25 Ocak 2015 Pazar

HER ŞEY GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ Mİ ? "SOROS" ÇOK MU YARDIMSEVER ?

09 Nisan 2013 tarihli bir haber:
 
kaynak:
 
"Soros kriz için bağış topluyor
 
Sorosun başlattığı kampanya kapsamında Avrupa'da krizden etkilenen ülkelerde yardım merkezleri kurulacak. Açık Toplum Enstitüsünün kurduğu solidaritynow.org sitesinden toplanan bağışlar krizden zarar görmüş, ihtiyaç sahiplerine dağıtılacak. Kampanyanın ilk hedefi ise Yunanistan'da halka yerel sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla ulaşarak, hem Sorosun kurucusu olduğu Açık Toplum Enstitüsünün yardımlarını, hem de toplanan bağışları iletmek."
 
SOLIDARITYNOW.ORG sitesinde "merkezler" sekmesiyle açılan pencerede http://www.solidaritynow.org/centres/  bu merkezlerin sadece YUNANİSTAN'da ve "Selanik", "Atina" şehirlerinde olduğunu görüyoruz:
 
Thessaloniki Solidarity Centre
 
Partners: ARSIS / PRAKSIS (Programs of Development, Social Support, and Medical Cooperation)
 
Athens Solidarity Centre
 

According to pravoslavia.ru, the party’s foremost financial backer is none other than arch capitalist and billionaire George Soros.

Greek Opposition Party Syriza’s Lead Narrows, Poll Shows

Introduction — Jan 6, 2015

The Wall Street Journal makes a crucial omission in the following report. Whether through plain oversight or deliberate disingenuousness, the WSJ fails to mention who is funding Syriza.
According to pravoslavia.ru, the party’s foremost financial backer is none other than arch capitalist and billionaire George Soros.
The German publication Wirtschaftswoche, reports that the American financier helped arrange the visit of Syriza’s left-wing coalition leader Alexis Cipras to the USA, during which the Greek politician became acquainted with influential representatives of America’s political “establishment”. Reportedly they gave him the “go ahead” to “rule” Greece.
Whilst the election has yet to take place, the U.S. establishment’s approval for Alex Cipras means he’s a strong contender. It’s worth noting moreover, that the WSJ expects readers to pay for the following article, even though it amounts to little more than disininformation. Ed.
George Soros
George Soros

Greek Opposition Party Syriza’s Lead Narrows, Poll Shows

Alkman Granitsas — Wall Street Journal Jan 4, 2015

Greek leftist opposition party Syriza continues to lead in public opinion polls just weeks ahead of national elections, a new poll showed Sunday, though its lead over the ruling New Democracy party has narrowed slightly.
 
According to the poll, conducted by the Rass polling agency and published Sunday in the Eleftheros Typos newspaper, 30.4% of those surveyed said they would vote for Syriza, up from 27.1% in mid-December. That places Syriza 3.1 percentage points ahead of the ruling conservatives, from 3.4 percentage points in a previous poll.
 
Greece’s coalition government—comprising New Democracy and its junior partner, the socialist Pasok party—faces snap elections on Jan. 25 after the Greek parliament failed last month to elect a new head of state. The government has positioned the elections as a de facto referendum on Greece’s future in the eurozone, saying Syriza’s policies would risk rupturing relations with eurozone partners, which have pledged €240 billion ($288 billion) in aid to prevent Greece from defaulting on its massive debt burden.
 
Syriza rejects the criticism, but it has demanded debt relief from the eurozone and promised to roll back many of the austerity and reform measures Greece has undertaken in exchange for the aid. In last month’s parliamentary vote, Syriza blocked the government’s presidential candidate to force early elections 18 months ahead of schedule. The poll also shows 74% want to remain in the eurozone at whatever cost, and 55% feel unease over the prospect of early elections.
 
Since then, however, Syriza’s lead over New Democracy has narrowed.

George Soros funds Greek opposition

Athens, February 26, 2013

There has been a sweeping reaction to publication by the authoritative German business weekly WirtschaftsWoche, according to Аgionoros.ru.

The editorial article states that the American multi-millionaire and investor George Soros is funding the second most popular political party in Greece, SYRIZA. According to Wirtschaftswoche, the American financier helped arrange the visit of SYRIZA’s left-wing radical coalition leader Alexis Cipras to the USA, during which the Greek politician became acquainted with influential representatives of American political "establishment". There Cipras received from them a distinct “go ahead” to “rule”.
 
German journalists suppose that Soros wants to use Cipras’s party to bring pressure on Germany. The SYRIZA coalition has for long time been famous for its anti-German rhetoric; and the speech of the SYRIZA delegation in the USA was full of severe criticism of Angela Merkel’s policy.
 
"Why is Soros funding such anti-capitalist instigators like Cipras with his tirades against Germany? No one talks aloud about this out of fear before the powerful billionaire. But one manager confidentially supposed that, "Soros wants to revenge against Germany."
People close to family circles note that Soros has a "love-hate relationship to Germany. He has personal interests concerning development of events in Europe and Germany," state German journalists.
 
However, some Greek analysts see in Soros' interest in Greek left-wing radicals another hidden motive. SYRIZA has been actively collaborating for long time with nongovernmental organizations in Greece, funded by Soros. The coalition of left-wing radicals actively supports sexual, ethnic and religious minorities. Many call the policy of this party anti-national as its leaders deny the genocide of Greeks in Asia Minor and stand for territorial concessions for Greece’s neighbors. The SYRIZA coalition is a consistent opponent of preserving the Church's influence on Greek society. It supports the removal of chaplains from the army, opposes the funding of priests' salaries from the state budget, and demands full separation of the Church from the state.
 
 
28 / 02 / 2013

24 Ocak 2015 Cumartesi

RENNAN PEKÜNLÜ YAZDI: "NUHUN GEMİSİNDEKİ HAYVANLAR NEREDEN ÇIKTI"



Nuhun gemisindeki hayvanlar nereden çıktı

Rennan Pekünlü
10 Aralık 2014 / AYDINLIK

Yazgıcılığa ve kötümserliğe yer yok! Evren sürekli evrim geçirmekte; öz örgütlenme gösteren özdek basit biçimlerden daha karmaşık biçimlere doğru ilerlemekte; yaşam güzelleşmekte; insan, özgür istencinin dürtüsüyle özgürlüğünün sınırlarını daha da genişletmektedir.

Lamarck, kazanılmış özelliklerin (acquired characteristics) kalıtsal olduğuna ilişkin bir görüş geliştirdi: “Yeryüzü, coğrafi ve iklim bölgeleri değiştikçe bitki ve hayvanlar üzerine yeni baskılar uygulanmaktadır. Uzun erimde yaşam değişime uğrar. Bu değişim ve dönüşümler, canlıya yeni koşullara uymada yardıma hazır olan organların çabalarının ürünleridir. Zaman geçtikçe birbiriyle ırksal ilişki içinde bulunan türler birbirinden giderek ıraksar ve kazanılmış olan özellikler kalıtım yoluyla yeni nesillere geçer. Fizyolojik gereksinimler yeni organların oluşumunu veya eskilerin değişimini dayatır. Diğer yandan organların kullanılmaması onların yitirilmesine neden olur”.

Lamarck, geç 18. yüzyıl deistlerindendi. Ona göre evrim, yaradılışın mükemmelleştirilmesi amacını yerine getiren bir süreçti. Eski dönemin baskın öğretisi olan Varlıklar Zincirini “yürüyen merdivene” dönüştürdü: basit yaşam biçimleri sürekli ve kendiliğinden yaşama yükseliyor, kendi iç yetkinleşme dürtüsüyle giderek karmaşık yapılar kazanıyor ve böylece üst basamaklara doğru çıkıyordu.

 FRANSIZ DEVRİMİNE TEPKİ DARWIN’İ DE ENGELLEDİ

 Tanrının tasarımı savı entellektüellerin ussal yeteneklerini bir mengene gibi kavramaya devam ediyordu. Aslında hem Lamarck hem de dede Darwin, Varlıklar Zinciri adlı ilahi ve sabit planı değiştirme yönünde sav geliştiriyorlardı. Varlıklar Zinciri adlı evrensel hiyerarşiyi, özgür istençler topluluğuna, bir tür açık yarışma toplumuna dönüştürme çabasındaydılar. Bu hedefe bilinçli olarak yaklaşmak istediklerini söylemek çok zor. Ancak ilginçtir ki, düşünceleri ve uygulamaları, özellikle devrimci Fransız toplumunda, özgür istenç ve özgür yarışma haklarının kazanılması yolunda verilen savaşımın yansımalarıydı.

İngiltere’nin Fransız devrimine olan tepkisi, Erasmus Darwin’in düşüncelerinin yaygınlaşmasını engelledi; köktendinciliği canlandırdı, Lamarck’ın ateist olarak “damgalanmasına” neden oldu. Düşünce tarihinde birçok kez olduğu gibi bir düşünce toplumsal olayların birkez daha kurbanı oluyor ve düşüncenin canlanması da erteleniyordu.

NUH’UN GEMİSİNDEKİ HAYVANLAR NEREDEN ÇIKTI

Nuh’un gemisini “bilinen” hayvanlarla doldurmuş, insana ilişkin öyküyü İncil’den almış olan Ortaçağ’ın her yönüyle kaskatı toplumu, bir süre sonra hiç beklenmedik sorulara teolojik açıdan yanıt vermek zorunda kaldı! 1635 yılında basılmış olan Religio Medici adlı kitabında Sir Thomas Brown “Algıladığımız zaman, insanlıktan yalnızca beş gün daha yaşlı olduğundan bizimle aynı horoskoba sahiptir” diyor! Brown, yeryüzünde yaşanan zamanı, kilisenin sahneye koyduğu ve tinsel iletiler vermeye çalışan tek perdelik kısa bir oyunun süresi olarak sunuyor. Horoskobumuzda çürüme, bozulma ve felaket bir son - “mahşer” - çıktı!

Yer’in İsa’nın doğumundan 4004 yıl önce oluştuğunu savunan Armagh Başpiskoposu James Ussher, “Tinsel iletilerin verildiği oyunun perdesinin İsa’dan 4004 yıl sonra ineceğini” duyuruyordu.

Avrupalı denizaşırı gezginler Avrupa kıtasına, Nuh’un gemisinde bulunmayan hayvanlarla ve de İncil’de sözü edilen “at”ın Amerika kıtasında bulunmadığı bilgisiyle döndüğünde, Sir Thomas Brown, “Nasıl olur? Tüm canlılar dünyaya Ararat dağına oturan Nuh’un gemisinden inerek yayılmadılar mı? İncil’de sözü edilmeyen bu hayvanlar nereden çıktı?” diyerek şoka giriyor!

ÇOCUKLAR

Richard Dawkins The God Delusion adlı kitabının In Defence of Children başlıklı bölümünde psikolog Nicholas Humphrey’in 1997 yılında Oxford’da Af konusunda yaptığı bir konuşmadan alıntı yapıyor: “Konuşma özgürlüğü, kimsenin engellememesi gereken çok değerli bir özgürlüktür” dedikten sonra, bir tek durum için bu özgürlüğün kısıtlanmasını savunuyor. O durum da çocukların ahlak ve dinsel eğitimi konusu! Humphrey’e göre, “...çocukların usunun, diğer kişilerin, bu kişiler kim olursa olsun, kötü fikirleriyle dumura uğratılmaması konusunda insan hakları var. Ailelerin de ellerinde, çocuklarını belli yollardan zehirlemelerine izin verecek Tanrı tarafından verilmiş bir lisansları yok!....Kısacası, çocuklar, uslarını saçma sapan fikirlerle dumura uğratılmama konusunda insan haklarına sahip; ve toplumsal bireyler olarak bizlerin de çocukların bu haklarını koruma görevimiz var. Ailelerin çocuklarına, örneğin, İncil’i yorumlamadan, orada yazılanlara olduğu gibi inanmayı öğretmelerine veya gezegenlerin onların yaşamını belirlediği görüş- lerini dayatmalarına izin vermemeliyiz”.

Evet, çocuklarımız toplumun malı, onlara haksızlık edemeyiz, kötü düşüncelerimizle, özellikle dinsel, bilimsel, politik dogmalarla onları zehirleyemeyiz!

İşte ‘sözde soykırım’ iddialarını çürütecek... 7 acil öneri


Ermenistan ve Ermenistan lobisi ısrarla 1915 tehcir olaylarını bir soykırım olarak görmekte ve bir asırdır bunu dünya kamuoyuna kabul ettirmeye çalışmaktadır.

Çok yönlü propagandayı içeren bu çalışmalarda yanlış, sahte ve çarpıtılmış iddialar ve kanıtlar gösterilmektedir. Bu amaçla sayısız kitap, birçok film, tiyatro oyunu ve diğer yollar kullanılmaktadır. Birçok ülke siyasileri, parlamentoları, sanatçıları, kültür yapımcıları her fırsatta etkilenmeye çalışılmaktadır ve hatta etkilenmektedir de...

Türkiye 100 yıla varan sözde “soykırım” iddiaları ve buna ilişkin çok yönlü çalışmalar karşısında en hafif deyimle pasif kalmış ve son derece yanlış bir strateji izlemiştir. Uzunca bir süre, bu konunun üzerine gidilmeyerek unutulacağı varsayımından hareket edilmiştir. Ermeni lobisinin “Ermeni kimliğini” bir arada tutmanın ve on binlerce diyaspora Ermenisi için bir nevi sürekli çalışma alanı sağlayan ekonomik bir alan oluşturduğu, ancak son yıllarda anlaşılabilmiştir.

Türkiye bu soykırım iddialarını geçersiz kılacak elindeki belge ve bilgileri, bu yanlış yaklaşımı nedeniyle değerlendirememiş, ajitasyon alanı bu nedenle tek taraflı olarak Ermeni lobilerince kullanılmıştır.

Osmanlı devletinde tüm gücü ellerinde bulunduran işgalci İngiltere 3 Ocak 1919 tarihinden 10 Ağustos 1921 tarihine değin, “savaş esirlerine kötü muamele ve Ermeni katliamı” denen olayların araştırılması ve suçluların yargılanması için tüm kurumlarıyla harekete geçer. Osmanlı arşivleri işgal kuvvetlerinin elindedir. Esirlere kötü muamele, Türkiye`deki ve Kafkaslardaki Ermeniler’e kırım yaptıkları iddiasıyla tutuklanan daha çok İttihat ve Terakki Komitesi yetkilisi 147 kişi yargılanmak üzere Mayıs 1919’da Malta adasına götürülürler. İngiliz Kraliyet Başsavcılığı “eldeki belge ve bilgilerin suçlamalar için hukuk mahkemesinde kanıt değeri taşımayacağını, dolayısıyla kimsenin bir hukuk mahkemesi önünde cezalandırılmasının mümkün olmayacağını” İngiltere Dışişleri Müsteşarlığı’na bildirir  (Uluç  Gürkan, Ermeni Sorununu Anlamak, İstanbul, 2011, s.78). Malta’ya götürülen tüm tutuklular 31 Ekim 1921’de, yani 29 aylık tutukluluktan sonra, Türkiye`ye geri getirilirler.

100. YILDA, İVEDİ OLARAK YAPILMASI GEREKENLER

Ermeni soykırım iddiaları daha uzun yıllar Türkiye`yi meşgul edecektir. Bu nedenle aşağıdaki çalışmaların yapılmasını öneririm.

1- Malta kararı, 1915 tehcir olaylarının bir soykırım olmadığının son derece önemli bir kanıtıdır. Malta davası, 100. yılına girilen bu sözde soykırım iddilarına karşı, Türkiye için, uluslararası arenada ve dünya kamuoyunda, “soykırım” yapılmadığını belgeleyen İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın vermiş olduğu bu takipsizlik kararından daha önemli bir belge olamaz. Türkiye kararlılıkla, önemle ve ısrarla Malta soruşturma ve yargılamasını dünya kamuoyuna taşımalıdır.

2- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), 17.12.2013 tarihli Perinçek kararı, 28 Ocak 2015’te Strazburg’da üst mahkemede görüşülecektir. AİHM bu kararında çok önemli bir gerçeğin altını çizerek, “Tarihsel araştırmalar, doğaları gereği tartışmaya açıktır ve nihai sonuçlara veya nesnel ve mutlak hakikat iddialarına imkan vermezler” demektedir. Son derece önemli olan Doğu Perinçek davasıyla, Türkiye bütün hukuksal olanaklarıyla yakından ilgilenmelidir. Bu konunun herhangi bir parti sorunu olmadığı, Türkiye`yi ve tüm Türk ulusunu ilgilendirdiği unutulmamalıdır. Doğu Perinçek’in yurtdışına çıkış yasağının kaldırılması ve Strazburg’daki davaya katılacak olmasından çok büyük mutluluk duyduğumu belirtmek isterim.

3- Türkiye, dünya kamuoyu önünde ısrarla ve kararlılıkla, sözde soykırım iddalarının ortak bir tarihçiler komisyonu tarafından tüm arşivler kullanılarak araştırılmasını istemelidir. Bu komisyonda eşit sayıda Türk, Ermeni ve uluslararası üne sahip tarihçiler görev almalı ve belirlenen bir süre içinde araştırma sonucunun dünya kamuoyuyla paylasılması ve herkes için bağlayıcı olması istenmelidir. Ermenistan’ın yanaşmadığı bu öneri, Türkiye için son derece inandırıcı ve etkili bir argümandır. Türkiye bu öneriyi ısrarla ve sürekli olarak dünya kamuoyunda işlemelidir.

4- Liselerde tarih derslerinde, üniversitelerin özellikle Tarih, Hukuk ve Siyasal Bilgiler fakültelerinde Ermeni sorunu ve soykırım iddiaları derslerde bilimsel kaynaklar ışığında incelenmelidir. Üniversitelerde, yapılacak doktora çalışmalarıyla Türkiye, Almanya, Fransa, İngiltere, ABD ve Rusya  arşivleri araştırılarak bilimsel çalışmalarla soykırım iddialarının asılsızlığı kanıtlanmalıdır. Bu bilimsel çalışmalar İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Almanca ve Rusça olarak basılmalı ve gerekli yerlere dağıtımı yapılmalıdır. Bu alanda örneğin Prof. Musa Qasımlı ve Dr. Mehmet Perinçek, Sovyet ve Rus arşivlerini tarayarak örnek çalışmalar ortaya koymuşlardır.

5- Parlamentolarında sözde Ermeni soykırımını kabul eden ülkelere, Türkiye üniversitelerinde yapılacak bilimsel çalışmalarla yanıt verilmelidir. Başta ABD, Fransa, Belçika, Hollanda, Almanya, İngiltere ve Rusya gibi ülkelerin işgal ettikleri ülkelerde ve kolonilerinde yaptıkları katliamlar ve kırımlar bilimsel çalışmalarla ortaya konmalıdır. Bu konularda gerektiğinde paneller, TV yayınları yapılarak bu ülkelere anlayacakları dilden yanıtlar verilmelidir. Bu alanda yapılacak tartışmalarda aynı göz hizası ve aynı yöntemler kullanılmalıdır.

6- Ermenistan’ın son yıllarda sözde soykırım iddialarını dünya kamuoyuna taşımasının önemli bir nedeni de 23 yıl önce ağır Sovyet silahları kullanılarak işgal edilen Dağlık Karabağ ve onun çevresindeki 5 bölgenin ve de Hocalı katliamının dünya gündeminden uzak tutulmasıdır. Türkiye başta olmak üzere, diğer Türki Cumhuriyetlerin de bu alanda aktif olarak Azerbaycan’ın yanında yer almaları, bu konuyla önemle ilgilenmeleri ve Birleşmiş Milletler kararlarına uyularak Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarından ivedi olarak çekilmesini istemeleri gerekmektedir.

7- Özellikle Batı Avrupa ülkelerinde ve ABD’de bu alanda çalışan ve çalışmaya gönüllü sivil toplum örgütlerine, Türkiye gerekli desteği sağlamalıdır. Ermeni diyaspora lobisi tarafından yapılan gerçek dışı açıklamalar ve   yayınlara bu ülkelerde anında yanıt verilebilmelidir.
 
Prof. Dr. Hakkı Keskin
22 Ocak 2015 Perşembe / AYDINLIK

SOYKIRIM YAKIŞTIRMASINA KARŞI ÇIKMALIYIZ

 
 
Ermeni ve Kürt asıllı dahil Türk milleti olarak soykırım yalanına karşı çıkılması gerektiğini belirten Ermeni din adamı Dikran Kevorkyan Hrant Dink’in ölüm yıldönümünde yaşananları rezillik olarak niteledi

22 Ocak 2015 Perşembe / AYDINLIK
İstihbarat Servisi
Kandilli Kilisesi Yönetim Kurulu Başkanı Dikran Kevorkyan, Ermeni asıllı, Kürt asıllı dahil Türk milleti olarak soykırım yakıştırmalarına karşı çıkılması gerektiğini belirterek, Ermeni diyasporasını eleştirdi. 
“Türk düşmanlığı olmasa diyaspora bu paraları nereden bulacak” diyen Kevorkyan, Hrant Dink anmalarına katılan kitlenin birçoğunun Hrant’ı tanımadığının altını çizdi. 
 'SOYKIRIM YAKIŞTIRMASINI KABUL ETMİYORUM'
 Ulusal Kanal’ın canlı yayınında sözde Ermeni Soykırımı iddiaları ve gündemi değerlendiren Kevorkyan, şunları söyledi: “1915 yılında yaşanan olaylara belli güçlerin soykırım sıfatını yakıştırmalarını kabul etmiyorum. Biz Türk milleti olarak Ermeni asıllı, Kürt asıllı bir bütün olarak bu soykırım yakıştırmalarına karşı çıkmalıyız. Türk düşmanlığı olmasa diyaspora bu paraları nereden bulacak? Tamamen ekonomik. Ermenistan’a para yağdırıyorlar. Türk düşmanlığıyla toprak talebindeler, ne için?”
 'İSTİSMAR EDİYORLAR'
 Türkiye’nin sözde soykırım iddialarına karşı çalışmalarını yeterli bulmadığını belirten Dikran Kevorkyan, “Ben bu ülkede azınlık kompleksinde değilim” dedi. Kevorkyan şöyle konuştu: “Benim kilisem var, okulum var, basınım var, kültürel faaliyetlerim var. Büyük acı derse kabul ederim, soykırım diyerek neyi elde edecekler? Osmanlı döneminde olan bir olay Türkiye Cumhuriyeti ile nasıl ilişkilendirilir? Biz Doğu Anadolu’da büyük Ermenistan kurma peşinde mi olacağız? Herkes kendi haddini bilecek.” Hrant Dink cenazesine ve anmalarına katılanların söylediklerini de eleştiren Kevorkyan, Hrant Dink’in ölüm yıldönümünde yaşananları rezillik olarak niteledi. 
 Yürüyen insanların içinde çoğunun Hrant Dink’i tanımadığını vurgulayan Kevorkyan “Yüzde kaçı Ermeni asıllıydı? Hrant Dink ve bu olay maşa olarak kullanılıyor. Orada bir provokasyon var. 1915’in son halkası olarak ilişkilendiriliyor. Bu milletin eski acılarını tazelemektir. Ortalığı velveleye vermekten başka bir şey değildir, edepsizliktir” diye konuştu.
 'HEPİMİZ ERMENİYİZ SLOGANI ÖTEKİLEŞTİRME'
Hrant Dink’in cenazesinde atılan “Hepimiz Ermeniyiz” sloganını tasvip etmediğinin de altını çizen Dikran Kevorkyan “O bir ötekileştirme. ‘Oraya 1 milyon kişi gitti. 74 milyon kişi Ermeni olmadığı için karşı davranıyor.’ Böyle saçmalık olur mu? Hrant öldürüldü, 2 saat sonra herkes ‘Biz Hrant’ız Ermeniyiz’ dedi. Diaspora’daki Ermenilerin kendi egoları için ve parasal kaynaklar için istismar ettikleri konu. Mağduriyet 1915’te yaşanmış. O acılar çekildi şimdi bu konu istismar ediliyor” dedi.

23 Ocak 2015 Cuma

“HRANT'IN ARKADAŞLARI”


Merak ediyorum:
Kimdir bu “Hrant’ın arkadaşları!..”
Bir yıl öncesine kadar, Hrant Dink’i Ergenekon’un öldürdüğünü söylediler ve yazdılar.
Hatta cinayet şeması bile yayınladılar. Dink ailesinin avukatı K. Deniz Tuna hemen Ergenekon savcılarına koşup suç duyurusunda bulundu.


“Hrant’ın Arkadaşları”ndan Ali Bayramoğlu hâlâ çıkıp bu şemayı kimden aldığını bir türlü açıklamıyor? Bu koca yalanı kim piyasaya sürdü?
“Hrant’ın Arkadaşları” başta Taraf gazetesi olmak üzere her fırsatta cinayeti Ergenekon’un işlediğini yazdı. Ellerine, sahte olduğu bugün açığa çıkan “Kafes Eylem Planı” verilmişti.

Neler yazmıyordu ki bu “planda”; isim isim Ermeniler tespit edilmişti. Ermeni okullar, işyerleri listelenmişti. Ermenilere gönderilecek tehdit mektupları bulunmuştu!
ABD-Utah’ta kurulan “maskesidusenler” adlı sitede “kripto Ermeniler” açığa çıkarılıyordu. Güya bunların hepsini yapan da Ergenekon idi!..
Yazık ki… “Hrant’ın Arkadaşları” ellerine ne tutuşturuldu ise inandı. Bir gün bile kafalarında soru işareti olmadı.

Bugün Silivri Cezaevi’nde yatan Cemaatçi polis Ali Fuat Yılmazer’in, bir dönem Emniyet’te azınlıklar masasına baktığını ve bilgileri oradan “aşırıp-aşırmadığını” akıllarına getirmediler.
Bir gün bile Cemaat’e sormadılar: “Hep bizim yanımızdasınız; ama, Doğu Perinçek’ten Veli Küçük’e kadar Ergenekon sanıklarının aslında Ermeni olduklarını neden yazıp duruyorsunuz?” (Haziran 2009 Chronicle dergisi ve 12 .6. 2009 Zaman gazetesi gibi)

Yalanları hiç araştırmadılar. İnandılar. Hep tezgaha getirildiler.

Örneğin… Biz Odatvciler dört günlük gözaltının ardından Ergenekon savcılarının kapısında polis ordusuyla bekletilirken, Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin, Savcı
Zekeriya Öz’ün makamındaydı! Oralardan hiç çıkmadılar. Kumpas üzerine inşa edilen davalara müdahil oldular. Bakınız…

Cinayet sekiz yıldır çözülemedi ise “Hrant’ın Arkadaşları”nın büyük suçu vardır!

Hiç utanmadılar… Hrant soruşturması konusunda harika bir araştırma yapan gazeteci Nedim Şener, Ergenekon Örgütü üyesi olarak Silivri Cezaevi’nde tutulurken, “Uluslararası Hrant Dink Ödülü”nü Taraf gazetesi genel yayın yönetmeni
Ahmet Altana verdiler!

2008’de çıkardığım “Siz Kimi Kandırıyorsunuz” adlı kitabımı Hrant Dink’e ithaf etmiş beni bile, sürekli Ermeni düşmanlığıyla suçladılar.
“Hrant’ın Arkadaşları” hep Cemaat ile kol kolaydı.
Ve hâlâ birlikte yürüyorlar…


Hrant maskesi

Ergenekon yalanı bitti…
“Hrant’ın Arkadaşları”na yeni bir meşguliyet gerekiyor.
Gündemde “Paralel Yapı” var; bu olabilir mi? Olmaz, içli dışlılar. Ve hem bu konunun yurt dışına pazarlanacak “piarı” yok!


O halde…

“Ermeni Soykırımı”na sarıldılar!
Hrant Dink’i şimdi bu yalana maske yapıyorlar.


Ölüm yıldönümünde şu pankartın arkasında yürüdüler:
“Yüzleşin! Hrant’la, Soykırımla!”
İmza; “Hrant’ın Arkadaşları.”


Daha önceki pankartlar şunlardı:

- Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Ermeniyiz…
- Hrant İçin Adalet İçin…
- Unutmayacağız, Affetmeyeceğiz…
- 4 yıldır Yüzleri Yok Yürekli Yok…
- Müsamereyi Bırakın Asıl Sorumluları Yakalayın…
- 7 Yıldır Birlikte Korudular Birlikte Susuyorlar

Hrant Dink cinayeti çözüm sürecine girince “Hrant’ın Arkadaşları” telaşlanıp; “soykırım” yalanıyla Hrant Dink’e bir kurşun daha sıktılar.
Hrant Dink onlarla aynı görüşte değildi ki?

Örneğin, Fransa’da çıkarılacak “soykırım yasasına” karşı çıktı.
Örneğin, soykırım reddini cezalandıran yasa için “saçmalık” dedi.
Peki…

Dink cinayetinin “soykırım” ile ne alakası var?

Ergenekon kumpasına Batı’yı inandırmak için Hrant Dink bilinçli olarak hedef yapıldı ve öldürülmesine göz yumuldu. Bunu konuşmamız ve bunu ortaya çıkarmamız gerekmiyor mu?

Cemaat bu gerçeğin ortaya çıkmasını istemiyor. Dün olduğu gibi bugün de “Hrant’ın Arkadaşları” pankartı altına saklanarak psikolojik harbine devam ediyor. İstiyor ki cinayet, “soykırım” yalanıyla unutulsun!.. Kol kola yürüyorlar.
Adam gibi adamdı

Açık yazıyorum…
Hrant Dink adam gibi adamdı…
Yüreğinde hiçbir zaman nefret-kin olmadı…
Kötülüğe, kirliliğe hiç bulaşmamış bir aydındı…
Fikir namusuna sahipti…
Korkuya, ruhsal esarete boyun eğmedi…
Yurtseverdi…
Sosyalist idi…


Yani:

“Hrant’ın Arkadaşları” diye ortaya çıkanlardan hiç değildi… Dönek olmadı… Kalemini hiçbir zaman kiraya vermedi!..

Ne ilginç; bugün Türkiye’yi bu derece sertleştiren isimlerin hemen hepsi “Hrant Arkadaşları” maskesi takıyor.

İnanın; Hrant Dink, Ahmet Altan ile değil Uğur Mumcu’yla daha rahat anlaşırdı; daha yakın bir dostluk kurardı. Çünkü…

Anti-emperyalist Hrant Dink, Malatya’da yaptığı konuşmada şöyle diyordu:

“Geçmişte İngilizlerin, Fransızların, Rusların, Almanların şu topraklar üzerinde oynamış oldukları rol ne ise, bugün aynen tekrarlanıyor. Geçmişte Ermeniler onlara güvendi; kendilerini Osmanlı zulmünden kurtaracak sandı. Ama yanıldı. Çünkü onlar geldiler, kendi hesaplarını yaptılar. Çekip gittiler. Bu topraklarda kardeşi kardeşle kan içinde bıraktılar. Bugün Kürtlerin yaşadığı aynı şey; Amerika geldi, Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti oluşturmak üzere. Amerika bu; gelir, kendi hesabını yapar işine yapar ve işi bittiğinde ise çeker gider. Ondan sonra da burada tekrar insanları kendi didişmesi içinde bırakır.”
Hrant Dink’in ölümüyle Türkiye çok önemli bir aydınını kaybetti.

İçim yanıyor…

Öldürülmeden hemen önce şöyle yazmıştı:

“Kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar, güvercinlere dokunmaz.”

Ne yazık ki beyaz güvercini koruyamadık.
SÖZCÜ GAZETESİ / 22.01.2015

MUSTAFA MUTLU YAZDI: "Kadın gölgesine sığınan korkaklar!"

Türk Sanayici ve İşadamları Derneği,  (TÜSİAD) “patronlar” ya da “zenginler” kulübü olarak anılır. Bu dernek, Türkiye’nin o günlerdeki en zengin 12 patronu tarafından 1971’de kuruldu.
O zamandan beri de Türk siyasetinin tepesinde...
 
Hayır; hata yapmadım, TÜSİAD, ekonominin değil, siyasetin tepesinde...
 
Çünkü bu kuruluş, ekonomik amaçlı değil, aslında siyasi amaçlı bir örgüt...
 
Amacı; ülke siyasetini kontrol ederek, ekonomide patronların aleyhine düzenlemeler yapılmasını engellemek!
 
Kurucuları Vehbi Koç, Nejat Eczacıbaşı, Sakıp Sabancı, Selçuk Yaşar, Raşit Özsaruhan, Ahmet Sapmaz, Feyyaz Berker, Melih Özakat, İbrahim Bodur, Hikmet Erenyol, Osman Boyner ve Muzaffer Gazioğlu...
 
***
TÜSİAD’ın ağırlığı 1970’lerin sonuna doğru ortaya çıktı.
 
15 Mayıs 1979’da gazetelerde başlattığı ilan kampanyası sonucu Bülent Ecevit başkanlığındaki hükümetin düşmesinde önemli rol oynadı.
 
Ondan sonra kurulan Süleyman Demirel başkanlığındaki azınlık hükümetine de destek vererek, 24 Ocak Kararları’nın alınmasında kilit rol oynadı.
 
1995 genel seçimlerinde Refah Partisi’nin (RP) birinci olması üzerine ANAP-DYP Koalisyonu’nun kurulmasını sağladı.
 
Yani TÜSİAD, siyasetin içinde hep oldu...
 
O siyasetçilerden değil, siyasetçiler ondan çekindi.
 
***
Ancak AKP iktidarları diğerlerinden farklı çıkınca TÜSİAD da ne yapacağını şaşırmaya başladı!
 
Recep Tayyip Erdoğan, bu kurumun siyasete yönelik açıklamalarını, adeta ağzına tıkadı.
Defalarca azarladı, fırçaladı, uyardı.
 
Sonuçta ne oldu biliyor musunuz?
 
Bir zamanların o Türkiye’deki siyaseti istediği gibi yönlendiren “patronlar kulübü”, kendisini yönetecek “yürekli” bir başkan bulamaz hale geldi.
 
***
Yukarıda yazdığım kurucular kuruluna bakın; aralarında tek kadın var mı?
 
Yok...
 
TÜSİAD’ı 2007’ye kadar hep erkek işadamları yönetti.
 
Ancak 2007’de başkanlık görevi ilk kez bir kadına, Arzuhan Doğan Yalçındağ’a verildi...
 
Çünkü kadın bir başkanın, “iktidarla ilişkileri yumuşatacağı”na inanıldı.
 
Ancak, evdeki hesap çarşıya uymadı.
 
Arzuhan Hanım, kendisinden hemen sonra görevi üstlenen Ümit Boyner’le birlikte, Erdoğan’dan en fazla zılgıt yiyen iki TÜSİAD Başkanı’ndan biri oldu.
 
***
Gelelim bugüne...
 
Yarın, bu derneğin Genel Kurulu var...
 
Zenginler Kulübü, yeni başkanını seçecek...
 
Ancak “başkan adayı”, bu kez öyle “ünlü ve zengin bir aile”den gelmiyor.
 
Hatta eminim ki çoğunuz adını bile duymamışsınızdır:
 
Cansen Başaran Symes...
 
Cansen Hanım aslında bir “iş kadını” da değil...
 
Çok iyi yetişmiş, başarılı bir profosyonel yönetici...
 
Erkeklerin korkaklığı yüzünden yarın kendisini TÜSİAD’ın Başkan koltuğunda bulacak...
 
***
Düşünün; Türkiye’de kamu dışında yaratılan katma değerin yaklaşık yarısını TÜSİAD üyesi patronlar üretiyor...
 
Enerji ithalatını bir kenara koyarsanız; toplam dış ticaretin yüzde 80’ini onlar gerçekleştiriyor.
Özel sektördeki kayıtlı işçilerin yarısını bunlar çalıştırıyor.
 
Gelin görün ki... Dün hükümet yıkıp hükümet kuran babalarının kemiklerini sızlatırcasına bugün Recep Tayyip Erdoğan’dan fırça yememek için, üstelik patron bile olmayan bir kadının gölgesine (daha da ağırını yazabilirdim ama gerek yok) sığınıyorlar!
 
AYDINLIK / 21.01.2015

21 Ocak 2015 Çarşamba

HANEFİ AVCI: "Cemaat İstanbul’u cinayetle ele geçirmek istedi"

Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, Emniyet mensuplarının tutuklanmasını ve ortaya çıkan yeni delilleri değerlendirdi. Avcı, “Cemaat, İstanbul’u ele geçirmek için Dink suikastını kullandı” dedi.











Haber Merkezi

Ülke TV’de yayınlanan programda Avcı, Hrant Dink soruşturmasında gelinen süreçle ilgili çarpıcı tespitlerde bulundu. Avcı, müfet-tişlerin Trabzon ve Ankara bölümünü görmek istemediğini belirtti. Avcı, “Kitabımda tahkikatların zorluğundan bahsetmiştim. Faillerin hepsi yakalandı. Cinayet belli oranda çözüldü. Tetikçiler yakalandı. Bir de olayla ilgili bilgi sahibi olmasına rağmen görevini yapmayan kamu görevlileri var. Birinci bölüm belli oranda yargı önüne çıktı. Fakat yeterli bir yargılama değildi. Tanıklar dinlenmedi. Sanki mahkeme kasıtlı biçimde karar verdi. Kamu görevlileriyle ilgili bölüm ise yargı önüne çıkmadı. Özellikle müfettişler Trabzon ve Ankara bölümünü hiç görmek istemedi. Müfettişler planlı biçimde sadece İstanbul’u araştırdı” ifadelerini kullandı.
 
‘SUİKASTIN NASIL YAPILACAĞI BİLİNİYORDU’
 
Polis memuru Muhittin Zenit ile Erhan Tuncel’in telefon konuşmasını da değerlendiren Avcı, “Muhittin Zenit’in telefon konuşması cinayetin bize gösterilen eksik bir yönünün olduğunu ortaya koyuyor. Bu telefon görüşmesine göre olayın nasıl yapılacağını bile biliyorlar. Zenit’e hesap sorulması gerekirdi. Ama hesap sorulmadığı gibi terfi aldığını biliyoruz. Bu şahsın ifadesinin alınmaması skandaldır” diye konuştu.
 
Suikastın aydınlanacağına ilişkin inancı olduğunu söyleyen Avcı, “Ankara ve Trabzon’daki evraklar incelendiğinde her şey ortaya çıkacak. Cemaat bu olayı kötü niyetli kullanmaya kalktı. Hepimiz önümüzdeki süreçte göreceğiz” dedi. Cemaatin suikastın olduğu dönemde Emniyet’e hakim olmak istediğini söyleyen Avcı dönemin İstanbul Emniyet Müdürü ve İstanbul İstihbarat Şube Müdürü’nün buna izin vermediğini ifade etti. Avcı, “Bu olayı (Dink suikastı) kullanarak İstanbul Emniyeti’ni değiştirmeye kalktılar. Kendi suçlarını örtmek için İstanbul’u ele geçirmek istediler. Dolayısıyla yapmak istediklerini tam olarak yapamadılar. Eski içişleri bakanımız konuşsa her şey ortaya çıkar” şeklinde konuştu.