31 Ekim 2017 Salı

Dejavu, Bağımsız Kürdistan Macerası



15 Ekim 2017, çağdaş Kürt tarihine 17 Aralık 1946’dan çok daha büyük bir travmanın tarihi olarak geçecek gibi gözüküyor.

17 Aralık 1946, 11 aylık Mehabad Cumhuriyeti’nin; 15 Ekim 2017 ise 25 Eylül referandumu ile kazanılması öngörülen 20 günlük “bağımsız Kürdistan”ın sonunu ifade ediyor.

Merkezi hükümetlerin zayıflığının yarattığı fırsat ve vaat edilen dış destek, bu iki bağımsız Kürt devleti tecrübesinin de ortak hareket noktasını oluşturuyor.

Mehabad Cumhuriyeti, 2. Dünya Savaşı şartlarında İran üzerinde İngiltere ile nüfuz mücadelesi veren Rusya’nın desteği sayesinde 22 Ocak 1946’da kurulmuş; şartların değişmesi ve İran merkezi hükümetinin kontrolü ele alması sebebiyle de yıkılmıştı.

Irak Kürdistan Bölgesi ise ABD’nin 1991’de 36. Paralelin kuzeyinde oluşturduğu uçuşa yasak bölge sayesinde oluşan ve Irak işgalinden sonra da 2005’te anayasal statü kazanan bir yapıydı.

25 Eylül’deki referandum, fiili bir durum yaratarak bağımsız devlet kurma girişimiydi; ancak 15 Ekim’de Irak ordusunun tartışmalı bölgeleri yeniden kontrol altına alması, sadece bu fiili durumu ortadan kaldırmakla kalmadı, yasal niteliği olan özerk yönetimin geleceğini bile tehlikeye düşürdü.

Çağdaş Kürt tarihi açısından 15 Ekim 2017’nin 17 Aralık 1946’dan daha büyük bir travma olarak tanımlanması, ikinci girişimin çok daha kısa sürede başarısızlıkla sonuçlanmasından kaynaklanmıyor.

22 Ocak-17 Aralık 1946 başarısızlığı, Kürtleri birliğe ve bağımsız devlet idealine motive etmiş ve yeni bir örgütlenme modeli yaratmışken; 25 Eylül-15 Ekim 2017 başarısızlığı, Kürtlerin birliğine ölümcül bir darbe vurdu ve yasal kazanımlarını bile riske soktu.

Mesud Barzani’nin başarısızlığını, Kadı Muhammed’in başarısızlığından daha ağır kılan etken işte bu.

Kürdistan’ın geleceğinde artık ‘olumlu senaryo’ devre dışı

15 Ekim’i bir ‘trajedi’ olarak nitelemelerine ve birbirlerini ihanetle suçlamalarına rağmen hala bağımsız devlet vurgusunu canlı tutmaya çalışıyor olsalar da Iraklı Kürtlerin 25 Eylül öncesi konumun bile çok gerisine savrulduğu açık.

Iraklı Kürtlerin 25 Eylül öncesi statüden daha geri bir pozisyona savrulduğu tezi abartılı bulunabilir; ancak ‘15 Ekim trajedisinin’ sebepleri bu tezin gerçekçi olduğunu gösteriyor.

Çünkü 15 Ekim’den sonra Kürdistan Bölgesini, “Kürdistan için iki senaryo, Barzani için iki muhtemel gelecek” başlıklı yazıda belirtilen ve Barzani’ye ‘Atakürt’ konumu kazandıran ‘olumlu senaryo’ çerçevesinde bir gelecek beklemiyor.

15 Ekim’den itibaren artık Süleymaniye’nin Erbil’den ayrılması ve Barzani’nin ‘Saddam’ konumuna düşmesi ihtimallerini gündeme getiren ‘olumsuz senaryo’ söz konusu.

Bu nedenle 25 Eylül’de tek taraflı bir şekilde atılan bağımsızlık adımının başarısızlık nedenleri Kürdistan Bölgesi’nin geleceğini şekillendirecek temel faktörler olarak okunabilir. 

25 Eylül tecrübesi İran ve Haşd Şabi yüzünden mi başarısız oldu?

Barzani tarafı, başta ABD olmak üzere uluslararası tarafları etkilemek için ‘15 Ekim trajedisini’ İran ve Haşd Şabi faktörleriyle açıklamaya çalışsa da uluslararası tarafların zekasını çok hafife alan bu propaganda, sadece ve sadece kendine acımayı çok seven Kürt avamını kışkırtmakta etkili olabiliyor.

Zira ortalama bir akla sahip olan herhangi biri, şu basit soruları sorarak başarısızlığın temel sebebinin dış faktörler değil, öngörüsüzlük ve popülizm olduğuna dikkat çekebilir.

İran ve Haşd Şabi, 25 Eylül’den sonra mı ortaya çıktı? Bunlar 25 Eylül’den önce Kürdistan bağımsızlığına destek mi vaat etmişti? İran ve Haşd Şabi’nin tutumu konusunda nasıl bir sürpriz değişim oldu ki Erbil, bağımsız Kürdistan rüyasını kabusa dönüştüren bu sürprizi 25 Eylül’den önce öngöremedi?”

Eğer bir sürpriz olduysa, referandum haftasına kadar nerdeyse hiç tepki vermeyerek Barzani’yi 25 Eylül’e cesaretlendiren; ancak daha sonra yalnız bırakan Amerika’nın ya da karşısına dikilen Türkiye’nin sürprizi oldu.

Amerika’nın dönemin Bağdat Büyükelçisi April Glaspie aracılığıyla Saddam’ı önce Kuveyt’i işgale teşvik ederek tuzağa düşürdüğünü ve sonra Irak’ı nasıl parçaladığını en iyi bilmesi gereken ve ders çıkarması gereken kişi Barzani’ydi.

IŞİD 2014 Ağustos’unda Erbil’e doğru ilerlediğinde henüz ABD müdahalesi ve uluslararası koalisyon yokken Urumiye’deki Karargah-ı Hamza’dan Kürdistan Bölgesine topçu birlikleri sevk ederek IŞİD ilerleyişini durduranın da İran olduğunu, en iyi bilen kişi yine Barzani’ydi.

İran, Kürdistan Bölgesi’ne değil, Irak’ın bölünmesine karşıydı ve bunu da en başından beri bizatihi Barzani’nin kendisine söylemişti.    

Nitekim 26 Ağustos 2014’te Erbil’i ziyaret eden İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’le ortak basın toplantısı düzenleyen Barzani, “Biz tüm dostlarımızdan silah talep ettik. Askeri destek talebimiz karşısında bize ilk yardım eden İran İslam Cumhuriyeti oldu. Bize silah verdi ve askeri işbirliğinde bulundu. Bir kez daha İran'ın her zorlu şart altında en küçük bir beklenti içerisinde olmadan bizi desteklediği ve yardım ettiği ispat edilmiş oldu. Bu iyiliği hiçbir zaman unutmayacağız” demiş; Zarif ise Irak’ın toprak bütünlüğünü vurgulamıştı.

Zarif’in Irak’ın toprak bütünlüğü vurgusu, IŞİD saldırılarını fırsata dönüştüren ve tartışmalı bölgelere peşmerge gönderip “anayasanın 140. Maddesi kendiliğinden uygulandı” diyerek bağımsızlık meselesini gündeme getiren Barzani’ye açık bir mesajdı ve Barzani bu mesajı 25 Eylül 2017’den sonra öğrenmiş değildi.

Barzani tarafı, ‘15 Ekim trajedisinin’ sebebi olarak İran ve Haşd Şabi’yi vurgulayarak kendince hem Amerika’ya hem de mezhebi çelişkilere dikkat çekerek Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerine mesaj vermeye çalışıyor.

Ancak, şu hususlar yaşanan başarısızlığın tutumları zaten belli olan dış faktörlerden değil, siyasi liderliğin fırsatçılığından, tek taraflılığından, popülizminden ve öngörüsüzlüğünden kaynaklandığını gösteriyor.

15 Ekim trajedisine götüren sebepler

1- Ayrılma konusunda tek taraflı gerekçeler sunuldu; Bağdat’la diyalog arayışına dahi girilmedi. Irak merkezi hükümetinin IŞİD savaşıyla olan meşguliyeti fırsata dönüştürülmek istendi.

2- Barzani, Irak’ın savaş meşguliyetinin sona ermemesi için acele etti; IŞİD’le meşgul olan Irak’ın Kürdistan’a müdahale edemeyeceğini düşündü.

3- Yasal olarak üçüncü kez başkan seçilmesi mümkün olmayan Barzani, bağımsız Kürdistan’ın kurucu lideri sıfatıyla ebedi başkanlığı garanti altına almak için Kürdistan meclisini ve hükümetini devre dışı bıraktı ve referandum kararını tek başına aldı. 25 Eylül referandumunun Kürt ulusal kararı değil, Barzani kararı olmasından dolayı da 15 Ekim’deki çöküş çok hızlı oldu.

4- 25 Eylül kararı Bağdat’ın çaresizliği ve dış desteğin büyüklüğü öngörüsüne dayalı olarak alınmış bir karardı, bu yüzden Bağdat’ın “onurlu barış” önerisi Erbil tarafından reddedildi.

Halbuki Pavel Talabani’nin açıkladığı üzere Barzani eğer Bağdat’ın “K1 askeri üssü” ile ilgili önerisini kabul etseydi, “Kerkük’ün düşmesi faciası önlenebilirdi.”

Barzani’nin KDP’yle organik ilişkisi de bulunan Kürt gazeteci Rebwar Kerim’in verdiği bilgiler ise Barzani’nin bütün yumurtalarını Amerikan sepetine koyduğunu ve çatışma ve kan üzerine plan yaptığını gösteriyor.

Rebwar Kerim Sputnik’ten Gazeteci Ceyda Karan’a yaptığı açıklamada şunları söylüyor:

“Açık konuşmak gerekirse aslında Barzani referandum sonrasında tartışmalı bölgelerde bir çatışmanın çıkmasını istiyordu. Ortada aslında böyle bir plan vardı. Çatışma çıksın uluslararası toplum ve ABD araya girsin isteniyordu…. İran ve KYB, Barzani'yi bu sefer çok zayıf noktasından yakaladılar. Çatışmasız bir şekilde Kerkük'ü ve diğer bölgeleri teslim ettiler. Çatışma çıkmayınca ne BM ne ABD araya girebilmiş oldu. Yani Barzani'nin bu planı tutmadı.”

Kürdistan Bölgesi’nin bölünme riski

Kürdistan’ı bağımsızlığa ve kendisini de ebedi başkanlığa taşıyacak süreci çıkacak çatışmaya ve Amerikan müdahalesi ihtimaline bağlayan Barzani tarafı, fazla kan dökmeden çekildiği için KYB’yi ihanetle suçluyor.  Bununla birlikte KDP’ya bağlı peşmergelerin neden hiç çatışmaya girmeden çekildiğini ise açıklama gereği duymuyor.

Kosret Resul Ali ve Talabani ailesinin 15 Ekim konusunda zıt kutuplarda yer almaları, KYB’nin kendi iç bütünlüğünü sarsıyor.

Barzani tarafının KYB’ye yönelik ihanetle suçlayıcı dili ve tek taraflı adımları, Erbil-Süleymaniye birliğini aşındırdığı için Kürdistan Bölgesi’nin geleceğini tehdit ediyor. KYB Siyasi Bürosu yetkililerinden Molla Bahtiyar, bu iki duruma işaretle KYB’nin ve Kürdistan Bölgesinin bölünebileceği yönünde endişelerini dile getiriyor.

Öte yandan KDP muhalifi Kürt partilerinin Irak hükümetiyle Süleymaniye, Halepçe ve Kerkük’ü içeren yeni bir federal bölge kurma konusunda anlaşmaya vardığı iddia ediliyor.

Eğer bu iddialar doğru çıkarsa bu durum, Kürdistan Bölgesi’nin birbirine düşman iki bölgeye ayrılması anlamına gelir.

Saddam, Kuveyt’i Irak’ın 19’uncu ili yapayım derken Kürdistan’ı kaybetmiş ve Irak’ı parçalanmaya götüren kişi olarak tarihe geçmişti.  

Barzani ise tartışmalı bölgeleri de ilhak edip bağımsız Kürdistan kurayım derken Kürdistan’ı bölen kişi olarak tarihe geçebilir.

1946’da Mehabad Cumhuriyeti, 1990’da Saddam’ın Kuveyt’i işgali, 1991’de 36. Paralelin kuzeyindeki uçuşa yasak bölge, 2005’te Kürdistan Bölgesi; Kürt liderleri ve Kürt aydınları açısından eşsiz bir tarihsel hafıza kaynağıydı.

Bu tarihsel hafıza, merkezi hükümetle ve yakın çevre ile ilişkilerin nasıl kurulması gerektiğine, dış güçlerin teşviklerinin hangi tuzakları içerebildiğine, en küçük yasal statünün bile, büyük fiili durumlardan daha kalıcı ve değerli olduğuna dair zengin ibretler içeriyordu.
  
25 Eylül’de bağlayıp 15 Ekim’de sona eren 2017’deki başarısız bağımsız Kürdistan macerasına bakıp bu tarihsel tecrübelerin ne ölçüde dikkate alındığını anlamak mümkün.  

Alptekin DURSUNOĞLU
YakınDoğuHaber
22.10.2017    

29 Ekim 2017 Pazar

Yalçın Küçük’ün Yalanları

Türkiye, Amerika ile Yalçın Küçük de Doğu Perinçek’le savaşıyor. 

Amerika’nın sıkıştığı şuradan belli oluyor. Bütün yedek güçlerini de sahaya sürmeye başladı. Bir yandan Meral Akşener üzerinden milliyetçileri ve merkez sağı kafeslemeye çalışan Amerikan emperyalizmi, şimdi de Yalçın Küçük üzerinden sol görünümlü bir saldırı başlatmış durumda. Saldırıların merkezinde Doğu Perinçek’in olması da anlamlı. ABD kendisine karşı direnişi kırabilmek için vatan savaşının liderini itibarsızlaştırmak için canını dişine takmış. Bu saldırı Genel Kurmay Başkanına yapılan saldırı ile aynı karakterde. Biri askeri komutana diğeri ise siyasi komutana yapılıyor.

PALAVRALAR VE YALANLAR

Yalçın Küçük’ün söyledikleri tamamen yalanlara ve palavralara dayanıyor. 

Yalçın Küçükü okuyanlar Türkiye sol hareketinin 60 yıllık tek lideri, teorisyeni ve örgüt lideri olduğu zehabına kapılır. 

Benim yaşımda olanların hepsi çok iyi bilir. Türkiye İşçi Partisi(TİP) dışında bir örgütü olmadı. TİP içinde bile önderlik içinde değildi

TİP'in Türkiye siyasi hayatına emekçiler lehine büyük katkıları oldu. Sosyalizm, TİP sayesinde Türkiye siyasi gündemine girdi ve emekçiler içinde bir kuvvet yarattı. 

TİP'in programı, Türkiye’nin bağımsızlığını ve emekçi iktidarını savunan bir programdı. TİP bir yandan sosyalizmi kuracağını söylerken diğer yandan parlamanterist ve düzen içi bir örgütlenme ve mücadele tarzı izliyordu. Bir milli iktidar yerine emekçi iktidarı kuracağım diyerek emperyalizme karşı mücadeleyi daraltarak zayıflatıyordu. Türkiye’de sol içi belki de en anlamlı tartışma, o günlerin moda deyimiyle Sosyalist Devrim-Milli Demokratik Devrim tartışmasıydı. Hayat bu tartışmayı MDD lehine sonuçlandırdı.

TİP kapatılalı 37 yıl oldu. Yurtdışında TKP ile birleştiler. Türkiye’ye gelip Birleşik Komünist Partisini kurdular. Parti kapatılınca dağıldılar. Peki, bu süreçte Yalçın Küçük ne yaptı. Hiçbir yere kapılanamadı. Anarşizan görüşleri, kendini çok önemsemesi, yanaştığı her yerde dışlanmasına neden oldu.

Şu söylenebilir! Kurulu örgütlerin hepsi yanlış bir programa ve önderliğe sahipler. O zaman bir devrimci lider ne yapar? Hemen doğru devrimci fikirler temelinde örgütlenmeye başlar. Peki Yalçın Küçük ne yaptı? Koskoca bir hiç. Örgütsüz adam. Disiplinsiz adam. Programsız adam. Yazdığını bile dönüp bir daha okumayan adam. 

Bir röportajını okumuştum. Gazeteci soruyor: “Yazdığınız kitaplarda, kitabın başında yazdıklarınız ile ortalarda ve sonlarında yazdıklarınız birbiriyle çelişiyor. Ne dersiniz?" Yalçın Küçük’ün cevabı ilginç: "Ben yazdığım kitapları bir daha okumam. Kitabı yazarken başka bitirirken başka şeyler düşünmüş olabilirim. Geriye dönüp okumam." Oda TV’deki yazısında da benzer şeyler söylüyor. “Yazdım gönderdim. İnşallah Barış düzeltmiştir.” Ağzına geleni söyleyen, ne söylediğini bilmeyen bir adam. Keşke Devlet Planlama’da kalsaydı.

AMERİKA'NIN BÖLGE POLİTİKALARINA DESTEK

Yalçın Küçük, Doğu Perinçek’i eleştirirken, Amerika’nın bölge politikalarına nasıl angaje olduğunu da göstermiş oldu. Örneğin, şöyle diyor: 

“ Hem Mezopotamya’da bir Kürt devleti olmasını her şartta kötü bulmuyorum.” 

Yine “Rusya artık sıcak denizlere 2016 yılında inmiştir. Erdoğan’ın hediyesi sayabiliriz.” 

Görüldüğü gibi Yalçın Küçük, bir Kürt devletinin kurulmasına her şartta karşı değilmiş? Ne demek bu? Biz şu anda kurulan veya kurulmaya çalışılan bir kukla devletten bahsediyoruz. Irak’ta tartışılan “Bağımsızlık Referandumunu” konuşuyoruz. Her şart diye bir şey yok. Bugünkü şartları konuşup tartışıyoruz. Ayrıca bölücülük bu topraklarda emperyalizmin desteği olmadan hiçbir başarı sansı olmaz. Dolayısıyla bölücülüğe, mevcut sınırların değiştirilmesine yol açan her hareket emperyalizme hizmet eder ve gericidir.

“Nakşibendi,Tarikatçı Barzani devletine Abdullah Öcalan’ın razı olmayacağını biliyoruz” diyor. 

Nereden biliyorsun? PKK, HDP ve bilcümle bölücü ve gerici ki, buna Hüda-Par’da dahildir, Barzani’nin Referandum kararını desteklediler. PKK yüzlerce militanını Kerkük’e yollayarak, Referandumu silahla savunacağını gösterdi. Demekki PKK-Barzani ittifakı var. Ayrıca Abdullah Öcalan Nakşibendi tarikatına niye itiraz etsin? En büyük Nakşibendi Şeyhi Şeyh Sait’in heykelini Diyarbakır’da HDP’li belediye dikmedi mi?

Rusya sıcak denizlere inmiş, bunun da sorumlusu Tayip Erdoğanmış? 

Sanki konuşan Pentagon sözcüsü. Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki varlığı kimi rahatsız ediyor? Birinci olarak Amerikan emperyalizmini, ikinci olarak da “büyük solcu” Yalçın Küçük’ü. Gerçi Yalçın Küçük’ün Amerika’ya sıcak yaklaşmasını normal buluyorum. Ulusal Kanal’da Hulki Cevizoğlu’nun programında aynen şunları söyledi “Bizi Silivri zindanından Amerika çıkardı.” Demek ki hapisten kurtulmanın diyetini ödüyor.

Türkiye’nin komşularıyla ve Rusya ile anlaşarak, ABD planlarını boşa çıkarması, Türkiye’nin koridoru önlemesi, anlaşılan çok rahatsız etmiş birilerini.

NAZLI ILICAK SAVUNUCULUĞU

Nazlı Ilıcak, başta CHP lideri Kılıçdaroğlu olmak üzere bütün Amerikancıların ve FETÖ’cülerin savunduğu bir kişilik haline geldi. 

“Nazlı Ilıcak’ın serbest kalmasını istiyorum. Hapisi haketmemiştir” diyor Yalçın Küçük.

Aşırı Erdoğan düşmanlığı, FETÖ’cüleri ve PKK’yı desteklemek ile at başı gidiyor. Söylenecek tek şey var. Alın Nazlı Ilıcak'ı, size mübarek olsun.

GLADYO YALANLARI

“TKP gizli üyelerinin ismini Aydınlık gazetesi ilan etti. Adreslerini Aydınlık’ta ilan etti. Çok açıkça ihbar ediyordu ve demek ki Perinçek aynı zamanda bir ihbarcıdır. Polise bildirdi bilinmektedir.” 

Yine bir başka yerde “TKP liderlerini tek tek ifşa etti. Adreslerini yayınladı, ihbarcılık yaptı.” diyor. 

Biliniyor Yalçın Küçük gazete kupürleri ve mezar taşları fotoğraflarıyla kitap yazıyor. TKP liderlerini ve adreslerinin yayınlandığı şu Aydınlık gazetesinin kupürlerini de yayınlasa da bir görsek. Gladyo’nun yaydığı bu yalanlara Yalçın Küçük’ün de sarılması sadece onun ne kadar çaresiz ve zavallı bir konuma düştüğünü gösterir. Yalancılık, iftira atmak bütün gericilerin ortak paydasıdır. İsimleri farklı olabilir ama soyadları aynıdır. Bu çürümüş, defalarca yalan olduğu belgelenmiş uyduruk iddiaları neden gündeme getiriyor Yalçın Küçük

Doğu Perinçek, artık bu tür iftira ve yalanların erişemeyeceği bir yüksekliktedir. ÇKP ile SBKP arasında Stalin üzerine yapılan bir tartışmada ÇKP, Stalin’i bir kartala benzeterek, “Kartallar bazen alçaktan uçsalar da yuvaları yalçın kayalıklardır. Yılanlar ise arada bir zıplasalar da yerlerde sürünürler ve yuvaları yerin altındadır.” demişlerdi. Teşbihte hata olmaz. Türk solu içinde Doğu Perinçek bir Kartaldır. Yalçın Küçük’ün yılan olup olmadığı ise tartışmalı bir konudur.

TİP’İN BASILMASI OLAYI

Yalçın Küçük, TİP’in basılması olayını Doğu Perinçek’in tertiplediğini iddia ediyor. 

Şimdiye kadar hiç kimse böyle bir iddiada bulunmadı. Çünkü TİP’i basanlar o günkü maceracı bir çizgiye kaymış gençlik liderleriydi. Hadi isimlerini de verelim, Mahir Çayan’la birlikte hareket edenlerdi. Bu hareketi yanlış bulan ve dergisinde eleştiren ise Doğu Perinçek'ti. TİP Kâğıthane ilçe kongresinde TİP’in basılması olayını sert bir şekilde eleştirdiğini o kongreye katılanlar iyi bilir. Doğu Perinçek hiçbir zaman sol içi şiddeti savunmamış, tam tersine bu tür hareketlere karşı bütün hayatı boyunca mücadele etmiştir.

Doğu Perinçek TİP’ten MDD’cilerin ayrılmasını yanlış bulmuş ve eleştirmiştir. Doğu Perinçek, TİP’in Milli Demokratik Devrimi savunan bir parti haline gelmesi için sonuna kadar ideolojik mücadele etmeyi savunmuştur. TİP’ten ayrılmanın doğru olmadığını, MDD saflarında savunan tek hareket Aydınlıkçılardı.

RUSYA İLE İLİŞKİLER

Hatırlayanlar bilir. Hürriyet Gazetesi 12 Eylül’den kısa bir süre sonra sürmanşetten Doğu Perinçek, Bulgaristan üzerinden ABD’ye kaçtı “ diye bir haber yapmıştı. Tabi ertesi günü Doğu Perinçek partinin aldığı karar çerçevesinde partisinin meşruiyetini savunmak için Ankara’da savcılığa gidip teslim oldu. Hürriyet gazetesi kendince, Rusya ve Amerika’ya karşı çıkan Perinçek, Rusya’nın peyki bir ülke durumunda olan Bulgaristan üzerinden Amerika’ya geçti diyerek, Perinçek’i karalamak istemişti. Ama Hürriyet’in yalanı topu topu bir gün sürmüştü.

Şimdi aynı yalanın bir benzerini Yalçın Küçük söylüyor: “ Bu dönemde Doğu Perinçek çok ateşli bir Maocudur. Yaptıkları ise şunlar: Sovyetlerden aldıkları işaretler üzerine TİP’i yıkmaya çalıştılar.” 

Bu öyle bir yalan ki neresini düzelteyim. Aynen deve misali. Mao'yu fikren benimseyenlerin 1980 öncesi Sovyetler Birliği'ni sosyal emperyalist olarak gördükleri ve mücadele ettiklerini herkes biliyor. Temel sloganları “Ne ABD Ne RUSYA Tam Bağımsız Türkiye”ydi. 

Peki TİP ne düşünüyordu? Rusya sosyalist bir ülke ve Türkiye, Sovyetler Birliği ile birlikte olmalı, NATO’dan çıkıp Varşova Paktına girmeli. Buna karşı çıkan ve Çekoslavakya’nın işgalini protesto eden Aybar bu nedenle TİP'ten tasfiye edildi. Yani TİP, Rusya ile tam dayanışma içindeydi. O günlerde TİP, TSİP ve “TKP” Sovyetler Birliği'ne toz kondurmuyorlardı. Hatta Sovyetleri eleştirenlere şiddet uyguluyorlardı. Tabi ki içlerinde en azgını “TKP”lilerdi. Çünkü onları Sovyetler besliyordu. Görece TİP en ılımlılarıydı. Hatta yeterince sert olmadıkları için “TKP”liler TİP’e saldırıyorlardı. Sosyalistler içinde TİP’e karşı olanlar genel olarak Sovyetler Birliği’ne tavırlı ve uzak duranlardı. Şimdiki gençler bunları bilmeyebilir. Ama sallayarak tarihçilik yapılmaz. Yalçın Küçük’ün sol ile ilgili söylediklerinin neredeyse tümü yalan ve yanlışa dayanıyor.

ODA TV okuyucularına olan saygımdan ötürü bu yazıyı yazdım. Yalçın Küçük’e cevap vermeyi düşünmüyordum. Yazdıklarını okuyan bütün arkadaşlar deli saçması, ciddiye alınmayacak şeyler diyerek cevap yazmamı bile istemediler. Ama sonra düşündüm ki, bunlara cevap verilmez ise ODA TV’nin on binlerce okuyucusu bunları gerçek zannedip yanlış bilgi sahibi olabilirler. Tarihe not düşmek ve bazı az bilinen konulara da açıklık getirmek istedim, hepsi bu kadar.

Bayram Yurtçiçek

aydinlik.com.tr, 27.10.2017 

Devrimci Gelenek TGB’de Yaşıyor

Dostoyevski, Rus edebiyatçı kuşağından söz ederken, “Hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık” demiştir. Bununla kastettiği elbette Nikolay Vasilyeviç Gogol’ün “Palto” adlı öyküsü değildi. Onun toplumun cilasını kazıyarak hakikatin peşinden gitmesini, edebiyatı soyluların katından halkın katına, sıradan insanların hayatına indirmesini kastediyordu.

Dev-Genç de Türkiye sosyalist hareketi için böyle bir dönüm noktasıdır. O dönemin devrimci gençleri arasında sık yapılan bir şaka vardı. Birisi fazla teori parçaladığı (“teori kastığı”) zaman, “Bu konuyu akşam Fifilerin köşkünde tartışalım” diye dalga geçilirdi. Dev-Genç, sosyalizmi “Fifilerin Köşkü”nden, yani solcu seçkinlerin salon tartışmalarından çıkararak halkın, sıradan insanların katına indirmiş ve hakikatin peşinde ölüme kadar gitmiştir.

Türkiye’de bütün sol hareketler Dev-Genç’in parkasından çıkmıştır. 1968-70 yıllarında devrimci öğrenciler toprak işgallerinde, üretici mitinglerinde, Hakkâri’de Zap suyuna köprü yaparken, Gediz depremzedelerinin yaralarını sararken, 15-16 Haziran’da ve bütün grevlerde işçilerle kol kola yürürken görüldü. Fakat Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü, her 10 Kasım’da bütün Ankara’yı sloganlarla çınlatan Mustafa Kemal mitingleri de yaptı.

O zamandan kalma bir devrimci gençlik bildirisinde şöyle deniyor: “Büyük Türk milleti! Atatürk için toplanalım! Mustafa Kemal’in millî kurtuluş idealini yaşatmak için, Mustafa Kemal Devrimi’ne saldıran karanlık güçlere dur demek için, Milletçe yabancı uşaklığına düşmekten kurtulmak için, Tam Bağımsız Gerçekten Demokratik Türkiye için, Gazi Mustafa Kemal’in millî kurtuluşçu saflarında toplanalım.”

Yabancı gelmedi, değil mi? Gelmemiştir, çünkü buna benzer ifadeleri Türkiye Gençlik Birliği’nin (TGB) bütün bildirilerinde görmüş, hareketin önderlerinin konuşmalarında işitmişsinizdir. Gençliğin devrimci yurtsever geleneği günümüzde TGB’de yaşıyor.

TGB tam bağımsızlık (istiklâl-i tam) mücadelesini, her devrimcinin görevi olan halkla bütünleşme eylemleriyle birleştirmiştir. İncirlik Üssü’ne girip Amerikan Conisi’nin başına çuval da geçirmiştir, Diyarbakır’ın Aslanoğlu köyünde okul inşaatında amelelik de etmiştir, Giresun’un Tirebolu ilçesinin Sekü köyünde fındık da toplamıştır; 19 Mayıslarda ve 29 Ekimlerde yüz binlerle birlikte Anıtkabir’e yürümüş, Haziran Ayaklanması’nda milyonlarla birleşmiş, mikrofonu herkese açık devasa mitinglere öncülük etmiş, Gazdan Adam Festivali’nde 700.000 kişiyle gericiliğe ve emperyalizme meydan okumuş, Edirne’den Ardahan’a, Suriye’den Rusya’ya ve Çin’e kadar her yerde sesini duyurmuştur.

Türkiye sosyalist geleneğinde bölünüp ufalanmadan tartışma eğiliminin kısa ömürlü olduğunu, sadece 1968-1971 arasında bütün görüşlerin katıldığı geniş tartışma forumlarıyla zirveye çıktığını görürüz. Daha sonra bu gelenek ortadan kalktı. Tartışarak, akıl fikir yürüterek disiplinli ve bütünlüklü kalma eğilimi zayıfladı. Fakat o dönemde bütün farklı görüşleri bir arada tutan ve devrimcilikten gelen bir dış çember vardı. Herkes yurtsever ve antiemperyalistti ve devrime inanıyordu. Bugünün sosyalist gruplarını kapsayan böyle bir çemberden yoksunuz. Bu çemberi yeniden tamamlayabilecek yegâne disiplinli devrimci gençlik hareketi TGB’dir.

Aslında bu yazıya başlarken niyetim Cumhuriyetimizin 94. kuruluş yıldönümü için TGB’nin 29 Ekim günü (yarın) saat 12.30’te eski Meclis binasının önünden Anıtkabir’e, Ankaralı yurtseverlerin en geniş katılımıyla yapacağı “İstiklâl Yürüyüşü”nü yazmaktı. Fakat her zaman olduğu gibi konuyu dağıttım.

Samsun’dan başlayıp Kurtuluş’un ve Kuruluş’un adımlarını izleyerek Amasya’dan, Erzurum’dan, Sivas’tan geçen TGB, Cumhuriyet’in unutturulmak istenen bütün değerleriyle birlikte yarın eski Meclis binasının önüne gelecek. Doksan dört yıllık tarihimizin en tehlikeli, iç ve dış tehditlerle dolu şu günlerinde TGB’nin eylemini destekleyelim. Cumhuriyet Bayramı’nı TGB’yle birlikte kutlayalım. II. Kurtuluş Savaşı’nın öncü müfrezesidir.

Yavuz ALOGAN
Aydınlık/28.10.2017


28 Ekim 2017 Cumartesi

Nihat Genç'ten Ali Türkşen'e: PKK'nın FETÖ'nün kucağına oturduktan sonra ne millilik kalır ne birşey



Meral Akşener'in öncülüğünde kurulan İYİ Parti'nin programının ortaya çıkması yurtseverlerin tepkisini çekti. 

ABD'yi müttefik ilan eden NATO'yu savunma politikasındaki en üst şemsiye olarak’ niteleyen programa tepki gösterenler Ali Türkşen gibi FETÖ mağdurlarının o partide yer almasından duydukları üzüntüyü de dile getirdiler. Buna karşılık Ali Türkşen, dün Habertürk'te katıldığı bir programda kendisine yönelik eleştirilerin Vatan Partisi'ne katılmamasından kaynaklı olduğunu savunup Vatan Partililere hakarete varan sözler söylemiş ve "Doğu Bey ve bir kısım Vatan partililer kendilerini AKP’nin basın ve halkla ilişkiler grubu olarak görüyorlar" demişti.

Ali Türkşen'in Akşener sevgisi ve Perinçek'e yönelik seviyesiz sözler Nihat Genç'in tepkisini çekti. Ulusal Kanal'da Erdem Atay'ın hazırlayıp sunduğu "Nihat Genç'le Veryansın" programında konuşan usta kalem, Türkşen'in sözlerine sert tepki gösterdi. Akşener'in programında yer alan NATO ve eşit yurttaşlık vurgularını hatırlatan Genç "NATO'ya bağlılık FETÖ'ye bağlılıktır' dedi. İşte Nihat Genç'in o açıklaması:

Ali Türkşen çıkmış diyor ki 'Bu partinin arkasında ABD var diyenlere...' diyor sayıyor. Kimse 'Bu partinin arkasında ABD var' demiyor. Kendisi yazıyor. Parti programına 'NATO'ya bağlıyız' diye yazmış. Kendin yazmışsın, ben iddia etmiyorum. Bu bir iddia değil, yazmışsın oraya. Bu kadar aptallık olur mu? Parti mi kuracaksınız, ne yaparsanız yapın bana ne!

'İki tane NATO var' dedik. Bunları yüzlerine karşı söyledik. Soğuk savaş zamanında bir NATO vardı. Türkiye'deki bütün sağ partilerin ana kucağı. Ama soğuk savaşın da realitesi. Şimdi bu NATO başka NATO. Demireller, Özallar, Kenan Evrenler bağlıydı.

'NATO'YA BAĞLILIK FETÖ'YE BAĞLILIKTIR'

Fakat 15 Temmuz'dan sonra bir NATO geldi. Dedi ki NATO 15 Temmuz'dan sonra 'FETÖ benim ordumdur'. FETÖ'ye sahip çıktı. Şimdi NATO'ya bağlılık demek FETÖ'ye bağlılık demektir. Sen de bunu diyorsun. Bizde bir yazar olarak çıktık Akşener hanımın öbürlerini yüzüne karşı 'bunu buraya yazmayın, NATO'ya bağlılık FETÖ'ye bağlılıktır' dedik. Geleneksel kurumlara bağlılık değil ama NATO adını geçirmeyin dedik. Kasıtla koydular. Ne gelmişsin bana artistlik yapıyorsun. Sende kalkmış beni mi döveceksin. Terbiyesiz adama bak. Pazusu büyük adamlardan mı korkacağız... Sonra Apo'nun dile getirdiği, liberallerin söylediği 'Türkiye'de etnik vatandaşlık' gibi tuhaf anlama çıkan, ayrı bir federasyon kurulmasının önünü açan 'eşit vatandaşlık' diye birşey. Vatandaşlık ayrı, eşit vatandaşlık ayrı. 30 yıl bunu pişirdiler şimdi programa koydular. Daha program yayınlanmadan 'koymayın' dedik.

Siz Türk milliyetçisi değil miydiniz. Batı'nın 30 yıldır Türk milletine dayatması neydi. Bir FETÖ, iki PKK. İkisine de imzanı atmışsın. İttifak haline gelmişsin, bunu söylemeyelim mi. 

Var orada bizim temiz, düzgün milliyetçi arkadaşlarımız; bişey dediğimiz yok. Var ama PKK'nın FETÖ'nün kucağına oturduktan sonra ne millilik kalır ne birşey. Sana 'bu ülkede kuruldun, bu ülkenin partisisin' demezler. Sen başka biryerde kuruldun demektir. AKP'nin kurulduğu yer gibi biryer burası.

Temiz niyetlerle gittik, yüzlerine söyledik...

'30 YILDIR PKK VE FETÖ'DEN ÇEKİYORUZ'

Batılılar maddecidir. Meral hanıma dediler ki 'kontrata yazacaksın'. 'Hem NATO'yu hem eşit vatandaşlığı yazacaksın ben burada göreceğim' dediler. Akıllı bir Batılı olsa 'bunu buraya yazdırmayalım milliyetçiler şüphelenmesin' der. Ona rağmen yazdırdılar.

Bu dayatmaları AKP getirdi koydu. AKP'nin başladığı ama bitiremediği maddeler. Herşeye başından başlama garantisi veriyor. Zaten bu ülke 30 yıldır PKK'dan ve FETÖ'den çekiyor. NATO, FETÖ'ye 'benim ordum' demiş. NATO'ya 'FETÖ oldukça ben yokum' diyeceksin. 'Ben NATO'ya yine bağlanırım ama ya FETÖ ya ben' demeyecek misin. Sözler verilmiş ittifak yapılmış.

'HDP'SİZ PROJE KURAMIYORLAR'

CHP'nin programı HDP'li program, Akşener'in programı HDP'li program, ÇYDD, 'HDP olmazsa olmaz' diyor. Şenal Sarıhan'ın Meclis'te yaptığı konuşmayı da duyduk. O da HDP'ci. Atatürk'ün resmini gösteriyorlar, 'Biz kemalistiz' diyorlar. Plana, programa bakıyorsun hepsi HDP ile işbirliği içinde.

FETÖ'cülerle, federasyoncularla gidip sarılacak halim yok. Bir dirayetin olacak.

aydinlik.com.tr/28.10.2017


Değil 94, 194 Yıl da Geçse Atatürk'ü Aşamayacaksınız

Tarih mekanik ya da düz bir çizgide ilerlemiyor, zikzaklı bir çizgide seyrediyor. Marks, her karşı devrim de bir devrimdir, diyerek tarihsel gelişmenin bu yasasını yorumlamamızı kolaylaştırıyor.

Devrimler insanlığı ilerletirken, karşı devrimler de insanlığı geriletiyor. Devrimin ve karşı devrimin başarılı olma koşulu ise ilk önce nesnel koşullara bağlı, sonra ise devrime ya da karşı devrime öncülük edecek olan ideolojik/politik gücün yetenekleriyle sınırlı.

***
Mustafa Kemal Atatürk 1919'da Samsun'a çıktı. Önce emperyalistleri kovdu. Sonra 1923'te saltanatı ve hilafeti yıktı. Ortaçağ gericiliğini ezdi ve devrimci bir Cumhuriyet kurdu.

1950'lerde rüzgar terse döndü. Mendereslerle birlikte karşı devrim başladı. Türkiye, Küçük Amerika yapılmak uğruna bağımsızlık ve çağdaşlaşma yolundan çıkarıldı. Bu sürecin en etkili partisi ise karşı devrimin son temsilci AKP oldu. Cumhuriyet'in devlet katındaki büyük tasfiyesi de esas olarak AKP döneminde yaşandı. FETÖ'cüler, ABD Büyükelçileri, liberaller, Güller ve Erdoğanlar hep beraberlerdi.

Ancak karşı devrimin öznesi olan güç, savaş açtığı devrimle ve o devrimin lideriyle bir türlü açıktan savaşamadı ve hala savaşamıyor.

Bu durum ülkemiz karşı devrimcilerinin paradoksudur.

Daha açık olalım mı? Karşı devrimciler Atatürk'le açıkça hesaplaşamıyor. Hep arkasından dolanıyorlar.

İsmet İnönü'ye saldırıyorlar.
Tek parti dönemine saldırıyorlar.
Lozan'a dil uzatıyorlar.

Ancak Atatürk'e çıt çıkaramıyorlar. İşte paradoks budur.

Atatürk, karşı devrimin nihai olarak boğmaya çalıştığı Türk Devrimi'nin vücuda gelmiş halidir. Atatürk'ü boğamıyorlar. Uzun lafın kısası; karşı devrimciler, devrimi boğmaya yetenekli değiller. Atatürk karşı devrim için son ve aşılamaz bir barikat gibi...

Hele ki bugün, AKP'nin Fetullahçı çeteyle ve liberallerle kurduğu "Kemalist vesayete karşı birleşik cephe" darmaduman olmuş, gerici odak çözülmüş... Gericilerin birlikteyken dahi yenemedikleri bir gücü bugün yenme şansları var mı?

***
Erdoğan dün, Ankara Ulus'taki Melike Hatun Camisi'nin açılış töreninde konuştu:

"Tek parti döneminde Ankara'nın kadim kimliğinden kopartılmak ve adeta camisiz hale getirilmek istendiği inkarı mümkün olmayan bir gerçektir. Ankara'da mescitleri binaların en kör noktalarına hapsetmişlerdir. Bir başkente asla yakışmayan, yer altı camileri uzun yıllar Ankara'nın kaderi olmuştur."

Bugün de 29 Ekim mesajı yayınladı:

Türk Milleti, 29 Ekim 1923'te bir kez daha tüm dünyaya iradesine pranga vurdurmayacağını, kendi kaderi üzerinde hiç kimsenin müdahil olamayacağını kanıyla ve canıyla ilan etmiştir.

Erdoğan cami açılışında asılsız ithamlarla saldırdığı Cumhuriyet'e, bir gün sonra methiyeler düzdü. İşte Erdoğan'ın gerçekliği de budur.

Erdoğan, Atatürk'le ve Cumhuriyet'le uğraşmaktan vazgeçmiyor. Ama Atatürk'ü ve Cumhuriyet'i de aşamıyor. Tıkanıyor, ilerleyemiyor.

Erdoğan'ın trajedisi...

***
Son tahlilde; değil 94, 194 yıl da geçse Atatürk ve Cumhuriyet aşılamayacak.

Kerem YILDIRIM
aydinlik.com.tr, 28.10.2017 

Bir Kere de Hayırlı Bir İş Yap Yalçın Küçük



Sayın Küçük,

İçinden sirkülerler, eylem kararları, vb. çıkan China Pictorial dergisi sayesinde Çin’den ve Mao’dan haberdar olduğumu öğrenen rahmetli (maktûl) Sevinç Abla (Özgüner), “oğlum, Ankara’da seni bizim Doğu’yla tanıştırayım” dediğinde tarih 1966’ydı. 20 yaşındaydım. Yani “biz”, Doğu Perinçek’i o yıllarda biliyorduk ama maalesef sizin yüce şahsiyetinizden haberimiz yoktu; bir türlü de olamadı. Herhalde zât-ı âlileriniz devlet hiyerarşisinde “Bacon”vârî bürokratik ikbâl beklediği için olsa gerektir diye düşünüyorum...

Çok değerli insanlar Şevki Akşit ve Mihri Belli’yle birlikte 1967 kışında, Cağaloğlu’ndaki köşe binada aboneler için Türk Solu Dergisi katlarken de sizi göremedik. Daha önce Rasih N. İleri’nin Levent’teki evinde “Demokratik Devrim Derneği” kuruluşu için Arslan Başer’in (Kafaoğlu) başkanlığında bir seri toplantı yaparken de... Herhalde bunun nedeni, formül ve sembolik mantık kullanmak yerine sözcükler dizimiyle yazdığınız ve dolayısıyle binlerce sayfa tuttuğu için okunmasını imkânsız hale getirdiğiniz ünlü tezlerinize sadece sizin duyduğunuz “benmerkezci” hayranlıktan dolayıdır. Öyle olmasaydı, kendinizden bir nesil önce doğmuş ve adını zihinlere kazımış Mihri Belli gibi bir liderden—peşin satmış tüccar gibi—eski mahalle arkadaşı edâsıyla bahsetmez, en azından klasik burjuva bir ifade tuttururdunuz. Hani şu diplomatik jargon türünden...

Sayın Küçük, bütün o süreçte “biz” sadece Mihri Hoca’yı tanımadık. Meselâ karşılarında saygı ile oturarak dinlediğimiz hocam Muvaffak Şeref’in yanısıra, TİP Eminönü üyesi maktûl Nişan Ağabey vasıtasiyle “biz”i çağırarak Müstecaplıoğlu ile birlikte meclisinde kabul eden Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile de tanıştık. Kendisi daha sonra bizim Cağaloğlu’ndaki dairenin üst katında İşsizlik ve Pahalılıkla Mücadele Derneği’ni kuracaktır. “Biz” aşağıda—meselâ—Bora Ağabey’le (Gözen) muhabbet(!) ederken, 1966’dan TİP’li arkadaşım Deniz Gezmiş kapıdan uzun bir “merhaba!” çekerek yukarı çıkardı. (Herhalde bu konuların benim dışımda da yaşayan şahitleri vardır). Dahası, Muvaffak Hocam’ın evinde karşılaştığım geniş fötr şapkalı Kerim Sadi ile neredeyse sabaha kadar içtiğimiz geceyi hiç unutmadım; unutulamaz...

Bütün bu zamanlar ve mekânlarda maalesef size İstanbul’da hiç rastlayamadık. YOKTUNUZ!.. Saydığım bu insanlar, sonraki süreçlerde, gruplar ve benim de içinde olduğum kişiler tarafından pek çok kez eleştirildi. Ama herhangi birisine “yalancı” dendiğini ne duydum, ne de bana aktarıldı. Sadece dönekler, “onlar bizi kandırdı” falan diyebildi...

Anlıyorsunuz değil mi Sayın Küçük; insanın zâviyesi baktığı noktaya göre oluşuyor. Şimdi siz tutmuş, benim 7 yılı aşkın bir süreyle asistanlığını yaptığım Muvaffak Şeref’in “tanıdığım en namuslu adamdır!” dediği Belli’ye “yalancı” diyorsunuz. Oysa, kimlerle anlaşarak “yalancı” dediğinizi de söylemediğiniz o Mihri Belli’den koskoca bir Demokratik Devrim tablosunun ortaya çıktığını siyasi hasımları bile kabul etti/ediyor. Ardından da her zamanki yüksek egonuza yenik düşerek,—sıkılmadan“yalancı” dediğiniz Doğu Perinçek’ten, sadece teyit edilen doğrular değil, özgün işlemeli bir Antiemperyalizm Projesi doğdu. Kendinizi arındırıp, değişiklik olsun diye âhır ömrünüzde ülkenize bir hayır yapın ve “MEMLEKET ELDEN GİDİYOR, GERİSİ TEFERRUATTIR!” deyin; lütfen.

Cumhur Aksel
aydinlik.com.tr/28.10.2017 

25 Ekim 2017 Çarşamba

Prof. Michel Chossudovsky: Ortadoğu ve Asya Jeopolitiği: Askeri İttifaklarda Kayma ?

Jeopolitik ittifaklarda, Güney Asya’da ve genişletilmiş Ortadoğu Merkezi Asya bölgesinde, ABD hegemonyasını zayıflatmaya yönelik derin bir kayma ortaya çıkmaktadır.
Amerika’nın sadık müttefiklerinden birkaçı, safını değiştirmiş durumda. NATO ve Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’nin ikisi de krizde.
Türkiye ve NATO
NATO, büyük ölçüde Ankara ile Washington’ın karşı karşıya gelmesinden kaynaklanan derin bir anlaşmazlık içinde.
NATO’nun nüfuzlu ülkesi Türkiye, şimdilerde, Kuzey Suriye’deki ABD destekli Kürt isyancılarla savaşmaktadır. (şöyle ki: NATO üyesi olan ABD, NATO’nun üyesi bir devlete karşı savaşan Kürt isyancıları desteklemekte ve finans sağlamaktadır)
Türkiye, halen NATO’nun resmen bir üyesi olmayı sürdürürken (yani, NATO’yla bütünleşmiş ve eş-güdümli bir hava savunma sistemine sahip iken), Erdoğan yönetimi, Rusya’dan, büyük bir ihtimalle Amerika’nın Kuzey Suriye’deki Kürt vekillerine karşı kullanılabilecek S-400 hava savunma sistemlerini satın almıştır.
Bir NATO üyesi devlet, ABD-NATO destekli isyancılara karşı, ABD-NATO ittifakının düşmanı bir hava savunma sistemini kullanıyor olacaktır.
Sonuç olarak Türkiye, Suriye topraklarının bir kısmının ilhakı amacıyla Kuzey Suriye’ye birlikler sevk etmiştir. Moskova ve Ankara bir çıkar ittifakı oluşturmuştur.
İsrail, “Büyük İsrail”in meydana getirilmesinde bir atlama tahtası olarak gördüğü, Irak ve Kuzey Suriye’de bir Kürt devletinin kurulmasının sıkı bir destekçisidir. Tel Aviv, İsrail’den 200 binden fazla Yahudi etnik Kürdü Irak’n Kürdistan bölgesine yerleştirmeyi düşünmektedir. Türkiye ve İsrail arasındaki iki taraflı askeri işbirliği anlaşması tehlikededir. Tabii; bu gelişmelerin, İsrail’de bir ABD askeri üssünün kurulmasını da içerecek şekilde, ABD-İsrail askeri işbirliğinin takviyesine yol açacağını da söylemeye gerek yok.
Bu arada, Türkiye, sonuç itibariyle genişletilmiş Ortadoğu’da ABD-NATO stratejilerinin zayıflatılmasında katkısı olan İran’la daha yakın ilişkiler kurdu.
Yeni Ortadoğu
Washington’un stratejisi, Türkiye ve İran’ı da kapsayan Ortadoğu’daki bölgesel ekonomik güçlerin istikrarsızlaştırılmasına ve zayıflatılmasına dayanır. Bu politika, bir siyasi parçalanma sürecini de beraberinde getirir (aşağıdaki haritaya bakınız).
Körfez savaşından beri (1991), Pentagon, Türkiye’nin yanı sıra İran, Suriye ve Irak’tan toprak ilhakıyla bir “Özgür Kürdistan” oluşturmayı tasarlamaktadır (Aşağıdaki ABD askeri akademisi’nin haritasına bakınız).

Bu koşullarda, Türkiye, NATO’nun aktif bir üyesi olarak kalmayı sürdürecek mi ?

Ralph Peters Haritası: Yeni Ortadoğu için Proje

Katar ve Suudi Arabistan
Suudi Arabistan’ın doğrudan Katar’a yönelik ekonomik ablukası, jeopolitik ittifakların arasını bozmuş, bu durum da ABD’nin Basra Körfezi’nde güç yitirmesine neden olmuştur.
Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (GCC-The Gulf Cooperation Council), Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in Katar’a karşı Suudi Arabistan’ın yanında saf tutmasıyla, ciddi bir şekilde ayrışmıştır. Diğer yandan, Katar,  Umman ve Kuveyt’in desteğine sahiptir. Yakın zamana kadar ABD’nin İran’a karşı sadık Ortadoğu müttefiki olan  Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’nin, bütünüyle karmaşa içinde olduğunu söylemeye gerek yok.
ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük askeri üssü Katar’da iken, Katar yönetiminin İran’la yakın ilişkisi bulunmaktadır. Üstelik, Suudilerin ablukasından hemen sonra, Katar’ın yardımına Tahran koşmuştur.
ABD Merkez Komutanlığı (USCENTCOM)’nın, Doha dışındaki bir ABD askeri üssü’nde karagahı bulunurken, boru hatlarını da içine alacak şekilde petrol ve gaz endüstrisi’nde Katar’ın ana ortağı İran’dır. Dahası, Rusya ve Çin’in ikisi de Katar’ın petrol ve gaz endüstrisi’ne aktif olarak katılmış bulunmaktalar.
İran ve Katar, ortak bir mülkiyet yapısı altında, deniz doğal gazının çıkartılmasında aktif olarak işbirliği yapmaktadırlar. Basra Körfezi’nde bulunan ve  stratejik öneme sahip olan bu deniz gazı alanları, dünyanın en geniş deniz gazı rezervlerini oluşturur. 

Başka bir deyişle, Katar İran’la aktif bir işbirliği içindeyken, aynı zamanda ABD ile de, pratikte doğrudan İran’a yönelik bir askeri işbirliği anlaşmasına sahip. Katar’da yerleşik bulunan Birleşik Devletler Merkez Komutanlığı, Birleşik Devletler-NATO’nun, aralarında İran’ın da bulunduğu düşmanlarına karşı yapılan askeri operasyonlardan sorumludur ve bu İran, aynı zamanda Katar’ın petrol ve gaz endüstrisindeki ana ortağıdır. Bu birbirini çapraz kesen ittifakların yapısı çelişkili. Acaba, Birleşik Devletler Katar’da rejim değişikliğini mi amaçlayacak?
Bütün bunlar olup biterken, Türkiye de Katar’da bir askeri üs kurdu.
Bu yeni gruplaşmaların, aynı zamanda, petrol ve gaz boru hattı güzergahları ile doğrudan ilişkisi var. Katar, Rusya’nın desteklediği Aseluye dışında İran, Irak ve Suriye’den geçen İran temelli boru hattı güzergahı lehine, Suudi Arabistan ve Ürdün üzerinden geçen (başlangıçta Türkiye’nin sponsor olduğu) boru hattı güzergahından vazgeçti.
Suudi ablukasının bir sonucu olarak, Rusya’nın, Avrupa’ya giden gaz boru hatları üzerindeki jeopolitikal kontrolü güçlendi.




Ayrıca, Katar, İran’ın Aseluye limanı vasıtasıyla İran’ı Pakistan ve Çin’e bağlayan boru hattı güzergahlarını birleştirmeyi de planlıyor.


Pakistan, Hindistan ve Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)
Jeopolitik ilişkilerde, Birleşik Devletler’in, Orta ve Güney Asya’daki hegemonyası üzerinde derin bir etkisi olan başka büyük bir kayma oldu.
9 Haziran 2017 tarihinde, Hindistan ve Pakistan’ın her ikisi birden, aynı anda, Çin ve Rusya’nın hakimiyetindeki, Avrasya’nın ekonomik, siyasi ve ortak güvenlik örgütü Şangay İşbirliği Örgütü’nün üyesi oldu. Hindistan ve Pakistan’ın ŞİÖ’ye üyeliklerinin, bu ülkelerin Birleşik Devletlerle olan askeri işbirliği anlaşmalarını etkileyeceğini söylemeye gerek duymuyorum.
Karargahı Pekin’de olan ŞİO, her ne kadar resmi olarak askeri bir ittifak değilse de, ABD-NATO ve müttefiklerine karşı jeopolitik, stratejik bir denge unsuru görevi görmektedir. Son birkaç yıldır, ŞİÖ, askeri işler ve istihbaratta işbirliğini genişletmiştir. Savaş oyunları, ŞİÖ’nün gözetimi altında oynanmaktadır.
Pakistan ve Hindistan’ın tam üyeliğiyle birlikte, ŞİÖ, şu anda Dünya nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan geniş bir alanı kapsamaktadır.


ŞİÖ Genişlemesi
Her iki ülkenin eş zamanlı olarak ŞİÖ’ye tam üye olarak katılımı sadece sembolik bir anlama sahip değildir, aynı zamanda jeopolitik gruplaşmalarda, ekonomik ve askeri anlaşmaların yapısı üzerinde “de facto” etkiye sahip tarihi  bir kayışa işaret etmektedir. Ayrıca, bu durum, Hindistan ve Pakistan arasındaki geçmişten gelen çatışmalar üzerinde de etkiye sahiptir.
Kaçınılmaz olarak, bu tarihi kayma, Pakistan ve Hindistan ile savunma ve ticaret anlaşmalarına sahip olan Washington’a karşı bir darbe niteliğindedir.
Hindistan, Washington ile sıkı bir şekilde aynı hizada durmayı sürdürürken, Amerika’nın Pakistan üzerindeki politik gücü (askeri ve istihbarat anlaşmaları ile vasıtasıyla), Pakistan’ın Çin’le olan ticaret ve yatırım anlaşmalarının bir sonucu olarak zayıflamaktadır. Ayrıca, Hindistan ve Pakistan’ın, Rusya, Çin ve Orta Asya ile işbirliğini olduğu kadar her iki ülke arasındaki ilişkileri de destekleyen ŞİÖ’ne girmesi, bu ülkelerin Birleşik Devletler ile olan tarihsel bağlarının da zararına olmaktadır.
Başka bir ifadeyle, ŞİÖ’nün genişlemesi, Amerika’nın Güney Asya ve daha kapsamlı olarak Avrasya bölgesindeki hegemonik tutkularının gücünü azaltmaktadır. Bunun, enerji boru hattı güzergahları, ulaşım koridorları, sınırlar ve karşılıklı güven, denizlere ait haklar üzerine de etkisi vardır.
2007 yılından beri, Pakistan’ın Çin ile olan iki taraflı ilişkilerinin gelişimiyle Birleşik Devletler’in Pakistan politikası (bu politika, büyük ölçüde, Washington’ın Pakistan askeri istihbaratı ile olan bağlarının yanı sıra Amerika’nın askeri varlığına dayanmaktadır)  üzerindeki debriyajı giderilmez biçimde zayıflamış bulunuyor.
Pakistan’ın ŞİÖ’ye tam üyeliği, Çin ve İran ile olan bağları İslamabad yönetiminin gücünü pekiştirecektir.
Son Sözler
Tarih, bize, siyasi ittifakların yapısının önemli olduğunu söylüyor.
Birleşik Devletler ile ya da ona karşı bir seri çelişkili çapraz-kesim koalisyonlar gözler önüne seriliyor.
Siyasi ve askeri ittifaklarda, Asya ve Ortadoğu’da ABD hegemonyasının zayıflamasına büyük ölçüde katkıda bulunan kaymalara şahit oluyoruz.
Türkiye, NATO’dan çekilmeye niyetli mi ? Washington ile iki taraflı ilişkileri karmaşa içinde.
Bu arada, Amerika’nın Ortadoğu’daki sadık müttefiki Körfez İşbirliği Konseyi uzun süredir işlevsiz. Katar, kendisini İran’la hizalamakla kalmıyor Rusya ile aktif olarak işbirliği yapıyor.
Buna karşılık, Amerika’nın Pakistan ve Hindistan’ın ikisiyle de olan ikili askeri işbirliği anlaşmaları da, iki ülkenin de, Çin ve Rusya’nın hakim olduğu “de facto” askeri bir ittifak olan ŞİÖ’ye girişinden etkilenmiş durumda.
Prof. Michel Chossudovsky
Global Research, 30 Eylül 2017