Başlıktaki sözü yazılarımda ne anlamda ve neden tırnak içinde kullandığımı soran arkadaşlar oldu. “Demokrasi budalalığı” sözü aslında Doğu Perinçek’e aittir. İşçi Partisi’nin ilk yıllarında, 1980’lerin sonunda bu sözü sık kullanırdı (kendisi belki hatırlamaz).
Emperyalizmin etnik, dini ve her türlü marjinal grubun alabildiğine özgürleşmesini “demokrasi” olarak tanımladığı bir dönemde, örgüt içi liberterleşmeyi savunanların budalalığı kastediliyordu. Kolektifin yerini bireye, sınıfın yerini dini ve etnik gruplara, ideolojinin yerini alt-kültürlere bırakmaya zorlandığı; birleşmenin değil dağılmanın (buna “çoğulculuk” deniyordu) övüldüğü bir dönemdi. Batı’da köklü tarihi olan komünist partilerin peş peşe kapandığı, post-modernizmin geleneksel sosyalist düşünceyle alay etmek için kullanıldığı, proletaryaya André Gorz tarzında veda edildiği bu dönem bizlere gerçekten de tam bir örgüt içi ve dışı “demokrasi budalalığı” şeklinde yansımıştı.
Dönemin budalalığına kapılmayanlar safları ayıklayıp sıklaştırarak yollarına devam ettiler. Fakat oldukça geniş bir kesim Batı’daki postmodernleşmiş solcu/yeşilci vs. partilere hizalanarak budalalığı sürdürdü. Bu arkadaşlar kendilerini “Emeğin Avrupası” dedikleri hayal âleminin bir parçası olarak tanımlıyorlardı. Kurdukları çoğulcu, herkesi ve her şeyi kucaklayıp kapsayan parti (ÖDP) üç katmanlı bir yapı halinde bir süre var oldu: en tepede, şimdilerde HDP’ye danışmanlık yapan AB solcusu şahsiyetler; ortada, 1970’lerden gelen “grup kimlikleri”nin hatırasına sıkıca bağlı fakat kımıldayamayan gruplar; tabanda da bir tür ulusal demokrasi isteyen ve Dev-Genç’ten bu yana “istiklal-i tam” ilkesine bağlı bir kitle. Tavanı, ortası ve tabanı arasında bu kadar fark olan bir örgütün varlığını sürdürmesi ile yok olup gitmesi arasında hissedilir bir farkın olmaması doğaldır.
2008’de patlak veren ve dünyayı yeni bir paylaşım savaşının eşiğine getiren yapısal ekonomik kriz her şeyi değiştirdi. Ekonomide korumacılık eğilimleri başladı, silahlanmada artış oldu. Batı’da ırkçılığın ve sağın yükselişiyle birlikte, geçmişte kalan refah devleti arzuları ve ona eşlik eden demokrasi beklentileri azaldı; potsmodernizm arkasında derin bir boşluk bırakarak sahneden çekildi ve yeni arayışlar başladı. Siyasette sözün, “duruş”un ve poz kesmenin önemi hızla azalırken, halkın en azından bir kesimini seferber edecek bir kuvvet oluşturmadan siyaset yapılamayacağı anlaşıldı. Dolayısıyla bugünün dünyasında eski tip “demokrasi budalalığı”na yer kalmadı.
Ancak bunun “idrak sorunu”ndan kaynaklanan bazı istisnaları var. Neyin değiştiğini anlamayan (kafa yormayan), yakında olabilecekleri kestiremeyen bazı gruplar, “demokrasi budalalığı”nı sürdürüyorlar. Bu arkadaşlar HDP’nin iflas etmiş bir parti olarak siyasi şansını tükettiğini, PKK’nin ise sınır ötesi bir Kandil/PYD/YPG sorununa dönüştüğünü; Telabyat’ta Coniler’in eğitip ceplerine ayda 300 dolar koyduğu adamlardan Türkiye için “demokratik açılım” ya da bir tür solculuk beklenemeyeceğini; bu paralı askerlerin en başarılı oldukları düzeyde ancak Kosova gibi bir şey kurabileceklerini, bunu beceremezlerse IŞİD’leşeceklerini anlamıyorlar.
Üstelik Akit ve Michael Rubin’in Aydınlık ve Doğu Perinçek’e karşı başlattığı psikolojik savaş korosuna soldan ses veriyorlar. Bunun da bir budalalık olduğunu düşünmek isterdim, fakat “Neden şimdi?” sorusu boşlukta duruyor. Aman dikkat! ABD’nin, AB’nin, hatta çeşitli sermaye kesimlerinin tam da şu sırada ulusalcılara, Kemalistlere ve anti emperyalist sosyalistlere karşı ülkemizin batısındaki HDP’lilerle birlikte hareket edecek turuncu bir “demokrasi budalalığı”na ihtiyacı var. Dayanışma, “kardeşleşme” falan derken, tamamen tecrit olup hıyanet-i vataniye saflarında FETÖ’cülerle buluşmayasınız.
Yavuz ALOGAN
Aydınlık/26.11.2016