30 Aralık 2016 Cuma

ATTİLA İLHAN; 'Hariçten Gazel Okuyanlar!..'



Eski gazinolarda, saz heyetinin hemen arkasında, o levha bulunurdu: ''Hariçten Gazel Okumak Memnûdur'' 'Memnû' o tarihte 'yasak' anlamına geliyor; 'hariçten gazel okuyanlar' , içki 'meclisinde' kafayı 'bulup' asıl gazelhan yerine gazel 'atmaya' kalkışanlar; bu yaptıkları, yasak! Artık ne o tarz gazinolar kaldı, ne de eski gazelhanlar, ama bakıyorum, başka konularda, 'hariçten gazel okuyan' az buz değil!

Onları tanımayan kaldı mı? Türkiye konusu açılmasın. Henri J. Barkey' in, Paul Henze' nin, Samuel Huntington' ın, ya da Graham Fuller' in başka işi yok, başlıyor 'hariçten gazel okumaya' ! İşin tuhafı, bunların hepsi, ya ucundan kıyısından CIA ile bağlantılı, ya da onun bir 'yan kuruluşu' sayılan Rand Corporation' la! Okumuş olmalısınız. ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi Planlama Dairesi'nde Prof. Barkey' le Graham Fuller kafa kafaya vermiş, 'uzmanları' bir araya toplamış; âdetleri bu ya, Türkiye'nin geleceği üzerine senaryo üretmişler; Fuat Kozluklu' nun haberine bakarsanız, sonuç dehşet verici:

''...radikal İslâmcı hareketler, gittikçe büyüyecek, bundan rahatsız olduğu için Türk Silahlı Kuvvetleri siyasi dengelerle oynayacakmış: meselâ Fazilet Partisi de kapatılıyor; bunun tepkisi, radikal İslâmcıların isyanı, basbayağı iç savaş, camiler bombalanıyor filan... Nihayet radikal İslâmcılarla ayrılıkçı Kürtler ittifak yapıyor, Silahlı Kuvvetler'le iç savaşa tutuşuyor, bu da elbet ordunun kendi içinde bölünmesine yol açıyor, vs. vs!..'' (Cumhuriyet, 1 Haziran 1998.)

Dehşet verici dememiş miydim? Haklıyım! Gariptir ama, ülkemizdeki toplumsal ve ekonomik koşulların, 'objektif' değerlendirilmesinden, ya da 'muhtemel' gelişmelerin araştırılmasından çok; insan okudukça, bu 'senaryonun' , Atlantik ötesindeki, 'kafayı bulmuş gazelhanların' 'temennilerini' yansıttığı hissine kapılıyor.

Atıyor muyum? Acaba!

Önceki 'senaryo'nun 'telkini'...

ABD , birçok etnik grubun 'din tutkalıyla' bir arada tutulduğu bir ülke olduğu için midir, nedir; 'dost ve müttefiklerinin' de öyle olduğunu sanır. Daha 50' li yıllarda, Türkiye'deki din faktörünü araştırmaya başlamış; (gariptir, ama doğrudur), aynı zamanda -gizli yollardan- nüfusun etnik dağılımını incelemeye yönelmiştir: ne miktar Kürt, Laz, Çerkes, Arnavut bulunduğu; Sünni, Alevi, Şii, Süryani, Musevi, hatta 'dönme' lerin 'oranı' araştırılıyordu: meraklısı bilir! Washington' ın anlamak istemediği, Anadolu İhtilâl ve İnkılâbı'nın bu 'beşeri malzemeden' ne sağlam bir 'ulusallık', ne çetin bir 'ulus' çıkardığı gerçeğidir. Öyle bir 'ulus' ki, Anadolu adındaki 'vatan'da yaşar: 'tam bağımsızlığı' için savaşabilmek ve ölebilmek yeteneği vardır; herkese, uzun ve ortak bir tarihin çocuğu olmak yeter; din, dil, mezhep ya da sınıf ayrılmaz; gözler 'çağdaş uygarlık düzeyi'ne dikilmiştir; pusula belli, 'hayatta en hakiki mürşit' ilim!

Washington bunun 'Kemalizm' olduğunu bilmez mi? Nasıl bilmez! Yalnız onu mu Kemalizm' in ülkeyi ve milleti sımsıkı bir arada tuttuğunu da biliyor; bileşkesinin Gâzi Mustafa Kemal Paşa olduğunu da! O yüzden değil midir ki, bu defaki 'senaryonun' gizli 'yazarlarından' Mr. Graham Fuller ; hepimize 'hayırlı' olacak, çok farklı bir 'senaryo' önermişti:

''...Atatürk'ün düşünceleri, çağı için son derece güçlü düşüncelerdi; ama onun sayesinde yaratılmış bugünün kendine güven duyan, güçlü Türkiye'si, artık ulusal kimliğini, yörüngesini, dünyadaki rolünü, hatta İslâm'ın gündelik hayattaki yerini yeniden düşünmelidir...'' (Cumhuriyet, 20 Şubat 1990.)


'Mustafa Kemal'i terk etmelisiniz!' telkini, acaba başka türlü nasıl yapılırdı, çok merak ediyorum... Özal da bu telkine açıktı, Çiller de, Erbakan dünden hazır; fakat sekiz yıllık 'icraatları' ülkeyi nereye getirmiştir, bakar mısınız: 12 Eylül' e kadar kimsenin aklına bile getirmediği Türk üst/kimliği, harıl harıl tartışılıyor; Kürtler arası ( PKK -Korucular) iç savaş başlamıştır; PKK' nin, uluslararası gizli destekleri, Silahlı Kuvvetler'i işe bulaştırdı, bu kadar yetmezmiş gibi, cumhuriyet tarihinin asla görmediği, devlet içinde yuvalanmış 'çeteler' , ortalıkta kol geziyor...

Türkiye , temeli Müdafaa-i Hukuk Doktrini olduğu için, ister MGK itişiyle, ister halkın tepkisiyle olsun, bu gidişe dur demek zorundaydı; demiştir de!.. İşte Washington D.C.' de o 'dehşetengiz' senaryonun gündeme alınması, bundan ileri geliyor; 'hariçten gazel okuyanların' , Türkiye için öngördükleri 'senaryo' bu değildi, artık 'gidişatı' beğenmiyorlar, söylemek istedikleri budur.

Söylemiyorlar mı sanıyorsunuz?

'Taş gibi Kemalizm'!..

O halde şu 'ibretâmiz' satırları bir gözden geçiriniz: ''...Türk Ordusu, Modern Türkiye'nin oluşturulmasında, anahtar bir rol oynadı ve çok uzun süre boyunca, çok zor dönemlerde ülkeyi bir arada tuttu; birçok yönüyle, modern çağda Türk Milliyetçiliği'nin ilk ve orijinal kaynağı oldu...''

''...fakat Türkiye daha olgun bir demokrasiye doğru tekâmül ediyor: Türk demokrasisinin, bağımsız ve özgürce tekâmülüne izin verilmezse, hiçbir zaman gelişemeyecektir. Bence ordunun son yıllardaki politikaları daha olumsuz oldu. Washington'da birçokları, son aylarda ordunun Refah Partisi'ne ve diğerlerine karşı eylemlerinin maksadın tersine hizmet ettiğini düşünüyor...'' (Zaman, 22 Mayıs 1998.)

Eğer Türkiye' nin, 'daha olgun bir demokrasiye doğru gelişmesini' ; İslâm'ın, Cumhuriyet'le içine yerleştirildiği 'bireysellikten' (laiklik) çıkarılıp, tekrar 'toplumsallaşması' na ( 'ılımlı' İslâm Şeriatı) bağlayan da; ancak bunun, 'bağımsız ve özgürce bir tekâmül sayılacağını' söyleyen de aynı Graham Fuller ise; Washington D.C.' deki 'senaryonun', 'dehşetengiz' bir iç savaş tasarımına bağlanmasına şaşacak mıyız?

Türkiye' de cumhuriyetin ihtilâl ve inkılâp sonucunda kurulduğunu; demokrasiye geçişin, ihtilâl ve inkılâb' ın ana platformu üzerinde gerçekleşeceğini, acaba neden kabul etmek istemiyorlar?


Taş gibi 'Kemalizm' demek oluyor da, ondan mı? 

Attila İLHAN
Cumhuriyet / SÖYLEŞİ
10.06.1998

Türkiye'nin Güvenliği



Fırat Kalkanı Harekatı’ndan gelen şehit haberleri üzerine bazı kesimler tarafından orada ne işimiz var vb. söylemlerin yükselmeye başladığını görüyoruz. Fırat Kalkanı Harekatı’nın ne için yapıldığı belli. Amaç Türkiye’nin bekasına yönelik tehdidi bertaraf etmek için ABD’nin desteğinde PKK/PYD’nin Suriye sınırımız boyunca oluşturmak istediği koridora mani olmak ve Fırat’ın doğusu ile batısı arasına girerek güvenli bir bölge yaratmak. Yani Türkiye meşru müdafaa yapmaktadır. Orada ne işimiz var diyenler ya jeopolitik /strateji vb. konularda bilgisizdirler ya da bunu bilerek yapmaktadırlar. Amaçları emperyalizme hizmet etmek( kendilerine verilen görev gereği) veya Sayın Erdoğan düşmanlığı yüzünden bu harekata karşı çıkarak yine emperyalistlere imkan sağlamaktır. 
 
SAVUNMAMIZ GÜNEYDE NEREDEN BAŞLAR
 
Bu söylemleri bilerek veya bilmeden dile getirenlerin önce Türkiye’nin savunması nereden başlar, vatan edindiğimiz Misakı Milli sınırları içindeki bu topraklarda varlığımızı devam ettirebilmemiz için hangi ülkelerle ve neden işbirliği yapmamız gerekiyor bunlara bakmamız gerekiyor.  Yoksa uluorta konuşarak, şehitleri kullanarak ve onlar üzerinden Sayın Cumhurbaşkanına vurarak işin içinden çıkamayız. Türkiye’nin savunması güneyimizde Bağdat ve Şam’dan başlar. Bu iki merkezi hükümetin güçlü tutulması ve onlarla işbirliği ve ittifak yapılması zorunludur. Evet başlangıçta iki merkezi  hükümete yönelik politikalarımızın yanlıştı ve hata yapıldı. İktidarın bu konuda uygun bir politika izlemediği açıktı. Ancak gelişmeler iktidarın Suriye politikasını değiştirmesini sağladı ve çok ta iyi yapıldı. Bağdat ve Şam ile mutlaka bir ittifak içinde olmalıyız ve bu merkezi hükümetleri güçlendirmeliyiz. Bu şekilde bir savunma tedbiri almazsak, tehdidi kendi sınırlarımız içinde kabul etmek ve savunmamızı kendi topraklarımızda yapmak zorunda kalırız. Bu gün olduğu gibi.
 
SAVUNMAMIZ BATIDA NEREDEN BAŞLAR
 
Niye Balkanlara önem veriyoruz? Bosna Hersek’i, Makedonya’yı, Kosova’yı, Bulgaristan’ı, Arnavutluk’u neden bu kadar çok önemsiyoruz? Bu bölgedeki gelişmeler Türkiye için neden kritik ve takip edilmesi gereken bir husus? Çünkü batıdaki savunmamız Karpatlar’dan geçiyor. Onun için bu bölgedeki ülkelerle işbirliği yapmamız ve ittifak içinde olmamız gerekiyor. Maalesef batı bölgedeki merkezi devletleri parçalayarak(Yugoslavya vb.) kolayca baş edebileceği ve sorun çıkartabileceği bir yapı oluşturdu balkanlarda. Bunu için Türkiye bu bölgede mutlaka bu devletlerle güç birliği ve ittifak yapmalıdır. 
 
AKDENİZ’DEKİ SAVUNMAMIZ NEREDEN BAŞLAR
 
Tabii ki Kıbrıs’tan, münhasır ekonomik bölgemizden, doğu Akdeniz’de ve açık denizlerde bayrağımızı dalgalandıracak deniz harp filomuz ve ticaret filomuzdan, Şüveyş, Kızıldeniz ve Basra Körfezinden başlar. Bunun için de Suriye , Mısır, Lübnan , Kuzey Afrika ülkeleri ile işbirliği yapmamız gerekiyor. Kıbrıs’ta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını devam ettirmesi gerekiyor. Ege’deki hak ve menfaatlerimizin korunmasından başlar. 
 
KUZEYDE’Kİ SAVUNMAMIZ NEREDEN BAŞLAR
 
Rusya ile stratejik işbirliğinden başlar. Karadeniz’in birlikte kontrol edilmesinden başlar. Bunun için geliştirilen Karadeniz Gücü (BLACKSEAFOR) ve Karadeniz Uyum Harekatı’ndan (BLACKSEA HARMONY) başlar. Kuzeyimizi emniyete almamız için Rusya ile stratejik işbirliği yapmaktan ve dostluktan başlar.
 
DOĞUDAKİ SAVUNMAMIZ NEREDEN BAŞLAR
 
Tabii ki Kafkaslar’dan, Hazar Havzası’ndan, Tahran’dan ve Orta Asya’dan başlar. Bu bölgedeki gelişmeler, merkezi hükümetlerin güçlenmesi , bunlarla iş birliği Türkiye’nin hem fiziki güvenliği, hem de enerji ve ekonomik güvenliği açısından Türkiye için hayati öneme haizdir. 
 
 
TÜRKİYE’NİN YAKIN ÇEVRESİ VE ÖTESİ
 
Türkiye’yi merkez alarak çizdiğimiz yakın çevre Türkiye’nin etki sahasıdır ve mutlaka çok iyi etüt edilmelidir. Var olmamız, refah ve barış içinde yaşamamız ancak etki sahası olarak adlandırdığımız yakın çevre (periphery) ile bağlantılıdır. Savunma ve güvenlik konusu geniş anlamda ekonomi dahil her şeyi ihtiva eden bir kavramdır. Bir de yakın çevre dışında kalan ve Türkiye’nin ilgi sahası olarak adlandırdığımız bir saha vardır ki bu alandaki gelişmeler yakın çevremizi ve Türkiye’yi yakından ilgilendirir ve çok önemlidir. Türkiye’yi yönetenler istihbarat dahil faaliyetlerini bütün bu hususları kavrayacak şekilde yönlendirmelidirler.
 
İÇ CEPHE
 
Tabii bütün bunları yapabilmek için belirli bir gücü oluşturmak ve sonra da kullanmak gerekir. Ancak bunun için iç cephenin sağlam tutulması gerekir. İç cephe sağlam olduktan sonra her türlü tehdidin üstesinden gelinir. İç cepheyi zayıflatacak, vatandaşları ayrıştıracak, kutuplaştıracak yaklaşım ve girişimlerden uzak durulmalıdır. Üstelik birlik ve beraberliğe ihtiyaç olduğumuz şu günlerde. Aklı selimin galip geleceği, yeni Anayasa değişiklikleri ve Başkanlık sisteminin rafa kaldırılacağını, Türkiye’nin çözmek zorunda olduğu, uzun süre alacağını değerlendirdiğim sorunlar üzerine yoğunlaşmamız gerektiği konusunda milli bir mutabakat sağlanacaktır.

İsmail Hakkı PEKİN
Aydınlık/24.12.2016

Çin 2017 Sepetine Türk Lirasını da Ekledi




2017 için geri sayım hızlanırken, Türk Lirası, Çin Döviz İşlem Sistemi'nin (CFETS) ticaret ağırlıklı kur sepetine eklenmesiyle uluslararası piyasaların gündemine geldi. Çin ticaret ağırlıklı kur sepetinde doların payını yüzde 26,4'ten yüzde 22,4'e düşürürken sepete Türk Lirası'nın da aralarında bulunduğu 11 para birimi ekledi.

TÜRK LİRASI YÜZDE 0,83 PAY ALDI

Türk Lirası yüzde 0,83 payla Çin'in CFETS RMB Endeks göstergesine dahil oldu. TL, bu payıyla listeye 18. sıradan girmiş oldu. Listede ilk üç sırayı yüzde 22,4 yüzde 16,3 yüzde 11,5 payla dolareuro ve japon yeni alırken TL'den sonra gelen altı para biriminin payı yüzde 0,27'ye kadar (Norveç Kronu) geriliyor. Yeni eklenen 11 para birimiyle birlikte endekse dahil para birimi sayısı 24'e yükselmiş oldu.

ÇİN NE İSTİYOR?

Analistler Çin'in bu hamlesinin yuanın performansı üzerinde dolardaki güçlenmenin etkisini azaltmayı amaçladığını belirtti. National Australia Bank'ın Bloomberg News'te yer alan yorumunda "CFETS'in hamlesi sepetin toplam performansında doların etkisini azaltmayı amaçlıyor. Bu, Çin'in sepete karşı yuanın stabilitesini sağlamasını da daha kolaylaştıracak." ifadeleri yer aldı.




GÖSTERGE NE AMAÇLIYOR?

Gösterge, 2015 Aralık ayında yuanın değerine dolar dışında bir alternatif oluşturmak adına Çin Merkez Bankası (PBOC) tarafından hesaplanmaya başlamıştı. Bu yılın sonuna gelirken yuandolar karşısında sekiz yılın en düşük seviyesine gerilerken endeks karşısında dört ayın en güçlü seviyesinde işlem görüyor. CFETS, her yıl 'uygun bir zamanda' sepetteki para birimlerinin payını güncellemeye devam edeceğini açıkladı.

Aralık ayı başında TL ve yuan arasında doğrudan işlemler başlamıştı. PBOC her gün sonunda TL'nin Çin para birimi karşısındaki değerini ilan ediyor ve her iki yönde yüzde 5 dalgalanmaya izin veriyor.

Sabah
30.12.2016


ABD’den Rusya’ya Ateşkes Misillemesi

Suriye’de ateşkes kararı alındığı gün, denklem dışı kalan ABD’den Rusya’ya karşı tehlikeli bir hamle geldi. Washington, 35 Rus diplomatı ‘seçimlere müdahale ettiği’ bahanesiyle sınır dışı etme kararı aldı. Bu adım ABD’nin Suriye’de savaşın devamını istediği yorumlarına sebep oldu.

Suriye'de denklem dışı kalan ABD'den ateşkese öncülük eden Rusya'ya karşı misilleme geldi. ABD Başkanı Barack Obama, “başkanlık seçimlerine siber saldırı iddiaları” kapsamında Rusya'ya karşı aldığı yaptırım kararlarını açıkladı. Bu kapsamda başkent Washington ve San Francisco'da görevli 35 Rus diplomatın 72 saat içinde ülkeyi terk etmesi istendi.

72 SAATTE TERK EDİN 

Beyaz Saray, “Rusya'nın Amerikan seçimlerine siber saldırı yoluyla müdahale ettiği” ve “Rusya'daki bazı ABD'li diplomatlara taciz” iddiaları kapsamında Obama'nın Moskova'ya karşı aldığı yaptırım kararlarını açıkladı. Bu çerçevede Obama yönetimi, başkent Washington ve San Francisco'daki Rus elçiliklerinde görevli toplam 35 diplomatın, aileleriyle birlikte 72 saat içinde ülkeyi terk etmesini istedi. Ayrıca Maryland ve New York eyaletlerinde Rus hükümetine ait iki yerleşkenin yarına kadar boşaltılması talep edildi.

YAPTIRIM AÇIKLADI 

ABD yönetimi, siber saldırı iddialarıyla ilgili olarak 6 üst düzey Rus yetkilisinin ve 5 Rus kurumunun adını da ilk kez kamuoyuna açıkladı. Adı açıklanan Rus yetkililerden ikisinin Rus istihbaratında, 4'ünün ise Rus askeri istihbaratında çalışan kişiler olduğu belirtildi. Aynı kapsamda Rus askeri istihbaratına materyal temin eden 5 firmaya ilişkin de bilgiler aktarıldı. Washington ve San Francisco'daki 35 diplomatın sınır dışı kararının Rus yetkililerine iletildiğini açıklayan ABD Dışişleri Bakanlığı da alınan yaptırım kararlarının “seçimlere siber saldırı” ve “Amerikalı diplomatlara taciz” iddialarının karşılığı olduğunu vurguladı.

Obama tehdit etti

ABD Başkanı Barack Obama da konuyla ilgili açıklama yaptı. Konuyla ilgili ABD Kongresi'ne detaylı bir rapor sunacaklarını belirten, Obama, Rusya'ya yönelik 'önlemlerin' süreceğini ifade etti. Obama, “Zamanını ve yerini bizim seçeceğimiz birtakım önlemler almaya devam edeceğiz, bazıları kamuoyuna açıklanmayacak” dedi. Obama, “Bu eylemler, Rusya'nın agresif tutumu karşısında verdiğimiz tepkinin tümü değil” ifadelerini kullandı. Kremlin Basın Sözcüsü Dmitriy Peskov, ABD'nin 35 Rus diplomatın ülkeyi terk etmesini istemesine “mütekabiliyet prensibine” göre karşılık verileceğini ve cevabın ne olacağına Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in karar vereceğini söyledi. 

Yeni Şafak
30.12.2016

ABD'nin Teröre Yardımını Kanıtlayan Görüntüler

PKK’yı onlarca yıldır gayriresmi şekilde himaye eden ABD, terör örgütüne yardımları Ekim 2014’ten itibaren açıktan yapmaya başladı. Örgüte Suriye’de verilen yüzlerce ton cephane gün gün kayıt altında. Üstelik PKK bu mühimmatın çoğunu Türkiye’ye sokarak birçok ilçeyi silah deposuna çevirdi


Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Suriye PKK'sı PYD'ye silah verdiğini kabul etmemesine rağmen terör örgütünün işgal ettiği Kuzey Suriye topraklarına yaptığı silah ve mühimmat sevkiyatı gün gün kayıt altına alındı. Suriye'de PKK'ya ilk silah yardımını Almanya ile birlikte yapan ABD, daha önce gayriresmi şekilde gönderdiği silah sandıklarını resmi olarak ilk kez 20 Ekim 2014 günü Ayn el Arap'a (Kobani) havadan bıraktı. Suriye'de IŞİD'le savaş bahanesiyle uluslararası meşruiyet kazandırılan PKK, ABD'nin kurduğu IŞİD karşıtı askeri koalisyon kapsamında birçok kez silah ve mühimmatlardan yararlandırıldı. 10 Aralık 2014 günü Almanya da PKK'ya yüklü miktarda silah yardımı yaptı.


TOPLAMDA YÜZLERCE TON
2015 yılında ABD'nin PKK'ya en büyük sevkiyatı 12 Kasım 2015 günü gerçekleşti. Sadece 2015'in kasım ayında 50 tondan fazla cephane, terör örgütüne teslim edildi. 2016 yılına gelindiğinde ABD'nin PKK'ya yaptığı sevkiyat miktarı gözle görülür şekilde arttı. 8 Nisan, 8 Kasım, 13 ve 27 Aralık'ta son yılların en büyük kargoları Haseke ve Ayn el Arap kentlerine gönderildi. Uçak, helikopter ve TIR'larla taşınan mühimmatın özellikle bu ay içindeki miktarı 75 tona ulaştı. PKK'ya verilen silahlar arasında kaleşnikof ve M-16 piyade tüfekleri, roket atarlar, anti tank ve anti personel mayınları, kornet füzeleri ile milyonlarca mermi ve el bombası bulunuyor.

ABD’nin Kuzey Suriye’deki Rümeylan ve Kobani’de hava üsleri bulunuyor. Yoğunlukla bu üsleri kullanan Pentagon, bölgede zaman zaman terör örgütüne kargo uçaklarıyla havadan cephane paketi atıyor.

DÜNYA KAMUOYU YANILTILDI
ABD bu malzemeleri, tepkilerden korunmak için PKK'ya kurdurduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ismindeki yapılanma vasıtasıyla terör örgütüne iletiyor. Ancak SDG'nin yönetimi ve militanlarının yüzde 80'inden fazlası PKK'lı teröristlerden oluşuyor. Bu gerçeğe rağmen ABD, silah ve mühimmat yardımının 'Suriyeli ılımlı muhaliflere' yapıldığını söyleyerek dünya kamuoyunu defaatle yanılttı. 
 O SİLAHLAR TÜRKİYE'YE GİRDİ
ABD'nin PKK'ya gönderdiği silahların önemli bir kısmı, asker, polis ve sivilleri öldürmede kullanmak için Türkiye'ye kaçırıldı. Nusaybin ve Suruç yolu kullanılarak cephaneler Türkiye'ye sokuldu. Suriye sınırına yakın ilçeler başta olmak üzere Diyarbakır'ın Sur ilçesi de adeta silah deposuna dönüştü. Ele geçirilen tonlarca silahın seri numarası silinmemiş olanlarının izini süren güvenlik güçleri, tüm izlerin 'ABD öncülüğündeki DEAŞ karşıtı koalisyon'a gittiğini tespit etti. Öte yandan silahların çoğunda PKK'nın Suriye'de kullandığı isimlerden biri olan YPG'nin arması bulunduğu da belirlendi. 


Cihat Arpacık
Yeni Şafak / 30.12.2016

29 Aralık 2016 Perşembe

Bu Nasıl Milli İstihbarat ?



"Ben MİT müsteşarlığı yapmadım, CIA'nın şube müdürlüğünü yaptım.
Bir CIA yetkilisi gelse, beni Sinop'a götür dese onu oraya götürmekle memurum." 

Bu sözler, MİT eski müsteşarı M. Fuat Doğu'ya ait.

Bu sözleri bizzat Fuat Doğu'nun ağzından duyan kişi ise TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanvekili Selçuk Özdağ. 30 yıl sonra, A Haber'de benim de katıldığım bir televizyon programında Fuat Doğu'nun bu dehşetengiz itirafını kamuoyuyla ilk defa paylaştı Özdağ.

1962-1964 ve 1966- 1971 arasında iki kez MİT müsteşarlığı yapan Fuat Doğu, Mehmet Eymür, Sadi Sağdam, Şenkal Atasagun, Emre Taner ve Hiram Abas gibi MİT yöneticilerini yetiştirmiş, MİT'e bir dönem damga vurmuş bir isim. Bir rivayete göre de Fuat Doğu ölmeden önce anılarını el yazısıyla yazıp MİT'e teslim etmiş.

Fuat Doğu'nun 12 Eylül'den 5-6 yıl sonra, henüz genç bir siyasetçiyken Selçuk Özdağ'a yaptığı bu itiraf eski Türkiye'de MİT ve CIA ilişkisinin nasıl organik ve hatta hiyerarşik bir ilişki olduğunu gözler önüne seriyor.

FETÖ, PKK ve diğer irili ufaklı terör örgütlerinin Türkiye'de kendilerine nasıl mümbit bir zemin bulabildiklerini merak edenler önce bu kirli ilişkiye bakmalılar. Askerin dışarıdan emir geldiğinde nasıl tereddüt etmeden hızlı ve organize biçimde siyaset oyununa müdahale edebildiğinin cevabı da bu ilişkide saklı.

Türkiye siyasi tarihindeki karanlık noktalar, sokak kalkışmaları, faili meçhuller, kitlesel katliamlar, evet bütün bunlar öncelikle Türkiye'yi kendi istediği noktaya çekmek için çaba sarf eden dış aktörlerin mahareti! Ne var ki bu yabancı aktörlerin içerideki işbirlikçileri olmadan bunca cürmü işleyemeyeceklerini de hepimiz biliyoruz.

Düşünün, bu ülkenin "milli istihbarat teşkilatı" yıllarca ABD'nin istihbarat teşkilatının güdümünde hareket etmiş. Sadece zihniyet düzleminde bir Amerikancılıktan bahsetmiyoruz.

Neredeyse bir emir komuta zinciri kurulmuş. Bu zincirin kırıldığına kanaat getirildiği noktada FETÖ devreye girdi ve MİT'i parsellemek için çabaladı, başına kendi adamını geçirmek için uğraştı. Bu kendi aklı değildi herhalde!

Trump ne dedi? "ABD artık hiçbir ülkenin iç işlerine karışmayacak!" Bu, hem geçmiş Amerikan yönetimlerine bir ithamdır, hem de bir itiraftır. Türkiye, yeni dönemde, R. Tayyip Erdoğan'ın liderliğiyle bu çarpık ilişkiyi reddetmiş, kendi istiklalini savunmuştur. Son dönemde başına gelenlerin kahir ekseriyeti de bununla ilgilidir.

Ancak yolun sonuna gelindiğini de bütün muhataplarımızın görmesi gerekir.

Türkiye dayandı, direndi ve kazandı. Şimdi esas olan bütün kurumlarımızın bu yeni hale uygun şekilde düzenlenmesi, çok hızlı biçimde, yerli ve milli ilkeler doğrultusunda yeniden inşa edilmesidir.

Hâlâ kendisini bu yeni sürece adapte edemeyen kurumlarımız olsa da, ideolojik dönüşüm aşamasından kurumsal dönüşüm aşamasına geçtiğimiz gerçeği gün gibi ortada.

Görmek isteyenler görür, görmek istemeyenler tarihin dışında kalır...


Fahrettin ALTUN
Sabah/29.12.2016

Doğu Perinçek'ten AKP, CHP ve MHP Milletvekillerine Mektup




Sayın Milletvekilimiz,

Öncelikle Yeni Yılda Size, bütün milletimizle birlikte aydınlıklar, esenlikler, verimli çalışmalar dileriz.

2017 yılı Türkiye’nin yılı olacak, Millî Seferberlik yılı olacak. Vatan Bütünlüğü ve Yurtta Barış için hep birlikte kesin zafere ulaşacağımız bir yıla giriyoruz.

Böyle umut ve güven veren bir tarihsel eşikte, TBMM gündeminde bulunan “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” önerisi, kuşkusuz milletimizin de gündemini oluşturuyor.

Bu konudaki görüşlerimizi değerlendirmenize sunuyoruz.

1. Küreselleşme döneminin Millî Devleti küçültme projeleri bütün dünyada iflas etti.

Sayın Milletvekilimiz,

Başkanlık Sistemi bilindiği gibi, 1980 sonrasında “İkinci Cumhuriyet” planı ile birlikte tartışılır oldu. Küresel güdümlü Neoliberal-FETÖ’cü-Bölücü Koalisyonu, Türkiyemizi “İkinci Cumhuriyet”le bölmek ve Millî Devletimizi tasfiye etmek istedi.

24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte Türkiye, Dünya Ekonomisiyle Bütünleşme sürecine girmişti. 12 Eylül 1980 Amerikancı Darbesi, bu programın sopasını getirdi. Türkiye, Küreselleşme denen cereyana kapılmış gidiyordu. Başkanlık Sistemi dayatması, bu zeminde boy gösterdi. Yıkılması amaçlanan Millî Devletin hükümet sistemi Parlamenter Rejimdi. Dünya Ekonomisiyle bütünleşmenin hükümet sistemi ise, Başkanlık Sistemi olacaktı!

Arkada kalan 37 yılda Ekonomi mafyalaştı. Bu sürecin siyasete de olumsuz etkileri oldu ve NATO Gladyosunun merkezini FETÖ ele geçirdi.

FETÖ, 15 Temmuz 2016 gecesi, Türk Ordusu ve Türk Milletinin elbirliğiyle ezildi ama getirmek istediği Başkanlık Sistemi Meclis gündemindedir!

Düşününüz, Küreselleşmenin doruğa çıktığı yıllarda Türkiye Başkanlık Rejimini reddetmişti, şimdi Küreselleşmenin battığı koşullarda kabul edecek!

12 Eylül Devri arkada kaldı!

Dünya yeniden Millî Devletlerin yükseliş sürecine girdi.

Umarız Milletin Meclisi, Cumhurbaşkanlığı Sistemine, başka deyişle Millî Devletin küçültülmesine sizin de katkınızla izin vermeyecektir.

2. Hükümetsiz devlet öneriliyor

Değerli Milletvekilimiz,

21 maddelik Anayasa değişikliği önerisine göre, Cumhurbaşkanı ve Başbakan tek kişide birleştiriliyor. Hükümet yetkileri Cumhurbaşkanının elinde toplanmaktadır.

 “Bakanlar”, cumhurbaşkanınca görevlendirilecek teknik-idari personele dönüştürülmektedir. Bakanlar, Meclise karşı sorumlu olmayacaklar. Bakanlar, genel müdürler veya sıradan memurlar gibi Cumhurbaşkanı tarafından atanacak veya azledilecek.

Anayasanın 91. Maddesinde düzenlenen, Cumhurbaşkanının ve Bakanlar Kurulunun imzalarıyla Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi ortadan kaldırılıyor. Bu yetki Cumhurbaşkanına veriliyor. Bakanlar Kurulunun tüzük, kararname ve müşterek kararname yetkisi kaldırılıyor. Hepsi “Cumhurbaşkanı Kararnamesi”  oluyor.

Bakanlar milletvekillerinden olamayacak. Meclis ile hükümet arasındaki bağ bu açıdan da koparılıyor. Meclis salonunda Bakanlar Kuruluna ayrılan yer boş kalmaktadır. Meclis salonunda olmayan hükümet, Türkiye’de nasıl olacak? Hükümet fiilen kaldırılmaktadır. 

3. Sorumsuz yönetim devri açılır

Sayın Milletvekilimiz,

Öneriye göre, Hükümet yetkilerini elinde toplayan Cumhurbaşkanı sorumsuzdur. Anayasa değişikliğini savunanlar, Cumhurbaşkanının vatana ihanet dışındaki suçlardan da sorumlu tutulduğunı söylüyorlar. Oysa sözü edilen sorumluluk, ceza sorumluluğudur, siyasal sorumluluk değildir. Cumhurbaşkanı, vatana ihanet dışındaki adi suçlardan Meclisin üçte ikisinin kararıyla sorumlu tutulabilecektir. Ancak yürütme organı uygulamalarından ve Kanun Hükmünde Kararnamelerden sorumlu olmayacaktır. Böylece sorumsuz yönetim dönemi açılmaktadır.

 4. Gazi Meclis Şehit Meclis olur

En önemlisi, Meclis’in görev ve yetkileri budanıyor. Cumhurbaşkanına yasama yetkisi veriliyor. Cumhurbaşkanı, kararnameler yoluyla kamu tüzel kişiliği kurma ve kaldırma yetkisiyle bile donatılmaktadır. Merkezî idarenin kurum ve kuruluşlarını yasayla düzenleme yetkisi, Meclisten alınıp Cumhurbaşkanlığı kararnamesine teslim edilmektedir. Böylece Cumhurbaşkanı, tekil ve merkezi devlet yapısını değiştirmeye kadar varabilecek yetkilere sahip olmaktadır.

Meclis, artık güven oyu ve güvensizlik oyu mekanizmalarıyla Hükümetin kuruluşunda ve düşürülmesinde karar sahibi olmayacaktır. Sözlü soru, gensoru ve meclis soruşturması yoluyla hükümeti denetleme yetkileri, Meclisin elinden alınmaktadır. TBMM, yaptırım gücü olan denetleme olanaklarını kaybetmektedir. Milletin Meclisine yalnızca konuşma ve öğrenme olanağı bırakılmaktadır. Meclis, böylece millî iradenin organı olma özelliğini kaybetmekte, gevezelik salonuna dönüştürülmektedir.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi, parlamentoda siyaseti sınırladığı için, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan siyasal partilerden de vazgeçiyor.

Cumhurbaşkanına vekalet yetkisi, TBMM Başkanının elinden alınmakta  Cumhurbaşkanının atayacağı yardımcılardan birine verilmektedir.

Meclisin kabul edeceği yasalar, Cumhurbaşkanı onayıyla yürürlüğe girecektir. Buna karşılık, Cumhurbaşkanının çıkaracağı kararnameler TBMM’ye gelmeyecektir.

Olağanüstü yönetimlerde TSK’ya yetki veren sıkıyönetim ortadan kaldırılmakta, bütün yetki OHAL çerçevesinde Cumhurbaşkanına terkedilmektedir.

Gazi Meclisin Hükümeti denetleme araçlarını yok etme girişimi, aslında Meclisi yok etme girişimidir. Meclis yasa yapar ama o yasaların uygulanmasını denetleyemezse, yasama yetkisi de kısıtlanmış olur. Bu durumda “millî irade” yok edilir, bir tek Cumhurbaşkanının sorumsuz iradesi kalır. O zaman Gazi Meclis, Şehit Meclis olur.

5. İkinci İstiklâl Savaşı koşullarında iç cepheyi sağlam tutmalıyız

Vatanseverliğine Güvendiğimiz Sayın Milletvekilimiz,

Türkiye, bugün vatan bütünlüğü için savaşıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Başbakan Yıldırım’ın, küresel tehditlere dikkat çeken açıklamaları, günün koşullarını yansıtıyor.

Ekonomide ciddî tehditlerin üstesinden gelmek durumundayız.

Türkiye, İstiklâl Savaşından sonra en zorlu koşulların içindedir. Hem güvenlikte, hem de ekonomide devletçe ve milletçe Vatan Savaşı veriyoruz.

Büyük ve çetin mücadeleler, büyük güçlerle başarılır.

Bugün Türkiyemizin birinci ihtiyacı, vatan savaşında ve üretim ekonomisine geçişte Devletin ve Milletin birliğini sağlamaktır.

İkinci önemli meselemiz, hem Devlet katında, hem de toplum katında zorlu görevlerin yerine getirilmesi için gerekli disiplinin oluşturulmasıdır.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi, bu görevlerin yerine getirilmesine hizmet etmez.

Cumhurbaşkanlığı sisteminin tartışılmasıyla ortaya çıkan manzara tam da ABD emperyalizminin, PKK’nın ve FETÖ’nün arzuladığı bölünme manzarasıdır.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi girişimi, toplumu birleştirmiyor, bölüyor. Bu girişimin başını çeken partileri bile bölüyor. Meclis manzaralarına bakınız, Millî seferberlikte birleşmesi gerekenler, birbirlerine yumruk sıkıyor. İkinci İstiklâl Savaşında birlik halinde olan güçler, Cumhurbaşkanlığı Sistemi konusunda ayrılıyor.

6. Meclisi güçlendirme zamanıdır

Yetkisiz Meclisle ve sorumsuz Hükümetle devlet ve toplum katında disiplin sağlanamaz.

İkinci İstiklâl Savaşından söz ediyoruz. Milleti birleştiren Devlet kurumu, Meclistir. Bırakalım yetkilerini biçmeyi, bugün Meclisi güçlendirme zamanıdır.

Ekonomik krizi aşmak da, Güçlü Meclisle olur. Fedakârlıkları paylaştırmak, ülkede güvenlik ve herkese ekmek için birlik, bütün Milleti temsil eden yetkili Meclisi gerektirir.

Kişileri değil, sistemi tartışmalıyız. Başkan, ne kadar yetkiyle donatılırsa donatılsın, tek başına Milleti birleştiremez ve  Devlet ile toplumu disiplin altına alamaz. Güçlü Başkan yaratalım derken, Milletten ve Meclisten kopuk zayıf Başkan yaratırız.

Milletin bütün sınıflarını temsil eden bir Meclis, hem Milleti kucaklar, hem de disiplin için zemin oluşturur. Hükümet, Meclise karşı sorumlu olacaktır ki, Devletin ve Milletin birliği, Meclisin ve Hükümetin birliği, Hükümetin ve Ordunun birliği sağlam olsun.

7. Güçlü Ordu için Güçlü Meclis!

Sayın Milletvekilimiz,

Sizin İstiklâl Savaşı değerlerine bağlılığınıza sesleniyoruz.     
    
İstiklâl Savaşını Padişah Hükümetiyle değil, Meclis Hükümetiyle kazandık.

Bugün Türkiye savaş halindedir. Güçlü Ordu günün ihtiyacıdır. Güçlü Ordu Güçlü Meclisle olur. Unutmuyoruz, Atatürk’ün “İlk hedefiniz Akdeniz’dir İleri” diye emir verdiği Ordu, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları” idi. Anayasamızda da, TSK’nın Başkomutanı TBMM’dir. Cumhurbaşkanı, TBMM adına Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Başkomutanlığını temsil eder (Mad.104/b).

8. Millî Seferberlik için Güçlü Meclis 

Askerlerimizi, polislerimizi ve köy korucularımızı şehit eden terör ile Rusya Büyükelçisinin canına kıyan terör, Türkiye’de can güvenliği telaşı ve giderek bir hükümet krizi yaratmayı amaçlıyor. İlk iki olayda PKK, sonuncusunda FETÖ kullanıldı. Tezgâhın başındaki devleti herkes biliyor.

Cumhurbaşkanının Millî Seferberlik çağrısı kamuoyunda heyecan yarattı ve milletimizi oluşturan geniş kesimlerde kabul gördü.

İşte tam bu koşullarda Millî Seferberlik iklimini korumak, dahası Millî Seferberliğin örgütlenmesini başarmak durumundayız.

Milleti seferber etmenin esas organı, Millet Meclisidir ve Meclisten kuvvet alan Millî Hükümettir. İstiklâl Savaşımızda “milletin bütün imkân ve kabiliyeti” Meclis temelinde seferber edilmiştir.

Türkiye’de Milletin siyasete katılmasını sağlayan anayasal organ Cumhurbaşkanlığı değil, Meclistir. Unutmayalım İstiklâl Savaşında yürütmenin başı, Meclis Başkanı idi. Çünkü Milleti ayağa kaldıracak otorite, Meclisin otoritesiydi.

Bugün Milletimiz içinde bir araştırma yapalım, Milleti seferber edecek anayasal kurumun Meclis olduğunu saptarız. Yürütme organı, daha çok bir partinin organı olarak algılanır. Meclisin ise Milletin geniş kesimlerini temsil ettiği kabul edilir. Milletimiz, Hükümetin Meclis tarafından denetlenmesini sağlayan anayasal araçlardan vazgeçmez. Meclisi zayıflatarak kurulan hükümet, güçlü olmaz. Türkiye’nin anayasa geleneğinde ve siyasal hayatında, Güçlü Hükümetin anahtarı hep Güçlü Meclis olmuştur. Cumhurbaşkanını Milletin seçmesi yetmez. Hükümet, Cumhurbaşkanına değil Meclise sorumlu olmalıdır.

9. Tuzağa dikkat

Bugün her konuya İkinci İstiklâl Savaşını başarma ve Üretim Ekonomisini kurma görevleri açısından bakmak durumundayız.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi, bu görevlerin yerine getirilmesine yaramaz, sonuçları ağır olur.

ABD, daha Turgut Özal zamanından beri Başkanlık Sistemini dayatıyor. Nedenini artık öğrenmiş olmalıyız, işte yaşıyoruz. Türkiye’yi borç batağında bölmek istediler.

Burdan çıkış, ABD’nin dayattığı sistemle olmaz.

Bir tuzak kurulduğunu hesaba katmalıyız. ABD ile sıkı bağları olanlar, dünyanın büyük finans kuruluşlarının temsilcilerine “Tayyip Erdoğan’ı devirmek için Başkanlık Sistemini bekleyin” diyorlardı. Küresel merkezlerin beklentilerine fırsat vermemeliyiz.

Eğer AKP ve MHP, Cumhurbaşkanlığı Sisteminde ısrar ederlerse, Türkiye’yi “diktatörlük” tartışmalarının içine iterler. Cumhurbaşkanlığı makamı, sürekli yıpratılır, otoritesini kaybeder ve ona sorumlu olan hükümet de millete söz geçiremez.

10. Cumhurbaşkanlığı Sisteminin yokları

İkinci İstiklâl Savaşı ve Millî Direnme Ekonomisini inşa koşullarında, Türkiye’nin Millî Birliğe, Millî Seferberliğe, Güçlü Meclise, Güçlü Hükümete, Güçlü Cumhurbaşkanına ve Güçlü Orduya ihtiyacı var.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi, İkinci İstiklâl Savaşının sistemi değildir.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi, Millî Direnme Ekonomisinin sistemi de değildir.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi, Türkiye’yi komşularıyla ve Avrasya ülkeleriyle birleştirecek Sistem de değildir.

Cumhurbaşkanlığı Sisteminde Millet yok!

Cumhurbaşkanlığı Sisteminde Meclis yok!

Cumhurbaşkanlığı Sisteminde Hükümet yok!

Cumhurbaşkanlığı Sisteminde Milletvekili yok!

Cumhurbaşkanlığı Sisteminde Cumhurbaşkanı da yok!

11.  Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, AKP’ye, CHP’ye ve MHP’ye çağrı

Güçlü Meclis ve Meclise Sorumlu Güçlü Hükümet, biricik çözümdür.

Bu sistemden vazgeçilemez.

Bu sistemin pekiştirilmesi ve işler hale getirilmesi gerekir. Bunun için iktidarın tabanını daraltmaya değil, genişletmeye, bütün milleti kucaklamaya gerek var.

Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil, AKP’nin bütün yöneticileri, milletvekilleri ve üyeleri bir kez daha düşünmeliler.

Yanlıştan vazgeçmek, erdemdir.

Türkiye, vatan bütünlüğü ve üretim ekonomisi için Avrasya’daki bağımsız konumuna yerleşme ve Atlantik ülkeleriyle eşit ilişkiler kurma süreci içindedir. Bu görevleri ancak Milletin geniş güçlerini birleştirerek başarabiliriz.

AKP’ye çağrıda bulunuyoruz: İkinci İstiklâl Savaşı koşullarında Milleti iç çekişmelerin içine itmekten ve Milletin Meclisini etkisiz hale getirmekten başka bir işe yaramayacak olan Cumhurbaşkanlığı Sistemi önerisini geri çekiniz! O zaman alkışlanacak ve Millî Seferberlik için heyecan yaratacaksınız.

MHP’ye çağrıda bulunuyoruz: Milletin bölünmesine hizmet eden Cumhurbaşkanlığı Sistemini desteklemeyiniz!

CHP’ye çağrıda bulunuyoruz: Bulunduğunuz konum, Cumhurbaşkanlığı sisteminin önlenmesine hizmet etmiyor. ABD’nin ve Bölücü Terör örgütünün aleti olan HDP ve FETÖ ile dayanışmaya son veriniz!

Meclise çağrıda bunuyoruz: Size Milletin emanet ettiği hükümeti denetleme yetkisini terk ederek Meclisi işsiz duruma düşürmeyiniz!

Sayın Milletvekilimiz,    

Küresel güçler, Türkiye’nin anayasa rejimini değiştirmek için çok uğraştılar. Türk Milleti kavramına kafayı takmışlardı. Özerklik istiyorlardı. Cemaat ve tarikatları yasallaştıran “yaşam tarzlarına özgürlük” olmalıydı. Başaramadılar!

Türkiye, ABD güdümlü gerici ve bölücü terörle savaşırken, gerici ve bölücü bir anayasa yapılamazdı. Meclis, kendi meşruluğunun temeli olan Anayasayı kaldırıp yenisini getiremezdi. Getirmedi!

Meclis, 1 Mart 2003 Tezkeresinin reddedilmesinde olduğu gibi, Millî Direnci temsil eden kararlar alabiliyor.

Türk Milleti ve Milletin Meclisi, Cumhurbaşkanlığı Sistemine izin vermeyecektir.

Sayın Milletvekili,

Türk Milletinin önünde, tarihsel bir sınavda, vicdanınızla baş başasınız.

Ettiğiniz yemin ve taşıdığınız sorumluk, Milletimiz için en büyük güvencedir.

Edirne’den Van’a kadar bütün yurttaşlarımız sizlerden, Türk Milletinin birliği için, vatan bütünlüğü için, Üretim Ekonomisi için, İkinci İstiklâl Savaşının başarısı için oy vermenizi bekliyor.

En iyi dileklerimle ve saygılarımla.

Doğu Perinçek
Vatan Partisi Genel Başkanı

28.12.2016