CİNAYET SAATİ
haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
dört bıçak çekip vurdular dört kişi
yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
maktulün onbeş yıllık arkadaşı
üçü kamarot öteki aşçıbaşı
dört bıçak çekip vurdular dört kişi
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben gördüm kulaklarım gördü
vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü
hiç biriniz orada yoktunuz
demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
on üç damla gözyaşını saydım
allahına kitabına sövüp saydım
şafak nabız gibi atıyordu
sarhoştum kasımpaşa'daydım
hiç biriniz orada yoktunuz
haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
polis kaatilleri arıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum kasımpaşa'daydım
vapuru onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben vursam kendimi vuracaktım
Attila İLHAN
Attila İLHAN
SÖYLEŞİ
ATTİLÂ İLHAN
CUMHURİYET / 20 KASIM 1998 CUMA
Avrasya Formülü Hâlâ Geçerli
Acaba 90'lı yılların başında, Rand Corporation 'ın o ünlü 'orta vâde tahmin uzmanları' şöyle bir projeksiyon yapmış olamazlar mı?
''Sovyetler Birliği'nde Boris Yeltsin, Türkiye'de Turgut Özal elimizin altında olursa; ilkini dağıtıp, Ortaasya'daki (Türk) petrol cumhuriyetlerini 'bağımsızlığına' kavuşturur; ikincisini Atatürk'ün radikal laikliğinden, 'ılımlı bir İslâm'a kaydırarak, onun 'üzerinden' yeni 'bağımsız' Türk cumhuriyetlerine ulaşamaz mıyız? Ondan sonrası, Ortaasya (Türk) petrolünün, Türkiye aracılığıyla Washington'ın kontrolüne alınmasıdır ki, esasen ana maksat da budur!''
Yeltsin, öteki iki suç ortağıyla Sovyetler Birliği'ni ABD 'ye satarken, işin buraya varacağını hesaplamış mıydı? Türkiye'nin, Ortaasya cumhuriyetleriyle 'yakınlaşmasından', Moskova'nın iyice 'gıcık kaptığına' bakılırsa, galiba hesaplamamış, yanlış yapmış: sonuçta hem Rusya büyük petrol havzasını kaybediyor; hem de Türkiye, Kafkaslar, Ortaasya üzerinde hanidir yitirdiği bir 'nüfuzu' yeniden ele geçirip, basbayağı 'büyüyor'.
Daha da kötüsü, projeksiyonda öngörülen Washington / Moskova / Ankara 'mihveri', ABD denetiminde tıkır tıkır işleyecek yerde; Özal 'ın beklenmedik ölümü, Çiller'in beklenmedik tasfiyesiyle, Ankara 'tarafında'; Rus seçimlerini Komünistler'in kazanması, 'özelleştirme' ve 'küreselleşme'nin ciddi fiyaskosuyla, Moskova 'tarafında' fena halde aksıyor; bu da, Rand Corporation 'uzmanlarının' tahminleri hilâfına, Asya petrollerinin Türkiye'nin -daha doğrusu Türklüğün- elinde kalmasının yolunu açıyor.
Avrasya projeksiyonunun 'teklemesi', Moskova'yı zora sokmuş, Ankara'ya 'avantaj' sağlamıştır: hele PKK 'nin tasfiyesi, Suriye'nin başeğmesi hesaba katılırsa; birdenbire, neden dolayı AB'nin aşağıdan almaya başladığı, Washington'ın neden dolayı Öcalan bahsinde Moskova'yı uyarmak ihtiyacını hissettiği, çok daha iyi anlaşılabilir.
Bu, bir varsayım!
Oyunu 'bozan', iki 'Avrasya'lı...
O tarihte (XIX. yy) 'Sistem' İngiltere'nin liderliğindedir: Hong/Kong'da ya da Dar/üs/Salaam 'da sinek uçsa, Londra 'nın haberi olur, çünkü 'Majesteleri'nin 'imparatorluğu' üzerinde 'güneş asla batmaz'. Gel gör ki 'Londra, iki Asyalı imparatorluktan rahatsızdı: Rus Çarlığı ve Osmanlı İmparatorluğu!
Sebebini Miss Higgins, bilmeyişimden hayretlere düşerek, şöyle açıklamıştı: ''... ikisi de Avrupa'lı değil, yâni 'barbar'; üstelik, Avrupa'yı sürekli tehdit ediyorlar; en iyi çare, birbiriyle vuruşturmaktı, öyle de yaptılar!'' Her lise öğrencisi Osmanlı savaşlarının, ancak son yüzyıllarda Avusturya / Macaristan'dan Rusya'ya döndüğünü bilir: Çar ve Padişah, hayli uzun bir zaman Avrasya'yı paylaşamamış, böylece İngiltere 'ye hizmet etmiştir.
Oyunu, iki Avrasya'lı bozacaktı: çıkık elmacık kemikleri, Kalmuk; sakalı Hıristiyan Vladimir İlyiç Lenin ile gözleri Balkan mavisi, sarışın Mustafa Kemal! Her iki 'ihtilâl', Avrasya'nın Avrasyalıların olmasında ve onlarda kalmasında mutabıktı! Gâzi'nin ünlü 'Durum Muhakemesi'ni hatırlar mısınız? (5 Şubat 1920) Emperyalizm'e karşı, Bolşeviklerle el ele vermek zaruretinin altını çizer; onun için, Ankara, Moskova'ya yardımcı olmalıdır; bu sâyede, Kafkaslar'ı denetimine almış 'müttefikleri' (İngiltere anlayınız) def etmek için, bölgedeki 'yandaş' hükümetlerin tasfiyesi mümkün olacak, 'Kafkas Seddi' yıkılacaktır. (Stefanos Yerasimos , 'Türk / Sovyet İlişkileri', s. 142 - 148. Gözlem Yayınları. 1979).
Bu durum muhakemesi, Sovyet ihtilâli 'Mazlum Milletler'e verdiği özgürlük ve bağımsızlık sözünü tuttuğu sürece geçerli olmuştur: o süre, bildiğiniz gibi, Stalin 'in Sultan Galiyef'i mahkûm ettiği gün sona ermişti.
Avrasya 'nın, 'bağımsız' Avrasyalı' ya ait olmasının, iki 'olmazsa olmaz' koşulu var.
1/ Rusya ve Türkiye, Turan halklarının kaderlerinde mutabakata varacaklar; bu mutabakat, bölge içindeki kaynaşmayı önleyecektir!
2/ Avrasya 'nın üç güçlü ülkesi, Rusya / Türkiye / İran, bölgeyi hem ABD 'ye, hem AB 'ye, hem de Pasifik Güçleri 'ne (Çin ve Japonya) karşı 'bağımsız' tutacak!
Birinci koşul, 20'li yıllarda büyük ölçüde gerçekleşmişti, o sâyede Türk/Sovyet anti/emperyalist cephesi oluşturulabildi; bu da 'Sistem'in Avrasya 'ya müdahalesini önleyebildi; çünkü ona, üzerinde oynayarak karşıtlıklar yaratabileceği, 'Etnik' ayrılıklar, hatta aykırılıklar gerekiyordu: Gâzi ve Lenin, buna meydan bırakmamış; halklar arasında uyum sağlanınca, Avrasya'nın 'bağımsızlığı' gerçekleşmişti.
Bu bir varsayım değil, yaşanmış bir tarih; üstelik, yaşamış olanlardan sağ olan çok.
Asıl 'çelişki'ye dönmek!..
'Bağımsız' Avrasya tasarımı, neresinden bakılsa, yöre halklarının geleceği yönünden ümit vaat eden, bir tasarım: üretim ve tüketim kapasitesi açısından da, bu böyle; doğal kaynaklar (petrol) açısından da, böyle! Bunun açık göstergesi, Rusya 'nın yaklaşık beş yıl içinde, Türkiye 'nin ikinci büyük ticari partneri düzeyine çıkabilmesi: 15 milyar dolar! İki taraf için de, her iki tarafta ufuk açık; tek önemli koşul, Moskova/Ankara ekseninin düzgün işlemesi; başka bir deyişle, bölge ülkelerini, ikisinden birisini 'tercih mecburiyetinde' bırakmaması! Bilindiği gibi, Osmanlı / Rus savaşlarının, ana sebebi, bu 'tercih mecburiyeti' dir: Çar 'zalim', öteki halklar 'mazlum'dular, o zaman Osmanlı 'Turancılaşıyor', Petersburg/Dersaadet bağlantısı kopuyordu: İngiltere 'nin (Sistem 'in) temennisi de buydu!
Gâzi Mustafa Kemal Paşa ve Vladimir İlyiç Lenin, asıl çelişkiyi bir güzel saptayıp, ortaya koyarak; yıllardır kan dökülmesine neden olan, bu yapay karşıtlığı çözmüşlerdir: Avrasya (Turan) halkları- Rus, Türk, Azeri, Çuvaş, Moğol, Gürcü, Ermeni, Başkurt, Tatar vb - 'mazlum'dur; 'zalim' ise, liberal ve sömürgeci, Batılı emperyalist 'Sistem'; 'zalim', 'mazlum'u, iliklerine kadar sömürüyor; bundan kurtulmanın yolu, hayli zor, ama yok değil: 'mazlum' Avrasya halkları, 'zalim' Batılı emperyalizme karşı, omuz omuza, verecek!
Sultan Galiyef'in 'hayaleti' işte tam burada beliriyor.
SÖYLEŞİ
ATTİLÂ İLHAN
CUMHURİYET / 25 KASIM 1998 ÇARŞAMBA
Avrasya'nın 'Batı'ya Bakışı...
Albertini'nin 'Azgelişmişliğin Mekanizması'nda, yıllarca sonra yazacağı o gerçeği; -yâni, Batı'nın kafasındaki 'Avrupa/Merkezci Değerlendirme saplantısını' - Kont N. S. Trubetskoy 'un, daha o yıllarda (1930'lar) nasıl kaleme aldığını, Lev Gumiliyef şöyle anlatıyor:
''... bu kez (öteki halkların 'kimliksizleştirilmesi' tezi) her bir Avrupalının bilincine ta çocuk yaşlarından, hatta çağdaş Avrupa 'etnos'larının başlangıç dönemlerinden (IX. yy) itibaren girmiş bulunuyor: kendi haklılıklarından emin olan Haçlılar, Filistin'e ve Baltık Kıyıları'na; İstanbul'a ve Bulgaristan'a yürüyorlardı; daha sonra ise, Kızılderilileri yağmalamak için Amerika'ya, köle edinmek için Afrika'ya, nihayet Hindistan'a, Cava'ya ve hatta Hint esrarının iyi pazar bulduğu Çin'e kadar yayıldılar; ve bu 'uygarlaştırıcılar', hiç vicdan azabı duymadılar; zira 'vahşilerin' uygarlığa katılmasını bir kahramanlık, 'beyaz insanının bir görevi' telâkki ediyorlardı...''
''... fakat yağmalanan halkların Avrupalılardan kesinlikle daha kötü olmadıkları, bunların akıllarının uçlarından bile geçmiyordu; zira 'etnik' davranış biçimleri, mantık gerekçeleriyle değiştirilemez. (...) Avrupalılar kendi haklılıklarında öyle emindiler ki, 'Avrasyacılık' akımını, aykırı Rus düşünürlerin 'gayr-i ciddi' uğraşları olarak kabul ettiler; filoloji ve sanat şaheserleriyle hayatlarını kazanmalarına engel olmadılar; Alman faşistleri ise, Avrasyacılara daha farklı tepki gösterdiler: Rusça yayınları yasaklıyor veya yazarları sürdürüyorlardı: Rus yurtseverler, görüşlerinden dolayı ya tâkip edilme ya da tutuklanma tehdidiyle karşı karşıyaydılar. N. T. Trubetskoy'u tutuklamadılar, çünkü kendisi bir 'Kont', bir 'asil'di; fakat evinde birçok kere gayet kabaca aramalar yapıldı ki, bunlar da kalp krizi ve erken bir ölümle sonuçlandı...'' (Teori dergisi, Ekim 1998, s.14)
Bu 'teşhis' ve 'tespitler', 'Sovyet mültecisi' bir Rus kontunun, Avrupa/Merkezcilik (Batı) hakkındaki 'teşhis' ve 'tespitleri'' ; peki, Tatar komünisti Sultan Galiyef , 'devrim sürecinin' ta göbeğinde olduğu halde, Trubetskoy'dan çok mu farklı düşünüyordu?
Sultan Galiyef'in 'kâhinliği'...
Şu satırlar, yaklaşık otuz yıl önce (19/20 Haziran 1975), benim kalemimden çıkmış:
''... Sultan Galiyef'in bir özelliği var: daha o zamandan, gelişmiş ülkelerle, geri kalmış ülkeler arasındaki ilişkilerin, gelişmiş ülkeler sözde sosyalist olsalar dahi, pek de değişmeyeceğini söylüyor; ona göre, 'endüstrileşmiş' ülkeler, sömürgeler karşısında, aynı durumu korumaktadırlar; sömürgelere gelince, 'Mazlum Milletler 'dir onlar, 'proleter'dir ama, topu birden; kapitalist sınıflaşma olmadığı için, 'proleterlik' bütün olarak ulusu içerir...''
''... 1922'de şöyle demiş: '-... Avrupa toplumunda bir sınıfın, yâni burjuvazinin yerine konacak bir proletarya yönetimi, 'Mazlum Milletler'in durumunda, hiçbir değişiklik yapmayacaktır; böyle bir değişiklik olduğu takdirde, bu 'Mazlum Milletler' halkı için, iktidara yeni bir efendinin geçmesinden başka bir anlam ifade etmeyecektir...'' ('Hangi Atatürk', 3. Basım, s. 253/254. Bilgi Yayınevi, 1996)
Dahası da var, Sultan Galiyef ,'Dünya Devrimi'nin Batı Proletaryası'ndan kopacağını bekleyen Rus Bolşeviklerine karşı, kesinlikle bunun bir yanılgı olduğunu savunuyor: ''Batı Proletaryası'ndan hayır yoktur. Devrim mutlaka 'Mazlum Ülkeler'den yâni sömürge ya da yarı/sömürge durumuna indirgenmiş Doğu ülkelerinden gelecektir: bunun için de asıl bu ülkelere el uzatılması gereklidir...''
''... Galiyef'e göre, sömürülen 'Mazlum Ülkeler'de, sömüren 'Zalim Ülkeler', zaten ekonominin belini kırıp, onun olağan gelişmesini önlemekte, oluşan burjuvaziyi kendi çıkarlarına bağlı, 'yabancı, Hıristiyan ve komprador' bir niteliğe ulaştırmaktadırlar. Bu da, o ülkelerde, Batı'lı anlamda burjuva sınıfının ve proletaryanın gelişemediğinin kanıtıdır...'' ''... ikinci neden de şu: burjuvazi 'yabancılaşmış', Proletarya ise 'gelişmemiş' olunca, o ülkelerin 'mazlumluğu' milletin bütününe yayılmakta; şu halde Kurtuluş Savaşı ile 'Ulusal Demokratik Devrim'i, sürekli 'güçbirliği' halinde geliştirmeleri şart olmaktadır...'' (Aynı kitap, s.256)
Ne denir? Aklın yolu bir! Hele biz Türkler, bunu en iyi anlayıp değerlendirebilecek konumdayız: Anadolu 'da Kurtuluş Savaşı, 'Ulusal Demokratik Devrim 'le iç içe yaşanmadı mı? İyi de, acaba bu konuda o 'Devrim'in lideri ne diyor? Neler demiş olduğunu göreceğiz ama, önce ister misiniz 'erken' Cumhuriyet döneminde 'İnkılâp' Türkiyesi 'nin nasıl bir Avrasya Politikası izlemiş olduğuna, şöyle bir göz atalım?
İnkılâp 'diplomasisi'nin iki temeli...
Gâzi , öteki medeniyetleri yok sayan 'kimliksizleştirici' bir 'Batılılaşma' ya karşı çıkmış; Batı 'ya 'rağmen' hızlı bir 'çağdaşlaşma' yolunu açmıştı; o yıllarda, Türkiye'nin dış politikası şu iki temel üzerinde yükseliyordu:
a/ SSCB ile yakın dostluk ve işbirliği politikası; İran 'la, neredeyse içli dışlı diyebileceğimiz, bir yakınlaşma! Dikkat isterim: İran ve Rusya, Türkiye ile beraber, Avrasya Projeksiyonu'nun temel taşlarıdır; ve Gâzi bunu görüp, 'temeli' ona göre atmıştır.
b/ Batı'yla aradaki 'mesafeyi' muhafaza etmek! Gâzi'nin vefatına kadar, Türkiye, Batı'lı ülkelerle herhangi bir siyasi angajmana girmemiş; buna mukabil, Balkan Paktı ile, Batı 'da; Saadabad Paktı'yla, Güney 'de; Avrasya Projeksiyonu 'nu pekiştirecek 'sedler oluşturmuştur.
Kuşkusuz, Avrupa/Merkezci 'kimliksizleştirici' baskılara karşı ciddi önlemleri içeren, bu geniş ufuklu politika tasarımında; hem Gâzi'nin, Batı'ya ve Batılılara olan güvensizliği yatıyordu, hem de 'Mazlum Milletler'e ve onların geleceğine olan 'ihtilalci' ve 'inkılapçı' güveni!
Artık onlara bir göz atabiliriz sanıyorum.
MERAKLISI İÇİN NOT: J. M. Albertini , 'Azgelişmişliğin Mekanizması', çevirenler: Dr. Muzaffer Sencer ve Meral Kum -MAY Yayınları, 1974, İstanbul