı olmak. Ne zamana kadar? Türkiye, Suriye ve İran’daki Kürt örgütleri arasında ittifak sağlanması ve kurulacak Birleşik Kürdistan’ın yaşayabilme şartlarının oluşmasına kadar. O zaman da Türkiye parçalanmış olacaktır. Yani Türkiye Cumhuriyeti kendi varlığına tehdit teşkil eden, belki de varlığına son verecek olan kendi celladını, önce küvezde yaşatmış, şimdi de kendinden kan ve organ vererek büyütmeye çalışmaktadır. Bunun amacını anlamak mümkün değildir. Tabii amaç AKP veya Sayın Erdoğan’ın iktidarı, iktidarda kalması ise o zaman mesele yok tabii.

Türkiye Cumhuriyeti halkı, Türk Milleti oynanan oyunu, ülkenin nasıl bir çıkmaza götürüldüğünü, nasıl kanlı bir sürece sürüklendiğini görmeli, Irak ve Suriye’de yaşananların ve AKP İktidarının uyguladığı dış politikanın  sonuçlarının  ülkeyi felaketle karşı karşıya getireceğinin farkında olmalıdır. Yürütülen dış politikanın bir benzeri maalesef açılım süreci adı altında  ülke içerisinde de yürütülmekte ve yine maalesef muhalefet tarafından da desteklenmektedir. Ama bu oyun tutmayacaktır. Türkiye yeni bir sabahın seherine doğru yol almaktadır. Belki bu yolculuk biraz uzun sürecektir ama daha güçlü, daha mürehfeh, daha özgür, demokrat, laik, emeğe gereken değeri veren, sosyal bir hukuk devletine ulaşılacaktır. Örgütlü mücadele edilirse, bundan kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
 
Aydınlık / Perşembe, 21 Ağustos 2014

MEHMET ALİ GÜLLER/ Açılım heykelinin anlamı

mehmetaliguller
 
PKK komutanlarından Mahsum Korkmaz'ın heykelinin Diyarbakır'a dikilmesi, Açılım açısından yeni bir dönüm noktasıdır.
 
Heykelin dikilebilmesi de yıkılabilmesi de özel anlamlar taşımaktadır. İnceleyelim:
 
1) MAHSUM KORKMAZ HEYKELİ AÇILIM HEYKELİDİR
PKK'nin Diyarbakır'a diktiği Mahsum Korkmaz heykeli Açılım'ın ikinci heykelidir.
 
İlki Tunceli'ye dikilen Seyit Rıza heykeliydi. Üçüncüsü ise BDP Hakkari Milletvekili Adil Zozan'ın "ant olsun ki onun heykelini Diyarbakır'da bir meydana dikeceğiz" dediği Şeyh Sait heykelidir. Dördüncüsü de Öcalan'ın heykelidir.
 
İkincisini yıkmak, üçüncüsü ve dördüncüsünün dikilememesi için şarttı.
 
2) HEYKEL, PKK'YE OTORİTE DEVRİDİR
Heykeller egemenliğin göstergelerinden biridir. Açılım heykeli olarak Mahsum Korkmaz heykeli, yıkılmasaydı, PKK'nin bölgedeki egemenliğine işaret etmiş olacaktı.
 
Kaldı ki Açılım zaten pratikte ülkemizin bir bölümünün egemenliğini PKK'ye devretmek demekti. PKK'nin gençlik kolları cafelere baskın yapıp kimlik kontrolü yapıyor, PKK asayiş birimleri yol kesiyor, ehliyet kontrolü yapıyor vs.
 
AKP ile PKK'nin üzerinde mutabık kaldığı bu egemenlik anlaşmasının idari adı özerklikti.
 
Heykelin bir mahkeme kararıyla yıkılabilmesine kadar geçen zaman, yani dikilebilmesi ve ertesi gün bir törenle açılabilmesi, Açılım'ın sonuçlarından biridir. PKK faaliyetleri AKP eliyle dokunulmazlık kazanmıştır.
 
3) AKP O HEYKELİN MİMARIDIR
Açılım Koordinatörü Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'ın heykelle ilgili "HDP'nin katiyen onayladığı, bilgisi olan bir şey değil. Onlar açısından da provokasyondur" demesi gerçeği yansıtmamaktadır.
 
Çünkü HDP Diyarbakır milletvekili Nursel Aydoğan ile DBP Eş Genel Başkanları Emine Ayna ve Kamuran Yüksek, heykelin açılış törenindeydi!
 
Ve bu gerçek "aman Açılım zarar görmesin" diyerek okurlarına sansür uygulayan AK Medya'nın dışındaki tüm medyada yer alıyordu.
 
Hepsi bir yana, o heykelin herkesin gözünün önünde dikilebilmesi ve bir törenle açılabilmesi, o heykelin mimarının AKP olmasındandır!
 
4) HEYKEL ÜZERİNDEN KAMPLAŞTIRMA HEDEFİ
Mahsum Korkmaz heykelinin yıkılmasıyla birlikte PKK'lilerin Atatürk büstlerine saldırması, Açılım ikliminin bir başka sonucudur.
 
PKK'li ele büstü yıkması için balyoz veren doğrudan AKP'dir!
 
Çünkü Açılım tam da budur: İçeride çözüm değil çözülmedir. Türk ile Kürt'ü ayrıştırmaktır, düşmanlaştırmaktır.
 
Açılım dışarı da ise Kürt'ü Ortadoğu'da kurşun yapmaktır, Fars ve Arap'a karşı namluya sürmektir.
 
IŞİD bu hedefin manivelasıdır. IŞİD cepheye sürülerek PKK'ye alan açılmakta ve Irak ile Suirye görevleri için PKK başat güç haline getirilmeye çalışılmaktadır.
 
PKK Türkiye'de AKP eliyle yasallaştırılırken, Batı'da da terör örgütü listelerinden çıkarılmaya hazırlanmaktadır. IŞİD'e karşı savaşan PKK görüntüsüyle Batı kamuoyu adım adım biçimlendirilmektedir.
 
HEYKELİN YIKILABİLMESİNİN ANLAMI
Mahsum Korkmaz heykelinin dikilebilmesi elbette önemlidir ama mücadelenin yönünü görebilmek açısından asıl önemli olan yıkılabilmesidir!
 
Çünkü yıkılan AKP-PKK ortaklığının heykelidir, AKP hükümetinin heykelidir.
 
Heykel, TBMM'de PKK'yi siyasallaştırma yasasını birlikte çıkaran AKP, HDP ve CHP yönetiminin heykelidir.
 
Mahsum Korkmaz heykeli CHP'nin serdiği halıya basarak yüzde 51'le Çankaya'ya çıkan Erdoğan'ın diktiği heykeldir.
 
O nedenle yıkılabilmesi, öncelikle AKP'ye mesajdır, Çankaya'ya mesajdır!
 
Aydınlık'ın dün tarihi manşetinde belirtildiği gibi, o heykeli oraya dikenler de yıkılacaktır!
 
AYDINLIK / Perşembe, 21 Ağustos 2014

SABAHATTİN ÖNKİBAR/ Bahçeli Tayyip'in nedimesi!

sabahattinonkibar
 
Bahçeli dün basın toplantısı yaptı. Benim bildiğim basın toplantısında konuşulur, oysa o başkasının yazdığı metni üstelik zar-zor okuyor.
 
Yazılı metinde Tayyip Erdoğan'a bölücü-yıkıcı gibi ağır sözler var.
 
Toplantı bitip sorular faslında geçiliyor.
 
Gazeteci soruyor:
 
-Tayyip Erdoğan'ın yemin törenine katılacak mısınız?
 
Bahçeli kağıda bakmaksızın anında şu karşılığı veriyor:
 
-Elbette tam kadro Meclis'te olacağız.
 
Pardon ama Bahçeli galiba ne okuduğunun farkında değil zira bölücü dediği birinin yıkıma başlama seremonisine nasıl gidilir?
 
Şaşırmadım tersine aksi olsa şaşardım zira tıpkı 2002'de AKP'yi iktidara taşıması misali Tayyip Erdoğan'ı Köşke taşıyan zaten Bahçeli değil midir?
 
AKP'nin düğününde Tayyip'e nedimelik yapmak MHP genel başkanlık koltuğunda oturan birine yakışıyor mu onu ülkücüler cevaplasın!
 
AYDINLIK / Perşembe, 21 Ağustos 2014

MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN: "ÖSO ve IŞİD'le başarılamayan, PKK ile de başarılamaz"

ÖSO ve IŞİD'le başarılamayan, PKK ile de başarılamaz
 
PKK'nın Haziran ayında Diyarbakır Bingöl karayolunu tam 24 gün boyunca ulaşıma kapatması ve ardından kendi iradesi ile açmasının ardından yeni hamlesi 15 Ağustos'da geldi. 1984 yılındaki ilk saldırıları gerçekleştiren Mahsum Korkmaz'ın heykeli, Lice Yolaçtı köyündeki örgüt mezarlığına dikildi.

Diyarbakır Bingöl karayolu ise terör örgütü tarafından ulaşıma yeniden kapatıldı. Yetkililer, vatandaşlara Bingöl'e gitmek için alternatif yollar(!) önerdiklerini açıkladılar.

AKP'nin yürütmekte olduğu açılım politikası, Güneydoğu'da PKK'yı otorite yapmıştır. 19 Ağustos günü gazetelerde yer alan, PKK'nın gençlik yapılanması olan YDG-H'nin Diyarbakır'da uyuşturucu operasyonu yaptığı gösteren haber ve fotoğraflar, bölgedeki fiili iktidarı gösteren bir başka kanıt oldu.

Böylece Beşir Atalay'ın PKK ile üzerinde anlaştıklarını söylediği çözüm paketinin gerçekte ne olduğu, bu uygulamalarla gözler önüne serildi.


 IRAK'TA NELER OLUYOR?


Aslında bütün bu gelişmeleri IŞİD saldırıları sonucunda PKK'nın Irak'ta kazandığı mevzilerle birlikte değerlendirmek gerekiyor. IŞİD saldırısı PKK'ya Türkiye-Irak sınırı ve Kandil Dağının yanı sıra Sincar (Şengal) dağından Kerkük'e kadar Irak Kürt Bölgesi'nin bütününe yerleşme olanağı verdi.

Barzani bugüne kadar ısrarla PKK'yı Kuzey Irak yerleşimlerinden uzak tutmak istiyordu. Ama IŞİD tehdidine karşı Kürtleri savunan güç görüntüsü, PKK'yı Kuzey Irak'ta daha aktif ve etkin bir konuma getirdi. Gelinen aşamada, PKK, KDP ve YNK'nın ortak komutanlık oluşturması konuşuluyor.

ABD ve Avrupa'da, PKK'yı terör örgütleri listesinden çıkarma niyetlerinin dile getirilmesini, bütün bu gelişmelerin sonucu olarak görmek doğru olmaz. IŞİD saldırısı ile PKK'nın Türkiye, Irak ve Suriye'deki etkinliğini artırmasını, daha bütünsel bir planın parçası olarak anlamak gerekir. ABD artık duyurusunu yaparak PKK ile açıktan görüşüyor. Batılı ülkeler tarafından yapılan silah yardımının en azından bir kısmı PKK'ya gidiyor.

Bütün bu olgular, ABD ve Avrupa tarafından PKK'nın önünün açılmaya çalışıldığını gösteriyor. IŞİD'in Suriye ve Irak'taki etkinliği bir yandan İsrail'i rahatlatırken, öte yandan PKK'yı daha etkin konuma taşıyarak daha elverişli bir "enstrüman" olmasını sağlıyor.

Selahattin Demirtaş'ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 10'a yakın oy almasını da bu çerçevede ele alabiliriz. Ekmeleddin İhsanoğlu'nun ABD tarafından aday olarak CHP'nin önüne konması; önceden mi planlandı kesin bir şey söylemek mümkün değil, ancak oy oranının yüzde elli oranında artmasını sağlayarak PKK'nın elini güçlendirdiği gün gibi aşikar.

EN UYGUN ARAÇ

ABD'nin Kürt sorununu kullanarak Bölgeyi yeniden düzenleme operasyonunda en uygun aracın PKK olduğunu hep söyledik. Çünkü PKK, KDP'den farklı olarak bütün bölge ülkelerinde örgütlüdür. Yerel ve aşiret tabanlı bir yapılanma değildir. Irak'ın kuzeyinden Akdeniz'e kadar uzanacak bir Kürt koridorunun yaratılmasında tartışmasız en elverişli araç durumundadır.

PKK yöneticileri bugüne kadar hemen her vesileyle ABD'ye; Ortadoğu'da yeni bir düzen getirilmesinde üzerlerine düşecek rolü oynamaya hazır olduklarını söylediler. Şimdi o "tarihi an"ın geldiğini düşündükleri ve harekete geçtikleri veya geçirildikleri anlaşılıyor.

BÖLGE VE TÜRKİYE GERÇEĞİ

Amerika, şeriatçı terör örgütlerini kullanarak önce Suriye yönetimini değiştirmeyi, sonra Türkiye başta olmak üzere diğer bölge ülkelerini çıkarlarına uygun olarak düzenlemeyi hedeflemişti. Bu girişim Suriye halkının ve hükümetinin kahramanca direnişi ile boşa çıkarıldı.

ABD, İslamcı teröristleri kullanarak başaramadığını şimdi PKK'yı devreye sokarak başarmaya çalışıyor. Dolaysıyla PKK'nın son dönemde Irak, Suriye ve Türkiye'de gösterdiği etkinliği, ABD'nin BOP'u uygulama yolunda yaptığı son hamle olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.

Ama ABD, 2000lerin ilk on yılında doğrudan askeri gücüyle, son dört yıldır şeriatçı terör örgütleriyle başaramadığını, PKK'yı kullanarak da başaramayacaktır.

PKK'nın içinde bulunduğu gerçek durumu yansıtan verileri ise, AKP'nin açılım politikasının ve ABD'nin IŞİD gibi enstrümanları kullanarak sunduğu olanaklar değil, aylardır Diyarbakır Dağkapı meydanında çocuklarını geri almak için mücadele eden anaların ortaya koyduğu irade belirleyecektir.

Ama PKK heykelinin yıkılması, AKP-PKK ortaklığının yaptığı planlar ne olursa olsun; teröre ve bölünmeye karşı alt edilemeyen ve alt edilemeyecek bir Türkiye gerçeğinin var olduğunu bir kez daha gösterdi.


Mehmet Bedri Gültekin
ulusalkanal.com.tr

21 Ağustos 2014

19 Ağustos 2014 Salı

Birgül Ayman Güler'in 'PKK'yı Yasallaştırma Yasası'na ret gerekçeleri

doguperincek
 
Bu köşede 15 Ağustos 2014 günü Silahlı PKK'yı Yasallaştırma Cinayetinin Suç Ortakları başlığıyla yayımlanan yazı okuyucuların ilgisini çekti. Yazının konusu, Terör Sona Erdirme ve Toplumsal Bütünleşmeyi Güçlendirmeye Dair Kanun idi.
 
AKP-PKK ortaklığının hazırladığı yasaya CHP de ortak oldu. İçişleri Komisyonu'nda altı CHP üyesinden dördü yasa önerisini imzaladı. Birgül Ayman Güler ve Tanju Özcan ise imza vermediler. İzmir Milletvekili Güler'in ret gerekçesini, özetleyerek, aydınlanmak isteyen okuyucularımızın bilgisine sunuyoruz.
 
ALENİYET İLKESİ ÇİĞNENİYOR
Tasarı'nın 1. Maddesi, usul ve esasları düzenlediğini belirttiği "çözüm süreci"nin tanımını yapmamış, içeriğini ve kapsamını karanlıkta bırakmıştır. Bu maddede belirtilen ve Tasarı'nın adında da geçen iki amaç, herhangi bir hükümetin varlık nedeni olan başlıca görevleri işaret etmekte, dolayısıyla Tasarı'nın amacını da sözü edilen "çözüm süreci"ni de ifade etmemektedir. Bu durum, Tasarı'nın yasamanın aleniyet ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
 
Tasarı'nın 2. Maddesi, "çözüm süreci"nde yapılacak işleri görev olarak "Hükümet"e vermektedir.
 
İlk olarak, hükümet terimi Anayasa'da yoktur.
İkinci olarak, hükümet hukuksal değil siyasal bir terimdir.
Üçüncü olarak, siyaset, basın ve gündelik dilde kullanılan hükümet terimi, cumhurbaşkanını içermez. Oysa Anayasa'da yürütme organının parçaları Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu ve bu kurulun başı olarak Başbakan olarak belirlenmiştir. Bu durum egemenlik yetkilerinin kullanımını düzenleyen Anayasa'nın 6. Maddesine aykırı olduğu gibi, sorumluluk tayini ve hukuk uygulamaları bakımından da temelsizdir.
 
Tasarı'nın 3. Maddesi, "çözüm süreci" görevleri için yetkiyi Bakanlar Kurulu'na vermiştir. İkinci maddeye göre görev hükümetin, yetki ise Bakanlar Kurulu'nundur. Bu maddeyle, 2. Madde'deki yanlış kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. "Terörü önlemek" ve "toplumsal bütünleşmeyi güçlendirmek" siyasal iktidarların varlık nedenidir; bu işler için Bakanlar Kurulu'na ayrıca yetkili olduklarının söylenmesi anlamlı değildir. Anlamsızlık, Tasarı'nın 1. Maddesindeki aleniyet eksikliğinin kanıtını oluşturmaktadır.
 
SUÇLULAR KORUNUYOR
Tasarı'nın 4. Maddesi, bu metindeki işlerin kamu kurum ve kuruluşlarınca yerine getirilmesinde "ivedilik" emretmekte; bu işleri yapanların hem hukuki hem idari hem cezai sorumluluğu olmayacağını düzenlemektedir. Bu, Anayasa'nın Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması başlığı altındaki 40. Maddesine aykırıdır.
 
Tasarı, Anayasa'nın 125. Maddede öngördüğü "idarenin sorumluluğu" ilkesini ortadan kaldırmakta, Anayasa'nın 137. Maddesinde düzenlenen "kanunsuz emir"e uymama mekanizmasını geçersiz kılmaktadır.
 
YABANCI GÖZLEMCİ YASALLAŞTIRILIYOR
Komisyon görüşmelerinde, Hükümet yetkilileri "çözüm süreci" adı verilen devlet politikasının yasal kaynağının ne olduğu sorusuna açıklama getirmemişlerdir. "Süreç"te yapılacağı belirtilen müzakerelerde yabancı kurum, kuruluş, kişilerden oluşacak yabancı gözlemci heyet kurulması yönündeki isteklere ilişkin tutumlarını açıklamamışlardır. "Süreç"te dile getirildiği bilinen etnik topluluklara anayasal kimlik ve statü verilmesi konusunda tutumlarını ortaya koymamışlardır. Bu özellikler nedeniyle Tasarı Anayasa'nın 3. Maddesinde düzenlenmiş olan "Türkiye Devleti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür" ilkesinin ihlaline yol açan bir düzenlemedir.
 
PKK İLE MÜZAKERENİN YASAL ZEMİNİ OLUŞTURULUYOR
Konuyla ilgili toplam 4 maddelik Tasarı, "çözüm süreci" için, gerçekte ise "PKK ile müzakere"ler için yasal zemin anlamına geliyor.
 
Şimdiye kadar yapılan müzakereler yasa-dışı yapılmıştı. PKK, yasa-dışı görüşmelerde muhatap alınmakla birlikte, "taraf" statüsü kazanamamıştı. Şimdi, bu Tasarı yasalaşırsa PKK bir terör örgütü olmaktan çıkıp "müzakerenin ikinci tarafı" olarak meşru hale gelecek. Onun siyasal uzantısı BDP/HDP de, "uzantı" olma suçlamasından kurtulup resmi uzantı olarak muhatap alınacak. Kısacası, Tasarı'nın adında yer alan "terörün sona erdirilmesi"nde terörle mücadele yerini tümüyle terör örgütüyle müzakereye bırakmış durumda.
 
PKK 'TARAF' OLUYOR
Bu noktada HDP, verdiği önergelerde yazılı olarak da belgelediği üzere, dinen gözyaşlarının yanı sıra başka bazı sonuçlar doğduğunu ve bundan büyük memnuniyet duyduğunu söylüyor.
 
Müzakerelerin tarafları tanımlanmış olacak.
Müzakerelere kurumsal bir kimlik tanınmış olacak.
Yabancı kurum, kuruluş, kişilerden üçüncü-tarafsız gözlemci heyet olacak.
PKK yasal "taraf" haline gelince 'terör' kapsamından çıkıyor. PKK eylemlerine ilişkin olarak alınmış her türlü önlem, medeni - cezai suç kapsamına girer hale geliyor.
"Taraf"ın yer aldığı müzakerelerin kurumlaşmasıyla birlikte, eski PKK yeni 'taraf'ın ileri süreceği siyasal taleplerin yerine getirilme zorunluluğu yaratılmış oluyor.
Devreye "üçüncü taraf" olarak yabancı devlet temsilcilerinin kabul edilmesi için boyunlar eğiliyor.
 
ÜLKE GELECEĞİ YABANCI MÜDAHALEYE TESLİM EDİLİYOR
AKP yetkilileri "biz böyle bir şey dedik mi?" diyerek, "taraf"ın beklentilerini duymazdan gelme çabasına düşerken, şaşılacak biçimde kimi CHP'liler "korku, paranoya"dan kurtulmak gerektiğini dile getirebiliyorlar.
 
Oysa, egemenlik alanına yabancı devletlerin şu ya da bu biçimde müdahalesi söz konusu olunca beliren düşünce ya da duygular korku - paranoyadan değil, dosdoğru Tarih Bilinci'nden kaynaklanır. Basit bir "mali gözetim komisyonu"nun nasıl Rüsum-u Sitte'ye, ondan da Düyunu Umumiye dönüştüğü, kendi tarihimizden dünyaya mal olmuş büyük bir derstir. Bir kez başladıktan sonra yarı-sömürgeleşmeye, parçalanmaya, Cumhuriyet doğduktan sonra da taa 1954 yılına kadar dişten tırnaktan artırılana el koymaya uzanmış yapışkanlık...
 
MİLLETİ ETNİK TOPLULUKLARA BÖLÜYOR
AKP Hükümeti'nin Tasarısı, müzakerelerin içeriğine ve özellikle siyasi, ve hukuki alanlarda atılacak adımlara ilişkin en ufak bir ipucu vermezken, HDP önergelerinde bu konudaki beklentiler yazıya dökülmüştür.
 
HDP'nin müzakerelerden siyasal - hukuksal beklentilerinin başında "Ortak Vatan - Eşit Vatandaşlık" ilkelerinin anayasal bakımdan tanınması gelmektedir.
 
Eşit Vatandaşlık, önergelerde "demokratik eşit siyaset hakkının tanınması" olarak dile getirilmiştir. Bundan kastedilen, yurttaşların bireysel eşitlikleri değil, etnik toplulukların eşitlikleridir.
 
Bu görüşe göre Türkçe, bir etnik topluluk olarak gördükleri Türklerin anadili iken resmi dil olmuştur. Bu, "eşit vatandaşlık" ilkesine aykırıdır; diğer etnisitelerin anadilleri de resmi dil olarak kabul edilmelidir. Eşit siyaset hakkı, ancak böyle sağlanacaktır.
 
VATANI BÖLÜYOR
Ortak Vatan ise, Türkiye'nin "Türkiye'de yaşayan herkesin vatanı olması" anlamına gelmez. Zaten halihazırda Türkiye, tüm vatandaşların vatanıdır. Ortak Vatan'dan kastedilen şey, ilgililerin çeşitli kongre kararlarında ve yetkililerinin açıklamalarında şöyle tanımlanmaktadır:
 
"Ortak Vatan Türkiye ve Kürdistan'dır. Kürdistan temsilcilerinin Türkiye parlamentosuna göndereceği temsilcileriyle Ortak Vatan politikalarına katılmaları gerekir." Bu talep, yasama sürecinde "uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılması", "yerel/bölgesel özerklik" talepleri çerçevesinde dile getirilmektedir.
 
TÜRK VATANDAŞLIĞINA SON VERİLİYOR
AKP Hükümeti, Tasarı'da adım atılacağını belirlediği hukuki alanda neler yapılmak istendiği konusunda ne yazılı ne sözlü hiçbir ipucu vermezken, 'taraf' HDP bazı açıklamalar vermektedir.
 
Anayasa değişikliği elzemdir; ulusal devleti kuran "Türk vatandaşlığı" kurumunun Anayasa'dan çıkarılması hedeflenmektedir.
 
Yeni Anayasa, tek değil çok resmi-dil uygulamasını kabul edecektir.
 
Anayasa, merkeziyetçilik ilkesi yerine ademi merkeziyetçilik sistemini benimseyecektir.
 
KÜRTÇE RESMİ DİL YAPILIYOR
Milliyetler Devleti, Türk vatandaşlığı yerine TC Vatandaşlığı kurumunun getirilmesi, "Türk" sıfatını ulusal siyasal kimlik olmaktan çıkaracak, etnik topluluk sıfatı haline getirecektir. Böylece, tüm etnik toplulukların anadillerinin resmi dil haline getirilmesi için gerekli "temizlik" yapılmış olacaktır. [HDP 'taraf'ı ve bazı CHP milletvekilleri bunu 'kollektif haklar' terimiyle dile getirmektedir]
 
MİLLİ DEVLET TASFİYE EDİLİYOR
Böyle bir temizlik, ulusal devlet örgütlenmesi yerine "milliyetler devleti" kurmak demektir. Şimdiki anayasal düzende Madde 3, "Türkiye Devleti ..... ve milletiyle bölünmez bir bütündür" ilkesi bu hedefin önündeki temel engeli oluşturmaktadır.
 
İçişleri Komisyonu'ndaki görüşmelerden anlaşılmıştır ki, aslında iki ayrı değil aynı tarafta yer alan AKP - PKK/HDP ve yazık ki kimi CHP yöneticileri, şimdi ve önümüzdeki dönemde elbirliğiyle "milletin bölünmesi ve milliyetler devleti kurulması" hedefi için çaba sarf edeceklerdir.
 
Federal Devlet, Hukuki düzenlemeler arasında yer alacağı belirtilen "uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılması" konusu, "yerel yönetimlerin güçlendirilmesi" biçimindeki söylemler, Anayasa'nın "idare" bölümünde ademi merkeziyetçilik yönünde değişiklikler yapılmasının hedeflendiğini göstermektedir.
 
Bu yönde şimdiye kadar çeşitli adımlar atılmıştır.
 
Bunlardan ikisi önemlidir. Birincisi, 2005 yılında İl Özel İdaresi Kanunu ile Belediye Kanunu'nda bunlar "idari ve mali özerk yönetimler" olarak tanımlanarak federal örgütlenme [subsidiarite]anlayışının içine çekilmişlerdir. İkincisi, 2012 yılında Türkiye'nin üretim ve ticaretinde çok büyük bir bölümü yaratan 30 il, il-genelinde yetkili büyükşehir belediyeciliğinin yönetimine verilmiştir.
 
Daha şimdiden, 'taraf' HDP, yerel yönetimlere madenlerden "pay verilmesi talebi"nde bulunmaktadır. Bu teklif, yerel yönetimlerin "mali desantralizasyon" değil "mali federalizm"ilkesine göre kaynaklandırılmasını istemek demektir.
 
'Taraf' HDP, hukuki düzenlemelerin, AB projesi olan Bölgesel Kalkınma Ajansları temelinde 26 bölgeye özerklik verme temelinde yapılmasını dile getirmekle birlikte, bu isteklerini asıl olarak "Kürdistan" diye adlandırdıkları tek özerk bölge için sıcak tuttuklarını görmek zor değildir.
 
Bu hedef, Anayasa'nın Madde 3'ünde "Türkiye Devleti ülkesi ..... ile bölünmez bir bütündür", yani üniterdir; federal ya da bölgesi devlet olmaz diyen maddesine çarpıp durmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, bütün güçlerini "Yeni Anayasa" için harcamak zorundadırlar.
 
'Taraf' HDP'nin, CHP yönetimi tarafından da dile getirilmekte olan Terörle Mücadele Yasası'nın, Türk Ceza Kanunu gibi yasalardaki anti-demokratik düzenlemelerin kaldırılması talepleri, yukarıda açıklanan hedeflerin tamamlayıcılarıdır.
 
HDP, bütün bunlara ek olarak tüm yasalarda "ayrımcı ve ırkçı" ifadelerin temizlenmesi hedefini de yazıya dökmüştür. Burada "ırkçı" ifadelerin 'taraf'a göre 'Türk' sözcüğünden ibaret olduğu artık kimse için sır değildir.
 
ÜLKEMİZ BÜYÜK TERÖRE SÜRÜKLENİYOR
"Çözüm süreci", Türkiye'de ulusal ve üniter devlet örgütlenmesini dağıtma sürecidir.
 
Bu girişim, ülkemizde etnik topluluklar ayrışmasına ve buna hızla eklenecek mezhepler kopuşuna sürükleyecek bir girişimdir.
 
Bu girişimin sağlayacağı ileri sürülen "kalıcı barış", Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünün kaldırılması şartına bağlanmıştır. PKK/HDP'nin istediği, AKP Hükümeti'nin getirdiği ve CHP yönetiminin destek verdiği Tasarı, terörü Cumhuriyet Rejimi'ni teslim ederek sona erdirmeye hizmet etmektedir.
 
Hepimizin isteği terörün sona erdirilmesidir.
 
Ama bunun bedeli milliyetlere ayrışmak ve toprakta egemenliğin paylaşılması ise, Türkiye kendinden vazgeçerek teröre teslim oluyor demektir.
 
Bu ise terörün sona erdirilmesi değil, ülkeyi bir bütün olarak büyük teröre sürüklemek anlamına gelir.
 
Ülkemizin dağılma sürecine destek vermemiz, elbette mümkün değildir.
 
Aydınlık / Doğu Perinçek / Pazartesi, 18 Ağustos 2014

DOĞU PERİNÇEK/ Silahlı PKK'yı yasallaştırma cinayetinin suç ortakları

doguperincek
 
Cumhurbaşkanı seçimi gürültüsü arasında kimselere duyurmadan o kanunu Meclis'ten geçirdiler. Yine aynı ortaklık: AKP-PKK-CHP işbirliği.
 
Kanunun özü, silahlı terör örgütü PKK'nın yasallaştırılması.
 
ABD PATRON OLUNCA
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, daha yasa Meclis Genel Kurulu'na gelmeden desteğini ilan etti. 20 Haziran günü Diyarbakır'da, "Barış süreci yasal bir zemine oturtulmak zorundadır" dedi. Bu gayretkeşliğe Beşir Atalay bile şaşırdı ve tasarının 1-2 gün içinde Meclis'e sunulacağını açıkladı.
 
ABD patronluğu olunca, hepsi el ele veriyor. Fethullah Gülen de yasayı alkışlayanların başındaydı.
 
Kılıçdaroğlu, tasarı Meclis'e gelince, "Sözümüzün arkasındayız, gerekli katkıyı vereceğiz" diyerek PKK'nın yasallaştırılması projesine bağlılığını bir kez daha vurguladı.
 
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, 81 il başkanına talimat yollayarak AKP-PKK tasarısına CHP örgütlerini de suç ortağı yaptı. Tanrıkulu, AKP-PKK tasarısını yeterli bulmayarak, Abdullah Öcalan'ın taleplerini yasa önerisi haline getirdi. PKK liderinin "İzleme Kurulu" talebi, "Toplumsal Mutabakat Komisyonu" ve "Ortak Âkil Heyeti" başlıklarıyla CHP önerisinde yer aldı. Yasa görüşülürken Sezgin Tanrıkulu, AKP ve PKK sözcülerinden daha ateşliydi, "Kürt meselesinin çözümü konusunda biz varız, hodri meydan" dedi.
 
AKP VE PKK İLE BİRLİKTE KABUL OYU
Meclis İçişleri Komisyonu'nda dört CHP'li üye tasarıya kabul oyu verdiler. İki üye, Tanju Özcan ve Birgül Ayman Güler ret oyu kullandılar.
 
Meclis'te üç gün süren görüşmelerde, kürsüye çıkan CHP'li milletvekilleri bölücü terörü yasallaştıran tasarının reklamını yaptılar. Oylama sırasında 130 CHP'li milletvekilinden sadece 13'ü salondaydı. 11'i AKP grubu ile birlikte "evet" oyu kullandı. Yalnız Birgül Ayman Güler ve Gürkut Acar karşı oy verdiler. Hükümet tasarısı 235 kabul, 36 ret oyu ile Meclis'ten geçti.
 
AKP VE PKK'DAN CHP'YE TEŞEKKÜRLER
Yasa Meclis'te kabul edilince, HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, "çözüm iradesini ortaya koyduğu için" Kılıçdaroğlu'na teşekkür etti. Öcalan "milat" olarak nitelediği yasa için AKP ve CHP'ye ayrı ayrı teşekkürlerini sundu! HDP'li Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı Süreyya Önder de CHP'ye teşekkür edenler arasındaydı. PKK Açılımından sorumlu Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, "Ana muhalefet partisinin desteği bizi sevindirdi" sözleriyle AKP'nin duygularını dile getirdi. CHP ve MHP'nin "çatı" adayı Ekmeleddin İhsanoğlu da yasayı "takdire şayan" sözleriyle övdü. Dahası bölücü terörü haklı gören açıklamalarda bulundu: "Biz birçok sorunu sopayla, falakayla halletmeye çalışıyoruz. Hal böyle olunca insanlar isyan ediyor."
 
MHP'den bir itiraz gelmedi. Böylece PKK'nın yasallaştırılması girişimine İhsanoğlu üzerinden ortak oldu. MHP, yasanın Çankaya'da onaylanmasından sonra Anayasa Mahkemesi'ne başvurmadı.
 
SİLAHLI PKK YASALLAŞTIRILDI
Yasa ile, AKP hükümetine PKK ile yürüttüğü müzakerelerde yasal zemin sağlandı. Hükümete sınırsız yetki verildi; PKK'ya dokunulmazlık zırhı kazandırıldı.
 
Kanunun 4. maddesinde aynen şu ifade yer alıyor: "Bu Kanun kapsamında verilen görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari veya cezai sorumluluğu doğmaz." Böylece teröre kamu makamları eliyle yardım ve yataklık yasallaştırıldı.
 
"Gözlemci heyet" adı altında yabancı kurum ve kişilerin, Türkiye'nin bu yaşamsal iç sorununa müdahale etmesine kapı açıldı.
 
Kanun, "PKK silah bırakacak, barış gelecek" gerekçesiyle gündeme getirilmişti. Oysa PKK liderlerinden Cemil Bayık'ın Yasa Meclis'ten geçtiği saatlerde yaptığı açıklama olup biteni anlamaya yetiyor: "Silah bırakacağımızı sananlar hayal görüyor."
 
YİRMİ MİLLETVEKİLİ YİNE BULUNAMADI
Birgül Ayman Güler ve Dilek Akagün Yılmaz, CHP'nin yasayı Anayasa Mahkemesi'ne götürmesini istediler. Ancak CHP, PKK'yı yasallaştırma yasasını çıkaran kumpanyanın içindeydi.
 
Türkiye'nin birlik ve bütünlüğü için yirmi kişi yine bulunamamıştı.
 
Aydınlık / Cumartesi, 16 Ağustos 2014

PROF.BİRGÜL AYMAN GÜLER YAZDI: 6551 NE İÇİNDİR?

10 Ağustos 2014 Pazar

6551 NE İÇİNDİR?

Biz sandıklı cumhurbaşkanlığına bohçalanırken, Meclis’e “çözüm sürecine yasal zemin” sağlayacak tasarı geldi. Tasarı’nın sahibi AKP-HDP. İmza sahibi tek başına AKP idi. Ama özellikle İçişleri Komisyonu’nda sorularımıza yanıt verip tasarıyı canhıraş savunanlar HDP’liler oldu. CHP yönetimi de tasarıyı destekledi. MHP karşı çıktı.

O tasarı TBMM Genel Kurulu’nda görüşüldü, Cumhurbaşkanı Gül tarafından hemen onaylandı, yasa oldu ve 16 Temmuz 2014 günü 6551 sayıyla Resmi Gazete’de yayımlandı.

Yasanın görüşmeleri ilginçti.

‘YENİ TÜRKİYE YAŞAMI’ İÇİN


HDP’liler “ortak vatan istiyoruz” diyorlardı. “Vatan ortak değil mi, bu vatan hepimizin” diye karşı çıkılınca, gülümseme eşliğinde derin suskun bakışlar fırlattılar. Ortak vatan dediğinizden kastınız nedir sorusunu hep yanıtsız bıraktılar. Çünkü onlara göre ortak vatan Türkiye değil. Ortak vatan Türkiye ve Kürdistan’dır diyorlar. Bunu temsilcilerinin basına yansımış açıklamalarından örnekleyip kendilerine sorunca, ‘biz Kürdistan’ı kendimiz yönetip Türkiye parlamentosuna kendi temsilcilerimizi göndererek ortak vatan politikalarında yer alacağız’ dediklerini söyleyince yanıt vermek yerine saldırıya geçtiler.

HDP’liler “eşit vatandaşlık istiyoruz” diyorlardı. “Eşit değil miyiz, etnik köken nedeniyle hangi haktan yoksunluk var” deyince, anadil yasaklarından başlayıp anadilinde şarkı söyleyememe zamanlarından dem vurdular. Açıklamaktan kaçtılar. Çünkü onlara göre eşit vatandaşlık bireylerin değil etnik toplulukların eşitliği. Onlara göre Türkler de bir etnik topluluk; ama anadilleri resmi dil olmuş. Bu eşitsizlik diyorlar: “Tüm etnik toplulukların anadilleri resmi dil olursa, işte ancak o zaman olur eşit vatandaşlık.”

HDP’liler durmadan “biz birlikte yaşamak istiyoruz” diyorlar, ama şartları var: Ortak Vatan – Eşit Vatandaşlık temelinde!

Biz de diyoruz ki, bu birlikte yaşamak isteği değil, etnik kimlik ve coğrafi statü talebi. Yani ayrışma hedefi.

YABANCI GÖZLEMCİLER İÇİN

HDP’liler, ayrışma müzakerelerinde bir de gözlemci heyet olmasını talep ediyorlardı. Resmi olarak önerge vermişlerdi. Önergelerinde “yerli veya yabancı kurum, kuruluş veya kişilerden oluşan bir gözlemci heyet” olmasını, müzakerelerde bunun “üçüncü taraf olarak yer almasını” istediler. AKP’li hükümet yetkilileri inatçı suskunluklarını bozmak zorunda kalınca “bizim tasarımızda var mı böyle şey, yok!” demekle yetindiler.

Üstüne bir de bolca ‘korkuyu atın! paranoyadan kurtulun! kuruntu yapmayın!’ tavsiyelerinde bulundular. Bu koroya yazık ki bir CHP milletvekili de katıldı.

Oysa bizdeki ne korku, ne paranoya ne kuruntu! Yalnızca ve basitçe Tarih Bilinci… Yabancı devlet temsilcili sıradan bir ‘mali gözetim komisyonu’nun önce Rüsum-u Sitte sonra Düyunu Umumiye’ye dönüşmesi kuruntu mu? O zamanlar emperyalizm adı verilmeye başlanan sömürgeciliğin bu ‘Şark efsanesi’ 1881’de sırtımıza yapışmıştı. Bu asalaklardan ancak 1948’de kurtulabildik. Yazık, aynı anda da yakayı NATO – Dünya Bankası – IMF üçgenine kaptırdık.

ALALAMA ARTIK İŞ GÖRMEZ

Tarihsel önemi büyük zamanlar yaşıyoruz.

6551 AKP – PKK anlaşmasının yasal zemini oldu. Bu çerçeveyle AKP ‘tek millet’le kastettiği ümmet toplumuna varma gayretinde. PKK ve onun uzantısı ya da değil, tüm etnikçi siyasetler de sosyal (etnik) ve kültürel (dinsel) topluluklara statü koparma derdinde. Bu amaçlara ancak, laik ulusal siyasal yapılanmayı yıkarak, pratikte Türk ulusunu anayasadan silerek ulaşabilirler. “Artık Kürt sorunu değil Türk sorunu var” deyişlerinin anlamı budur.

Gerici serbestiyet zihniyetinin insan haklarından üretilmiş kılıflarla kendini özgürlükçülük diye yutturma dönemi bitti. Dinci gericilerin AKP ağzından ileri demokrasi deyip cemaatler devletini, etnikçilerin özgürlükle eşitlikten dem vurup milliyetler devletini özlediği açık. Ve artık, kendini sol, sosyalist, sosyal demokrat diye gösterip F tipi yapılarla kol kola yürüyen işbirlikçiliğin teslimiyeti de açık.

Kendini alalayıp [kamufle edip] iş görme dönemi pek uzun sürdü. Ama ne mutlu ki artık sona erdi.

6551 NO'LU KANUN HEPİMİZE HAYIRLI UĞURLU OLSUN !

Resmî Gazete
16 Temmuz 2014  ÇARŞAMBA
Sayı : 29062

KANUN

TERÖRÜN SONA ERDİRİLMESİ VE TOPLUMSAL BÜTÜNLEŞMENİN GÜÇLENDİRİLMESİNE DAİR KANUN
 
 
Kanun No. 6551
Kabul Tarihi: 10/7/2014



Amaç ve kapsam

MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı, terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesi için yürütülen çözüm sürecine ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.

 
Uygulama, izleme ve koordinasyon

MADDE 2 – (1) Hükümet, çözüm süreci kapsamında aşağıdaki hususlarda gerekli çalışmaları yürütür.

a) Terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine yönelik siyasi, hukuki, sosyoekonomik, psikolojik, kültür, insan hakları, güvenlik ve silahsızlandırma alanlarında ve bunlarla bağlantılı konularda atılabilecek adımları belirler.

b) Gerekli görülmesi hâlinde, yurt içindeki ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlarla temas, diyalog, görüşme ve benzeri çalışmalar yapılmasına karar verir ve bu çalışmaları gerçekleştirecek kişi, kurum veya kuruluşları görevlendirir.

c) Silah bırakan örgüt mensuplarının eve dönüşleri ile sosyal yaşama katılım ve uyumlarının temini için gerekli tedbirleri alır.

ç) Bu Kanun kapsamında yapılan çalışmalar ile alınan tedbirlere ilişkin kamuoyunun doğru ve zamanında bilgilendirilmesini sağlar.

d) Alınan tedbirlere ilişkin uygulama sonuçlarını izler ve ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlar.

e) Gerekli mevzuat çalışmalarını yapar.

 
Yetki ve sekretarya

MADDE 3 – (1) Bakanlar Kurulu, çözüm sürecine ilişkin gerekli kararları almaya yetkilidir.

(2) Çözüm süreci kapsamında yapılan çalışmaların koordinasyonu ve sekretarya hizmetleri Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı tarafından yürütülür.

 
Kararlar ve yerine getirilmesi

MADDE 4 – (1) Bu Kanun kapsamında verilen görevler, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca ivedilikle yerine getirilir.

(2) Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentleri kapsamındaki görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari veya cezai sorumluluğu doğmaz.

 
Yürürlük

MADDE 5 – (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

 
Yürütme

MADDE 6 – (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

 

15/7/2014
 
 
 
 

12 Ağustos 2014 Salı

MEHMET ALİ GÜLLER/ 10 Ağustos'un sonuçları

mehmetaliguller
 
Erdoğan'ı yüzde 51,8'le Çankaya'ya çıkaran 10 Ağustos seçimi partiler ve seçmenler açısından derslerle doludur. Bugün 10 Ağustos'u Erdoğan, CHP, MHP ve Türkiye Cephesi açısından inceleyeceğiz:
 
ERDOĞAN AÇISINDAN:
1) Erdoğan 55,7 milyon seçmenin sadece 20,8 milyonunun oyunu alarak Çankaya'ya çıktı. Bu, toplam seçmenin sadece yüzde 37'si demek. Yani Erdoğan Çankaya'ya çoğunluğun tercihi olarak çıkamadı.
 
2) Oysa Erdoğan'ın AKP'si daha dört ay önceki 30 Mart seçimlerinde 20,5 milyon oy almıştı. Üstelik seçmen sayısı da 52,7 milyondu.
 
Aslında yapısı açısından cumhurbaşkanlığı seçimini kıyaslamak için en uygunu 12 Eylül 2010 referandumudur. Erdoğan orada 22,2 milyon seçmenin oyunu almıştı ve seçmen sayısı da 49,6 milyondu.
 
Yani aslında Erdoğan ciddi bir oy kaybetmiş durumdadır!
 
3) Bu rakamlar, Erdoğan'ın başkanlık hayallerini bitirmiştir. Erdoğan artık sadece cumhurbaşkanıdır ve aldığı oy oranıyla ayda bir bakanlar kuruluna başkanlık etmesi mümkün değildir.
 
4) Yüzde 51,8 AKP'de kâğıtların yeniden dağıtılmasına neden olacaktır. Erdoğan'ın bu oy oranıyla AKP üzerinde tam denetim kurması mümkün değildir. Üç ay sonra sorunlar başlayacaktır.
 
CHP-MHP AÇISINDAN:
1) Ekmeleddin İhsanoğlu'nun Erdoğan'a kırmızı halı olmaktan öteye gidemeyeceği bir de rakamlarla ortaya çıkmıştır. İhsanoğlu, CHP ve MHP'nin 30 Mart'taki toplam oyunun epey altında kalmıştır.
 
2) Tarih kitapları şöyle yazacaktır: Erdoğan'ı CHP'nin önceki genel başkanı Deniz Baykal başbakan, şimdiki genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da cumhurbaşkanı yaptı!
 
3) Yine tarih kitapları şöyle yazacaktır: Gelen bir telefon üzerine Türkiye'yi 3 Kasım 2002'de erken seçime götürerek Erdoğan'a kırmızı halı seren Devlet Bahçeli, 2014'te de Erdoğan'a Çankaya için omuz vermiştir!
 
4) Erdoğan'ı Çankaya'ya çıkaran Kılıçdaroğlu ve Bahçeli "tıpış tıpış" istifa etmelidir!
 
TÜRKİYE CEPHESİ AÇISINDAN:
1) Oy kullanmayan seçmen sayısı 14,8 milyondur ve bunun 2,7 milyonu yurtdışında yaşayan seçmendir. Bir de 0,7 milyon geçersiz oy var.
 
Katılımın genelin çok üstünde olduğu 30 Mart'ta oy kullanmayan seçmen sayısı 6,1 milyondu. Geçersiz oylar da 1,8 milyondu.
 
Yurtiçinde oy kullanmayan ve geçersiz oy kullananların sayısı 12,8 milyondur. Bu 30 Mart'ta 7,9'du. Yani 4,9 milyon arttı. Hepsi İhsanoğlu'na gittiğinde kuşkusuz seçim sonuçlarını değiştirebiliyordu.
 
CHP'lilerin bu tablodan hareketle, kaybedilen seçimin sorumlusu olarak oy kullanmayanları ilan etmesi doğru değildir. Çünkü siyasetçi faturayı seçmene çıkaramaz! Yenilginin sorumlusu sandığa gitmeyen seçmen değil, seçmeni sandığa götüremeyen siyasetçidir!
 
2) 3 Temmuz'a kadar bizim de desteklediğimiz yeni bir aday arayışı gerçekleşmiş olsaydı, Erdoğan birinci turda kesinlikle kazanmayacaktı. Sonuçlar bunu bir kez daha teyit etti.
 
Ancak hem 3 Temmuz hem de 10 Ağustos geride kaldı ve biz önümüze bakacağız. Orada da tablo lehimizedir. 55,7 milyon seçmenin 34,9 milyonu Erdoğan'a oy vermemiştir ve bu büyük çoğunluktur.
 
10 Ağustos süresinde, "ne Erdoğan ne Demirtaş" diyerek işte bu oluşacak tabloya işaret etmiştik. Sandığa İhsanoğlu için giden de, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli'nin kaybedecek aday dayatmasına isyan edip sandığa gitmeyen de, Türkiye Cephesi'ndedir. 3 Temmuz ve 10 Ağustos tartışmalarını ve "sandığa gidilseydi Erdoğan kazanamazdı" suçlamalarını bir kenara bırakmalı ve Erdoğan'ı çıktığı yerden indirecek mücadeleyi seferber etmeliyiz.
 
3) İç ve dış politikaların işaret ettiği gerçek şudur: Erdoğan'la yürümez!
 
Peki, ne olacak? ABD'nin üç seçeneği var: a) Erdoğan'la düşe kalka devam etmek. b) Restorasyon hükümeti aramak. c) Amerikancı darbe.
 
Her üçünün de gerçekte seçeneksizlik olduğu ortadadır ve asıl Türkiye'nin bir seçeneği vardır: 34,9 milyona dayanarak ve Erdoğan'ın aldığı 20,8 milyon oyun bir bölümünün de desteğiyle Erdoğan'ı devirmek.
 
Bu Erdoğan'ı ABD tarafından deliğe süpürülmekten kurtaracak, Türkiye'nin restorasyon hükümetleriyle oyalanması engellenecek ve darbe tehlikesini bertaraf edecek! Yani toplam da AKP'nin de yararına olacak!
 
Aydınlık / 12.08.2014